Türkçe Bayramı
Tevhid Dininden Vitrin Müslümanlığına
Madonnaya Hoşgörü, Müslümana Yuuuhh!!! Gazeteleri okuyorum. Satır aralarında kalmış bazı haberler beynime işliyor sanki…
Benim İslam gibi bir derdim var farkında mısınız bilmem? Bu yüzden ne yüreğim, ne kalemim susmuyor…
Zaman gazetesinin 10 haziran tarihli pazar ekinde ” istanbul’dan bir madonna geçti” başlığıyla yapılan haberde madonna öyle bir övülmüşki, hani neredeyse madonnaya hayran olacaksınız ki; zaten haberi hazırlayan kişi madonna karşısında mest olmuş!
Her bir cümle bir yazı olur fakat bitiş cümleleri çok daha hayret vericiydi:
“Bizimkiler bu beceriksizlikleriyle bir Madonna konseri yapabildiler ya, o bile mucize! Ama esas mucize, 53 yaşındaki Madonna’nın hepimize ilham verecek hayat dolu enerjisi, dilerim hoşgörüsü de herkese örnek olsun. Madonna, İstanbul’a kalbini açtı ama anlayana.”
Hayır mıdır bu kardeşlerim? Bu gazete 10 binlerce müslüman ailenin evine giriyor. Bu tarz yazılarla hedeflenen, verilmek istenen nedir ALLAH aşkına söyleyin!
Yazıklar olsun bize! Bir Madonna kadar yürekli olamadık! Bir aşufte kadar Dinimize sahip çıkamadık! Kadın başında haç işaretiyle sahneye çıkacak kadar, sahne arkadaşlarına keşiş kıyafeti giydirecek kadar cesur! Hemde benim ülkemde, benim topraklarımda!
Fatih bu günleri görseydi, dayanır mıydı yüreği? Müslümanım diyen insanların bir kafir için bu kadar övgü dolu sözler sarfetmesini normal mi karşılardı? Dinime küfreden, benimle alay edercesine arapça yazıları çiğneyen kadın, bir camiye girerken başına örtü takmış diye hoşgörü abidesi olmuş ve bize örnek olarak gösteriliyor. Ve her yazının didik didik incelendiği gazetede; bu hezeyan dolu yazı, hiç sansürsüz yayınlanıp kabul görüyor.
Gavur bir şarkıcı kendi inandığı değerleri senin ülkende sergilerken kınanmıyor, hatta övünç kaynağı oluyor, hoşgörü abidesi oluyor, Ümmet-i Muhammed’e bir mucize, bir melek gibi tanıtılıyor!
Diğer tarafta 99 iyiliğini görmezden geldiğin din kardeşinin, nefsine hoş gelmeyen bir eleştirisi sebebiyle o kardeşini yerden yere vurmaya utanmıyorsun!
Arun aleykum! Arun aleykum! Arun Aleykum!
Bu yazılanlar Doğan medya gurubunda yazılsa şaşırmıyacağım. Sözünü bile etmiyeceğim. Ama Müslümanların çocukları, gençleri bu pazar eklerini merakla okuyor. Bu haberi okuyan bir çocuğun zihninde nasıl bir algı oluşur. Çocuk bu muhabbeti nasıl algılar, nereye koyar hiç düşündünüz mü?
Aynı şekilde Türkçe olimpiyatlarına katılan çocuklar müslüman olmayabilir ama onları eğitenler müslüman ve o çocuklara haram bir işi yaptırıyorlar. İçlerinden elbette müslüman olanlar çıkacak ama ya sahneye karşı tutkusunu artırıp sizin vesilenizle şarkıcı olmak isterse ne olacak? Hele diğer müslümanların çocukları da bu meşru gösterilmeye çalışılan işe muhabbet duyup: “Bende şarkı söyleyeceğim, sahneye çıkacağım” derse, o zaman ne yapacaksınız?
Gerçekler konuşulmuyor. Ne içeriden ne de dışarıdan bu seslerin yükselmesine tahammül edilemiyor. Ben sesimi buradan duyurabiliyorum. Eleştirilerimi yaptığım pek çok yerde yorumlarım yayınlanmıyor, eleştirilerim dikkate alınmıyor. Bu yüzden burada yazıyorum. Bana kırılabilirsiniz ama benim niyetim kimseyi kırmak değil. Samimi kardeşlerimle cepheleşmek değil asla.
Ortada yanlış giden bir şeyler var. “Allah için çabalıyorum, topluma hizmet ediyorum, Benim cemaatim ehl-i sünnettir” diyenler gün be gün arttığı halde, toplumda niçin bir düzelme olmuyor? Her yerde, her alanda Müslümanlar olduğu halde, Fuhşiyatın, edepsizliğin her türlüsü neden bu kadar artış gösteriyor? Dün hayretle baktığımız, kınadığımız herşeyi şimdi bizler yapıyoruz. Ümitle ilk yayınlarını seyrettiğimiz, ceplerimizden paralar ödediğimiz TV kanalları ilk zamanki hassasiyetlerini şimdi neden gösteremiyorlar? Şimdi bu kanalların reklamlarını, bazı programlarını seyrederken neden yüzümüzü kızartan görüntüler çıkıyor karşımıza?
Neden önceleri, bir kadının şarkı bile söyleyemediği programlarda şimdi nazendeler kırıtarak raks ediyor? Sevgi içerikli bir söz, bir hikayenin arasına sıkıştırılmış Madonna zokasını hangi Müslümana yutturmaya çalışıyorlar? Bu sinsi ayrıntılar neyin nesidir?
Yıllardır binlerce insanın yaptığı hizmetin izdüşümlerini neden bu kanallarda, gazete ve dergilerde göremiyoruz? Bu Allah’a kafa tutar gibi yapılanlar, hizmet adı altında samimi olarak, gerçekten Allah rızası için çalışanlara haksızlık olmaz mı? Bunca çabanın meyvesini vermesi için daha kaç on yıl bekleyeceğiz? Zamanla hatalarımızı düzelteceğimiz yerde, neden mütemadiyen Kur’an’a ters istikamette ilerliyoruz?
Modern olacağız, çağa ayak uyduracağız diye harcanan, ayaklar altına alınan değerlerin hesabını kim verecek? Sen, ben veya o değil, bu işte hepimiz suçluyuz. Bana “sus” diyorsunuz. “Bunlar uluorta konuşulmaz, kendi içimizde tartışılım” diyorsunuz. Bizim içimiz neresi? Benim içim kan ağlıyor, senin ki rehavetde. Biz nasıl konuşacak, nasıl uzlaşacağız?
Kimse yaraya dokunmak, iyileştirmeye çalışmak istemiyor. Herkes yükselecek seslerden korkuyor. Hocalar, müftüler, köşe yazarları, diyanet, TV programlarında her saça ayrı tarak vuran ilahiyatçı susuyor. Her konuda bir fikri olanlar susuyor!
Buradan sesleniyorum, kaybedecek neyiniz var söyleyin! Kimin tepkisinden korkuyorsunuz?
Bu din bizim değil mi? Bu din bize Peygamberimizin emaneti değil mi? İnsanları İslam’a ısındırmak, için yapıldığı iddia edilen bunca taviz bize ne kazandıracak. Rab Teala kitabında “sen onları hidayete erdirecek değilsin. Hidayeti biz veririz” buyurmuyor mu? Allah istemeden kim kimi hidayete eriştirebilir? Takiyye yaparak birilerini kazanmak Kitab’ın neresinde var? İslam’ın bu kadar yozlaştırılmasına daha ne kadar sessiz kalacaksınız?
«Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkar mı ediyorsunuz? Sizden böyle yapan kimselerin cezası dünyada zelil olmak, ahirette ise şiddetli bir azaba uğramaktır.»(Bakara: 85)
Bir hıristiyan elinde incille sokak sokak dolaşıp dinini tebliğ ediyor, göğsünü gere gere haçını takıyor. Bir Yahudi dininden asla taviz vermek istemiyor. İnandığı değerler için gözünü kırpmadan canını bile veriyor. Ona buna yaranacığım kaygısı gütmüyor. Dik duruşlarına, eğilmeyişlerine imreniyorum!
Üzülüyorum, kahroluyorum! Gevşedikçe gevşedik. Taviz üstüne tavizler veriyoruz. Yabancıları islama çekmeye gayret ederken çiğneyip geçtiklerimizin farkında değiliz. Küstürdüklerimizin haddi hesabı yok. Gençlerimizin hali içler acısı, iman kalplerden hissettirilmeden sökülüp alınıyor. İslam dillerden uzaklaştıkça, kalplerden de uzaklaşıyor. Sonra tavırlarımızda, sözlerimizde, hayatımızda İslam’a ait izler siliniyor.
Başkalaşıyoruz… cahiliyeye doğru bir dönüş içerisinde olduğumuzu farketmiyoruz.
Hissizleşiyoruz…yanıbaşımızda kurşunlanan çocukları dilimize almaya bile değer bulmuyoruz. Dilimizi öğreteceğiz diye gösterdiğimiz çabayı, bu zulümler bitsin diye göstermiyoruz. Her konuda açıklamalar yapanların, din düşmanlarına baş sağlığı veya geçmiş olsun mesajları gönderenlerin, İslam dünyasında yaşananlara sesleri çıkmıyor. İslam alemindeki bu bozulmuşluğa, bu kokuşmuşluğa dilleri lâl oluyor!
Allah Rasulünden bize kalan din böyle miydi? Bizler Rasulullah (S.A.V) deyince sadece kırmızı gülleri hatırlar olduk. Kabede putları yıkan, Ebu Cehil’e 40 gün boyunca beddua eden, kızına bile kurtuluş garantisi vermeyen Peygamberi unuttuk. O’nun tevhid mücadelesini yok sayıp, Onu sadece kutlu doğum haftalarında, şölensi havalarda anar olduk!
Samimiyetten sıyrılıp, vitrin müslümanlığına soyunduk. Hatalarımızı farkettiren müslüman kardeşlerimize düşmanca yaklaşıyor, susturmanın telaşına düşüyoruz. İşimiz hep gösterişten, falana filana kendimizi beğendirmekten öteye gidemiyor.
Beynimiz leopar desenli eşarplarımızın altında süngerleşiyor. Yüreklerimiz, bilmem ne marka deri ceketlerimizin içinde pörsüyor. Damarlarımızdaki kan artık eskisi gibi coşkulu ve berrak akmıyor…
Bu din Tevhid dinidir. Kelime-i Tevhid sadece günde 1000 kere çektiğimiz ama ruhumuza işlemeyen bir zikir modeli değildir. Müslüman akıntıyla sürüklenip giden bir kütük olamaz. “Benim hocam yapıyorsa doğrudur, onun vardır bir bildiği”, “benim cemaatimde yanlış olmaz” sözleriyle sadece atalar dinine hizmet ederiz.
Şimdi bize düşen; nasuh tevbelere sarılmaktır. Kur’an’a yeniden yönelmek ve yeni baştan anlamaya çalışmaktır. Tevhid ne demekmiş? Kelime-i Tevhid’in bize yüklediği misyon ne imiş iyice bellemek, yaşantımıza aksettirmeye çabalamaktır. Dostumuzu, düşmanımızı iyi tanımak boynumuzun borcudur.
“Sizin dostunuz önce Allah, sonra peygamberi, sonra namaza devam eden ve Allah’ın emirlerine boyun eğerek zekat veren mü’minlerdir.” (Maide:55)
Yoksa bu rehavet, bu basiretsizlik, bu kalabalığa kapılıp gitme hali bizde oldukça, nice şölenlerle, festivallerle, olimpiyatlarla oyalanır, nice Madonnaların sevgisi doldurur kalbimizi de, son nefesimize kadar hoşgörü masallarıyla uyutulur dururuz…
Cahide Sultan
Tevhid Dininden Vitrin Müslümanlığına
Madonnaya Hoşgörü, Müslümana Yuuuhh!!! Gazeteleri okuyorum. Satır aralarında kalmış bazı haberler beynime işliyor sanki…
Benim İslam gibi bir derdim var farkında mısınız bilmem? Bu yüzden ne yüreğim, ne kalemim susmuyor…
Zaman gazetesinin 10 haziran tarihli pazar ekinde ” istanbul’dan bir madonna geçti” başlığıyla yapılan haberde madonna öyle bir övülmüşki, hani neredeyse madonnaya hayran olacaksınız ki; zaten haberi hazırlayan kişi madonna karşısında mest olmuş!
Her bir cümle bir yazı olur fakat bitiş cümleleri çok daha hayret vericiydi:
“Bizimkiler bu beceriksizlikleriyle bir Madonna konseri yapabildiler ya, o bile mucize! Ama esas mucize, 53 yaşındaki Madonna’nın hepimize ilham verecek hayat dolu enerjisi, dilerim hoşgörüsü de herkese örnek olsun. Madonna, İstanbul’a kalbini açtı ama anlayana.”
Hayır mıdır bu kardeşlerim? Bu gazete 10 binlerce müslüman ailenin evine giriyor. Bu tarz yazılarla hedeflenen, verilmek istenen nedir ALLAH aşkına söyleyin!
Yazıklar olsun bize! Bir Madonna kadar yürekli olamadık! Bir aşufte kadar Dinimize sahip çıkamadık! Kadın başında haç işaretiyle sahneye çıkacak kadar, sahne arkadaşlarına keşiş kıyafeti giydirecek kadar cesur! Hemde benim ülkemde, benim topraklarımda!
Fatih bu günleri görseydi, dayanır mıydı yüreği? Müslümanım diyen insanların bir kafir için bu kadar övgü dolu sözler sarfetmesini normal mi karşılardı? Dinime küfreden, benimle alay edercesine arapça yazıları çiğneyen kadın, bir camiye girerken başına örtü takmış diye hoşgörü abidesi olmuş ve bize örnek olarak gösteriliyor. Ve her yazının didik didik incelendiği gazetede; bu hezeyan dolu yazı, hiç sansürsüz yayınlanıp kabul görüyor.
Gavur bir şarkıcı kendi inandığı değerleri senin ülkende sergilerken kınanmıyor, hatta övünç kaynağı oluyor, hoşgörü abidesi oluyor, Ümmet-i Muhammed’e bir mucize, bir melek gibi tanıtılıyor!
Diğer tarafta 99 iyiliğini görmezden geldiğin din kardeşinin, nefsine hoş gelmeyen bir eleştirisi sebebiyle o kardeşini yerden yere vurmaya utanmıyorsun!
Arun aleykum! Arun aleykum! Arun Aleykum!
Bu yazılanlar Doğan medya gurubunda yazılsa şaşırmıyacağım. Sözünü bile etmiyeceğim. Ama Müslümanların çocukları, gençleri bu pazar eklerini merakla okuyor. Bu haberi okuyan bir çocuğun zihninde nasıl bir algı oluşur. Çocuk bu muhabbeti nasıl algılar, nereye koyar hiç düşündünüz mü?
Aynı şekilde Türkçe olimpiyatlarına katılan çocuklar müslüman olmayabilir ama onları eğitenler müslüman ve o çocuklara haram bir işi yaptırıyorlar. İçlerinden elbette müslüman olanlar çıkacak ama ya sahneye karşı tutkusunu artırıp sizin vesilenizle şarkıcı olmak isterse ne olacak? Hele diğer müslümanların çocukları da bu meşru gösterilmeye çalışılan işe muhabbet duyup: “Bende şarkı söyleyeceğim, sahneye çıkacağım” derse, o zaman ne yapacaksınız?
Gerçekler konuşulmuyor. Ne içeriden ne de dışarıdan bu seslerin yükselmesine tahammül edilemiyor. Ben sesimi buradan duyurabiliyorum. Eleştirilerimi yaptığım pek çok yerde yorumlarım yayınlanmıyor, eleştirilerim dikkate alınmıyor. Bu yüzden burada yazıyorum. Bana kırılabilirsiniz ama benim niyetim kimseyi kırmak değil. Samimi kardeşlerimle cepheleşmek değil asla.
Ortada yanlış giden bir şeyler var. “Allah için çabalıyorum, topluma hizmet ediyorum, Benim cemaatim ehl-i sünnettir” diyenler gün be gün arttığı halde, toplumda niçin bir düzelme olmuyor? Her yerde, her alanda Müslümanlar olduğu halde, Fuhşiyatın, edepsizliğin her türlüsü neden bu kadar artış gösteriyor? Dün hayretle baktığımız, kınadığımız herşeyi şimdi bizler yapıyoruz. Ümitle ilk yayınlarını seyrettiğimiz, ceplerimizden paralar ödediğimiz TV kanalları ilk zamanki hassasiyetlerini şimdi neden gösteremiyorlar? Şimdi bu kanalların reklamlarını, bazı programlarını seyrederken neden yüzümüzü kızartan görüntüler çıkıyor karşımıza?
Neden önceleri, bir kadının şarkı bile söyleyemediği programlarda şimdi nazendeler kırıtarak raks ediyor? Sevgi içerikli bir söz, bir hikayenin arasına sıkıştırılmış Madonna zokasını hangi Müslümana yutturmaya çalışıyorlar? Bu sinsi ayrıntılar neyin nesidir?
Yıllardır binlerce insanın yaptığı hizmetin izdüşümlerini neden bu kanallarda, gazete ve dergilerde göremiyoruz? Bu Allah’a kafa tutar gibi yapılanlar, hizmet adı altında samimi olarak, gerçekten Allah rızası için çalışanlara haksızlık olmaz mı? Bunca çabanın meyvesini vermesi için daha kaç on yıl bekleyeceğiz? Zamanla hatalarımızı düzelteceğimiz yerde, neden mütemadiyen Kur’an’a ters istikamette ilerliyoruz?
Modern olacağız, çağa ayak uyduracağız diye harcanan, ayaklar altına alınan değerlerin hesabını kim verecek? Sen, ben veya o değil, bu işte hepimiz suçluyuz. Bana “sus” diyorsunuz. “Bunlar uluorta konuşulmaz, kendi içimizde tartışılım” diyorsunuz. Bizim içimiz neresi? Benim içim kan ağlıyor, senin ki rehavetde. Biz nasıl konuşacak, nasıl uzlaşacağız?
Kimse yaraya dokunmak, iyileştirmeye çalışmak istemiyor. Herkes yükselecek seslerden korkuyor. Hocalar, müftüler, köşe yazarları, diyanet, TV programlarında her saça ayrı tarak vuran ilahiyatçı susuyor. Her konuda bir fikri olanlar susuyor!
Buradan sesleniyorum, kaybedecek neyiniz var söyleyin! Kimin tepkisinden korkuyorsunuz?
Bu din bizim değil mi? Bu din bize Peygamberimizin emaneti değil mi? İnsanları İslam’a ısındırmak, için yapıldığı iddia edilen bunca taviz bize ne kazandıracak. Rab Teala kitabında “sen onları hidayete erdirecek değilsin. Hidayeti biz veririz” buyurmuyor mu? Allah istemeden kim kimi hidayete eriştirebilir? Takiyye yaparak birilerini kazanmak Kitab’ın neresinde var? İslam’ın bu kadar yozlaştırılmasına daha ne kadar sessiz kalacaksınız?
«Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkar mı ediyorsunuz? Sizden böyle yapan kimselerin cezası dünyada zelil olmak, ahirette ise şiddetli bir azaba uğramaktır.»(Bakara: 85)
Bir hıristiyan elinde incille sokak sokak dolaşıp dinini tebliğ ediyor, göğsünü gere gere haçını takıyor. Bir Yahudi dininden asla taviz vermek istemiyor. İnandığı değerler için gözünü kırpmadan canını bile veriyor. Ona buna yaranacığım kaygısı gütmüyor. Dik duruşlarına, eğilmeyişlerine imreniyorum!
Üzülüyorum, kahroluyorum! Gevşedikçe gevşedik. Taviz üstüne tavizler veriyoruz. Yabancıları islama çekmeye gayret ederken çiğneyip geçtiklerimizin farkında değiliz. Küstürdüklerimizin haddi hesabı yok. Gençlerimizin hali içler acısı, iman kalplerden hissettirilmeden sökülüp alınıyor. İslam dillerden uzaklaştıkça, kalplerden de uzaklaşıyor. Sonra tavırlarımızda, sözlerimizde, hayatımızda İslam’a ait izler siliniyor.
Başkalaşıyoruz… cahiliyeye doğru bir dönüş içerisinde olduğumuzu farketmiyoruz.
Hissizleşiyoruz…yanıbaşımızda kurşunlanan çocukları dilimize almaya bile değer bulmuyoruz. Dilimizi öğreteceğiz diye gösterdiğimiz çabayı, bu zulümler bitsin diye göstermiyoruz. Her konuda açıklamalar yapanların, din düşmanlarına baş sağlığı veya geçmiş olsun mesajları gönderenlerin, İslam dünyasında yaşananlara sesleri çıkmıyor. İslam alemindeki bu bozulmuşluğa, bu kokuşmuşluğa dilleri lâl oluyor!
Allah Rasulünden bize kalan din böyle miydi? Bizler Rasulullah (S.A.V) deyince sadece kırmızı gülleri hatırlar olduk. Kabede putları yıkan, Ebu Cehil’e 40 gün boyunca beddua eden, kızına bile kurtuluş garantisi vermeyen Peygamberi unuttuk. O’nun tevhid mücadelesini yok sayıp, Onu sadece kutlu doğum haftalarında, şölensi havalarda anar olduk!
Samimiyetten sıyrılıp, vitrin müslümanlığına soyunduk. Hatalarımızı farkettiren müslüman kardeşlerimize düşmanca yaklaşıyor, susturmanın telaşına düşüyoruz. İşimiz hep gösterişten, falana filana kendimizi beğendirmekten öteye gidemiyor.
Beynimiz leopar desenli eşarplarımızın altında süngerleşiyor. Yüreklerimiz, bilmem ne marka deri ceketlerimizin içinde pörsüyor. Damarlarımızdaki kan artık eskisi gibi coşkulu ve berrak akmıyor…
Bu din Tevhid dinidir. Kelime-i Tevhid sadece günde 1000 kere çektiğimiz ama ruhumuza işlemeyen bir zikir modeli değildir. Müslüman akıntıyla sürüklenip giden bir kütük olamaz. “Benim hocam yapıyorsa doğrudur, onun vardır bir bildiği”, “benim cemaatimde yanlış olmaz” sözleriyle sadece atalar dinine hizmet ederiz.
Şimdi bize düşen; nasuh tevbelere sarılmaktır. Kur’an’a yeniden yönelmek ve yeni baştan anlamaya çalışmaktır. Tevhid ne demekmiş? Kelime-i Tevhid’in bize yüklediği misyon ne imiş iyice bellemek, yaşantımıza aksettirmeye çabalamaktır. Dostumuzu, düşmanımızı iyi tanımak boynumuzun borcudur.
“Sizin dostunuz önce Allah, sonra peygamberi, sonra namaza devam eden ve Allah’ın emirlerine boyun eğerek zekat veren mü’minlerdir.” (Maide:55)
Yoksa bu rehavet, bu basiretsizlik, bu kalabalığa kapılıp gitme hali bizde oldukça, nice şölenlerle, festivallerle, olimpiyatlarla oyalanır, nice Madonnaların sevgisi doldurur kalbimizi de, son nefesimize kadar hoşgörü masallarıyla uyutulur dururuz…
Cahide Sultan