Tehcir Soykırım Anlamı Taşır Mı ?

sevimli

"İyilik büyüktür, küçükte olsa"
Üye
Katılım
2 Mar 2007
Mesajlar
557
Puanları
28
Konum
DENİZLİ
TEHCİR SOYKIRIM ANLAMI TAŞIR MI ?

Ermeni Tehciri Meselesi, günümüzde de güncelliğini koruyan önemli bir meseledir. Meseleye siyasi açıdan yaklaşıldığı sürece de gündemdeki yerini koruyarak sık sık önümüze gelecektir. Türkiye ise bu durum karşısında bilhassa dış politikasında tepkisiz tutumunu sürdürmeye devam etmektedir. Ne var ki Türkiye’nin haklı sessizliği adeta suçlu insanların sessiz kalışı gibi gösterilmeye çalışılmaktadır. Ermeniler’in bu konudaki girişimlerine önlem alınmadığı için batıda soykırım iddialarının asılsızlığını ortaya koyan bilim adamlarının çoğu korkutma ve yıldırma neticesinde geri adım atmışlardır. Bunun en somut örneği Bernard Lewis olayında yaşanmıştır. Ermeniler’in açtıkları dava sonucu kurgulu bir yargılamadan sonra Fransa’da mahkum edildiğini biliyoruz.

Ne yazık ki Birinci Dünya Savaşı sırasında en küçük bir tereddüt göstermeden İtilaf devletlerinin yanında yer alan Ermeniler, tüm güçlerini Rusya’nın emrine vererek, gönüllü alayları teşkil etmişlerdir. Rus kuvvetleriyle birlikte sınırı ilk geçen Ermeni birliklerinin başında Armen Garo lâkabıyla tanınan eski Osmanlı mebusu Karekin Pastırmacıyan bulunmaktaydı. Yine eski mebuslardan Hamparsum Boyacıyan Ermeni çetelerinin başında cephe gerisinde Türk kasaba ve köylerine saldırmıştır.

Bir gerçeği kabul edelim, 1915 yılında yaşanan olayların ne olduğunu Türk toplumunun büyük çoğunluğu bilmiyor. Bilmediğimiz için de gerçekleri dünyaya bir türlü anlatamıyoruz. Bizim bu zaafımızdan yararlanan Ermeni diasporası da, olayları istediği gibi saptırıp dünyayı kandırmaktadır.

Ermeniler bu ayaklanmaları ve faaliyeti Osmanlılar’ın tehcir kararı üzerine girişilen bir meşru müdafaa olarak takdim etmek alışkanlığındandır. Oysa ortada henüz alınmış bir tehcir kararı yoktur ve isyanlar tehcirin değil, tehcir isyanların sonucuydu.

Bu durum, Osmanlı Hükümeti'ni son çare olarak Ermeniler'i başka yerlere nakledip oralarda iskân etme arayışına itti. Daha önce sınırlı olarak başlatılmış olan bu uygulamanın genelleştirilmesi düşüncesini ise, Van Ermenileri'nin isyanı pekiştirdi. Ermenilerin Ruslarla işbirliği sonucu gelişen olaylar Van ve çevresinde ciddi boyutlara ulaşmıştı. Çıkarttıkları isyan, yaptıkları katliam ve tahripler, Ruslar'ın bir ay içinde Van, Malazgirt ve Bitlis'i işgali sonucunu doğurdu. Ruslar'ın her askeri harekâtı, Ermeni isyanları sayesinde hedefine ulaşıyordu. Van'da yaşananlar Türk ordusunun arkadan vurulduğunu açık bir şekilde gösterince, İstanbul hükümeti ülkenin muhtelif bölgelerinde yaşayan Ermenilerin zorunlu sevk ve iskânına karar vermek zorunda kaldı.

Osmanlı orduları cephede savaşırken, Ermeni çetelerinin Ruslarla işbirliği yaparak cephe gerisinde giriştikleri faaliyetler, devletler hukukuna göre “ihanet” kapsamında sayılıyordu.

Tarih sayfalarına bakıldığında; savaş bölgesinde oturan ve birliklerin hareketini engelleyen, karşı tarafa istihbarat sağlayan, yardım ve yataklık yapan ya da düşman ile birlikte onun safında hareket eden halkların ve grupların cephe gerisine gönderildiği görülebilir. Sevk ve iskanın bir amacı da sivil halkın savaştan zarar görmesini önlemektir.

Bu durumda Osmanlı Devleti sevk ve iskan kanunu işletmek zorundaydı. Daha sonraki yıllarda bu tür zorunlu göç uygulamalarına bazı devletlerin de başvurduğunu görüyoruz. Fransa'da Radikal Sosyalist Fransız hükümeti tarafından, Almanca konuşan ve Fransa-Almanya sınır bölgesinde yaşayan Alsazların 1939-40 kışında, Majino hattının doğusundan alınarak Fransa'nın güneybatısına, özellikle de Dordogne' ye nakledildiği bilinmektedir. Aynı şekilde. Amerikan yönetimi de Pearl Harbour baskınından sonra, Japon asıllı vatandaşlarını Pasifik bölgesinden Missisippi vadisine göç ettirmiş ve savaş sonuna kadar toplama kamplarında barındırmıştır. Örneğin ABD İkinci Dünya Savaşı esnasında Japon asıllı yurttaşlarını Orta Amerika’da savaş sonuna kadar ikamete mecbur tuttuğu bilinirken bu uygulamadan dolayı Osmanlı devletini suçlamanın anlamı yoktur. Bu örnekleri çoğaltmamız mümkündür. Buradan anlaşılacağı üzere Devletler zorunlu hallerde, halkının bir kısmını göçe tabi tutmak mecburiyetinde kalabilirler.

Sözde Soykırım İddiası ve Tehcire Tabi Tutulan Ermeni Nüfusu


Ermeni Diasporasına göre, Osmanlı, 1915 yılında Rusya ile yapılan savaşta ordusunu arkadan vurduğu gerekçesiyle 2 milyon Ermeni'yi yasadığı topraklardan tehcire zorladı, sürüp attı. Tehcire zorladığı bu insanları çoluk çocuk demeden kesti. 1.5 milyon insani kesen Osmanlı’nın yaptığı bir "soykırım" dır. Türkler suçlarını kabul edip Ermenilerden özür dilemelidirler. Sonra ? Sonrası önce tazminat, arkasından da toprak... Hayallerindeki büyük Ermenistan toprakları içinde Kars, Ardahan, Erzurum, Bitlis, Van, Siirt, Elazığ ve Sivas illeri var.

İşte bu hedeflere ulaşmak için bütün dünyayı gerçek dışı belgelerle kandırmaya çalışıyorlar. Emekli Büyükelçi Kamuran Gürün soykırımı iddialarıyla ilgili olarak şunları söylemektedir : ‘‘Bir defa soykırımı iddiası tamamen uydurma. Rakamlar da öyle... 1912 yılında yapılan sayım sonuçları elimizde. Buna göre imparatorluk sınırları içinde 1.3 milyon Ermeni yaşıyor. Bu rakamı İngiliz kaynakları da doğruluyor. Bazı kaynaklara göre ise rakam 1.5 milyondur.’’ Peki tehcire, yani göçe tabi tutulan nüfus belli mi ? ‘‘Kesin olarak belli. Tam 702 bin 900 kişi.’’ O zaman 1.5 milyon kişinin öldürülmüş olması iddiası ?.. Saçmadır. Çünkü bu insanların 500 bininin gönderildikleri bölgelere sağlık içinde ulaştıkları kesin. Bunu bütün kaynaklar doğruluyor. Hatta en karşı raporlarda bile bu 500 bin rakamı kabul ediliyor.’’ Bu zorunlu yolculuk sırasında ölen insan sayısı ne? ‘‘Bu tam olarak bilinmiyor; çünkü kaçı öldürüldü ? kaçı o günün zor koşulları içinde hastalıktan öldü, bu saptanamıyor.’’ O zaman katliam rakamları nereden çıkıyor ?

Tehcir sırasında gerçekten de üzücü olaylar yaşanıyor. Uzun yürüyüşte pek çok insan, hastalık, soygun gibi nedenlerle can veriyor. Bazılarını yollardaki çeteler öldürüyor. Bazılarının ise asker ve jandarma tarafından bilerek öldürüldüğü iddia ediliyor. Ölenlerin sayısı kesinlikle belli değil. Her kafadan bir ses çıkıyor. Kimi 50 bin, kimi 1 milyon diyor.

Aslında ‘‘Savaştan sonra eksilen nüfus belli. Bu da bizim tespitlerimize göre 300 bin. Ama bunun içinde hastalık veya normal ölümler de var.’’ Bu eksilen nüfus konusunda yabancı kaynakların rakamları nedir ? ‘‘Bazı araştırmacılar bu rakamı 600 bin olarak kabul ediyorlar. Bu da her türlü kayıpları kapsıyor.’’ Tam rakam belli değil, ama sizin çalışmalarınıza göre tehcir sırasında yaşanan tatsız olaylarda ölen insan sayısı ne kadar olabilir ? ‘‘En fazla 200 bin civarında.’’

Kamuran Gürün burada çok önemli bir noktayı vurgulamak gereği duyuyor :

‘‘Birinci Dünya Savaşı'nda imparatorluk toprakları içinde yasayan Türk nüfusunda da önemli bir azalma saptanıyor. Belgelere göre Türk nüfusta 2.5 milyon eksilme var. Bunun 550 bini cephelerde ölmüş.’’ İşte gerçek rakamlar bunlar. Bu rakamlar üzerinde yerli yabancı tarafsız araştırmacılar birleşiyorlar.

1914 nüfus sayımına göre Osmanlı topraklarında yasayan Ermeni sayısı 1.300.000’dir.Bunun 525.000’i işgalci Ruslarla beraber Rusya’ya göç etmiştir. Amerika, Suriye, Yunanistan, İran, Lübnan vs. ülkelere göç edenlerin sayısı da 582.000’dir. Toplam 1.107.000 Ermeni’nin göç ettiği anlaşılmaktadır. Türkiye’de kalan 50.000 civarındaki Ermeni’yi hesaba katınca, Birinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında, Ermeni isyanları ve göçler esnasındaki toplam Ermeni kaybının 143.000 civarında olduğu anlaşılır. Halbuki aynı dönemde, aynı bölgelerdeki Müslüman ahalinin kayıpları 1.400.000’i bulmaktadır. Yani esas soykırıma uğrayan Müslümanlar olmuştur.

Tehcir sebebiyle dünyanın değişik ülkelerine yerleşen Ermeniler, ticari hayattaki başarıları ve bulundukları devletlerin yöneticilerini etkilemedeki ustalıkları sebebiyle, tehciri bahane ederek herhangi bir belge ve dayanaktan yoksun olan "soykırım" iddiasını ortaya atmışlardır.

Gerçekte Ermeni soykırımı olmadığı, tam tersi Doğu Anadolu'da yüzbinlerce Türk insanının katledildiği malum çevrelerce bilinmesine rağmen, genelde Avrupa ve Amerika'da Türk-Ermeni münasebetlerinin sosyal ve siyasi yönleri Türk kaynaklarına, özellikle de birinci el arşiv kaynaklarına dayandırılarak ortaya konulmadığı için, bugüne kadar çoğunlukla tek taraflı ve Türkler aleyhine eserler yayınlanmıştır.

Osmanlı Ermeni nüfusu hakkındaki bilgileri şöyle bir tablo halinde göstermek mümkündür.


Ermeni Tarihçi Kevork Aslana göre

1.800.000

Fransız Sarı Kitabına göre

1.555.000

Osmanlı istatistiklerine göre

1.295.000

İngiliz kaynaklarına göre

1.056.000



Ermeni kaynaklı ve mübalağalı olduğu aşikar rakamları bir kenara bırakırsak Batı kaynaklı rakamların 1.056.000 ve 1.555 arasında değiştiğini ve bunun ortalaması olan fiili nüfus sayımına dayalı Osmanlı istatistikleriyle hemen hemen aynı olduğunu görmekteyiz. Bu nedenle Osmanlı Ermeni nüfusunun 1.300.000 olduğunu söyleyebiliriz.

Bu tablodan çıkarılacak ilk sonuç toplam Ermeni nüfusu 1.300.000 olduğuna göre 1,5 milyon Ermeni’nin ölmüş olmayacağıdır. Demek ki Ermeni propagandasının bu iddiasının da gerçekle bir ilgisi yoktur. Türkler’in istatistik belgelerine göre tehcirler sırasında telef olan Ermeni’lerin sayısı 200.000 ile 300.000 arasındadır.

Osmanlı Devletinde İstatistik Genel Müdürlüğü 1892 yılında kurulmuştur. Genel Müdürlük görevini 1892 yılında Nuri Bey, 1892-1897 yılları arasında Fethi Franco adlı bir Musevi, 1897-1903 yılları arasında Mıgırdıç ŞINABYAN isimli bir Ermeni, 1903-1908 yılları arasında Robert isimli bir Amerikalı, 1908-1914 yılları arasında Mehmet Behiç Bey yapmıştır.

Görüldüğü gibi Ermeni meselesini siyasi alana taşıyan önemli olayların cereyan ettiği dönemde, Osmanlı nüfus bilgileri yabancıların kontrolü altındadır. Buradan hareketle, bugüne kadar aksi bir belge ve kanaat olmadığına göre Osmanlı nüfus bilgilerine itibar edilmesi gerekmektedir.

- 1893 Nüfus sayımına göre Ermeni nüfusu 1.001.465'tir.

- 1906 Nüfus sayımına göre Ermeni nüfusu 1.120.748'dir.

- 1914 Nüfus istatistiğine göre Ermeni nüfusu 1.221.850'dir.

Her üç grup veri kaynağı değerlendirildiğinde, gerek Osmanlı, gerek Ermeni ve yabancı istatistikler, I. Dünya Savaşı döneminde yaşayan Ermenilerin nüfusunun 1.250.000 civarında olduğunu ortaya koymaktadır.

24 Nisan 1915 Tarihinin Anlamı Nedir?


- Bu tarih, Osmanlı İmparatorluğu'nun sınırları içerisinde serbestçe faaliyet gösteren Ermeni komite merkezlerinin kapatıldığı ve önde gelen üyelerinin tutuklandığı gündür.

Dünya savaşı için seferberlik ilânının üzerinden dokuz ay geçmiştir. Hükümet 24 Nisan 1915’de 14 valilikle 10 mutasarrıflığa bir emirname göndererek ülkenin çeşitli bölgelerinde isyanlar çıkartan, Rus ordusuna katılıp gönüllü alaylar oluşturan, Osmanlı ordusunu arkadan tehdit eden ve Osmanlı Devleti aleyhine her türlü faaliyetin içinde yer alan bütün Ermeni siyasi örgütlerinin dağıtılmasını istedi. Bu tamim üzerine 80 bine yakın Ermeni'nin yaşadığı İstanbul'da 2345 Ermeni tutuklandı. Bu tarih, Osmanlı İmparatorluğu'nun sınırları içerisinde serbestçe faaliyet gösteren Ermeni komite merkezlerinin kapatıldığı ve önde gelen üyelerinin tutuklandığı gündür. Eğer yapılan bir soykırım olsa idi, İstanbul'da geri kalan 78 bin Ermeni'nin de tutuklanması gerekirdi.

Komitelerin kapatılması, ele başlarının ve bazı teröristlerin tutuklanması, olayları yatıştıracağına daha da şiddetlendirmiştir. Osmanlı Hükümeti son insani çare olarak; savaş bölgelerindeki halk ile Osmanlı Devleti'ne karşı casusluk ve hiyanetleri görülenlerin, ayrı ayrı veya birlikte savaş alanlarından uzak yerlere "sevk ve iskanı" için 27 Mayıs 1915'de "tehcir kanunu"nu çıkarmıştır.

Bununla Ermeni hareketine büyük bir darbe vurulmuştur. Ermeniler bu olaydan dolayı 24 Nisan'ı anma günü ilan etmişlerdir. Ancak bu tarihten önce de çatışmalar meydana gelmiştir. Kafkaslarda bulunan Türk ordularına karşılık olarak Ermeniler savunmasız yerleri basmışlar, halk da misilleme yaparak karşı harekette bulunmuştur. Ermeniler kendi yayınladıkları gazete veya dergilerde bu olaylarda Türkleri nasıl katl ettiklerini anlatmışlardır.

24 Nisan 1915 tarihi, Anadolu'nun hemen her köşesinde başlayan ve İstanbul'da o günün Devlet Başkanı'na yönelik suikasta kadar uzanan Ermeni terör ve tedhişine karşı Osmanlı Devleti'nin tutuklamaları başlattığı tarihtir. Bu tarihin Ermeniler tarafından sürekli istismar edilmesinin asıl sebebi, daha sonra yaşanan Ermeni olaylarında elebaşılık yapacak olan kadronun tutuklanmış olmasıdır. Bu tutuklama ile belki de, Türklere yönelik olarak tarihin kaydedeceği en büyük katliamlarından birisi engellenmiştir. Aslında Ermenilerin sindiremediği durum budur.

Kendi Üzerinde yaşadıkları ülkeye ihanet eden, Rus ordusuyla işbirliği yapıp ordumuzu arkadan vuran Ermeniler, aileleriyle birlikte bu kanunla topluca başka yerlere gönderilmişlerdir. İşte bu toplu göç ettirmeye ‘‘Ermeni tehciri’’ denmektedir. Valiler, mutasarrıflar, kaymakamlar, asker ve jandarma denetiminde yola çıkarılan kafileler, genelde Suriye ve Filistin taraflarına gönderilmiştir.

Sevk ve İskan, Soykırım Anlamı Taşır mı?


Arapça asıllı bir kelime olan tehcir, "bir yerden başka bir yere göç ettirmek, yer değiştirmek, hicret ettirmek (immigration, emigration)" manasını taşır; bir "sürgün", bir "deportation" manası yoktur. Bununla birlikte; "Tehcir Kanunu" diye adlandırılan kanunun adı da aslında "Savaş zamanında hükümet uygulamalarına karşı gelenler için askeri tarafından uygulanacak önlemler hakkına geçici kanun"dur. Bu kanuna dayanılarak gerçekleştirilen yer değiştirme uygulamasının anlatımında kullanılan "tenkil (nakletme)" tabiri de batı dillerinde "sürgün" anlamına gelen "deportation", "exile" veya "proscription" gibi terimlere karşılık değildir.

Gerçekleştirildiği 1915'ten günümüze kadar yer değiştirme uygulaması hakkında çok şey yazılıp çizilmiştir. Ermeniler, uydurma belgelerin arkasına gizlenerek, dünya kamuoyunu uzun süre kandırmayı başarmışlardır. Başlangıçta üç yüz binlerden başlayıp, üç milyonlara kadar varan rakamlarla ifade edilen Ermeni katliâmı hikâyelerinin hiçbir dayanağı bulunmamaktadır. Nitekim İstanbul'un işgal edildiği dönemde İngilizler ve Fransızlar, Osmanlı arşivini yeterince araştırmalarına rağmen soykırımı imâ edecek tek bir belgeye dahi rastlamamışlardır.

Sevk ve İskan anlamındaki tehcir, meskun bir grubun bir başka yere nakledilmesi ve yeniden iskan edilmesi anlamındadır. Osmanlı Devleti'nce yapılan uygulamada, Ermeni vatandaşları, gemilere, trenlere bindirilerek sınır dışı edilmemiş, gaz odalarında ya da fırınlarda yok edilmemişlerdir. Yapılan uygulama sürekli toprak kaybeden İmparatorluğun dağılmasını önlemek üzere, Osmanlı Devleti yöneticilerince zorunlu görülmüş bir tedbirdir. Buna rağmen Devlet Yöneticilerinin büyük bir soğukkanlılıkla hareket ettikleri görülmektedir. Göç ettirilenlerin sevklerinde uyulacak esaslar, kararnamelerle düzenlenmiştir. Bu kararnamelerde göç edenlerin hakları ve bunlara verilmesi gereken her türlü hizmet detayları ile birlikte belirtilmiştir.

Oysa soykırım, özellikle günümüzde, dünya kamuoyundaki algılamalarıyla çok muğlak bir terim haline gelmiştir, ikinci Dünya Savaşından sonra icat edilen ve 1948'de Birleşmiş Milletler tarafından tescil edilen "soykırım" terimi doğrudan Nazi Almanyası tarafından yürütülen Yahudi soykırımı örneği üzerinde kurulmuştur. Bunun ise Ermeni olayları ile bir tutulamayacağı açıktır. Ancak, zamanla kavram genişletilmekte ve göreceleştirilmektedir. 2 Ağustos 2001 tarihinde Sırp general Radislav Krstiç, Serebrenica da katledilen 7.500 kişinin sorumlusu olarak Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından "soykırım" suçlamasıyla 46 yıl hapse mahkum edilmiştir. Oysa Serebrenica olayı iç savaş kapsamında meydana gelen bir olaydır ve 1915 olayları ile karşılaştırmalara çok daha açıktır. Azerbaycan hükümetinin 1993'te 600 küsur kişinin ölümüne yol açan Hocali katliamının "soykırım" olarak kabul edilmesi talebi bu kavramdaki gelişmelerin başka bir örneğidir.

Soykırım; ırk, milliyet, etnik ve din farklılıkları nedeniyle insan gruplarının yok edilmesidir. Bu suç direkt olarak bir hükümet tarafından veya onun rıza göstermesi ile işlenebilir. Birleşmiş milletler genel kurulu dünyada soykırım suçunu önlemek ve cezalandırmak için 1948'de "soykırım sözleşmesini" kabul etmiş ve Türkiye de bu sözleşmeye 1950 yılında taraf olmuştur.

Soykırım dendiği zaman, II nci dünya savaşı boyunca Nazilerin Yahudilere ve diğer etnik gruplara karşı giriştikleri kitlesel kıyım akla gelir. 1939 ila 1945 yılları arasındaki dönemde, 5-6 milyon Yahudi, 3 milyondan fazla Sovyet savaş tutsağı, birer milyondan fazla Polonya ve Yugoslavya sivil halkı, 200.000 civarında çingene ve 70.000 özürlü insanın canına kıyılmıştır. İşte soykırım budur.

Bunlara ilave olarak, Birleşmiş Milletler'in önleyici yönde sözleşmesi olmasına rağmen, modern çağda da sayısız soykırım olayı görülmüştür. Örneğin 1965-1966 yıllarında Endonezya ordusu bir milyon komünisti ve ailelerini öldürmüş, 1975-1979 yılları arasında Kamboçya'da Kızıl Kmerler 1.7 milyon Kamboçyalı'yı katletmiş, 1994'de Ruanda'da 500.000 Tutsi, Hutular tarafından öldürülmüş ve 1991'den sonra Bosna-Hersek ile Kosova'da binlerce Müslüman Sırp vahşeti sonucu hayatını kaybetmiştir.

Soykırım suçu, gerçek anlamda yukarıda örneklenmiş olan olaylarda işlenmiştir. Ermenilerin iddia ettiğinin aksine, 1915 yılında doğu Anadolu bölgesindeki Ermenilere yönelik uygulama, sadece güvenliğin sağlanması amacıyla imparatorluk içinde başka bir bölgeye göç ettirme olup soykırım ile hiç bir alakası yoktur.

Tarih boyunca sayısız göç ve sürgün olayına maruz kalan Ermenilerin, bunların hiç birini gündeme getirmeden, sadece 1915'de Osmanlı devleti tarafından son derece haklı gerekçelerle göçe tabi tutulmalarını sözde soykırım adı ile sorun haline getirmeleri maksatlı olup, Türkiye'nin bütünlüğünü bozmaya yönelik politikaların bir ürünüdür. Batılı ülkelerin, Afrika ve Balkanlar'da yaşanmakta olan gerçek anlamdaki soykırım hareketlerine seyirci kalarak, sözde Ermeni soykırımına sahip çıkmaları, bunun en iyi göstergesidir.

İngiltere, Batı Anadolu'daki Rum tebaaya güvenerek, Yunanistan'a bölgeye çıkış izni vermiş ve bölgede, kendi denetiminde bir ''İonya Devleti'' oluşturmaya çabalamıştı. Eğer Sakarya'daki inanılmaz direnişimiz olmasaydı, bu politikanın başarılı sonuçlanması bile mümkündü. İngiltere’nin Batı Anadolu'da Rumlara güvenerek uyguladığı bir politikanın benzerini Fransa, Kilikya bölgesinde (Gaziantep, Urfa, Maraş, Adana vs.) Ermeni nüfusa güvenerek uygulamaya çalışmıştır.

Fransız askerleri bölgeyi terk ederlerken, kaderlerini Fransızlara bağlamış olan bölge Ermenileri de kitleler halinde Suriye ve Lübnan'a göçtüler. Bugün kimi Suriye kentlerinde ve Lübnan'da ve özellikle Beyrut'taki Ermeni cemaatleri, bu gelişmelerin sonucudur.

Tehcir Kanunu ve Uygulaması

Osmanlı Hükümeti’nin bütün iyi niyetine rağmen, ülkede Ermeni olaylarının giderek yoğunlaşması, savunmasız kalan Türk kadın ve çocuklarına Ermeni saldırılarının artması ve ordunun bir çok cephede savaş halinde bulunması nedeniyle mahalli isyanların topyekün bir ihanete dönüşmemesi için, cephe gerisinin emniyete alınması ihtiyacı doğmuştur. Devlet, 21 Mayıs 1915 tarihinde Tehcir Kanunu’nu uygulamaya koymuştur.

Burada devletin herhangi bir grubu kast etmediği ve savaş esnasında ordusunun ve insanlarının emniyetini korumayı amaçladığı dikkat çekmektedir. “Sevk ve İskân Kanunu” adını taşıyan bu kanun, “Tehcir Kanunu” adıyla da bilinmektedir.

Osmanlı Hükümetinin, sevk ve iskân uygulamasını o günün zor koşullarında bile bir yasaya dayandırdığını görmekteyiz. 27 Mayıs 1915 tarihinde çıkarılan “Tehcir Kanunu” olarak anılan bu yasanın ikinci maddesinde “Askerlere yönelik hareketleri, casusluk veya ihanet ettikleri tespit edilen köy ve kasaba sakinleri tek başlarına veya toplu halde başka mahallere sevk ve iskân edileceklerdir” deniyordu.

Yer değiştirmenin ise nasıl yapılacağı, Bakanlar Kurulu Kararında esaslara bağlanmıştır.

Eski mali ve iktisadi durumları göz önünde tutularak kendilerine emlak ve arazi verilecek muhtaç olanlara Hükümetçe mesken inşa edilecek çiftçi ve zenaat erbabına tohumluk ve alet edevat temin olunacaktır.

Ermeniler taşınabilir mal ve eşyalarını beraberlerinde götürecekler veya bunlar sonra kendilerine ulaştırılacak, gayri menkulleri müzayede ile satılacak bedelleri kendilerine ödenecektir. Kısaca Ermeniler’in ayrıldıkları yerlerle ilgileri kesilecektir.

Talat Paşa 30 Temmuz 1915’te yayınladığı ek bir kararla, düşük fiyatlar üzerinden mal satın almış kimseler varsa, bu durumda, daha önce yapılmış satışları iptâl etmek normâl fiyatlar üzerinden satış yapılmasını ve kanun dışı kâr teminini önlemek için gerekli tedbirlerin alınmasını ilgili makamlardan istemiştir.

Ayrıca sevke tabi tutulanların sağlık durumlarının kontrol edilmesini, hastalara, hamile kadınlara ve bebeklere sevk esnasında gerekli ihtimamın gösterilmesini, hastaların kadın, çocuk ve yaşlıların demiryoluyla, geri kalanların ise atlarla ve arabalarla sevk edilmelerini her kafileye yiyecek temin edilmesini ve kafilelere muhafız kişilerin refakat etmesini de temin etmiştir. Ayrıca kafileye yapılacak muhtemel saldırılara karşı emniyet tedbirleri alınmasını bu konuda ihmali görülenlerin Divan-ı Harb’e verilmesi kayda bağlanmıştır.

Hükümetin göçe tabi tuttuğu Ermenileri gerek nakil sırasında gerekse konaklama yerlerinde taciz etmeye çalışacakların divan-ı harbe verileceğini, ayrıca göç edenlerle doğrudan temasta olan devlet memurlarından görevini suiistimal edenlerin de hemen işten alınarak mahkemeye sevk edilmelerini kararlaştırması olayın insani boyutunu ortaya koymuştur.

Öte yandan Ermenilerden zararlı kimselerle komite reislerinin sürülmeleri konusunda Hükümetin çıkardığı tebligatın, bazı yerlerde yanlış anlaşıldığı görülmektedir. Buna bağlı olarak pek çok yerde, yakalanan Ermeni çeteler, faaliyetlerini daha rahat sürdürebilecekleri yerlere sevk edilmiştir. Bunun üzerine Talât Paşa 19 Mayıs 1331’de (1 Haziran 1915) bütün vilâyetlere bir tamim daha yayınlayarak bu gibi Ermenilerin bulundukları yerlerden alınarak fesat çıkarmasına imkân bulamayacakları yerlere yerleştirilmelerini ve sürgün işleminin sadece bozguncu ve isyancı Ermenilere uygulanmasını tebliğ etmişti. Ayrıca tehcire tabi tutulan Mamuretülaziz vilâyetine gönderilen 31 Mayıs 1331 (13 Haziran 1915) tarihli şifre ile de, Divân-ı Harb-i Örfî’ye verilmiş Ermenilerden başka, sürülmesi gereken Ermenilerin bu konudaki hususî tebligata uygun olarak vilâyetin uygun yerlerinde bulundurulması ve bunların Musul’a sevklerine ihtiyaç ve lüzum olmadığını, şimdilik aileleriyle birlikte nakl-i hâne suretiyle vilâyet hâricine Ermeni sevkinin uygun görülmediği bildirilmişti.

Savaş başından sonucuna kadar Ermeni kaybı 200.000 civarında hesaplanmaktadır. Türk hükümeti kendi ordusunun harekatında gerekli tedbir ve teçhizatı alamadığı için sadece Sarıkamış’ta 80.000 civarında asker kaybetmiş, memleket dahilinde salgın hastalıkları önleyememiştir. Devletin Müslüman vatandaşları da sıhhi, ekonomik ve emniyet bakımından son derece sıkıntı çekmiştir. Bu durumda Ermenilere çok ihtimamlı bir davranış beklemek hatalı olacaktır.

Bu arada Osmanlı hükümetinin gerek göç ettirilen insanlara kötü davranan gerekse kafilelere saldırılarda bulunanları ele geçirmeğe gayret gösterdiğini biliyoruz. Söz konusu gerekçe ile Sıkıyönetim Mahkemelerinde yargılanan yaklaşık 1400 kişiden bir kısmı idam, diğerleri çeşitli cezalarla cezalandırılmışlardır . İstanbul’u işgalden sonra batılı devletler de bütün gayretlerine rağmen böyle bir katliâmı belgeleyememişlerdir. Halbuki Ruslarla beraber hareket eden Ermenilerin 1914-19 döneminde bir milyondan fazla Türkü öldürdükleri kaynaklarla sabittir.

Tehcir tabii olarak çok zor şartlarda gerçekleşmiştir. geçmiştir. Binlerce insanın bir anda yerlerinin değiştirilmesi muhakkak ki kolay bir şey değildir. Bununla beraber, kafilelerin hangi güzergâhtan gideceği, toplanma mahallerinin önceden tespiti, nakilde özellikle tren istasyonlarının merkez olarak seçilmesi ve naklin büyük ölçüde trenle yapılması, kafilelerin iaşe ihtiyacının devlet tarafından karşılanması, kafilelere sıhhiye memurları tayin edilmesi, kafilelerin güven içinde hareketleri için zabtiye eşliğinde gönderilmeleri gibi tedbirlerin alınmış olması, tehciri, belki de asrın en sistemli yer değiştirmesi haline getirmiştir.

Ancak yukarıda da belirttiğimiz gibi, nakil sırasında, Ermeni çetelerinin katliamına uğrayan halktan bazı gurupların kafilelere bir tepki olmak üzere meydana gelmiş ve yaklaşık dokuz-on bin kişi katledilmiştir. Ayrıca tıpkı Rumeli’den Anadolu’ya göç eden Türklerde olduğu gibi, bu şekilde büyük nüfus kütlelerinin yer değiştirmelerinde her zaman rastlanacak bulaşıcı hastalıklar sebebiyle de ölümler meydana gelmiştir. Hiç şüphesiz bunların hiçbiri tehcir emrini verenlerin istedikleri şeyler değildir. Nitekim görülen sui istimallere karşı, devamlı tedbirler alınmış, kafilelerinin korumasız çıkarılmaması için emirler verilmiş, sui istimali görülenler cezalandırılmıştır.

Osmanlı Devleti, bir tedbir olarak, savaş müddetince, önce savaş sahasına yakın yerlerdeki Ermenilerden başlamak üzere mecburi iskân uygulamıştır. Bununla beraber devlete bağlılığı bilinen Ermeniler, bu kararın alınmasına rağmen tehcir harici tutulmuştur. Ayrıca yollarda açlıktan da ölümler olduğu belgelerden anlaşılmaktadır. Bunun dışında tifo, dizanteri gibi hastalıklar de yaklaşık 25-30 bin kişinin öldüğü tahmin edilmektedir ki, bu şekilde 40 bine yakın kişi yollarda kaybedilmiştir. Kalan 10-16 bin kişinin bir kısmı, yola çıkarılmış olmakla birlikte, henüz iskan bölgesine varmadan yer değiştirmenin durdurulması sebebiyle, bulundukları vilayetlerde alıkonulmuştur. Mesela 26 Nisan 1916'da Konya iline, ilde henüz yollarda olan Ermenilerin sevk edilmeyerek il dahilinde iskan edilmeleri için yazı gönderilmiştir. Öte yandan yer değiştirme kapsamında bulunan Ermenilerden bir bölümünün Rusya'ya, Batı ülkelerine ve Amerika'ya Bütün bunlardan anlaşılacağı üzere, Osmanlı tebaası pek çok Ermeni, harpten önce ve harp içinde Amerika ve Rusya başta olmak üzere çeşitli ülkeler dağılmışlardır.

Öte yandan yer değiştirmeye tabi tutulan Ermenilerin sayısının 500.000 civarında olduğu belirlendiğine göre, sevk ve iskana tabi tutulmayan Katolik ve Protestanlarla yine yer değiştirme dışında tutulan İstanbul, Bursa, Kütahya vs. Ermenilerinin ve bu sırada Rus işgali altında bulunan Kars ve Van gibi doğu illerindeki Ermenilerle birlikte, Osmanlı Ermenilerinin toplam nüfuslarının da ancak 600.000 ila 800.000 arasında olduğu ortaya çıkmaktadır.

Nitekim 1918 yılında, Ermeni Delegasyonu Başkanı olan Boghos Nubar Paşa'nın Fransa Dışişleri Bakanlığı Yüksek Yetkili Bakanı Monsieur Gout'a gönderdiği raporda: Kafkasya'da 250.000, İran'da 40.000, Suriye-Filistin'de 80.000, Musul-Bağdad'da 20.000 olmak üzere 390.000 kişinin Türkiye'den sürgün edildiğini, aslında sürgünlerin toplam sayısının 600-700 bin kişiye ulaştığını ve bunlardan ayrı olarak çöllerde şuraya buraya dağılmış sürgünleri kapsamadığını bildiriyor.

Boghos Nubar Paşa'nın verdiği rakamlardan 290 bin kişinin yer değiştirme uygulaması dışında Osmanlı topraklarını terk edenler olduğu anlaşılıyor. Göç ettirilenlerin toplam sayısı olarak verilen 600-700 bin kişiden 290 bin kişi çıkarılacak olursa, yer değiştirmeye tabi tutulan nüfusun 400 bin civarında olduğu görülüyor. Bu da Ermeni delegasyonu başkanının, yer değiştirmenin gerçekleştirilmesi sonrasına, yani 1918 yılına ait verdiği sayılarla, Osmanlı belgelerinde verilen rakamlar arasında büyük ölçüde uygunluk görünmekte ve Ermenilerin iddia edildiğinin aksine sağ salim iskan yerlerine vardıklarını ve dolayısıyla soykırım iddialarının ne kadar dayanaksız olduğu ortaya çıkmaktadır.

Buradan hareketle tehcir uygulamasında; Kafkasya'ya 345 bin, Suriye'ye 140 bin, Yunanistan ve Ege Adalarına 120 bin, Bulgaristan'a 40 bin. İran'a 50 bin, Lübnan'a 50 bin. Ürdün'e 10 bin. Mısır'a 40 bin, lrak'a 25 bin. Fransa ABD Avusturya vd. 35 bin olmak üzere, toplam 855.000 Ermeni'nin göçe tabi olduğu anlaşılmaktadır. Bu rakam Türk araştırmacılar tarafından da 800 bin civarında kabul edilmektedir. Ermeni hareketle 855 bin rakamı 1914 Ermeni nüfusundan çıkarıldığında, geriye 366.850 kişi kalmaktadır. Göçe tabi tutulmayan nüfus ise 167.778'dir. 82.880'i İstanbul, 60.119'u Hüdavendigar'da (Bursa). 4548'i Kütahya Sancağı ve 20.237'si Aydın vilayetinde bulunmaktaydı. 366.850'den göçe tabi tutulmayan 167.778 kişi çıkarıldığında ise yaklaşık 200.000 kişi kalmaktadır. Ermeni belgelerine dayanılarak yapılan bu çalışma sonucunda; İtilaf Devletleri saflarına katılarak Osmanlı ile savaşta ölen, yurtdışına kaçan, tehcir sırasında çeşitli nedenlerle ölen veya eşkıya tarafından öldürülen Ermeni sayısının yaklaşık 200.000 kişi olduğu söylenebilir. Kimi yabancı yazarlar. Osmanlı ordusunu arkadan vuran ve Rus ordusu saflarında savaşan Ermenilerin sayısını 180 bin olarak vermektedir. Bazı belgeler ise 200.000 kişiden önemli bir bölümünün göç ettirilmeyen dört merkezi İstanbul, Aydın, Kütahya ve Adana civarına geri döndüğü, bir kısmının saklandığı ve daha sonra yurtdışına çıktığını kanıtlamaktadır. Buradan görüleceği üzere Ermeni iddialarında esas alınan rakamların, tamamen hayal mahsulü ve propaganda maksatlı olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca kimsenin görmek istemediği bir gerçek daha vardır: o da ölen Türklerin sayısıdır. Justin Mc Carthy bu konuda şunları belirtmektedir: "Ölü Ermeni sayısı ele alınırken ölü Müslüman sayısını da göz önüne almalıyız. İstatistikler çoğunun Türk olduğu 2.5 milyon Müslüman'ın da öldüğünü söylemektedir. Ermenilerin yaşadığı 6 vilayette 1 milyondan fazla Müslüman ölmüştür... Sivas ili savaş sınırları içinde değildi. Rus ordusu asla bu kadar içeri girmedi. Fakat Sivas'ta 180 bin Müslüman öldü. Aynı şey bütün Anadolu için geçerliydi.

Bu durumda tehcir uygulaması sırasında toplam 855 bin Ermeni'nin göçe tabi olduğu anlaşılıyor. Bu 855 bin sayısı l milyon 250 bin olan 1914'teki toplam Ermeni nüfusundan çıkarıldığında, geriye yaklaşık 366 bin kişi kalıyor. Göçe tabi tutulmayan nüfusun ise 82 bin 880'inin İstanbul, 60 bin 119'unun Bursa'da, 4 bin 548'inin Kütahya Sancağı'nda ve 20 bin 237'sinin de Aydın viláyetinde bulunmak üzere 167 bin dolayında tahmin ediliyor. Göçe tabi tutulmayanların sayısı 366 binden çıkartıldığında, geriye kayıp gözüken 200 bin kişi kalıyor. Bu sayı da Ermeni lobisinin 1,5 milyon Ermeni'nin öldüğü iddiasının ne kadar abartılı olduğunu gösteriyor.

Eğer hükümet Ermeniler’i topyekün imha etmek niyetinde olsaydı, herhalde bunu aylarca süren bir tehcir yoluyla ve bütün devletlerin dikkatini çekerek değil, Ermeniler’in bulundukları yerlerde ve özellikle cephelere yakın bölgeler de çok kolay şekilde yapabilirdi.

Tehcir Sırasında Bazı Amerkan Heyetlerinin Faaliyetleri

Near East Relief Society adlı Amerikan yardım kuruluşunun tehcir sırasında Ermeniler’e yardım etmek üzere Anadolu’da görev yapmasına Osmanlı Hükümeti tarafından izin verilmiştir. Bu durumda eğer katliam emri verilmişse, Amerikan kuruluşlarının faaliyet göstermesine ve katliama tanık olmasına hiç izin verilir miydi ?

Anadolu’ya Dr. Moore başkanlığında gönderilen Amerikan heyetinin esas görevi tehcir ve ölüm olaylarını yakından görüp incelemekti. Türk dostu olarak bilinen Dr. Moore’un Türkiye’ye gelmesi memnuniyet yaratmıştı. Çünkü Doğu Anadolu halkının uğradığı Ermeni mezaliminin izlerinin yakından görülmesi, heyet üyelerine Türkiye lehine görüş bildirmelerine neden olabilirdi .

Bunun yanısıra, Amerikan Kızılhaçının Ermeni ve diğer Hıristiyan yetim çocuklarını Türk yetimlerine tercih ettikleri hakkındaki acı gerçek, birçok Amerikan araştırma heyetlerince de belgeleriyle ortaya konmuştu. Bölgede mevcut yirmi merkezin raporlarına göre, Amerikan yardımı alan 15 bin yetimin çoğu “Türk Kızılayı” ndan yardım alıyordu. Öyle ki, Harbord’tan sonra Amiral Mark Bristol Amerikan Kızılhaçını sert bir dille eleştirerek şöyle diyordu : "Ermeniler, Rumlar ve Gürcüler öteki Müslümanlara açıkça tercih ediliyorlar. Halbuki şefkat ve insaniyetin din ayırımı yoktur ; kalp ve vicdan birliği vardır” .

Amerika Birleşik Devletleri, Yakın Doğu’ ya Yardım Komisyonu üyelerinden Binbaşı Yowell 5 Mayıs 1922 tarihli açıklamasında, Türkleri Anadolu’ daki Ermenilere ve diğer Hıristiyan azınlıklara karşı yeni bir katliam hazırlığı içinde olmakla itham ediyordu. “Türkiye’ deki Amerikalıların sınır dışı edilmesini, dostlukla bağdaşmayacak bir davranış olarak niteleyen Yowell, Anadolu’ daki Hıristiyan azınlıkların, Türklerin yeni bir saldırısına uğradıklarında gerekli dış yardımı alamazlarsa topyekû n yok edilerek tarih sahnesinden silinmeleri söz konusu olacağı uyarısını yapıyordu. Hatta Harput ve dolaylarında faaliyet gösteren Yardım Heyeti üyeleri de Türk makamlarının haksız ve kaba davranışlarına katlanmak zorunda kalmışlardır !!. Oysa bu yardımsever Amerikalılar, Hıristiyan çocuklarının yanısıra Türk çocuklarına da yararlı olmaktaydılar.”. Acaba gerçek durum ne merkezdeydi ?

Bilhassa fakr-ü zaruret, geleceğimiz olan yetimlerin ruhunda müthiş tahribat yapıyordu. K.Karabekir Paşa, Erzincan’da uryan ve sefil bir durumda bulunan 200 kadar erkek yetim çocukları kolordu himayesine aldı. Bu çocuklar, Hilâl-i Ahmer’in cüz’i yardımı hariç tutulursa, hükümetten hiçbir şekilde himaye ve yardım görmemişlerdi. Vilâyât-ı müstevliye halkına dağıtılmak üzere hükümetin tahsis ettiği yedi milyon zahirenin önemli bir kısmını Trabzon’a nakleden Amerikan Heyeti, bu erzaktan dahil-i vilâyât halkına bir şey vermemişti. Bunları, Trabzon’da sahil halkına, özellikle gayr-i Müslim halka dağıtıyordu .

Halk, Amerikan Muavenet Heyetinin Giresun’ daki Rum ve Ermeni eytamhanelerine yirmişer bin liralık muavenette bulunduğu halde Müslüman darüleytâ mını ziyaret etmek bile istemediklerini söylüyordu. Büyük çoğunluğu Gümüşhane, Bayburt, Kelkit ve Şiran havalisinden göç etmiş on binlerce muhacir aç ve sefil bir şekilde sokaklarda yatıyordu. Bir kısım muhacirler tamamen çıplak halde olduklarından Trabzon dışında hendeklerde barınıyor, dışarı çıkmıyorlardı. Buna karşılık, Trabzon’ da Amerikalıların ve Yunan Sâlib-i Ahmeri’nin yardımlarıyla Hıristiyanlardan bir kişinin bile yurtsuz ve sefil kaldığı görülmemişti . Hilâ l-i Ahmer ise tüm yokluklara rağmen var gücüyle hiç bir ayırım yapmadan halkın yardımına koşuyor, acılarını hafifletmeye çalışıyordu. Nitekim Şark-ı Karib Muavenet Cemiyeti tahsisatından (1922 yılı için) yetimler için aylık Harput’a 50.000, Samsun’a 30.000 ve Sivas’taki yetimler için de 20.000 lira ayrılmıştır. Cemiyetin ayırdığı bu tahsisattan Türk yetimlerine Harput’ta 2000, Samsun’da 500 ve Sivas’da 400 lira harcanmıştır. Bu arada cemiyet, Urfa, Gaziantep ve Kahramanmaraş’ta da birer yetimhane kurmuştur .

İkinci Damat Ferit Hükümeti döneminde Harbiye Nazırı olan Süleyman Şefik Paşa, yaveri yüzbaşı Cemal Bey’i Anadolu’ya hareket eden Amerika Yakındoğu Yardım Heyeti’nde görevlendirdi. Cemal Bey, Miralay Daily’nin refakatinde 8-13 Eylül 1919 tarihleri arasında, heyetin Erzurum, Erzincan ve Trabzon şubelerine ziyaretlerde bulundu. 13 Ekim 1919 tarihinde söz konusu heyetlerdeki görevinin sona ermiş olduğuna dair verilen yazılı emir üzerine İstanbul’a dönen Cemal Bey, vermiş olduğu raporda, "Daima Rum ve Ermenilerin mağdur ve mazlum gösterilerek, heyetin dikkat ve merhametinin sadece gayr-i müslim unsurlar üzerine çekildiğini, dolayısıyla yalnız Hıristiyanların himayeye mazhar olup, yardım aldığını" vurguluyordu .

Bu arada Elazığ vilayetinden Dahiliye Nezaretine gönderilen 9 Aralık 1919 tarihli bir şifre telgrafta, seferberlikten önceki kayıtlara göre vilayetin genel nüfusunun 497.000 olduğu, bunun 433.000 kadarının Müslüman, 27.000 kadarının da diğer unsurlara mensup gayr-i Müslim olduğu hatırlatılıyordu. Harbin Müslüman nüfus üzerine etkisi olmakla beraber tehcir sırasında başka yerlere sevk olunan Ermenilerden birçoğu dönmemiş, bir taraftan da peyder pey Klikya bölgesine hicret etmekte bulunduklarından, gayr-i müslim nüfusta bir hayli değişiklik olduğu belirtiliyordu. Bu nedenle yeniden nüfus sayımı yapılmadıkça, tahmini de olsa vilayetin şu sıradaki mevcut nüfusu hakkında sağlıklı bir bilginin verilemeyeceği ilave ediliyordu .

Suriye’de manda idaresi kurmanın getireceği yükler ve sağlayacağı çıkarlar konusunda incelemelerde bulunmak üzere Wilson tarafından görevlendirilen King-Crane komisyonu, aynı zamanda Ermeni meselesinde büyük bir sorumluluk üstlenmişti. Son zamanlarda finansal destek vererek, Ermenileri tahrik eden Near East Relief, büyük bir anti Türk propaganda kampanyası sahneye koymuştu .

Doğu Anadolu bölgesindeki Türkleri dikkatle izleyen heyet, öne sürüldüğü gibi Ermeni çoğunluğun olmadığını görmüş, Ermenilere zulüm yapıldığı iddialarını doğrulayan herhangi bir kanıta da rastlamamıştı. General Harbord, yokluk ve çaresizlik içindeki Anadolu insanının sıcak ilgisiyle karşılanmıştır. Sivas’ta kaldığı süre içinde Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın konuğu olan General Harbord, ondan tüm gerçekleri dinlemişti. Bu görüşmelerde Hüseyin Rauf Bey (Orbay) ile Alfred Rüstem Bey tercüman olarak bulunmuştu. İki günlük görüşmenin ardından Erzurum’a hareket edildi. Amerikan Heyeti, yolda çok ağır ilerliyordu. Yol boyundaki hemen her köye giriliyor, inceleme yapılıyordu. Girilen her köyde, Ermeniler’in, köylülere nasıl eziyet ettiklerinin izleri görülüyordu. Köylerdeki Ermeni kiliseleri, okulları ve mezarları yerinde duruyor ama, camiler, medreseler ve Müslüman mezarlıkları ise yakılmış ve yıkılmış vaziyette bulunuyordu. İnsanlar, işkenceye uğradıklarını söylüyorlardı. General Harbord’un heyetinde, Ermeni asıllı görevliler de vardı. Onlar da, Anadolu gerçeğini görüyor ve yaşıyorlardı. Bir süre sonra Erzurum’a ulaşıldı. Kâzım Karabekir Paşa’nın Kolordusu, konuğu görkemli bir törenle karşıladı. Zaten Erzurum’daki 15. Kolordu, vatan sathındaki diğer askeri birliklere göre güçlüydü.

Erzurum’daki bazı Türk mahallelerinde Ermeniler, taş üstünde taş bırakmamıştı. Ermeniler’in kalabalık olduğu semtlerde ise herşey yerli yerinde duruyordu. Harbord, Erzurum temaslarını bitirip, Kars üzerinden Erivan’a doğru hareket kararı aldı. General Harbord, Erzurum’da büyük bir konukseverlikle karşılandığını Kâzım Karabekir Paşa’ya açıklıyor, kendisiyle vedalaşırken de “Gerçekleri yerinde gördüm” diyordu.

Türkiye’deki 20 merkezin verdiği raporlara bakılırsa, 15. 000 kadar yetim Amerikan yardımı almaktaydı. Fakat yardıma muhtaç olanların sayısı bunun iki katı idi. Bunların çoğu " Hilâ l-i Ahmer" den yardım görüyordu. 20. 000 kadarı da Transkafkaslar’da çeşitli yardım kuruluşları tarafından bakılıyordu. Doğu Anadolu’da ise hemen her yer harabe halindeydi. Ermeniler ise, bölgeye henüz Amerikan yardımı ulaşmadığı için, kışı Türk Hükümeti’nin sağladığı olanaklarla geçirmeye çalışıyorlardı. Aynı bölgedeki Türk köylülerinin durumu nispeten biraz daha iyi idi. Fakat onlar da aynı şekilde kışa karşı korumasız, yoksul ve perişan bir durumdaydılar. Doktor bulunmadığı gibi, ilaç diye de bir şey yoktu. Harabe halindeki köylerin bir kısmı, Ermeni saldırıları sırasında, Rus işgalinde veya Osmanlı Devleti çöktükten sonra Ermenilerin ve Rusların geri çekilmesi sırasında yakılıp, yıkılmıştı. Ülkenin içinde bulunduğu koşullar, yetişmiş insan kaybının yitirilmesi nedeniyle yeterince doktor bulunmadığı gibi, ilaç son derece az bulunuyordu. Hastane ve malzeme eksikliği nedeniyle, tifüsten ölen Türk askerinin sayısı yüz binlerle ifade ediliyordu.

O sırada Ermeni zulmünden kaçan bir kısım Müslüman halk Konya’ya gelmiş bulunuyordu. Giderken veya dönerken oraya uğramaları muhtemel olan bu heyetin Konya’yı ziyaretinde Müslüman muhacirlerle temas etmelerinde mutlak yarar vardı. Çünkü bu mezalimin şahidi veya bizzat mağduru olan bu insanların, Amerikan heyetine olayların gerçek yüzünü ve boyutlarını göstermeleri gerekiyordu.

Ancak bu isyanlar sırasında meydana gelen çatışmalarda birçok Türk ve Ermeni çocuğu anasız ve babasız kalmıştır. Devlet bu yetimler için ayırım gözetmeksizin 1915 yılının başlarında dar’ ül eytamlar kurmuştur. Yetimhanelere alınan bu zavallı çocuklar milliyetlerine göre buralara yerleştirilmişlerdir.

Mütareke sonrasında devlet kanalıyla açılan yetimhaneler kapatılınca bu defa azınlıklar yeni yetimhaneler açmıştır. Mütareke sonrası açılan yetimhaneleri özellikle Amerikan misyoner cemiyetleri desteklemiştir. Savaş süresince İtilaf Devletleri ve özellikle İngiltere, Ermeni ve Rum yetimlerine yardım etmiştir. Mütarekeden sonra ise Ermeniler tarafsız yetimhaneler kurmuşlardır. Buraya Müslüman çocuklar da alınmıştır. Ancak bu çocuklar Hıristiyan olmaya zorlanmıştır. Türk Kızılay Hanımlar şubesinden Neziye Veli Hanım bu durumu protesto ederek istifa etmiştir .

Daha sonra Anadolu’da Hıristiyan veya azınlık yetimlerin artması ve bunlarla yakinen fazla ilgilenemediği için cemiyet, gayr-i Müslim yetim çocukları Amerika’ya göndermiştir. Örneğin cemiyet aracılığı ile Aralık 1922’de 3000 Ermeni yetim çocuğu bir Fransız gemisiyle Amerika’ya gönderilmiştir. Millî Mücadelenin zaferle sonuçlanmaya başlaması ve Anadolu’daki yerli Rum ve Ermenilerin, Yunan ordusuyla birlikte kaçması veya savaşta birçoğunun öldürülmüş olması sebebiyle Anadolu’da birçok Hıristiyan çocuğu yetim kalmıştı. Büyük taarruzdan sonra bu çocukların sayısı hızla artmıştır. Osmanlı Devleti, yetimhaneleri mütareke öncesi kapatmıştır. Hıristiyan çocukları için azınlık cemaatleri ve misyoner cemiyetleri yetimhaneler kurarken, Türk yetimleri için de hayırsever Müslümanların öncülüğünde çeşitli yerlerde yetimhaneler kurulmuştur. Özellikle Kâ zım Karabekir Paşa, Türk yetimlerine büyük yardımlarda bulunmuştur. Kâ zım Karabekir’den başka bu dönemde yetimhanelere en büyük yardımı Kızılay ve Amerikan Şark-ı Karib Cemiyeti yapmıştır.

Cemiyet, Anadolu’daki Hıristiyan yetimleriyle yakından ilgilenerek asimle edilmemesi için çalışmıştır. Ancak Mondros Mütarekesi sonrasında Anadolu’dan toplanarak İstanbul’a gönderilen Türk ve Müslüman çocuklara sahip çıkan Ermeni ve misyoner cemiyetleri, bir süre sonra bunları Hıristiyanlaştırmışlardır . Bu arada Türk yetimlerine de cüz’i yardımlarda bulunarak göze batmamaya çalışmışlarsa da, Ankara Hükümeti bir süre sonra cemiyetin bu tür faaliyetlerinden rahatsız olacaktır. Nitekim Müdafaa-i Milliye Vekâ leti, Kızılay’dan bu cemiyetin faaliyetlerini kontrol etmesini isteyecektir .

Ancak, bu heyetlerin aynı zamanda gittikleri bölgelerdeki Türk ve Ermenilerin sayısını da araştırdıkları anlaşılmaktadır. Osmanlı Hükümeti, o sıradaki nüfus oranının Türkler aleyhine olmasından doğabilecek mahzurların bilincinde idi .

Nitekim Dahiliye Nezareti, Elazığ vilayetine gönderdiği “müsta’cel” kaydı konulan şifre genelgeyle konuya olan hassasiyetini dile getiriyordu.

Fransız ordusunda Fransız üniformasıyla 4.000 kadar Ermeni askerinin bulundurulması Adana ve çevresinde daimi bir gerginliğe neden oluyordu. Savaş sırasında şehir civarında bulunan çiftliklere Türkler tarafından el konulmuştu. Şimdi ise, Hıristiyan halk bu arazilerin sahiplerine iade edilmesini istiyordu. Ancak bu gibi kavgalı araziler ekili durumdaydı. Dolayısıyla hasadın tamamlanmasına kadar Türklerin bu çiftlikleri ellerinde tutmalarının engellenemeyeceği umulmaktaydı.

Haleb şehrinin nüfusu ise 75 ila 110 bin arasında değişmektedir. Tehcirden sonra iade edilen 40 bin kadar Hıristiyan halk burada, barakalarda iskâ n edilmişti. Bu insanlara, Amerikan Kızılhaçı ve Yardım Heyeti ile bir İngiliz teşkilatı yardım etmekteydi. Amerikan heyetleri günde 7 ton ekmek dağıtıyordu.” .

Halep’ten alınan haberler memnuniyet vericiydi. Suriye’de bulunan Amerikan sağlık heyeti başkanı Dr. Lamber’in başkanlığında bir imalathane ile bir de klinik açılmıştı. Yardım Heyeti, Bursa’nın 20 civarındaki Rum ve Ermeni köyüne erzak ve iaşe dağıtımına başlamıştı. Sakatlara, fakirlere yapılmakta olan erzak ve nakdî yardımlar yanında, tarımsal çalışmalar ve koza üretimi başarıyla devam ettiriliyordu. Burada da 150 çocuk barındırabilen bir yetimhane açılmıştı" .

Miralay Daily başkanlığındaki bir başka heyet de, Trabzon’a geldikten sonra Gümüşhane, Bayburt, Erzurum, Hasankale, Mamahatun, Erzincan, Kelkit bölgelerini gezmiştir. Buralarda, savaş sırasında halkın ne gibi zorluklarla karşı karşıya kaldıkları, Ermenilerin tahribatı ve mezalimi, genel nüfus, elde edilen ürünler ve harcamalar konusunda bilgi toplamıştır. Söz konusu bölgede daha çok Hasankale, Bayburt, Erzurum, Mamahatun, kısmen Erzincan ve Gümüşhane’nin tahrip edildiği anlaşılıyordu. Halkın, belde ileri gelenlerinin verdikleri bilgilere bakılırsa, bu kış imdat gelmez ve yardım edilmezse halktan binlerce kişinin açlık ve soğuktan ölmesi kaçınılmaz olacaktı .

Tehcire Tabi Tutulan Ermenilerin Yeni İskân Bölgelerine Nakli

Yer değiştirme uygulaması sırasında çeşitli yollardan göç ettirilen Ermenilerin ayrıldıkları ve vardıkları yerlerdeki sayıları devamlı şekilde kontrol edilmiştir. 9 Haziran 1915'ten 8 Şubat 1916 tarihine kadar Anadolu'nun çeşitli bölgelerinden yeni yerleşim bölgelerine taşınan ve yerlerinde bırakılan Ermeni nüfusun ne kadar olduğu, Osmanlı Arşivi'nin ilgili tasniflerindeki belgelerde ortaya konmuştur. Göçe tabi tutulanlar, imparatorluk sınırları içinde Ordu-Kastamonu, Ankara-Niğde, Malatya-Maraş, Diyarbakır-Urfa-Adana ve Suriye-Irak bölgelerine gönderilmiş olup, 1916 Ekim sonuna kadar toplam 702.900 kişinin göç ettirildiği belgeleriyle sabittir.

Diğer taraftan Halep'e sevk edilen Ermenilerin sayısı tahminen 100.000 civarındadır. Bu arada Musul ve Zor çevresine gönderilmek üzere 18 Eylül 1915 tarihi itibariyle Diyarbakır'da 120.000, 28 Eylül 1915 tarihi itibariyle de Cizre'de 136.084 Ermeni nüfusun toplandığı kayıtlardan anlaşılmaktadır. Yukarıda verilen listede yer değiştiren nüfus içinde yer alıp da henüz taşınmamış olduğu belirtilen kalan nüfustan Adana'dakiler, daha sonra yeni yerleşim bölgelerine taşınmışlardır. Buna göre sevk edilen nüfus toplam 438.758, Halep'tekilerle birlikte iskan sahasına varan nüfus ise 382.148'dir. Görüldüğü gibi, ikisi arasında 56.610 kişilik bir fark bulunmaktadır.

Göç ettirilenlerle, yeni yerleşim bölgelerine varanlar arasındaki bu 56.610 kişilik fark, belgelerden elde edilen bilgiye göre, şu şekilde ortaya çıkmıştır: 500 kişi Erzurum-Erzincan arasında; 2.000 kişi Urfa Halep arasındaki Meskene'de; 2.000 kişi Mardin civarında eşkıya ve Arap aşiretlerinin saldırısı sonucu katledilmiş, ayrıca bir o kadar, yani yaklaşık 5.000 ve belki de biraz daha fazla kişi de Dersim bölgesinden geçen kafilelere yapılan saldırılar sonucu öldürülmüştür.

Ermeni kafileleri, iskân sahalarına dağıtılmak üzere yol kavşakları üzerinde bulunan Konya, Diyarbekir, Cizre, Birecik ve Halep gibi belirli merkezlerde toplandı. Belgelerdeki ifadelere göre, kafilelerin, muhtemel zorluklarla karşılaşmamaları düşüncesiyle kendilerine en uygun ve yakın güzergâhlardan nakilleri plânlanmıştır. Ayrıca güzergâh seçiminde, kafilelerin emniyet ve muhafazalarının sağlanması düşüncesi de önemli rol oynamıştır. Nitekim Kayseri’den, Samsun’dan gönderilenler Malatya üzerinden; Sivas, Mamuretülaziz, Erzurum ve havalisinden gönderilenler ise Diyarbekir-Cizre yolundan Musul’a sevk edilmişlerdir.

Batı Anadolu’dan gönderilen kafileler ise Kütahya-Karahisar-Konya-Karaman-Tarsus üzerinden Kars-Maraş-Pazarcık yoluyla Zor’a sevk edilmişlerdir. Bütün bu güzergâhların seçiminde tren yolları ve nehir nakliye araçlarının bulunduğu yerler tercih edilmiştir. Bu sırada en emniyetli yolun tren ve nehir yolculuğu düşüncesi bunda önemli rol oynamıştır. Nitekim Batı Anadolu’dan iskân mahalline gönderilenlerin hemen hepsi trenlerle nakledilmişlerdir. Tren ve nehir nakliyatının bulunmadığı yerlerde kafileler hayvan ve arabalarla belli merkezlere toplanmışlar ve buradan trenlere bindirilmişlerdir.

Osmanlı Hükümeti savaş şartlarına rağmen, sevkiyatın bir düzen içinde yürümesine ve kafilelerin herhangi bir zarara uğramamasına itina etmiş, bunun için elindeki bütün imkânları zorlayarak nakli gerçekleştirmeye çalışmıştır. Buna rağmen, cepheye devamlı surette asker ve zahire nakli sebebiyle, muhacirlerin sevkinde vasıta sıkıntısına düşüldüğü ve çeşitli zorluklarla karşılaşıldığı anlaşılıyor. Nitekim istasyonlarda büyük yığılmaların meydana geldiği, vasıta darlığından sevkiyatın zaman zaman aksadığı, hasat mevsimi olması, araba ve hayvana duyulan ihtiyaç yüzünden kafilelerin zorlukla hareket ettikleri görülüyor.

Bütün bu zor şartlara ve imkânsızlıklara rağmen hükümetin, tehcire tabi tutulan Ermenileri büyük bir intizam içerisinde yeni yerleşme alanlarına sevk etmeyi başardığı yabancı misyon tarafından da doğrulanıyor. Nitekim, Amerika’nın Mersin Konsolosu Edward Natan, Ağustos 1915’te Büyükelçi Hanry Morgenthau’a gönderdiği raporda, Tarsus’tan Adana’ya kadar bütün hat güzergâhının Ermenilerle dolu olduğunu ve Adana’dan itibaren bilet alarak trenle seyahat ettiklerini, kalabalık yüzünden sefalet ve çektikleri zahmete rağmen Hükümetin bu işi son derece intizamlı bir şekilde idare etmekte olduğunu, şiddete ve intizamsızlığa yer vermediğini, göçmenlere yeteri kadar bilet sağladığını, muhtaç olanlara yardımda bulunduğunu belirtmiştir.

Başlangıçta bazı bölgelerde (Urfa’da Germiş ve Birecik, Erzurum, Aydın, Trabzon, Edirne, Canik, Çanakkale, Adapazarı, Halep, Bolu, Kastamonu, Tekirdağ, Konya ve Karahisar-ı sahip) yaşayan Ermenilerin bir bölümü tehcir haricinde bırakıldılar. Fakat, daha sonra bunların da çeşitli tedhiş olaylarına karıştıkları görülünce büyük bir kısmı tehcir edildiler. Hasta ve âmâlar tehcir edilmedikleri gibi, Katolik ve Protestan mezhebinden olanlar, asker ve aileleriyle, memurlar, tüccarlar, bazı amele ve ustalar da tehcir dışı tutuldular. Nitekim Maraş ve Adana vilâyetlerine gönderilen telgraflarda, hasta, âmâ, sakat ve yaşlıların sevk edilmemeleri ve şehir merkezlerine yerleştirilmeleri hususunda talimat gönderilmiştir.

21 Temmuz 1331/3 Ağustos 1915 ve 2 Ağustos 1331/15 Ağustos 1915 tarihinde ilgili vilâyetlere gönderilen telgraflarla Katolik ve Protestan mezhebinde bulunan Ermenilerin sevk edilmemeleri ve bulundukları şehirlere yerleştirilerek nüfus sayılarının bildirilmesi emredilmiştir. Bu gibiler, vilâyet dahilinde çeşitli şehirlere iskân edilmişlerdir. Yanlışlıkla tehcire tabi tutulanlar ise, araştırılarak o sırada bulundukları şehirlere yerleştirilmişlerdir. Fakat, tehcir harici tutulanlardan, zararlı faaliyetleri görülenler ister Katolik, ister Protestan olsun yeni iskân sahalarına sevk edilmişlerdir.

Göç esnasında teşekkül ettirilen kafilelere vasıta veya binek hayvan temin edilmiş, kadın, yaşlı ve çocuklarla, hastalara özel ihtimam göstermiştir. Deniz yoluyla göç edenlerin o dönemde salgın bulunan sıtma hastalığına karşı korunabilmeleri için kinin dağıtılmış, hastalar için sivil hastaneler yanında askeri hastanelerden de yararlanma imkanı getirilmiştir.

Göçmenlerden ailelerini yitirmiş olan kimsesiz çocuklar yetimhanelere veya göç edilen mahallerdeki ailelere yerleştirilmiş ve bunların iaşeleri sağlanarak meslek sahibi olmaları için eğitim imkanı sağlanmıştır.



Ermeni İddialarına Karşı Yabancılar Tarafından Yapılan İncelemeler ve

Varılan Sonuçlar


Sonuç olarak, gerek İttihat ve Terakki rejimi gerek İstanbul'da ve Malta'da tutuklu bulunan kişiler hakkında suç kanıtlarına bulunabilmesi için Osmanlı arşivlerinde geniş çaplı araştırmalar yapılmıştır. Bununla birlikte, ne zamanı İstanbul Hükümeti, ne de Malta'daki tutuklular hakkındaki suçlamaları ispat edebilecek nitelikte hiçbir delil mahkemeye sunulmamıştır. İngiliz Hükümeti çaresizlik içinde kendi arşivlerinde ve ABD Hükümetinin Washington'daki arşivlerindeki raporlar üzerinde de araştırmalar yapmış, ancak yine hiçbir sonuca ulaşamamıştır. Malta'daki tutuklular, kendilerine hiçbir suçlama dahi yöneltilmeden duruşmaları yapılmış ve 1922'de serbest bırakılmışlardır.

Bu zaman zarfında İngiliz basınında Osmanlı Hükümetin sözde soykırım ile suçlayan ve bu konuyu ispata yeltenen bazı belgeler yayınlanmıştır. Söz konusu belgelerin General Allenby komutasındaki İngiliz İşgal Kuvvetleri tarafından Suriye'deki Osmanlı Devlet Dairelerinde ortaya çıkarıldığı iddia edilmiştir. Ancak, İngiliz Dışişleri Bakanlığı tarafından sonradan yapılan soruşturmalar, İngiliz basınına verilen bu belgelerin İngiliz ordusu tarafından ele geçirilen belgeler olmayıp, Paris'teki Milliyetçi Ermeni Delegasyonu tarafından müttefik delegasyonlara yazılan uyduna belgeler olduğu anlaşılmıştır.

Osmanlı Hükümeti 7 Mart 1920 tarihli telgrafı ile İtilaf Devletleri ve Amiral Bristol'dan konunun araştırılmasını, gerçeklerin tespit edilerek dünya ve Türk Kamuoyunun aydınlatılmasını talep etmiştir. Aynı tarihlerde, tüm gazetelerde de açık duyuru şeklinde yayımlanmıştır. Ayrıca ikinci Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru Ahmet Refik başkanlığında bir grup yabancı gazeteci mahallinde inceleme yapılmak üzere Doğu Anadolu'ya gönderilmiştir. Hukuk ve insanlık dışı bir suçu işleyen bir Devletin, böyle girişimlerde bulunması düşünülebilir mi ? Bu ve burada bahsedilen onlarca örnek ele alındığında Türk Milleti'ne ve tarihine karşı yapılan haksızlığın ne kadar ileri götürüldüğü ve insanlık adına utanç duyulacak bir hal aldığı görülebilmektedir.

Tehcir olayı, güzergah boyunca bütün vilayetlerde bulunan yabancı ülke konsoloslarının gözleri önünde olmuştur. En küçük olayı abartarak ülkelerine bildiren bu konsoloslar, gerçekten bir soykırım olsaydı, tüm dünyayı ayağa kaldırmazlar mıydı ? Oysa o tarihlerde ülkelerine gönderdikleri mesajlarda böyle bir duruma rastlanmıyor, aksine Türk köylerine yapılan Ermeni saldırıları konusunda pek çok rapor arşivlerde bulunmaktadır.

Osmanlı Hükümetinin Ermeni ayaklanmaları, mezalimi ve tehciri ile ilgili olayların tarafsız komisyonlarca aydınlatılması için yaptığı bu girişimler Müttefik Devlet Hükümetlerince baltalanmıştır. Eğer girişimler engellenmemiş olsaydı, hiç kuşkusuz Doğu Anadolu’daki Türk halkını yok etmeyi planlayan, Ermenileri maceraya iten ve çok sayıda masum sivil halkın kaybına sebep olan Ermeni örgütleri ile sorumlularının mahkum edilmeleri mümkün olabilecek, bunların iplerinin hangi devletlerin elinde olduğu açık olarak ortaya çıkacaktı.

S O N U Ç

Birinci Dünya Savaşı sebebiyle Kafkas Cephesi’nde bulunan Osmanlı ordularına ihanet eden ve Ruslarla birlikte hareket ederek Van, Kars ve Erzurum gibi Osmanlı vilâyetlerinin Rusların eline geçmesine yardımcı olan Ermenilere karşı, Osmanlı Devleti’nin tehcir uygulaması, her devletin doğal olarak kendini müdafaası olarak görülmelidir.

Osmanlı Devleti, bir tedbir olarak, savaş müddetince, önce savaş sahasına yakın yerlerdeki Ermenilerden başlamak üzere mecburi iskân uygulamıştır. Daha sonra bu nakil, Ermeni çetelerinin katliamdan vazgeçmemeleri ve Osmanlı Devleti aleyhine yabancı devlet mensuplarına bilgi aktarmaları sebebiyle, Katolik ve Protestan mezhebinde olanlar ile, yetimler, kimsesiz kadınlar ve hastalar hariç olmak üzere, diğer bütün Ermenileri de kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Bununla beraber devlete bağlılığı bilinen Ermeniler, bu kararın alınmasına rağmen tehcir harici tutulmuştur.

Tehcir tabii olarak meşakkatli geçmiştir. Binlerce insanın bir anda yerlerinin değiştirilmesi muhakkak ki kolay bir şey değildir. Bununla beraber, kafilelerin hangi güzergâhtan gideceği, toplanma mahallerinin önceden tesbiti, nakilde özellikle tren istasyonlarının merkez olarak seçilmesi ve naklin büyük ölçüde trenle yapılması, kafilelerin iaşe ihtiyacının devlet tarafından karşılanması, kafilelere sıhhiye memurları tayin edilmesi, kafilelerin güven içinde hareketleri için zabtiye eşliğinde gönderilmeleri gibi tedbirlerin alınmış olması, tehciri, belki de asrın en sistemli yer değiştirmesi haline getirmiştir.

Osmanlı Devleti’nin yukarıdaki kararları ve uygulamaları, soykırım düşüncesinde olan bir devletin alacağı kararlar olmadığı gibi, Dahiliye Nezareti’ne bağlı Şifre Kalemi ve Emniyet-i Umûmiye Müdüriyeti gibi dairelerin gizli belgelerinin hiç birinde de, değil katliam yapmak, imâ bile edilmediği görülmektedir. Buna karşılık, başta Amerika konsolosları olmak üzere, pek çok yabancı gazeteci ve misyon şeflerinin tehciri takip ettikleri, hattâ fotoğraf çektikleri ve bir katliamdan söz etmedikleri belgelerden anlaşılıyor. Fakat ne gariptir ki, buna rağmen Avrupa’da ve Amerika’da, özellikle Amerika sefirinin raporları ve bazı batılı gazetelerin yayınları ile tehcir, bir Ermeni katliamı şeklinde kamuoyuna duyurulmuştur. Bunda, Osmanlı Devleti’ni ve bilhassa Anadolu’yu paylaşmayı düşünenlerin, bu tehcirle emellerine belli bir süre set çekilmesi rol oynamış olsa gerektir. Yoksa, İtilâf devletleri İstanbul’u işgal ettiklerinde, Osmanlı Devleti’nin bütün arşiv belgelerine de sahip oldukları bir dönemde, bunu zaman geçirmeksizin ortaya çıkarır ve sorumluları daha o zaman mahkum ederlerdi. Nitekim İngilizlerin soykırımla suçladıkları Osmanlı ileri gelenlerinden pek çoğunu Malta’ya gönderdikleri ve mahkeme ettikleri ve bu mahkeme sonunda suçlayacak bir delil bulamadıkları bilinmektedir.

1820 ile 1920 arasında 600.000 Ermeni'nin Osmanlı İmparatorluğu'ndan Rusya'ya ve 2 milyon Müslüman'ın da Rusya'dan Türkiye'ye göç ettiği bilinmektedir. Görüldüğü gibi burada da çekilen acılar tek taraflı değildir. Tüm insanlar acı çekmiştir. Ama ölen ve sürülen insan sayısı açısından bakılırsa en çok acı çekenler Kırım ve Kafkas Türkleridir. Eğer bir soykırım kurbanı var ise, bunlar Büyük Katerina'dan başlayıp Josef Stalin'e kadar planlı bir şekilde kendi topraklarında katledilen Kırım Türkleridir. Bunlara rağmen Müslümanların soykırım yaptıklarını kolayca iddia edenler, onların kendilerinin bir soykırımın kurbanları olduğunu kabul etmekte nedense pek istekli davranmamaktadırlar.

Bu bir kıtal değil, bu bir mukateledir; yani, karşılıklı öldürme olayıdır; savaş iki taraf arasında yapılır ve her iki taraftan da insanlar ölür. Dolayısıyla, gerek tehcir esnasında tehcirin olumsuz şartlarından dolayı ölen Ermeniler vardır, gerekse çatışmalar esnasında ölen, öldürülen Ermeniler vardır.

O İngiltere, demokrasinin beşiği olduğunu öne süren İngiltere, 2 milyon insanı çeşitli gerekçelerle Avustralya ve Yeni Zelanda’ya göndermiş ve 1986 yılına kadar, 15 sene öncesine kadar Avustralya ve Yeni Zelanda’ya İngiltere’ye girmek isteyen dördüncü nesil insanların özel izin alması gerekmiştir. İzin, vize değil. Özel izinle girebilmişlerdir İngiltere’ye. Yani, 2 milyon insanı başından atmış ve o sırada, bu tehcir olayı sırasında 28 000 kişi de yollarda ölmüştür. Dolayısıyladır ki, eğer, Osmanlıdaki tehcir, genosit kabul ediliyorsa, öncelikle İngiltere’nin Avustralya ve Yeni Zelanda’ya yaptığı tehcir de genosit kavramı içine alınmalıdır diyoruz; çünkü, ölü sayısı, İngiltere’nin verdiği rakamlarla 28 000. Yeni Zelanda ve Avustralya 60 000 veriyor. Buna göre, burada dikkat etmemiz gereken, demek ki, tehcir bizim keşfimiz değil, bizden önce Avrupalıların keşfi olduğu meselesidir.

Tabiî, bunların arasında, bildiğiniz gibi Rusya’dan Kafkaslardan Balkanlardan 1,5-2 milyona yakın Müslüman’da topraklarını terk ettirilerek maalesef, bizim topraklarımıza, Anadolu’ya gönderilmiştir. Bu tehcir değil midir ?. Bunu da kim yapmıştır; Fransız ve İngilizler yapmıştır. Balkanlardan Müslümanları sürmüşler, yüzyıllardır yaşadıkları topraklardan kopartıp, Anadolu’nun bağrına itmişlerdir. Bu da tehcirdir.

Hitler Almanya’sının 6 milyon Yahudi’yi ve 1 milyon çingeneyi yok eden ırkçı eylemiyle benzeştirilecek olaylar değildir. Bu, tarihe ve gerçek soykırım, yani Yahudilerin “Holocaust“ kurbanlarına karşı bir haksızlıktır.

Ermeni soykırımı olarak niteledikleri bu tehcir olayını, 20.Yüzyılın insan hakları açısından en dramatik bir olay olarak niteleyen bu aydınlar, Bosna'da tüm dünyanın gözleri önünde cereyan eden Boşnak soykırımı yaşanırken neredeydiler ? Kaldı ki, bu 100 aydın, yazar vesaire 19.yüzyılda Amerika Birleşik Devletleri'nde beyaz adamın Mohikan ve Amerika'nın diğer en eski sakinlerine karşı gerçekleştirmiş olduğu soykırım için herhangi bir araştırma yapmış, ya da bu konuda bir bildiriye imza atmışlar mıdır ?

Fransa'nın da Cezayir'de Korsika'da yaptığı bir takım katliamlar var. TBMM'nin bunu gündemine alması ve bunu kullanması gerekmez mi? Ayrıca bu bir çözüm olabilir mi ?

Yine Osmanlı yönetimini soykırımla suçlayanlara sormak gerekir: 1469 yılında İspanya ve Portekiz'den Musevi ve Müslümanlar, 1680 yılında Tökeli İmre ve adamları Macaristan'dan. 1711 yılında Rakoczi Ferençh ve adamları, 1849 yılında Layoş Kosuth ve 2000 kişilik Macar grubu. İsveç Kralı Şarl ve 1500-2000 kişilik adamları. 1841 ve 1856 yıllarında Polonya'lı Prens Chartorski. 135 bin kişilik ordusuyla Ekim 1917'de Rus komutan Vrangel, hatta Troçki ölümden soykırımından kurtulmak için nereye sığındılar ? Tabii ki Osmanlı ülkesine. 1915 yılında "Sözde Ermeni Soykırımı"nın yapıldığını iddia edenler, 1930'lu yıllardan itibaren Polonya ve Almanya kökenli Musevilerin Türkiye'ye sığındıklarını bilmiyorlar mı ? Sözde Ermeni soykırımından 20-25 yıl gibi kısa bir süre geçmiş iken, soykırım yaptığı iddia edilen bir milleti kurtarıcı olarak görenler, neden Türkiye'yi tercih etmişlerdir acaba ?

İsyan eden Ermeni’dir, zulmeden Ermeni’dir, katliam yapan Ermeni’dir. Mazlum ve mağdur olan, yüzbinlercesi katledilen, tecavüze uğrayan, yerinden yurdundan sürülen masum Anadolu insanıdır. Fakat Ermeniler bir asırdır yaygara yapmakta, basın, yayın ve propaganda yoluyla dünyayı aldatmaya çalışmakta; haçlı ruhuyla hareket eden bazı devletler de onlara destek olmaktadır.

Birinci Dünya Savaşı 'nda Boğazlıyan 'da kaymakam olarak bulunan Kemal Bey, Mütareke olunca, Ermenilere zulüm yaptığı iddiası ve işgalci İngiliz Fransız makamlarının baskısı ile haksız yere idam edilmişli (19 Nisan 1919). Ermeni azgınlığına ve komitacılığına kurban edilen Kemal Beyin aziz hatırası, aradan seksen yıl geçtikten sonra, bugün dahi yüreklerimizi sızlatmaktadır. Talat Paşa ile Cemal Paşa ve arkadaşlarının, daha sonra 50'yeyakın diplomatımızın kanını döken kirli eller, her yılın 24 Nisanı
 

furkankaya1995

Meşhur Osmanlı Arması
Üye
Katılım
19 Eki 2008
Mesajlar
565
Puanları
18
Konum
İskenderun
HAYIR,TAŞIMAZ!!!


ermeni_yalanlari_1.jpg
 

SYLAR

Unutulanlar dışında yeni bir şey yok.
Üye
Katılım
25 Haz 2008
Mesajlar
116
Puanları
48
Yaş
124
Konum
AdanA
Barışı sabote ettik

Türklere karşı ayaklandık. Barışı sabote etmek için savaştık bile. Artık hepimiz Türklerin düşmanı olan İtilaf Devletleri’nin kampındaydık. Türkiye’den “denizden denize Ermenistan” talep etmekteydik. İtilaf Devletleri’nin ordularını Türkiye’ye göndermeleri ve hâkimiyetimizi temin etmeleri için Avrupa ve Amerika’ya resmi çağrılar yaptık. Nihayet şu da var ki, var olduğumuz sürece aralıksız olarak Türkler’le savaştık. Öldük ve öldürdük. Artık, Türklere ne gibi bir güven telkin edebiliriz ki?
Ovannes Kaçaznuni bugünkü topraklarında kurulan Ermenistan Cumhuriyeti’nin ilk Başbakanı.

Gerçekleri göremedik

Askeri operasyonlara katıldık. Kandırıldık ve Rusya’ya bağlandık. Tehcir doğruydu ve gerekliydi. Gerçekleri göremedik, olayların sebebi biziz. Türklerin milli mücadelesi haklıydı. Barışı reddetmemiz ve silahlanmamız büyük bir hataydı. Türklere karşı ayaklandık ve savaştık. Sevr Antlaşması gözümüzü kör etmişti. İsyanımızın temelinde İtilaf Devletleri’nin bize vaat ettiği büyük Ermenistan hayali vardı. Ama biz hiçbir zaman devlet olamadık. Türkiye Ermenistanı diye bir devletin hayalden öte olmadığı gerçeğini göremedik.
Ovannes Kaçaznuni
(Sosyal Bilgiler > Ermeni Sorunu > Yazılı Dökümanlar > Tehcir Konusunda Ermeni Başbakanın Görüşleri-mutlaka Okuyun)

Türkiye’nin “soykırım iddiası”nı kabul etmesini isteyen ve yasa çıkararak kendi ülkesinde “Ermeni soykırımı olmamıştır” diyeni cezalandıran Fransa’nın Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin ikiyüzlülüğü:


“Cezayirli gazeteciler Sarkozy’e soruyorlar; ‘Fransızlar öldürdükleri iki milyon Cezayirli için özür dileyecekler mi?’ Sarkozy’nin cevabı; ‘Elli sene önceki katliamın hesabını Fransa hükümetinden ve halkından soramazsınız.’ Peki Fransa 94 yıl önceki sözde Ermeni soykırımını neden tanıdı, soykırım olmadı diyenleri neden cezalandırıyor?”

http://haber.gazetevatan.com/haberdetay.asp?detay=Davutoglunun_ilk_isi_&tarih=04.05.2009&Newsid=236445&Categoryid=4&wid=4
 

What DedinGülüm

ATIN İYİSİNE DORU,YİĞİDİN İYİSİNE DELİ DERLER
Üye
Katılım
8 Eki 2009
Mesajlar
436
Puanları
16
Konum
ŞEHREMİNİ AND. L.
Tehcir Soykırım Anlamı Taşır Mı ?

HEPSİ AYRI BİR PİSLİK
 
Üst