Ders Notu OSMANLI DEVLETİ SANAYİLEŞEMEDİ Mİ? NİÇİN SANAYİLEŞEMEDİ?

enesce

Çalışkan Üye
Üye
Katılım
29 Ocak 2007
Mesajlar
157
Puanları
43
Konum
BURSA
Web sitesi
vadii.foruma.biz
Selamlar.
Başlıkta dile getirdiğim konuyu madde madde açmaya/açıklamaya çalıştım. Farklı düşünen arkadaşların yapıcı yorumlarını da zevkle okurum. Buyrun...

Osmanlı Devletinde bilindik şekliyle Sanayileşme-Sanayi İnkılabı, E.B.Ekinci’nin ifadesiyle, Lale Devri’yle başladı diyebiliriz. Çünkü Osmanlı bu dönemde Kâğıt(Yalova), Çini-seramik (İznik), porselen(İstanbul), kumaş(İstanbul) halı fabrikalarıyla, Avrupa’dan çok evvel sanayi inkılâbı başlatmıştı. Hatta Damat İbrahim paşa, Avrupa’dan gelen Sanayi inkılabı rüzgârına karşı yerli sanayiyi teşvik için, Tekfur Sarayı’nı imalathane olarak da tahsis etmişti.

Sanayileşememekten kasıt yoksa gerilemek miydi? Bu da farklı bir nokta. Çünkü şöyle biraz araştırdığımızda Osmanlı Devleti geriledi mi, geriledi ise ne zaman geriledi, geriledi diye ifade ettiğimiz şey tüm Osmanlı’da mı gerçekleşti? Osmanlı değil hiçbir devlet her bölgesinde aynı anda gerileme gösteremeyeceğine göre, demek ki, bazı dönem bazı bölgelerinde gerileme yaşanırken bazı bölgelerde de inatla gelişme/ilerleme devam etmişti. Osmanlı gibi çok uluslu ve birçok devleti içinde barındıran o büyük yapıda, kendi içinde farklılık arz eden, iç işlerinde bağımsız ve kendisine özgü bir sistem yürüten, kendisine göre ekonomisi, kalkınma projesi olan devletçikler vardı. Dolayısıyla bu farklı küçük devletlerin aynı oranda başarılı, zengin ve aktif olduğunu söylemek nasıl mantıksız olursa, zıddını da ifade etmek o kadar abes olacaktır.

Osmanlı’nın bu süreçte Avrupa’yı takip edemediği de maalesef boş, ezber cümlelerdendir. Çünkü kim, nerden biliyor Osmanlı’nın pes ettiğini, pasif davrandığını? Bu tür araştırmadan ezbere kullanılan ifadeleri söylemeden biraz bakılsa görülecek ki, Osmanlı Devleti kendisini pasifleştirmemiş, aksine geçmişinde yani çok daha güçlü iken nasıl dünyayı takip etmiş ve yeni ne görmüşse onu almış yoluna devam etmiş, Avrupa’da sanayi devriminin yaşandığı o süreçte de aynısını yapmış ve mümkün olduğunca dünyadan uzak kalmamış, gelişmelere kendi ihtiyacı oranında dâhil olmuştur. Mesela, Avrupalı devletlerin petrolle ilgilenmeleri üzerine, o zamana kadar sessiz kalan Osmanlı, padişah Abdülhamid’in girişimleriyle kendi topraklarındaki petrol bölgelerinin haritalarını çıkartmaktan geri durmamıştır. Avrupa, sanayi devriminin en önemli maddelerinden olan kömürle ilgilenmiş, akabinde Osmanlı da kendi bünyesindeki kömür yataklarını keşfetmeye ve çıkartmaya başlamış. Bu örnekler mi Osmanlı Devletinin Avrupa’nın gelişmelerine karşın pasif olduğunu gösterir?

Konuyu daha da açacak olursak, Osmanlı’da ilk sanayileşme dalgası 1830-1840 yılları arasında devlet eliyle başlamıştı. Yeniçeri ocağının kaldırılıp yerine kurulan ordunun eşya ihtiyacı için ve fes kullanımının yaygınlaşması üzerine ilk makineli fabrikalar kuruldu. 1835 yılında Feshane buna bağlı olarak da İzmit ve İslimiye’deki Çuha fabrikaları bunların başlıcalarıydı. Bu fabrikaların kuruluşu için Avrupa’dan ilk kez makine ithalatı gerçekleştirildi. Yine ayrıca Batıdan sanayi uzmanı ve teknisyenler getirildi. Tanzimat döneminde bu fabrikaların haricinde Zeytinburnu, Hereke dokuma fabrikaları, Tophane, Beykoz İnceköy porselen fabrikaları gibi birçok fabrika kuruldu.

Malum hepimizin bildiği Lonca Teşkilatı da konumuzla çok yakın ilgiliydi. Çünkü Osmanlı, birçok noktadaki yaptığı değişiklikler gibi bunda da boş durmadı. Lonca teşkilatını birer sanayi kuruluşu haline getirmek için gayret gösterdi. Nitekim 1866 yılında Islahı-Sanayi komisyonu kurarak küçük işletmeleri fabrikaya dönüştürülmesi için çalışıldı. 1873 yılında sanayi teşvik amacıyla bir kanun çıkarıldı ve fabrika kuracaklara gümrük ve vergi muafiyeti tanındı,1897 yılında ise yeni tesis kuracaklara 10 sene müddetince vergi muafiyeti getirildi. Bu kararların da teşviki ile Osmanlı devletinde ikinci sanayileşme dalgası özel sektör eliyle başlamış oldu. Genellikle gayrimüslim ve yabancı girişimcilerin öncü olduğu bu ikinci dalga döneminde ( 1883-1913 ) milli sermaye ile 46 adet, yabancı sermaye ile de 39 adet müessese kuruldu. Bu dönemde kurulan en büyük sanayi işletmeleri pamuklu, yünlü ve ipekli tekstil dallarında iplik, bez ve kumaş fabrikalarıydı. Ayrıca çeşitli gıda maddeleri, yağ ve sabun fabrikaları, çimento ve tuğla üreten imalathane ve fabrikalar ile matbaa, kâğıt, içki ve konfeksiyon (hazır giyim) imalathaneleri ve demir döküm fabrikaları kuruldu[1]

Peki, Osmanlı madem sanayileşti, neden Avrupa’nın hızına yetişemedi? Çünkü Osmanlı sermayesini, ham maddesini, ‘doğal’ yollarla elde ediyor, ithal etmesi gerekenleri ithal ediyor ve aldıklarının ücretini de hakkıyla veriyordu. Avrupa ise kesinlikle böyle davranmamıştı. Sermayesini, hammaddesini hatta çalıştırdığı işçilerini doğal yollarla elde etmemişti. Tam anlamıyla hırsızlık, soygunculuk, eşkıyalık yapmıştı. Hani şu ballandıra ballandıra öğrendiğimiz/öğrettiğimiz Coğrafi keşifler, Rönesans dönemleri. İşte bu dönemler Avrupalı devletlerin dünyaya hırsızlığın daniskasını yaşattığı dönemlerden başkası değildi. Mesela Fransa, Cezayir’i, buğday ihtiyacını karşılamak için işgal edip sömürgeleştirdi 1830 yılında. Ama arkası geldi ve ekonomiyi de, beyinleri de sömürgeleştirerek devam etti. Böylece hem ilk işgalleri sırasında büyük bir nakit ve tarımsal ürün halinde sermaye aktardı Fransa’ya, hem de sonrasında öyle bağlayıcı bir ekonomik düzen kurdu ki, ancak Fransa’ya bağlı kalırsa ayakta durabilecekti Cezayir. Hâlâ da bu sömürge ekonomisinin izleri tamamen silinmiş değildir. İşte bugün kalkınan ülkeler, sermaye birikimlerini böyle oluşturdular. Ruslar Sibirya’yı, Balkanları ve Türk hanlıklarını; İngilizler Hindistan, Avustralya, Afrika ve Amerika’yı; Fransızlar Güney Afrika’yı, Kuzey Amerika’yı, Kanada’yı; Hollanda Güneydoğu Asya Adalarını; Belçika, Kongo’yu; Danimarka, İzlanda’yı; Japonya da, Kore’yi, Çin’in bir kısmı ve Tayvan’ı sömürdü, buradan akan sermayeyi ana vatan bir vantuz gibi içine çekti, kârlı alanlara yatırdı. Gerçi di’li geçmiş zaman kullanmak da pek doğru değildi zira E. Sofuoğlu’nun da belirttiği üzere günümüzde de hala buna devam etmiyorlar mı? Kaçımız düşündük acaba şu dünyaca ünlü petrol şirketlerinin varlığını? Türkiye'de ağırlıklı olarak Alman, İngiliz, Fransız ve Amerikan petrol şirketleri olduğunu göreceksiniz. Bunların hiçbirinin İngiltere'de Fransa'da, Almanya'da, Avusturya'da bir tane petrol kuyusu olmamasına rağmen bunlar nasıl dünya devi olabilmişler? Cevap olarak HIRSIZLIK YAPARAK, ZORLA YANİ SÖMÜREREK demekten başka yanıt verilebilir mi?

Osmanlı, hem sömüren bir düzen kurmamaya inatla direniyor, hem de bazılarına aldığından fazla verdiği Macaristan, Orta Avrupa ve Balkanlardaki topraklarını hızla yitiriyordu. Geliştirmeye kalktığı topraklar, kısa zamanda elinden çıkıyor, hasımlarının aşırı güçlendiği bir dönemde şemsiyesi altındaki ülkelere dahi sahip olamıyordu. Böylece insan sermayesi de, kurduğu Osmanlı uluslararası pazarı da, sanayileşme için gereken artı değer de hızla eriyordu. Bırakın Avrupalı sömürgeciler gibi pazarını genişletmeyi, elindeki hazır pazarı da kaybediyor, Tuna Vilayeti gibi bölgelerde yaptığı yatırımlar bir süre sonra patlak veren bir savaşla hasımlarının eline hazır altyapı sermayesi olarak geçiyor, böylece kayıpları katlanarak artıyordu.

Osmanlı, sanayiyi es geçerken Avrupa Teknoloji mi üretti? Avrupa'nın çalışarak elde ettiği bir zenginlik söz konusu değildir. Dolayısıyla onların karşısında ezik olacağımız bir durum da söz konusu değildir. “Osmanlı, Sanayi Devrimi’ni ıskalamıştır” demenin Osmanlı’ya hakaret olduğunu iyi bilmek lazım. Hayır, Osmanlı Sanayi Devrimi’ni ıskalamamıştır. Üretimin dört ana etkeni vardır. Şu 4 ana etken olmadan bir üretim gerçekleşmez. Bunlar hammadde, işgücü, sermaye ve müteşebbistir. Üretimin maliyetini bunlar belirler. Bu plastiği üretirken bu dört ana etkeni kullanırsınız ve bu sizin maliyetinizi oluşturur. Maliyetin üzerine kâr koyarsanız ve satarsınız. Batı işgücüne maliyet ödedi mi? Ödemedi. 1600-1850 yılları arasında bütün dünyada 14 milyon civarında köle vardı. Bütün dünyayı köleleştirdiler. Dolayısıyla işgücü etkenini bedava kullandılar. Hammaddeyi de bedava kullandılar. Böylece üretim maliyetleri neredeyse en az %50 azaldı. Fakat Osmanlı böyle yapmadı. İşçiye emeğinin karşılığını alın teri kurumadan verdi. Hammaddesini kimseden çalmadı. Bu sebeplerle maliyeti arttı. Belki batıdaki kadar değildi ama Osmanlı’da da fabrikalar vardı, üretim vardı. Osmanlı satın aldığı hammaddeye parasını ödedi. Ne hammaddeyi ne de emeği batının yaptığı gibi sömürerek ve köleleştirerek ucuza mâl etmedi. Buna, Sanayi Devrimi’ni ıskalamak denmez, sömürgeciliğe başvurmamak denir. Bugün sömürgeciliğin gerçek boyutunu anlamak için Çin’deki fabrikaların 20'şer 30'ar dolarlarla çalıştırdıkları işçileri görmemiz gerekiyor. Bu aynı zamanda Sanayi Devriminin gerçek boyutunun ne olduğunu anlamaya da yeterlidir. Yani ıskalanan, kaçırılan bir Sanayi Devrimi yok.

Balta Limanı Antlaşmasına gelince. 1838 yılında Mustafa Reşit Paşa'nın Balta Limanı Ticaret Sözleşmesini imzalamasıyla Osmanlı imalat sektörü bitti. Mustafa Reşit Paşa Osmanlı imalat sektörünü bitirmiştir. Bunu şu şekilde yapmıştır; Yedi vahit usulü denilen bir usul vardı. Örnek olarak kumaşı ele alalım. Kumaşın hammaddesi pamuk. Pamuk tüccarı pamuğu yurtdışına satamazdı. Hâlbuki devletler dışarıya satıp para kazanalım mantığıyla ihracatı teşvik etmeli ama Osmanlı ithalatı teşvik ederdi yeri geldiğinde ve ağırlıklı olarak ihracatı engellerdi. Neden? Pamuk tüccarına derdi ki, “sen önce yurt içindeki kumaş imalatçısının ihtiyacını gidereceksin, ondan sonra kalan pamuğu dışarı satabilirsin”. Önce iç piyasada tüketilirdi hammadde. Mustafa Reşit Paşa bunu kaldırdı. Hain Reşit Paşa demek lazım. Bunu kaldırınca ne oldu? İngiliz tacirler Osmanlı pamuğuna Bursalı kumaş tüccarlarının ödediğinin 10 misli para ödemeye başladı. Dolayısıyla bizim hammadde yurtdışına kaçmaya başladı. Yurtdışına kaçan hammadde yerli kumaş tüccarının pamuk bulamamasına yol açtı. Pamuk bulamayan yerli kumaş üreticileri -bu her alanda böyle oldu- iflas etmeye başladı. Tabii ki süreç bununla bitmedi. Sonra İngiliz kumaşları bizim piyasaya girmeye başladı ve yerli kumaş üreticileri iyice çöktü. Yerli üretici iyice çökünce bu sefer İngilizler pamuğu yerli kumaş üreticilerinin aldıkları fiyattan daha aşağı fiyatlara satın almaya başladılar. Böylece pamuk tüccarlarını da kendilerinin esiri haline getirdiler. Osmanlı'yı bu şekilde açık pazar haline dönüştüren ve yerli sanayisini bitiren 1838 Balta Limanı Ticaret Sözleşmesini imzalayan Mustafa Reşit Paşa bizim yerli sanayimizi çökertmiştir. Bundan dolayı İkinci Mahmut öldürülmesini emretmiştir. Fakat ne yazık ki bu emir yerine getirilmemiştir. Ama bütün bunlara rağmen Osmanlı yine de Sanayi devrimini ıskalamamıştır. Faaliyetlerini kendi ihtiyacı bünyesinde ve Avrupa’nın hızına yetişememiş de olsa mutat bir şekilde devam ettirmiştir[2]

Biz, batının, hırsızlıkla elde ettiğini elde edemedik diye, muhafazakâr aydınlar hala eziktir. Bunu bilmemiz lazım kaçırdığımız bir şey yok, engellendik. Sonra şunu diyorlar "kafanı kullansaydın da engellenmeseydin". Yahu senin batıya söyleyecek bir tane sözün yok mu? Bir tane eleştirin yok mu? Bizi engelleyenler de onlardı ve kullandıkları adam sendin (ezik muhafazakâr aydın)! Tamam, beni eleştir ama bir de onları eleştir. Maalesef özeleştiri kelimesinden tiksinir hale geldim. Nefs muhasebesi bizim dinimizin emrettiği bir şeydir. "Ölmeden önce ölünüz" manasında hadisler, ayetler var. Biz tabii ki kendimizi eleştiririz ama bu eleştiriyi bir de batıya yönelt. İslam dünyasında kaç tane ezik muhafazakâr aydının batıyı eleştirdiğini gördünüz? Batıyı sadece saldırı veya bombardıman yaptığı sürece eleştirir, bu eleştiri de geçicidir. Bir de “iğneyi kendimize çuvaldızı başkasına batıralım” gibi cümleler kurarlar. Biz hep kendimize iğne batırıyoruz. Kaç tane batılıya çuvaldız batırdınız? Bırakın çuvaldızı bir çimdik bile yok! Bu tipler "Sanayi devrimini ıskalamışız ve gelişimimizi tamamlayamamışız" gibi sebeplerle eziktir ve doğruyu öğrenme niyeti de gayreti de yoktur. Doğruyu öğrenme niyetinde ve gayretinde olan kişiler de sınırlıdır ne yazık ki...[3]

"Biz sanayi devrimini yakalayamadık, dünyayı takip edemedik" diyenlere sormak lazım: "biz batı sanayisini takip edemedik mi? Lütfen bunu delillendirin, biraz açıklayın!" 15 dakika konuşturun konuşamayacaktır. Çünkü bilmiyor! Sadece bir ezberi var, ne batıyı biliyor ne doğuyu sürekli "batı güçlü sen zayıfsın" az önce dediğim soruyu sorun ve şöyle deyin "bana nitelikli cümlelerle anlat bakalım biz batı teknolojisini neden takip edemedik? Ama sayı kullan, veri kullan, yer ismi söyle, tarih söyle, kişi ismi söyle". Neticede konuşamayacaktır. "1718 den sonra biz batıdan mülhem yeniliklerle başladık, güya muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkacaktık çıktık mı 301 sene oldu?" Cevap verilemeyecektir. Verilebilecek cevap da "onlar da çalışıyor biz de çalışıyoruz ama onlar 50-60 yıl ilerde" denilecek. Bu Avrupa’nın 50-60 yıl bizden ileri olduğuna dair cümle de trajik. Çünkü bilen/bildiğini zanneden birçok kişi bu cümleyi kullanır. Acaba saydılar mı acaba Avrupa’nın bizden 50-60 yıl ileriliğini? Velhasıl kişi/kişiler, neden kendi geçmişini aşağılar? Neden, bilgi sahibi olmayan insanının kafasına bir çivi daha çakar? 301 senedir çakılan bu çiviler çakıldığı müddetçe bu toplum cesarete gelir mi üretimi canlandıracak enerjiyi kendinde bulabilir mi? .[4]




OSMANLIDAN KALAN FABRİKALAR:

Devlet tarafından kurulan ilk büyük çaplı sanayi tesisi 1505’te Sultan II. Bayezid döneminde kurulan Tophane’dir. Tophane’nin yanı sıra Tersane-i Âmire, Baruthâne gibi büyük kuruluşlarda devlet tarafından kurulmuşlardı.

1793-94 yıllarında top, tüfek, maden ocakları ve barut üretimi için Avrupa usul ve donanımının alınmasına karar vermişti.

1805’te Beykoz’da kâğıt ve çuha fabrikaları açılarak ülkenin ihtiyacı olan bu ürünlerin yine ülkede üretilmesine çalışıldı

1827’de Eyüp’te on beş çarktan oluşan bir iplik fabrikası kurdu.25 Ayrıca 1810’da Hamza Bey isimli bir girişimci tarafından kurulan Beykoz Deri Fabrikası, 1816’da II. Mahmut tarafından satın alınarak ordu emrine verildi. 1830’ların başlarında bu dabakhane ve kundura fabrikası yenilendi. Beykoz’da bulunan kâğıt fabrikasının bir kısmı kumaş fabrikası haline dönüştürüldü. Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından sonra yeni kurulan orduya fes giydirilmesi öngörülmüştü. Ordunun fes ihtiyacının karşılanması amacıyla, daha sonra kurulduğu yere göre Defterdar Fabrikası diye anılan Feshane 1835 yılında kuruldu.

1836 yılında da İslimiye’de bir yün-iplik ve dokuma fabrikası faaliyete geçirildi. Sultan II. Mahmut saltanatının son yıllarında Tophane yakınlarında bir kereste ve bakır levha fabrikası inşa etmişti. Tophaneye bağlı Top Döküm Fabrikası ve Dolmabahçe Tüfek Fabrikası ilk kez hayvan gücü yerine buhar gücünden yararlanabilecek modern üretim tekniği ile donatılmış ve endüstri devriminin modern üretim tekniği olan buhar gücü ülkemizde de uygulanmaya başlanmıştır. (ayrıntısı için, Tanzimat Dönemi Osmanlı Sanayii (1839-1876)-Mehmet Seyitdanlıoğlu Makalesine bak.)

Beykoz yakınlarında kağıt fabrikası yakınında Tabakhane. Savaş sonrası Sanayi ve Maadin Bankası ve 1933’te de Sümerbank’a bağlandı. Hala faal.

Halen Yünlü kumaş imal edilen Defterdar Kağıt Fabrikası

Bakırköy bez fabrikası

Bakırköy’de, pamuk ipliği ve dokuma tezgahları

Hereke Dokuma Fabrikası

1840larda mevcut olan Şeker imalathaneleri

Beykoz Kundura Fabrikası

Sanayi inkılabı öncesi Osmanlıda 1718lerden sonra çuha ve ipekli kumaş fabrikaları vardı.

Bursada ipekli kumaş fabrikası

Diyarbakırda alaca, kutni vs kumaş fabrikası

Şamda kumaş imalathaneleri

1744-45lerde Üsküradrda imalathaneler, Yalovada kağıt fabrikası, Hasköy’de top dökümhaneleri, Bakırköy ve Yeşilköy arasında barut fabrikası, Levent çiftliği ve Dolmabahçede Tüfek fabrikası, İncirköyde cam ve porselen imalathanesi, Kağıthanede kağıt fabrikası.

III. Mustafa 1750lerden itibaren Avrupa sanayisinin artışıyla orantılı olarak ithalatın hızla artasına karşın 1759da Avrupa ipeklisine alternatif Dibayı Rumi denen Türk ipeklisi kumaşı yaptırmaya başladı. Ama şimdiki kalitesiz çin malları nasıl ülkemizdeki üretime darbe vuruyorsa o zaman da Avrupanın kalitesiz malları, ucuzluğu ve albenili görünümleri nedeniyle Türk mallarına büyük darbe vurdular.

19. Yy.dan itibaren Osmanlı konuya daha da ağırlık verdi ve bizzat padişaha ait gelir ve giderlerin yürütülmesinden sorumlu olan Hazine i Hassa tarafından masrafları karşılanan İmar ı Mülk çalışmaları, yeni sanayi kuruluşlarına can suyu oldu. e.g.





[1] Dünyabülteni.net
[2] Prof. Ebubekir Sofuoğlu.
[3] Prof. Ebubekir Sofuoğlu.
[4] Prof. Ebubekir Sofuoğlu.
 
Son düzenleme:
Üst