İpek Yolu uygarlık tarihinde hiç kuşkusuz çok önemli bir yere sahiptir. Adını Çin'den gelen ve taşınan başlıca mal olan İpek'ten alan bu yol iki büyük uygarlığın, Roma ile Çin'in arasındna ticaret, din, kültür ve sanat alanında bir köprü vazifesi görmüştür.
Çin'den başlayıp Akdeniz kıyılarına kadar devam eden bu uçsuz bucaksız kervan yolu onbeş yüzyıl boyunca doğuyla batı arasında çok önemli bir ticaret yolu olarak kalmıştır.
Hindistan'da doğan Budacılık bu yol üzerinden Orta Asya'ya ve Uzak Doğu'ya yayılmıştır. Bu yol aynı zamanda Yunan ve Roma dinlerinin, Nasturi Hıristiyanlığının, Türklerin dininin, Şamanlığın, Mani Dini'nin, Mazdehizm'in ve daha sonra İslamiyet'in yayılma ortamı bulduğu bir yol, bir bölge olmuştur.
Denilebilir ki eski Yunan, İran, Hint, Türk ve Çin uygarlıkları birbirleriyle bu yol üzerinde buluşmuşlardı. Yine denilebilir ki İpek Yolu olmasaydı Orta Asya'nın sadece siyasi ve ekonomi tarihi değil, kültür ve din tarihi de çok farklı biçimde gelişirdi.
Doğunun ipeği ile baharatının kervanlarla batıya taşınması, Çin'den Avrupa'ya ulaşan ticaret yolların oluşturmuştur. Orta Çağda, ticaret kervanları, şimdiki Çin'in Xian kentinden hareket ederek Özbekistan'ın Kaşgar kentine gelirler; burada ikiye ayrılan yollardan ilkini izleyerek Afganistan ovalarından Hazar Denizine; diğeri ile de Karakurum Dağlarını aşarak İran üzerinden Anadolu'ya ulaşırlardı. Anadolu'dan deniz yolu ile veya Trakya üzerinden karayolu ile Avrupa'ya giderlerdi. Doğudan batıya doğru gelişen bu ticari harekette, daha önceki çağlardan beri kullanılmakta olan bir yol şebekesinden yararlanılmıştır. Yoğun bir şekilde ipek, porselen, kağıt, baharat ve değerli taşların taşınmasının yanında kıtalar arasındaki kültür alışverişine de imkan sağlayan bu binlerce kilometre uzunluğundaki kervan yolları, zaman içinde 'İpek Yolu' olarak adlandırılmıştır. İpek Yolu, Asya'yı Avrupa'ya bağlayan bir ticaret yolu olmasının ötesinde, 2000 yıldan beri bölgede yaşayan kültürlerin, dinlerin, ırkların da izlerini taşımakta ve olağanüstü bir tarihi ve kültürel zenginlik sunmaktadır. Orta Asya Türk cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını kazanmalarından sonra, İpek Yolunun hem bir ticaret yolu, hem de tarihi ve kültürel değer olarak yeniden canlandırılması gündeme gelmiş, bu yol boyunca inşa edilmiş ve artık kullanılmayan yapıların, yeni işlevler kazandırılarak korunmaları ve yaşatılmaları için çalışmalar başlatılmıştır.
Tarihi İpek Yolu, eski Çin medeniyetini Batı’ya ulaştıran önemli bir kanal olmakla birlikte, aynı zamanda Çin ve Batı arasındaki ekonomik ve kültürül temaslardaki önemli bir köprüydü. Genel anlamdaki İpek Yolu, Batı Han hanedanı döneminde Zhang Qian tarafından başlatılan, doğuda Chang’an şehrinden başlayan, batıda Roma imparatorluğunda son bulan bir kara ulaşım hattıdır. İki güzergaha bölünen İpek Yolu’nun güney güzergahı, Dunhuang ve Yangguan geçidinden geçtikten sonra batıya doğru ilerleyerek Kunlun Dağları ve Conglin Dağları’nı aşar, oradan da Da Rouzi (bugünkü Xinjiang Özerk Bölgesi ve Afganistan’ın kuzeydoğusu) , Anxi (bugünkü İran) ve Tiaoshi (bugünkü Arap yarımadası) üzerinden Roma İmparatorluğu’na ulaşırdı. İpek Yolu’nun kuzey güzergahı, Dunhuang ve Yumen geçidinden geçtikten sonra batıya doğru ilerleyerek Tianshan Dağları’nın (Tanrı Dağları) güney eteklerinden Conglin Dağları’nı aşar, oradan da Dawan ve Kangju devletleri (bugünkü Orta Asya) üzerinden güney güzergahıyla birleşirdi. Bu iki güzergah, “Kara İpek Yolu” olarak da adlandırılıyor. Bilinen “İpek Yolu”nun yanı sıra, pek bilinmeyen iki İpek Yolu daha var. Bulardan biri, “Güneybatı İpek Yolu” olarak adlandırılıyor. Sichuan eyaletinden başlayan bu yol, Yunnan eyaletinden sonra İravadi Nehri’nden geçerek Burma’nın kuzeyindeki Mogoko’ya ulaşır, sonra Çindvin Nehri’ni geçerek Hindistan’ın kuzeydoğusundaki Mopal’a, oradan da Ganj Irmağı’nı izleyerek Hindistan’ın kuzeybatısından İran Platosu’na ulaşırdı. Bu İpek Yolu, bilinen “Kara İpek Yolu”ndan çok daha eskiydi. Çinli arkeologlar, 1986 yılında Sichuan eyaletine bağlı Guanghan şehri yakınlarında gizemli “Sanxing Dui” kalıntılarını tespit ettiler. Bundan 3 bin yıl öncesine ait olduğu anlaşılan “San Xingdui” kalıntılarından 142 santim uzunluğundaki altın sopa, dört metre yüksekliğindeki “Kutsal Ağaç”, farklı boyutlardaki bronz insan heykelleri, büstler ve maskeler gibi Batı Asya ve Antik Yunan medeniyetlerinin özelliklerini taşıyan çok sayıda tarihi eser çıkarıldı. Uzmanlar, bu tür tarihi eserlerin büyük olasılıkla o dönemde Doğu ile Batı arasında yapılan kültürel değişimler kapsamında Çin’e getirildiğini düşünüyorlar. Bu varsayımın doğru olduğunun tespit edilmesi durumunda, buradan geçen İpek Yolu’nun bundan 3 bin yıl önce kurulduğunu söylemek mümkün olacak. Karadaki İpek Yolları’nın yanı sıra bir de “Deniz İpek Yolu” vardı. Guangzhou limanından Malaka Boğazı’nı geçerek Sri Lanka, Hindistan ve Doğu Afrika’ya ulaşan “Deniz İpek Yolu”’nun Song hanedanı döneminde oluştuğu, Doğu Afrika’daki Somali’de yapılan kazılarda çıkarılan tarihi eserlerle kanıtlandı. Çin ve dünya uygarlığının başlıca beşiği olan ülkeleri bir araya getiren Deniz İpek Yolu, geçtiği ülkeler arasındaki ekonomik ve ticari temasları yoğunlaştırdığı için “Doğu ve Batı Arasındaki Diyalog Yolu” olarak da adlandırılıyor. Tarih kayıtlara göre Marco Polo, Çin’e Deniz İpek Yolu üzerinden gelmiş, dönüşte yine Çin’in Fujian eyaletine bağlı Quanzhou limanından gemiye binerek bu yolu izleyip memleketi Venedik’e dönmüştü.
Avrupa, doğunun kaliteli ipek ve baharatı ile tanışınca, bu ürünlere büyük bir talep doğmuş ve "İpek Yolu" olarak adlandırılan tarihi ticaret yolları yapılmıştır. Çin'in en uç noktasından başlayıp Anadolu'nun çeşitli yerlerinden geçerek İstanbul'da birleşen ve oradan da Avrupa'nın içlerine giden bu yol boyunca, yükleri taşıyan kervanlar sadece ticaretin gelişmesini değil, Asya ile Avrupa arasında günümüzde de izleri görülen kültür alışverişini de sağlamıştır.
Ortaçağda İpek Yolu, Antakya'dan başlayıp, Gaziantep'ten geçerek İran ve Afganistan'ın kuzeyinde Pamir Ovası'na kadar uzanmaktadir. Ayrıca, Anadolu'da Güneydoğu Bölgesi'nde bulunan Gaziantep ve Malatya'yı geçip, Trakya üzerinden ve Ege kıyılarında İzmir, Karadeniz'de Trabzon ve Sinop, Akdeniz'de ise Alanya ve Antalya gibi önemli limanlar üzerinden Avrupa'ya ulaşırdı. Osmanlıların İstanbul'u alması sonucunda Osmanlı denetimine girmiş ve Avrupa'nın yeni ticaret yolları aramasına neden olmuştur. Coğrafi keşiflerin sonucunda önemini yitirmiştir.
ipek yolunun türk kültürüne katkıları:
Kervansaraylar İpek Yolu’nun körelmesiyle eski önemini kaybetse de menzil hanları olarak işlevini sürdürmüş, hatta edebiyatımızda da yerini almıştır. F. Nafiz Çamlıbel’in “Han Duvarları” adlı uzun, destansı şiirini ve o şiirde anlatılan halk şairi Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ın acıklı hikayesini okuyucularımız biliyordur. Bilmeyen gençler de bir an önce öğrenmelidir. Yazarın konakladığı han Ulukışla civarında bir yerde olmalı ki Reşat Nuri Güntekin Anadolu Notları kitabında mototrenle önünden geçtiğini anlatmaktadır. Köylü bir yolcu yazara hanı göstererek “işte Faruk Nafiz’in hanı beyim” der. Düzgün kıyafetli, kıravatlı bir başka yolcu ise “hayır, o falancanın hanı” diyerek aklınca yanlışı düzeltir. Halkımız sürprizdir, insanı şaşırtır. Benzer olaylara hepimiz tanık olmuşuzdur.
İPEK İPLİKLE YAPILAN OYALAR VE DOKUMALAR
Türkiye bir İpek Yolu ülkesi olduğundan ipekle yapılan çeşitli üretim çağlar boyu gündelik hayatta kullanılmıştır. En mütevazı köy evinden bey konaklarına kadar herkesin ihtiyacını karşılamak üzere. Yakın zamanlara kadar el tezgahlarında üretilen dokumalardan yapılan çarşaf, peşkir, peştemal, yağlık, mendil, çevre başörtüsü, kadın ve erkek giyim eşyası özellikle taşrada kız çeyizlerinin başlıca eşyaları arasındaydı. Bugün bile Anadolu’nun geleneklerini koruyan birçok yerinde ipek böceği kozasından iplik üretimi artık ticari amaçla yapılmasa bile çeyiz sandıkları için özel olarak gerçekleştirilmektedir. Azalarak da olsa kız ve oğlan taraflarının düğünlerde karşılıklı gönderdikleri bohçalarla (dürü) ipek iplikle yapılmış süslü yazma ve kırepler hediye edilmektedir. Yazları bağa göçme geleneğinin sürdüğü birçok yerleşmede ve eski İpek Yolu’ndan birer anı olan küçük müze kasabalarda ipek böceği beslenmekte ve aile ihtiyaçları için numunelik de olsa ipek üretilmektedir. Hünerli halk kadınları ipeği kozadan çekip bükmekte ve de boyayarak iğne, mekik, tığ, firkete gibi gereçlerle benzersiz güzellikte oyalar yaratarak nenelerinin mirasını yaşatmaktadır (acaba ne zamana kadar?). Bu oyalar ilhamını doğadan, sebze ve meyvelerden almakta ve bölgelere göre farklılıklar göstererek taşıdıkları adlarla bir kat daha sevimlileşmektedir. Mekik oyaları batılılar tarafından bilinse de üç buutlu çiçek örnekleri bize mahsustur. İğne ve firkete oyalarıysa hiç tanınmamaktadır. Oyaların süslediği kadın başları hakkında elimizde bulunan en eski örnek 13.yüzyıla ait bir Selçuklu kadın heykelindedir ve İstanbul’da Türk-İslam Eserleri Müzesi’ndedir.
Evet, Selçuklu’da heykel de var. Sebebi Selçukluların Hanefi-Maturudi itikatta oldukları için sanatkarları özgür bırakmaları imiş
Tanzimatla başlayan kültürümüze yabancılaşma Cumhuriyet’le devam etmiş, açılan kız meslek okullarında halk kaynaklarına eğilmek bir yana batı özentisiyle şapka yapımı, filtre işi, Paris puanı, vs. öğretilmiştir. Pek az aile ellerindeki hazinenin kıymetini bilebilmiş, yüzüne bile bakılmayan sandık eşyası eskicilerin eline geçmiştir. Görmedikse de Atina’daki ünlü Benaki müzesinin İstanbul’da bohçacılardan toplanan eşyalarla kurulduğunu duymuşluğumuz var. Sonradan sonraya misafir gelen yabancı devlet büyüklerine hediye vermek ihtiyacı doğduğunda okullarda Türk nakışları öğretimi ve üretimine geçilmişse de oyalar ve tezgah dokumaları bir türlü ele alınamamıştır. Ancak Olgunlaşma Enstitüsü bugün Milli Eğitim’in yüz akı bir kurumudur ve zamanla ihtiyaçlara göre de kendini yenilemiştir.
Bizim dokumacı bir millet olduğumuzu bizden başka herkes bilir. Bursa ipeklileri evladiyeliktir, Antakya imalatı da öyle (ne yazık ki ipekçiliğimiz son nefesini vermek üzeredir, üretim acınacak miktarlara düşmüştür). Yolu düşüp Lizbon’da Gülbenkyan müzesinin Şark eserleri salonundaki 16.yy. Bursa ipeklilerini görenler ne demek istediğimi anlar. Kumaşlar özel aydınlatılmıştır. Batı eserleri salonunda sergilenen Bursa kumaşlarının kötü İtalyan taklitleri ise esas dokumacıların kim olduğunun ispatıdır. İtalyanlardan sonra ihtilal öncesinde Fıransız tüccar Ankara’ya musallat olmuş ve önce sof sonra tiftik kaçakçılığına başlamıştır. Bizim devrimperestlere buradan duyurulur. Fransız burjuvasını pek takdir ederler de. En kurnazı İngiltere de Baltalimanı antlaşmasıyla Osmanlı kumaşını bitirmiştir. 19.yy.da binlerce tezgahımızı susturan İngiltere’ye halen gönderilen terzilerin kullandığı tela kumaşı her nasılsa Boyabat çevresinde kalabilmiş birkaç tezgahın üretimi imiş. Şaşılası iş.
Yabancıların el sanatlarımıza ilgisinin artması ve aydınların geç de olsa konuya eğilmeleri üreticilerin para kazanmasını sağlamıştır. İfade, renk ve çeşitlilik bakımından şaheser olan oyalarımız kültür varlığımızın önemli bir yönüdür. Oyalarımızla hiçbir bakımdan yarışamayacak durumda olan Belçika dantelleri için Belçika’nın Buruj (Brugges) şehrinde müze olduğunu bilmekteyiz. Birçok sanayileşmiş ülke halk sanatlarını kaybolmadan derlemek için gerekeni yapmaktadır. Biz de ise ne Kültür Bakanlığı ne de Milli Eğitim Bakanlığı bu konuda herhangi bir temelli çalışma içindedir. Yiğidi öldür ama hakkını yeme hesabı Ankara Belediye Başkanı M. Gökçek BELMEK kurslarıyla el sanatlarına sahip çıkmıştır. Kaynaklar kurumadan bu örneğin çoğalmasını dileriz. Halk zevki hızla soysuzlaşmaktadır. Dinci puropaganda etkisiyle başörtüsü ebatları değişmiş, “kağıt içi” olarak bilinen yazmalar imalattan kalkmıştır. “Çemberimde gül oya”nın yerini fabrikasyon polyester gipür danteli almıştır. Çingene pembesi, narçiçeği, gülkurusu, mor ve arkadaşları kaybolmuş, gam, kasavet renkleri içi karartır olmuştur. Evlerden oyalar, nakışlar, dantel kırlentler de kaybolmakta, yerini Salı pazarında satılan ithal malı, basmakalıp ve çürük Çin, Hint, Nepal malları almaktadır. Daha kötüsü birçok yeni evlinin evi dekorasyon dergilerindeki büro evlerden özenti ve çıplaktır. Tercüme dekorasyon dergileri kötü Türkçeleriyle küresel zevksizliği dayatmaktadır. Amerikan hantallığı Kayserili mobilya fabrikaları aracılığıyla evlerimize lök gibi oturmuştur, yabancı ve manasız marka adlarıyla. Edmondo De Amicis’in 1870’de İstanbul adlı kitabında tarif ettiği “sedirler, seccadeler, kanepeler, yastıklar, sırmalı ipekten şilteli, otur, uzan, sev, uyu, hülya kur diyen Türk evi” artık ancak uzak dağ köylerinde belki vardır.İleride en zevksiz Türkler yirminci yüzyılda yaşamış denecek, sanatsız kaldık, hayat damarımız koptu. Bu yazı Ufuk Ötesi’nin hanım okuyucuları için yazılmıştır. Belki okuduktan sonra sandıkları karıştırıp ne var ne yok diye bakarlar, bulduklarını evlerinde layık olduğu yere koyarlar. Belki büyükannelerinin ipek çarşafı da vardır o sandıkta. Hepsinin büyükannesi dünyanın en hünerli kadınıydı, berberde vakit ve para harcamazdı. Beyler de bu yazıyı okuduysa ancak seviniriz. İğne oyalarıyla ilgili en güzel yazıları koleksiyoncu beyefendiler kaleme almıştır. En güzel iğne oyaları da Ege’nin kahraman haydutlarının fesine sarılmıştı. Milli kültür hepimizin mirasıydı. Selçuklu Tac Kapısı, vakıf kabristanı, iğne oyası, Bektaşi tekkesindeki insan suretinde aynalı hat milli kültürün bir parçasıydı. Ve biz onu sokakta bulmamıştık. O kıymetli hazine Holzmayster’e, Zukmayer’e, Malşe’ye, Leman’a, özetle Orta Avrupalı hans(!)lara teslim edilmemeliydi. Bugün mimarimiz bitmiştir.
Çin'den başlayıp Akdeniz kıyılarına kadar devam eden bu uçsuz bucaksız kervan yolu onbeş yüzyıl boyunca doğuyla batı arasında çok önemli bir ticaret yolu olarak kalmıştır.
Hindistan'da doğan Budacılık bu yol üzerinden Orta Asya'ya ve Uzak Doğu'ya yayılmıştır. Bu yol aynı zamanda Yunan ve Roma dinlerinin, Nasturi Hıristiyanlığının, Türklerin dininin, Şamanlığın, Mani Dini'nin, Mazdehizm'in ve daha sonra İslamiyet'in yayılma ortamı bulduğu bir yol, bir bölge olmuştur.
Denilebilir ki eski Yunan, İran, Hint, Türk ve Çin uygarlıkları birbirleriyle bu yol üzerinde buluşmuşlardı. Yine denilebilir ki İpek Yolu olmasaydı Orta Asya'nın sadece siyasi ve ekonomi tarihi değil, kültür ve din tarihi de çok farklı biçimde gelişirdi.
Doğunun ipeği ile baharatının kervanlarla batıya taşınması, Çin'den Avrupa'ya ulaşan ticaret yolların oluşturmuştur. Orta Çağda, ticaret kervanları, şimdiki Çin'in Xian kentinden hareket ederek Özbekistan'ın Kaşgar kentine gelirler; burada ikiye ayrılan yollardan ilkini izleyerek Afganistan ovalarından Hazar Denizine; diğeri ile de Karakurum Dağlarını aşarak İran üzerinden Anadolu'ya ulaşırlardı. Anadolu'dan deniz yolu ile veya Trakya üzerinden karayolu ile Avrupa'ya giderlerdi. Doğudan batıya doğru gelişen bu ticari harekette, daha önceki çağlardan beri kullanılmakta olan bir yol şebekesinden yararlanılmıştır. Yoğun bir şekilde ipek, porselen, kağıt, baharat ve değerli taşların taşınmasının yanında kıtalar arasındaki kültür alışverişine de imkan sağlayan bu binlerce kilometre uzunluğundaki kervan yolları, zaman içinde 'İpek Yolu' olarak adlandırılmıştır. İpek Yolu, Asya'yı Avrupa'ya bağlayan bir ticaret yolu olmasının ötesinde, 2000 yıldan beri bölgede yaşayan kültürlerin, dinlerin, ırkların da izlerini taşımakta ve olağanüstü bir tarihi ve kültürel zenginlik sunmaktadır. Orta Asya Türk cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını kazanmalarından sonra, İpek Yolunun hem bir ticaret yolu, hem de tarihi ve kültürel değer olarak yeniden canlandırılması gündeme gelmiş, bu yol boyunca inşa edilmiş ve artık kullanılmayan yapıların, yeni işlevler kazandırılarak korunmaları ve yaşatılmaları için çalışmalar başlatılmıştır.
Tarihi İpek Yolu, eski Çin medeniyetini Batı’ya ulaştıran önemli bir kanal olmakla birlikte, aynı zamanda Çin ve Batı arasındaki ekonomik ve kültürül temaslardaki önemli bir köprüydü. Genel anlamdaki İpek Yolu, Batı Han hanedanı döneminde Zhang Qian tarafından başlatılan, doğuda Chang’an şehrinden başlayan, batıda Roma imparatorluğunda son bulan bir kara ulaşım hattıdır. İki güzergaha bölünen İpek Yolu’nun güney güzergahı, Dunhuang ve Yangguan geçidinden geçtikten sonra batıya doğru ilerleyerek Kunlun Dağları ve Conglin Dağları’nı aşar, oradan da Da Rouzi (bugünkü Xinjiang Özerk Bölgesi ve Afganistan’ın kuzeydoğusu) , Anxi (bugünkü İran) ve Tiaoshi (bugünkü Arap yarımadası) üzerinden Roma İmparatorluğu’na ulaşırdı. İpek Yolu’nun kuzey güzergahı, Dunhuang ve Yumen geçidinden geçtikten sonra batıya doğru ilerleyerek Tianshan Dağları’nın (Tanrı Dağları) güney eteklerinden Conglin Dağları’nı aşar, oradan da Dawan ve Kangju devletleri (bugünkü Orta Asya) üzerinden güney güzergahıyla birleşirdi. Bu iki güzergah, “Kara İpek Yolu” olarak da adlandırılıyor. Bilinen “İpek Yolu”nun yanı sıra, pek bilinmeyen iki İpek Yolu daha var. Bulardan biri, “Güneybatı İpek Yolu” olarak adlandırılıyor. Sichuan eyaletinden başlayan bu yol, Yunnan eyaletinden sonra İravadi Nehri’nden geçerek Burma’nın kuzeyindeki Mogoko’ya ulaşır, sonra Çindvin Nehri’ni geçerek Hindistan’ın kuzeydoğusundaki Mopal’a, oradan da Ganj Irmağı’nı izleyerek Hindistan’ın kuzeybatısından İran Platosu’na ulaşırdı. Bu İpek Yolu, bilinen “Kara İpek Yolu”ndan çok daha eskiydi. Çinli arkeologlar, 1986 yılında Sichuan eyaletine bağlı Guanghan şehri yakınlarında gizemli “Sanxing Dui” kalıntılarını tespit ettiler. Bundan 3 bin yıl öncesine ait olduğu anlaşılan “San Xingdui” kalıntılarından 142 santim uzunluğundaki altın sopa, dört metre yüksekliğindeki “Kutsal Ağaç”, farklı boyutlardaki bronz insan heykelleri, büstler ve maskeler gibi Batı Asya ve Antik Yunan medeniyetlerinin özelliklerini taşıyan çok sayıda tarihi eser çıkarıldı. Uzmanlar, bu tür tarihi eserlerin büyük olasılıkla o dönemde Doğu ile Batı arasında yapılan kültürel değişimler kapsamında Çin’e getirildiğini düşünüyorlar. Bu varsayımın doğru olduğunun tespit edilmesi durumunda, buradan geçen İpek Yolu’nun bundan 3 bin yıl önce kurulduğunu söylemek mümkün olacak. Karadaki İpek Yolları’nın yanı sıra bir de “Deniz İpek Yolu” vardı. Guangzhou limanından Malaka Boğazı’nı geçerek Sri Lanka, Hindistan ve Doğu Afrika’ya ulaşan “Deniz İpek Yolu”’nun Song hanedanı döneminde oluştuğu, Doğu Afrika’daki Somali’de yapılan kazılarda çıkarılan tarihi eserlerle kanıtlandı. Çin ve dünya uygarlığının başlıca beşiği olan ülkeleri bir araya getiren Deniz İpek Yolu, geçtiği ülkeler arasındaki ekonomik ve ticari temasları yoğunlaştırdığı için “Doğu ve Batı Arasındaki Diyalog Yolu” olarak da adlandırılıyor. Tarih kayıtlara göre Marco Polo, Çin’e Deniz İpek Yolu üzerinden gelmiş, dönüşte yine Çin’in Fujian eyaletine bağlı Quanzhou limanından gemiye binerek bu yolu izleyip memleketi Venedik’e dönmüştü.
Avrupa, doğunun kaliteli ipek ve baharatı ile tanışınca, bu ürünlere büyük bir talep doğmuş ve "İpek Yolu" olarak adlandırılan tarihi ticaret yolları yapılmıştır. Çin'in en uç noktasından başlayıp Anadolu'nun çeşitli yerlerinden geçerek İstanbul'da birleşen ve oradan da Avrupa'nın içlerine giden bu yol boyunca, yükleri taşıyan kervanlar sadece ticaretin gelişmesini değil, Asya ile Avrupa arasında günümüzde de izleri görülen kültür alışverişini de sağlamıştır.
Ortaçağda İpek Yolu, Antakya'dan başlayıp, Gaziantep'ten geçerek İran ve Afganistan'ın kuzeyinde Pamir Ovası'na kadar uzanmaktadir. Ayrıca, Anadolu'da Güneydoğu Bölgesi'nde bulunan Gaziantep ve Malatya'yı geçip, Trakya üzerinden ve Ege kıyılarında İzmir, Karadeniz'de Trabzon ve Sinop, Akdeniz'de ise Alanya ve Antalya gibi önemli limanlar üzerinden Avrupa'ya ulaşırdı. Osmanlıların İstanbul'u alması sonucunda Osmanlı denetimine girmiş ve Avrupa'nın yeni ticaret yolları aramasına neden olmuştur. Coğrafi keşiflerin sonucunda önemini yitirmiştir.
ipek yolunun türk kültürüne katkıları:
Kervansaraylar İpek Yolu’nun körelmesiyle eski önemini kaybetse de menzil hanları olarak işlevini sürdürmüş, hatta edebiyatımızda da yerini almıştır. F. Nafiz Çamlıbel’in “Han Duvarları” adlı uzun, destansı şiirini ve o şiirde anlatılan halk şairi Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ın acıklı hikayesini okuyucularımız biliyordur. Bilmeyen gençler de bir an önce öğrenmelidir. Yazarın konakladığı han Ulukışla civarında bir yerde olmalı ki Reşat Nuri Güntekin Anadolu Notları kitabında mototrenle önünden geçtiğini anlatmaktadır. Köylü bir yolcu yazara hanı göstererek “işte Faruk Nafiz’in hanı beyim” der. Düzgün kıyafetli, kıravatlı bir başka yolcu ise “hayır, o falancanın hanı” diyerek aklınca yanlışı düzeltir. Halkımız sürprizdir, insanı şaşırtır. Benzer olaylara hepimiz tanık olmuşuzdur.
İPEK İPLİKLE YAPILAN OYALAR VE DOKUMALAR
Türkiye bir İpek Yolu ülkesi olduğundan ipekle yapılan çeşitli üretim çağlar boyu gündelik hayatta kullanılmıştır. En mütevazı köy evinden bey konaklarına kadar herkesin ihtiyacını karşılamak üzere. Yakın zamanlara kadar el tezgahlarında üretilen dokumalardan yapılan çarşaf, peşkir, peştemal, yağlık, mendil, çevre başörtüsü, kadın ve erkek giyim eşyası özellikle taşrada kız çeyizlerinin başlıca eşyaları arasındaydı. Bugün bile Anadolu’nun geleneklerini koruyan birçok yerinde ipek böceği kozasından iplik üretimi artık ticari amaçla yapılmasa bile çeyiz sandıkları için özel olarak gerçekleştirilmektedir. Azalarak da olsa kız ve oğlan taraflarının düğünlerde karşılıklı gönderdikleri bohçalarla (dürü) ipek iplikle yapılmış süslü yazma ve kırepler hediye edilmektedir. Yazları bağa göçme geleneğinin sürdüğü birçok yerleşmede ve eski İpek Yolu’ndan birer anı olan küçük müze kasabalarda ipek böceği beslenmekte ve aile ihtiyaçları için numunelik de olsa ipek üretilmektedir. Hünerli halk kadınları ipeği kozadan çekip bükmekte ve de boyayarak iğne, mekik, tığ, firkete gibi gereçlerle benzersiz güzellikte oyalar yaratarak nenelerinin mirasını yaşatmaktadır (acaba ne zamana kadar?). Bu oyalar ilhamını doğadan, sebze ve meyvelerden almakta ve bölgelere göre farklılıklar göstererek taşıdıkları adlarla bir kat daha sevimlileşmektedir. Mekik oyaları batılılar tarafından bilinse de üç buutlu çiçek örnekleri bize mahsustur. İğne ve firkete oyalarıysa hiç tanınmamaktadır. Oyaların süslediği kadın başları hakkında elimizde bulunan en eski örnek 13.yüzyıla ait bir Selçuklu kadın heykelindedir ve İstanbul’da Türk-İslam Eserleri Müzesi’ndedir.
Evet, Selçuklu’da heykel de var. Sebebi Selçukluların Hanefi-Maturudi itikatta oldukları için sanatkarları özgür bırakmaları imiş
Tanzimatla başlayan kültürümüze yabancılaşma Cumhuriyet’le devam etmiş, açılan kız meslek okullarında halk kaynaklarına eğilmek bir yana batı özentisiyle şapka yapımı, filtre işi, Paris puanı, vs. öğretilmiştir. Pek az aile ellerindeki hazinenin kıymetini bilebilmiş, yüzüne bile bakılmayan sandık eşyası eskicilerin eline geçmiştir. Görmedikse de Atina’daki ünlü Benaki müzesinin İstanbul’da bohçacılardan toplanan eşyalarla kurulduğunu duymuşluğumuz var. Sonradan sonraya misafir gelen yabancı devlet büyüklerine hediye vermek ihtiyacı doğduğunda okullarda Türk nakışları öğretimi ve üretimine geçilmişse de oyalar ve tezgah dokumaları bir türlü ele alınamamıştır. Ancak Olgunlaşma Enstitüsü bugün Milli Eğitim’in yüz akı bir kurumudur ve zamanla ihtiyaçlara göre de kendini yenilemiştir.
Bizim dokumacı bir millet olduğumuzu bizden başka herkes bilir. Bursa ipeklileri evladiyeliktir, Antakya imalatı da öyle (ne yazık ki ipekçiliğimiz son nefesini vermek üzeredir, üretim acınacak miktarlara düşmüştür). Yolu düşüp Lizbon’da Gülbenkyan müzesinin Şark eserleri salonundaki 16.yy. Bursa ipeklilerini görenler ne demek istediğimi anlar. Kumaşlar özel aydınlatılmıştır. Batı eserleri salonunda sergilenen Bursa kumaşlarının kötü İtalyan taklitleri ise esas dokumacıların kim olduğunun ispatıdır. İtalyanlardan sonra ihtilal öncesinde Fıransız tüccar Ankara’ya musallat olmuş ve önce sof sonra tiftik kaçakçılığına başlamıştır. Bizim devrimperestlere buradan duyurulur. Fransız burjuvasını pek takdir ederler de. En kurnazı İngiltere de Baltalimanı antlaşmasıyla Osmanlı kumaşını bitirmiştir. 19.yy.da binlerce tezgahımızı susturan İngiltere’ye halen gönderilen terzilerin kullandığı tela kumaşı her nasılsa Boyabat çevresinde kalabilmiş birkaç tezgahın üretimi imiş. Şaşılası iş.
Yabancıların el sanatlarımıza ilgisinin artması ve aydınların geç de olsa konuya eğilmeleri üreticilerin para kazanmasını sağlamıştır. İfade, renk ve çeşitlilik bakımından şaheser olan oyalarımız kültür varlığımızın önemli bir yönüdür. Oyalarımızla hiçbir bakımdan yarışamayacak durumda olan Belçika dantelleri için Belçika’nın Buruj (Brugges) şehrinde müze olduğunu bilmekteyiz. Birçok sanayileşmiş ülke halk sanatlarını kaybolmadan derlemek için gerekeni yapmaktadır. Biz de ise ne Kültür Bakanlığı ne de Milli Eğitim Bakanlığı bu konuda herhangi bir temelli çalışma içindedir. Yiğidi öldür ama hakkını yeme hesabı Ankara Belediye Başkanı M. Gökçek BELMEK kurslarıyla el sanatlarına sahip çıkmıştır. Kaynaklar kurumadan bu örneğin çoğalmasını dileriz. Halk zevki hızla soysuzlaşmaktadır. Dinci puropaganda etkisiyle başörtüsü ebatları değişmiş, “kağıt içi” olarak bilinen yazmalar imalattan kalkmıştır. “Çemberimde gül oya”nın yerini fabrikasyon polyester gipür danteli almıştır. Çingene pembesi, narçiçeği, gülkurusu, mor ve arkadaşları kaybolmuş, gam, kasavet renkleri içi karartır olmuştur. Evlerden oyalar, nakışlar, dantel kırlentler de kaybolmakta, yerini Salı pazarında satılan ithal malı, basmakalıp ve çürük Çin, Hint, Nepal malları almaktadır. Daha kötüsü birçok yeni evlinin evi dekorasyon dergilerindeki büro evlerden özenti ve çıplaktır. Tercüme dekorasyon dergileri kötü Türkçeleriyle küresel zevksizliği dayatmaktadır. Amerikan hantallığı Kayserili mobilya fabrikaları aracılığıyla evlerimize lök gibi oturmuştur, yabancı ve manasız marka adlarıyla. Edmondo De Amicis’in 1870’de İstanbul adlı kitabında tarif ettiği “sedirler, seccadeler, kanepeler, yastıklar, sırmalı ipekten şilteli, otur, uzan, sev, uyu, hülya kur diyen Türk evi” artık ancak uzak dağ köylerinde belki vardır.İleride en zevksiz Türkler yirminci yüzyılda yaşamış denecek, sanatsız kaldık, hayat damarımız koptu. Bu yazı Ufuk Ötesi’nin hanım okuyucuları için yazılmıştır. Belki okuduktan sonra sandıkları karıştırıp ne var ne yok diye bakarlar, bulduklarını evlerinde layık olduğu yere koyarlar. Belki büyükannelerinin ipek çarşafı da vardır o sandıkta. Hepsinin büyükannesi dünyanın en hünerli kadınıydı, berberde vakit ve para harcamazdı. Beyler de bu yazıyı okuduysa ancak seviniriz. İğne oyalarıyla ilgili en güzel yazıları koleksiyoncu beyefendiler kaleme almıştır. En güzel iğne oyaları da Ege’nin kahraman haydutlarının fesine sarılmıştı. Milli kültür hepimizin mirasıydı. Selçuklu Tac Kapısı, vakıf kabristanı, iğne oyası, Bektaşi tekkesindeki insan suretinde aynalı hat milli kültürün bir parçasıydı. Ve biz onu sokakta bulmamıştık. O kıymetli hazine Holzmayster’e, Zukmayer’e, Malşe’ye, Leman’a, özetle Orta Avrupalı hans(!)lara teslim edilmemeliydi. Bugün mimarimiz bitmiştir.