Cumhuriyet Ve Demokrasi Arasındaki Farkı Nasıl Açıklanmalı???
Cumhuriyet- Demokrasi Farklılığını Yılmaz Öztuna'nın "Demokrasi tecrübemiz 1946’da başladı" adlı yazısından çıkarmaya çalıştınız mı?:
" YÖNETİM KİME VERİLDİ?
1923’te yönetimin Osmanlı Hanedanı’ndan alınıp halka verildiği iddiasıdır. Bu, iki bakımdan yanlıştır: Evvelâ, 1923’te cumhuriyet bir demokrasi değildir ki yönetim halka verilmiş olsun. Bu tecrübeyi 1946’dan bu yana yapıyoruz.
REJİM MEŞRUTİYETTİ...
Asıl yanlış: Yıkılan Osmanlı’da egemenlik Osmanlı Hanedanı’nda değildi ki, 1923’te halka geçmiş olsun. Zira imparatorluğun yürürlükteki rejimi meşrutiyetti. Bugünkü Belçika’daki, İsveç’teki taçlı demokrasilerdeki rejimdir.
1923’te sadece irsî olan devlet başkanlığının seçimle olacağı kabul edilmiş, yani cumhuriyet rejimine geçilmiştir. Cumhuriyet, milletvekillerinin ancak yarısının o günkü meclis oturumuna katılmasıyla oylanıp kabul edilmiştir.
Cumhuriyet, 1923’ten bu yana bizde demokrasi eş anlamlısı bir kavram olarak kullanılıyor. Gerçi cumhur=halk kökünden gelen bir kelimedir. Ancak tarih ve siyasî ilimler terminolojisinde, asla demokrasi demek değildir. Daha çok, devlet başkanının irsî olmadığını gösteren bir terimdir. Bu bakımdan, devlet başkanının irsî olduğunu gösteren monarşinin zıddıdır. Ama ne cumhuriyet, ne monarşi kelimelerinin demokrasi kavramıyla hiçbir ilgisi yoktur.
Bir cumhuriyet de, bir monarşi de demokrasi olabilir. Gene bir cumhuriyet de, bir monarşi de totaliter olabilir. Geçen asırda da böyleydi, bugün de böyledir...
İkinci çok büyük yanlışımız, 1923’te yönetimin Osmanlı Hanedanı’ndan alınıp halka verildiği iddiasıdır. Bu iddia, iki bakımdan yanlıştır: Evvelâ, 1923’te cumhuriyet bir demokrasi değildir ki yönetim halka verilmiş olsun. Bu tecrübeyi 1946’dan bu yana yapıyoruz.
İKİNCİ YANLIŞ
Asıl yanlış, ikincisidir: Yıkılan Osmanlı İmparatorluğu’nda egemenlik Osmanlı Hanedanı’nda değildi ki, 1923’te halka geçmiş olsun. Zira imparatorluğun yürürlükteki rejimi meşrutiyet idi ki, taçlı demokrasi demektir. Bugünkü Belçika’daki, İsveç’teki ve sair taçlı demokrasilerdeki rejimdir.
1876’da imparatorluğumuz, meşrutiyet rejimine geçti. Bu rejim 1878-1908 arasında otuz buçuk yıl askıya alındı ama, lağvedilmedi. 1876 Anayasası yürürlükte idi, sadece bazı maddeleri uygulanmıyordu. 1908’de ise yeniden meclisler açıldı. Hükûmetlere güvenoyu veren ve güvensizlik oyu ile hükûmetleri düşürebilen millet meclisi (o zamanki adıyla Mec-lis-i Meb’usân) oluştu.
Burada polemikçiler, Meşrutiyet Anayasası’nda hâkan-halîfe’ye verilen pâyelerden bahsedebilirler. Bu gibi şeyler, bütün taçlı demokrasilerde mevcuttur ve sadece semboliktir. Zaten taçlı demokraside hükümdar, bir sembolden ve bir temsil görevinden ibarettir. Millî bayrağın canlı olanıdır. İngiltere’de belli başlı her kuruluş ve kurum Majesteleri‘nindir. Bu sadece semboliktir. Osmanlı’nın birçok kuruluş ve kurumun adının sonuna Şâhâne ve Hümâyûn kelimelerini takması gibidir.
Hiç kimse, 1908’den sonraki üç padişahın, meselâ 1909-1918 arasındaki halkın Sultan Reşad dediği resmî adıyla Beşinci Sultan Mehmed Hân’ın fiilî yetkilerinin bugünkü en demokratik Avrupa hükümdarı kim ise (meselâ İsveç kralı ise), ondan daha fazla olduğunu iddia edemez...
Binaenaleyh, 1923’te egemenlik Osmanlı Hanedanı‘ndan Türk milletine geçmiş falan değildir. Egemenlik zaten Türk milletinde idi. Bu hakkın millet tarafından 1923’ten önce lâyıkıyle kullanılmadığı doğrudur. Ancak 1923’ten sonra da lâyıkıyle kullanılmamıştır.
CUMHURİYET?REJİMİNE?GEÇİŞ
1923’te sadece irsî olan devlet başkanlığının seçimle olacağı kabul edilmiş, yani cumhuriyet rejimine geçilmiştir. Atatürk böyle istemiştir. Bir referandum falan yapılmış değildir. Zaten cumhuriyet, milletvekillerinin ancak yarısının o günkü meclis oturumuna katılmasıyla oylanıp kabul edilmiştir. Diğer yarısının cumhuriyetin ilân edileceği oturuma katılmamaları için kendilerine haber gönderilmiş, Ankara’da evlerinde oturup o gün meclise gelmemişlerdir. İnanmayanlar, 1923 meclisindeki milletvekili sayısı ile cumhuriyet için oy veren milletvekilleri sayısına bakabilirler...
Bütün bunlar, her milletin geçirdiği tarihî oluşum safhalarından ibarettir. Asla polemik konusu olmamalıdır. Hele Atatürk aleyhine kullanılabilecek bir argüman değildir. Bu şekilde kullanılırsa, millî vicdan incinir, reaksiyon olur ve gerçeklerin üzerindeki sis tabakası kalkmak bilmez. Zira Atatürk, Türk milletinin büyük çoğunluğu için millî kahramandır. Öyle kalacaktır. Öyle kalmasında sonsuz yararlar vardır...
Ama kavram karıştırarak zihinleri bulandırmak, beyinleri şerbetlemek de artık mümkün değildir. Gerçekler, bizim zaafımız değildir. Onlardan kuvvet ve kudret alırız. Zaten ilim dışı ve gerçeği saptırarak yapılan her şey uzun vâdede ancak zarar verir.
Kaldı ki 1923 Türkiye’sine demokrasi getirilebileceğine de tarihçi olarak inanmam mümkün değildir. 1918-1939 dünyası bir otoriter rejimler dünyasıdır. Nihayet, daha düne kadar gerçek demokrasiyi getiremediğimiz unutulmamalıdır. Yolumuz da henüz bitmemiştir.
Ama cumhuriyet=demokrasi, krallık=mutlakıyyet safsataları ile artık kimseyi aldatamayız. Bir cumhuriyet de, bir krallık da demokrasi olabilir. Bir cumhuriyet de, bir monarşi de otoriter, totaliter, oligarşik olabilir. Asrımız zulüm âbideleri diken cumhuriyetlerle doludur. Stalin Rusyası da, Hitler Almanyası da cumhuriyetti...
DEMOKRASİ
Demokrasi, hür seçime dayanan rejimdir. Teşkilâtlanmış, aralarında muvâzaa (gizli anlaşma) bulunmayan en az iki parti aracılığıyla millî irâdenin yürürlükte olduğu sistemdir. Millî irâde, hiçbir gerekçeyle kısıtlanamaz. Subay ve yargıç, hiçbir şekilde politikaya karışamaz. Politik etkiyle karar veren yargıç kadar, silâhını milletinin başında sallayan subayın, kendisini en iyi eğitilmiş ve bütün başıbozuklardan daha milliyetçi sayan kurmay subayın bulunmadığı bir yönetim biçimidir. Bürokrasinin halka üstten bakması tehlikesi de vardır ama, bürokrasi nihayet iktidarın emrindedir.
Gene demokrasi, anarşiye prim veren bir sistem değildir. Görevini yapan askerin ve polisin yetkisini tam mânâsıyle kullanabildiği, saygı ve anlayış gördüğü bir sistemdir.
Vatandaş haklarının, en az muhalefet kadar tamamen hür bir basın ve yayının vasıtasıyla da sağlanabildiği bir düzendir.
Tarih gerçeklerini saptıran polemiklerle uğraşmak yerine, millî irâde üzerindeki bütün kısıtlamaları kaldırabilen böyle bir düzenin kurulup işlemesi, 21. asra bakan Türkiye’nin ideali olmalıdır..."