6.ÜNITE ATATÜRK DÖNEMI TÜRK DIŞ POLITIKASI VE ATATÜRKÜN ÖLÜMÜ
YURTTA BARIŞ DÜNYADA BARIŞ
Mustafa kemal yeni türk devletinin dış politikasını dış esaslara dayanan , barışçıl çözümlere öncelik veren , bağımsızlıktan ödün vermeyen , diğer devletlerin iç işlerine karışmaktan kaçınan ilkeler üzerine inşa etmeye çalışmıştı. Yurtta barış dünyada barış . sözü tam da bu politikaya denk düşmektedir. Savaşı , birinci derecede başvurulacak bir yol olarak görmeyen Mustafa kemal bu konuda şöyle demektedir : savaş zorunlu ve yaşamsal olmalı . gerçek görünüm şudur: ulusu şavaşa götürünce vicdanımda ezinç duymamalıyım . öldürenlere karşı ölmeyeceğiz diye savaşa girebiliriz. Ulusun yaşamı tehlikeyle karşı karşıya kalmayınca savaş bir cinayettir.
Mustafa kemal, 1930'da kısa süre önce savaş yaptığı Yunanistan ile dosluk antlaşması imzaladı . imza töreninde bulunan yunan başbakanı venizelos , Mustafa kemal hakkında; çok büyük bir insan . hayatımda böylesine geniş görüşleri , böylesine hükümet yönetimini bilen b,ir ordu komutanı görmedim . diyor ve 1934'te onu Nobel barış ödülüne aday gösteriyordu . UNESCO genel kurulu da 1981'de atatürk'ün 100. doğum yılını bütün üye ülkelerde kutlama kararı aldı . bu kararların alınmasında onun barışa verdiği önemin payı büyüktür.
Dış politikada yaşanan sorunlar
1923- 1930 yılları arsında dış politikada yaşanan sorunlar
Bu süreçte dış politikada gündeme gelen sorunların büyük bir bölümü lozan kanferansında çözülemeyen yeniden soruna dönüşen konularla ilgiliydi .
Yabancı okullar sorunu
Osmanlı devletinde kapitülasyonların kapsamının genişletilmesinden yararlanan büyük devletler 19. yüzyıldan itibaren çeşitli adlar altında okullar açtılar. Azınlıkların yaşadıkları bölgelerde açılan ve devlet denetiminden uzak olan bu okullar azınlıkları kışkırtıp misyonerlik faaliyetleri yürüttüler . ulusal bütünlüğümüzü doğrudan tehdit eden kurum işlevini üstlendiler.
Lozan antlaşmasında bu olumsuzlukları nedeniyle türk hükümetine bağlanması doğrultusunda karar alınması sağlandı .yabancı okulların faaliyetlerinin devam etmesi bazı şartlara bağlandı . cumhuriyet döneminde de lozan antlaşmasıyla elde ettiğimiz hakka dayanarak çıkarılan tevhid-i tedrisat kanunu ile ülkede bulunan bütün okullar milli eğitim bakanlığına bağlandı. 1925 ve 1926 yılında çıkarılan yasalarla yabancı okullarda Türkçe , tarih ve coğrafya derslerinin Türkçe olarak türk öğretmenler tarafından okuması kararlaştırıldı . ayrıca bu okullarında milli eğitim bakanlığına bağlanması , türk müfettişler tarafından denetlenmesi , bu okullardaki dinsel simgelerin kaldırılması kararlaştırıldı .
Bu kararlar Fransa başta olmak üzere bazı devletlerin tepkilerine neden oldu . bazı okullarda bu kurala uymayacaklarını açıkladılar. Türkiye'nin kararlı politikası devam edince ve bu kurala uymak istemeyen okullar kapatılınca diğer okullarda bu kurala uymayı kabul ettiler.
Türk hükümetinin , yabancı okullar sorununu bir iç sorun olarak kabul etmesi
Ve bu soruna ilişkin başka ülkelerle görüşmeyi bile iç işlerine müdahale olarak değerlendirip reddetmesi , aldığı kararı uygulaması , bağımsızlığından ödün vermeme konusunda kararlı olduğunun göstergesidir.
Nüfus değişimi sorunu
Lozan görüşmelerinde Türkiye ile Yunanistan arasında nüfus mübadelesi kararlaştırılmıştı . fakat daha sonra bu değişimin hangi şartlarda gerçekleştirileceği konusunda anlaşmazlık ortaya çıktı. Yunanistan istanbul'da daha fazla rum nüfus bırakmak istiyordu . sorun birleşmiş milletlere götürüldüğü halde çözümlenemedi. Yunanistan batı trakya'da yaşayan Türklerin mal varlığına el koydu. Buna karşılık Türkiye de Istanbul da yaşayan Rumların mal varlığına el koyarak misilleme yaptı. Hatta iki taraf arasında yeni bir savaş durumu ortaya çıktı . Mustafa kemel ve başbakan venizelos'un arasında başlayan görüşmeler sonucunda sorun 1930'da çözüme kavuşturuldu .
Nüfus değişimi sorununun barışçıl yöntemle çözümlenmesi Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkilerin dostluk ve işbirliği çerçevesinde gelişmesini sağladı . iki ülke arasındaki yakınlaşma 1950'li yıllarda Kıbrıs sorununun gündeme gelmesine kadar sürdü.
Irak sınırı ve Musul sorunu
Musul ve çevresi , Osmanlı yönetiminde iken Mondros ateşkes antlaşmasının imzalanmasından üç gün sonra Ingiliz birlikleri tarafından işgal edilmişti . Musul , kurtuluş savaşı yıllarında kabul edilen misakı milli sınırları içerisinde gösterildi. Türk tarafı lozan görüşmeleri sırasında musulun türkiye'ye verilemesi gerektiğini ileri sürdü . hatta burasının geleceğinin belirlenmesi amacıyla halk oylamasına başvurulabileceğini dile getirdi . fakat Ingiliz temsilcisi lord curzon , halkının çoğunluğunun okuma yazma bilmediği bu topraklarda böyle bir yola başvurulamayacağını söyleyerek karşı çıktı. Sorun lozan da çözülemeyince sonraki görüşmelere ertelendi .
19 mayıs – 5 haziran 1924 günleri arasında tersane konferansı toplandı . türk ve Ingiliz delegelerinin katıldığı bu konferansta sorun çözüme kavuşturulamadı . hatta Ingilizler , hakkari'nin kendilerine bırakılmasını istediler.
Tersane konferansı'nda sorun çözülemeyince milletler cemiyetine başvuruldu . burada da sorun çözülemeyince uluslar arası sürekli adalet divanından görüş alındı . fakat bu uluslar arası kurumlar , Ingiliz hükümetinin etkisi altında bulunduğu için alınan kararlar de Ingilizlerin beklentileri doğrultusundaydı . türk tarafı musulu gerekirse savaş yoluyla almayı planlıyordu . bu doğrultuda hazırlıklar sürerken doğu anadolu'da şeyh sait isyanı çıktı iç ve dış sorunların yoğun olarak yaşandığı bu günlerde türk hükümeti, ayaklanmanın bastırılması sürecinde yıpranan orduyla savaşmanın doğru olmadığını düşünerek Ingiltere ile uzlaşma yoluna gitti . 6 haziran 1926'da Ingiltere ile anlaşma yoluna gidildi.
Yapılan Ankara antlaşmasına göre ;
Musul ırak'a bırakılacak
Buna karşılık Petrol ürünlerinden elde edilecek gelirin % 10 u 25 yıl süre ile türkiye'ye verilecekti . Türkiye bir süre sonra , Musul petrollerinden elde edeceği gelirden 500 .000 ingiliz lirası karşılığında vazgeçti .
Dış borçlar sorunu
Osmanlı devleti ilk olarak kırım savaşı sırasında 1854 yılında ingiltere'den dış borç almıştı . zamanla Avrupalı devletler, yüksek faiz oranları ile Osmanlı devletine dış borç vermeye devam ettiler . 1881 yılına gelindiğinde Osmanlı devleti aldığı borçları ödeyemez hale geldi. Alacaklı devletler 1881 yılında düyun-u umumiye idaresini kurarak Osmanlı devletinin gelir kaynaklarına el koydular . bu durum lozan anlaşması sırasında da ele alındı . Türkiye osmanlı borçlarının kendi payına düşen kısmı olan 84. 597.495 altın lirayı ödemeyi kabul etti.bu pay , toplam Osmanlı borçlarının 2/3'si kadardı.
1930- 1938 YILLARI ARASINDA DIŞ POLITIKADA YAŞANAN SORUNLAR
Bu dönemde dış politikadaki sorunlar daha çok ikinci dünya savaşı tehlikesinin hızla yükselmesine bağlı olarak gündeme geldi.
Milletler cemiyetine giriş
Wilson ilkelerinden yola çıkılarak Paris konferansında milletler cemiyeti yasası kabul edildi . bu yasalarla yeni savaşların çıkmasının önüne geçilmesi ve barışın korunması amaçlanıyordu. Lozan antlaşması sonrasında bölge ve dünya barışının korumaya çalışan Türkiye bu doğrultuda uluslar arası alanda başlatılan girişimlerden uzak durmadı.
Türkiye 1928 yılında Sovyet rusyanın desteği ile Avrupa ‘da silahsızlanma konferansına katıldı
1929 yılında Amerika ve Fransız dış işleri bakanları tarafından oluşturulan ve birleşmiş milletler teşkilatının paralelinde çalışacak olan briant-kellog paktını imzaladı
Milletler cemiyeti , ABD ve italya'nın teşkilatın çalışmalarından dışlanmaları üzerine Ingiltere ve fransanın etkisinde kaldı . özellikle teşkilata üye olan 40 devletten 27 si eskiden müttefik olan devletlerden oluşuyordu . Ingilizler ve sömürgelerine genel kurulda 6 oy hakkı verilmişti. Bu nedenle de Ingiliz çıkarlarına aykırı olabilecek kararların genel kurulda kabul edilmesi oldukça zordu.
Türkiye bu cemiyete 1932 yılında Yunanistan ve ispanya'nın çağrısı üzerine 43 üyenin oy birliğ ile kabul edildi . dünya barışını sağlamak amacı ile kurulan milletler cemiyeti , büyük devletlerin çıkarlarına hizmet eden bir kuruluş haline geldiği için asıl amacı olan barışı sağlama konusunda başarısız oldu.
Türkiye, 1935 yılında da uluslararası adalet divanına üye oldu .
Balkan antantı'nın kurulması
Balkan savaşlarından sonra balkan devletleri arasında bir güvensizlik ortamı doğmuş , bu koşullar birinci dünya savaşından sonra da değişmemişti . 1930'lu yıllarda avrupa'da silahlanma yarışı yeniden başladı . Italya'da ve almanya'da iktidara gelen iki lider dünya barışını tehdit etmeye başladılar . mussolini italya'yı Akdeniz ve balkanlarda etkin kılmak isterken hitler almanya'yı doğu avrupa'da etkin kılarak birinci dünya savaşının intikamını almaya soyunmuştur. Bu koşullarda önce Türkiye ile Yunanistan 1933'te bir araya gelerek sınırların değişmezliği esasına dayanan dostluk anlaşması imzaladılar. Böylece Türkiye hem batı sınırını güvenlik altına aldı hem de bölgesel barışın sağlanmasına öncülük etti .
Türkiye ve yunanistan'a Romanya ve Yugoslavya da katılınca 1934'te balkan antantı imzalandı . bu dört devlet aralarındaki sorunları erteleyerek saldırmazlık ve dostluk anlaşması imzaladılar. Antanta , ege denizine çıkmak isteyen bulgaritan ile italya'dan çekinen Arnavutluk katılmadı . balkan antantı'nda şu hükümler kabul edildi :
Türkiye Yugoslavya , Yunanistan ve Romanya kendilerinin ve tüm balkan sınırlarının güvenliğini karşılıklı olarak güvence altına alırlar.
Taraflar , anlaşma ile belirlenen çıkarlarını bozabilecek tehditler karşısında alınacak önemler konusunda aralarında görüşme yapmayı yükümlenirler. Balkaqn antantı'na katılan devletler , bu ittifaka katılmayan balkan devletlerinden herhangi birine karşı birbirlerine haber vermeden hiçbir eylemde bulunmamayı , herhangi bir yükümlülük altına girmemeyi kabul ederler.
Türkiye'nin kurtuluş savaşı süresince en çok çarpıştığı Yunanistan ile balkan antantı'nda yer alması dış politikasını kin ve düşmanlığa değil , komşularıyla barış ve güven içerisinde bir arada yaşama ilkesine dayandırdığının göstergesidir.
Montrö boğazlar sözleşmesi
Boğazlar sorunu yeni bir sorun değildi 1830 lardan itibaren Osmanlı devletinin sınırlarına aşarak uluslara arası bir sorun haline gelmişti. Birinci düny a savaşının
Sonunda itilaf devletleri boğazlara yerleştiler lozan antlaşmasından türküyenin bütün çabalarına rağmen boğazların her iki yakasında 25 kilometrelik askerden arındırılmış bir bölge bulunacaktı.bu durum türkiyenin egemenlik haklarına aykırı olduğu gibi güvenliğide tehdit ediyordu 1933 yılından itibaren avrupada silahlanma yarışının artmasının üzerine Türkiye milletler cemiyetine baş vurarak devletler bu talebe karşı çıktılar.savaş hazırlığı yapan Italya ve Almanya avrupada güvenliği tehdit ediyorlardı Italya habeşistana saldırırken almanyada ren bölgesine girdi.
Türkiyenin ısrarlı baş vurularına balkan devletleride destek verdiler.
Italya dışında diğer devletler boğazların durumuna görüşmeyi kabul ettiler.
Isviçrenin montreux (Montrö) kentinde konferans çalışmalarına başlandı.
20 temmuz tarihinde tamamlanan çalışmalarda şu kararlar alındı:
.boğazlar komisyonu görevini türkiyeye devredecek,
.türkiye boğazları istediği kadar silahlandırılabilecek.
Savaş durumunda boğazlardan geçecek savaş gemileriyle ilgili kararı Türkiye verecekti
Montrö sözleşmesi ile Türkiye boğazlara yeniden egemen oldu.bu gelişme dünya devletler karşısında türkiyenin saygınlığını dahada artırdı.güneydoğuda avrupada
Jeopolitik bakımından önemli bir ülke olan sınırlandırılmalardan kurtulan Türkiye
Bölgede güvenlik ve barışın korunmasında sözü geçen devletlerden biri haline geldi.
Sadabad Paktı'nın Kurulması
Italya ve almanyanın saldırgan politikaları dünya barışını tehdit ediyorlardı.
Batı sınırını güvence altına alan Türkiye doğu sınırını da güvence altına almak istiyordu.8-9 temmuz 1937'de Türkiye,iran ırak ve Afganistan tafranda sadabat sarayında bir araya gelerek saldırmazlık paktı başlığını taşıyan anlaşmayı imzaladılar bu anlaşmayı imzalayan taraflar ortak sınırlarını korumayı birbirlerine karşı saldırıya geçmeyeceklerini ortak çıkarlarını ilgilendiren uluslar arası anlaşmazlıklarda birlikte hareket edeceklerine ve birbir lerinin iç işlerine karışmayacaklarına kabul ettiler.
Böylece Türkiye güneydoğu sınırını güvenlik altına almış oldu.anlaşma 2. dünya savaşı sırasında işlemimni kaybetti.1955te imzalanan Bağdat paktı bu anlaşmanın yerini aldı.
Hatay sorunu
Iskenderun ve çevresi sancak bölgesi adıyla anılmaktaydı. 30 ekim 1918 ‘de Mondros ateşkes imzalandığı güne kadar Osmanlı toprağı olan sancak önce
Ingiltere daha sonra Fransa tarafından işgal edilmişti. Kurtuluş savaşı sırasında adana ,urfa Antep, maraşta güçlü direnişle karşılanan Fransızlar 1921 ankara antlaşması ile Hatay ve Iskenderun hariç güneydoğu anadoluyu boşalttılar fakat 1936 yılında fransı hükümeti Suriye ile anlaşarak manda yönetimine son vermeyi kararlaştırdı. Suriye ye 3 yıl sonra bağımsızlık hakkı tanınacaktı . Türkiye bu gelişme karşısında sancağın Suriye de kalmasına razı olmayacağını açıklayarak Fransa ve milletler cemiyetinde girişimlerde bulundu. Bu günlerde sancak Türkleri örgütlenerek Fransızlara karşı mücadele yürütüyor. Türkiye'ye heyetler gönderiyordu. Atatürk askeri hareket için hazırlık yapılmasını isterken başbakan Inönü daha ılımlı hareket edilmesini istiyordu . bu arada avrupada gerginlikte tırmanıyordu. Türkiyenin dostluğunu kazanmak isteyen Ingiltere türkiyenin tezlerine ılımlı yaklaşırken yeniden silahlanmaya başlayan Almanya karşısında Türkiye ile düşman olmayı göze alamayan Fransa daha esnek hareket etmeyi tercih ediyordu.
Milletler cemiyeti 1937'de sacağı iç işlerinde tamamen bağımsız dış işlerinde Suriyeye bağlı 1 ayrı varlık olarak kabul etti bu günlerde Fransız hukumetinin yaptığı hesaplara gore sancakın nüfüsu 219bin idi bu nüfusun büyük bir bölümüde türk ve müslümandı
Atatürkde bu günlerde Fransız büyük elçisine ben toprak büyütme amacında değilim,
Barış bozma alışkanlığım yoktur ancak anlaşmaya dayanan hakkımızın takipçisiyim onu alamazsam edemem . Büyük meclisin kürsüsünden milletime söz verdim.
Hatayı alcağım milletim benim dedime inanır sözümü yerine getirmesem onun huzuruna çıkamam yerimde kalamam diyerek kararlılını dile getiriyordu üstelik sağlığının bozuk olduğu mayıs1938de mersin ve adanada askeriye birlikleri denetliyerek güney sınırına 30000 kişilik bir askeri birlik yerleştirdi.temmuz ayında Fransa ile Türkiye arasında varılan bir askeri anlaşma ile her 2 tarafında güvenliğinide sağlamak amacıyla sancakta 2500er asker bulundurmaları kararlaştırılırdı.milletler cemiyetinin aldıı karar gereğince Hatay ve iskenderunda seçimler yapıldı 24 ağustos 1938de yapılan seç,imler sonucunda 40 kişilik meclis belirlendi ve 2 eylülde göreve başladı artık Hatay cumhuriyeti kurulmuştu Tayfur sökmen cumhurbaşkanı seçildi hatayda.birbiri ardına türk yasaları kabul edilmeye başlandı.hatayın türkiyeye yakınlaşması üzerine arap ve ermeni kökenli olanların önemli bir kısmı suriyeye göç etti.23 haziran 1939da türkiyeyle Fransa hatayın türküyeye katılması konusunda anlaşmaya vardılr daha bu anlaşma onaylanmadan.
29 haziran 1939da Hatay meclisi oy birliği ile aldığı kararla türkiyeye katıldı.
BIR LIDERIN SON GÜNLERI
MUSTAFA KEMAL ATATÜRKün 57 yıl süren yaşamı siyasi sosyal ve askeri bir çok çalkantılar içinde geçti.kısa sayılabilecek bir ömrü 1 çok dönem,bir çok dönüm noktası sığdırarak adetanefes nefese tamamlandı.askeri siyasi ve sosyal gelişmeler daha önceki konularda anlatıldı.
Atatürk1916da böbrek yangısına tutuldu.
Böbrek rahatsızlığını ömür boyu çekti 1918de rahatsızlığının artması üzerine tedavi amacıyla avusturyadaki karls bada gitti böbrek rahatsızlığından dolayı sonraki dönemlerdede sık sık kaplıcalara gittiği bilinmektedir.1924 yılında ise kroner spazım
Geçirdiği anlaşılmışdır atatürkün siroz hastalığına yakalandığı 1938 yılında anlaşıldı .
Mart ayında insülin tedavisi uygulandı bu günlerde fransadan bu alanda oldukça ün salan dr.fisenger de çağrıldı ve oda türk doktorların tanısını doğruladı.tedavi için mutlak dinlenmesi gerektiği ve deniz havasının iyi geleceği önerildi. Bu işi için savorana yatı satın alındı son günlerinde yakınlarına ölümü istemek bir cesaret değildir;ama ölümden korkmakta bir ahmaklıktır.diyordu
BUNLRI BILIYORMUYDUNUZ??????
Atatürk 1927 yılında cumhur başkanı olarak 7.000 lirası olağan üstü ödenek olmak üzere aylık toplam 12.bin lira maaş alıyordu.1931 yılında 13.186 liraya çıkan maaş 1938de vergi kanununda yapılan değişiklikle 9.078 liraya düştü öldüğünde iş bankası emekli hesabında 19.566 lira tasarruf hesabındada 53.453 lira bulunuyordu.
Bunların yanında biriktirdiği maaşlarıyla orman çiftliği gibi silifkede,yalovada,tarsusda çiftlikler almıştı.154.729 dönüm araziden oluşan mal varlığını 1937 yılında hazineye bağışladı.
YURTTA BARIŞ DÜNYADA BARIŞ
Mustafa kemal yeni türk devletinin dış politikasını dış esaslara dayanan , barışçıl çözümlere öncelik veren , bağımsızlıktan ödün vermeyen , diğer devletlerin iç işlerine karışmaktan kaçınan ilkeler üzerine inşa etmeye çalışmıştı. Yurtta barış dünyada barış . sözü tam da bu politikaya denk düşmektedir. Savaşı , birinci derecede başvurulacak bir yol olarak görmeyen Mustafa kemal bu konuda şöyle demektedir : savaş zorunlu ve yaşamsal olmalı . gerçek görünüm şudur: ulusu şavaşa götürünce vicdanımda ezinç duymamalıyım . öldürenlere karşı ölmeyeceğiz diye savaşa girebiliriz. Ulusun yaşamı tehlikeyle karşı karşıya kalmayınca savaş bir cinayettir.
Mustafa kemal, 1930'da kısa süre önce savaş yaptığı Yunanistan ile dosluk antlaşması imzaladı . imza töreninde bulunan yunan başbakanı venizelos , Mustafa kemal hakkında; çok büyük bir insan . hayatımda böylesine geniş görüşleri , böylesine hükümet yönetimini bilen b,ir ordu komutanı görmedim . diyor ve 1934'te onu Nobel barış ödülüne aday gösteriyordu . UNESCO genel kurulu da 1981'de atatürk'ün 100. doğum yılını bütün üye ülkelerde kutlama kararı aldı . bu kararların alınmasında onun barışa verdiği önemin payı büyüktür.
Dış politikada yaşanan sorunlar
1923- 1930 yılları arsında dış politikada yaşanan sorunlar
Bu süreçte dış politikada gündeme gelen sorunların büyük bir bölümü lozan kanferansında çözülemeyen yeniden soruna dönüşen konularla ilgiliydi .
Yabancı okullar sorunu
Osmanlı devletinde kapitülasyonların kapsamının genişletilmesinden yararlanan büyük devletler 19. yüzyıldan itibaren çeşitli adlar altında okullar açtılar. Azınlıkların yaşadıkları bölgelerde açılan ve devlet denetiminden uzak olan bu okullar azınlıkları kışkırtıp misyonerlik faaliyetleri yürüttüler . ulusal bütünlüğümüzü doğrudan tehdit eden kurum işlevini üstlendiler.
Lozan antlaşmasında bu olumsuzlukları nedeniyle türk hükümetine bağlanması doğrultusunda karar alınması sağlandı .yabancı okulların faaliyetlerinin devam etmesi bazı şartlara bağlandı . cumhuriyet döneminde de lozan antlaşmasıyla elde ettiğimiz hakka dayanarak çıkarılan tevhid-i tedrisat kanunu ile ülkede bulunan bütün okullar milli eğitim bakanlığına bağlandı. 1925 ve 1926 yılında çıkarılan yasalarla yabancı okullarda Türkçe , tarih ve coğrafya derslerinin Türkçe olarak türk öğretmenler tarafından okuması kararlaştırıldı . ayrıca bu okullarında milli eğitim bakanlığına bağlanması , türk müfettişler tarafından denetlenmesi , bu okullardaki dinsel simgelerin kaldırılması kararlaştırıldı .
Bu kararlar Fransa başta olmak üzere bazı devletlerin tepkilerine neden oldu . bazı okullarda bu kurala uymayacaklarını açıkladılar. Türkiye'nin kararlı politikası devam edince ve bu kurala uymak istemeyen okullar kapatılınca diğer okullarda bu kurala uymayı kabul ettiler.
Türk hükümetinin , yabancı okullar sorununu bir iç sorun olarak kabul etmesi
Ve bu soruna ilişkin başka ülkelerle görüşmeyi bile iç işlerine müdahale olarak değerlendirip reddetmesi , aldığı kararı uygulaması , bağımsızlığından ödün vermeme konusunda kararlı olduğunun göstergesidir.
Nüfus değişimi sorunu
Lozan görüşmelerinde Türkiye ile Yunanistan arasında nüfus mübadelesi kararlaştırılmıştı . fakat daha sonra bu değişimin hangi şartlarda gerçekleştirileceği konusunda anlaşmazlık ortaya çıktı. Yunanistan istanbul'da daha fazla rum nüfus bırakmak istiyordu . sorun birleşmiş milletlere götürüldüğü halde çözümlenemedi. Yunanistan batı trakya'da yaşayan Türklerin mal varlığına el koydu. Buna karşılık Türkiye de Istanbul da yaşayan Rumların mal varlığına el koyarak misilleme yaptı. Hatta iki taraf arasında yeni bir savaş durumu ortaya çıktı . Mustafa kemel ve başbakan venizelos'un arasında başlayan görüşmeler sonucunda sorun 1930'da çözüme kavuşturuldu .
Nüfus değişimi sorununun barışçıl yöntemle çözümlenmesi Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkilerin dostluk ve işbirliği çerçevesinde gelişmesini sağladı . iki ülke arasındaki yakınlaşma 1950'li yıllarda Kıbrıs sorununun gündeme gelmesine kadar sürdü.
Irak sınırı ve Musul sorunu
Musul ve çevresi , Osmanlı yönetiminde iken Mondros ateşkes antlaşmasının imzalanmasından üç gün sonra Ingiliz birlikleri tarafından işgal edilmişti . Musul , kurtuluş savaşı yıllarında kabul edilen misakı milli sınırları içerisinde gösterildi. Türk tarafı lozan görüşmeleri sırasında musulun türkiye'ye verilemesi gerektiğini ileri sürdü . hatta burasının geleceğinin belirlenmesi amacıyla halk oylamasına başvurulabileceğini dile getirdi . fakat Ingiliz temsilcisi lord curzon , halkının çoğunluğunun okuma yazma bilmediği bu topraklarda böyle bir yola başvurulamayacağını söyleyerek karşı çıktı. Sorun lozan da çözülemeyince sonraki görüşmelere ertelendi .
19 mayıs – 5 haziran 1924 günleri arasında tersane konferansı toplandı . türk ve Ingiliz delegelerinin katıldığı bu konferansta sorun çözüme kavuşturulamadı . hatta Ingilizler , hakkari'nin kendilerine bırakılmasını istediler.
Tersane konferansı'nda sorun çözülemeyince milletler cemiyetine başvuruldu . burada da sorun çözülemeyince uluslar arası sürekli adalet divanından görüş alındı . fakat bu uluslar arası kurumlar , Ingiliz hükümetinin etkisi altında bulunduğu için alınan kararlar de Ingilizlerin beklentileri doğrultusundaydı . türk tarafı musulu gerekirse savaş yoluyla almayı planlıyordu . bu doğrultuda hazırlıklar sürerken doğu anadolu'da şeyh sait isyanı çıktı iç ve dış sorunların yoğun olarak yaşandığı bu günlerde türk hükümeti, ayaklanmanın bastırılması sürecinde yıpranan orduyla savaşmanın doğru olmadığını düşünerek Ingiltere ile uzlaşma yoluna gitti . 6 haziran 1926'da Ingiltere ile anlaşma yoluna gidildi.
Yapılan Ankara antlaşmasına göre ;
Musul ırak'a bırakılacak
Buna karşılık Petrol ürünlerinden elde edilecek gelirin % 10 u 25 yıl süre ile türkiye'ye verilecekti . Türkiye bir süre sonra , Musul petrollerinden elde edeceği gelirden 500 .000 ingiliz lirası karşılığında vazgeçti .
Dış borçlar sorunu
Osmanlı devleti ilk olarak kırım savaşı sırasında 1854 yılında ingiltere'den dış borç almıştı . zamanla Avrupalı devletler, yüksek faiz oranları ile Osmanlı devletine dış borç vermeye devam ettiler . 1881 yılına gelindiğinde Osmanlı devleti aldığı borçları ödeyemez hale geldi. Alacaklı devletler 1881 yılında düyun-u umumiye idaresini kurarak Osmanlı devletinin gelir kaynaklarına el koydular . bu durum lozan anlaşması sırasında da ele alındı . Türkiye osmanlı borçlarının kendi payına düşen kısmı olan 84. 597.495 altın lirayı ödemeyi kabul etti.bu pay , toplam Osmanlı borçlarının 2/3'si kadardı.
1930- 1938 YILLARI ARASINDA DIŞ POLITIKADA YAŞANAN SORUNLAR
Bu dönemde dış politikadaki sorunlar daha çok ikinci dünya savaşı tehlikesinin hızla yükselmesine bağlı olarak gündeme geldi.
Milletler cemiyetine giriş
Wilson ilkelerinden yola çıkılarak Paris konferansında milletler cemiyeti yasası kabul edildi . bu yasalarla yeni savaşların çıkmasının önüne geçilmesi ve barışın korunması amaçlanıyordu. Lozan antlaşması sonrasında bölge ve dünya barışının korumaya çalışan Türkiye bu doğrultuda uluslar arası alanda başlatılan girişimlerden uzak durmadı.
Türkiye 1928 yılında Sovyet rusyanın desteği ile Avrupa ‘da silahsızlanma konferansına katıldı
1929 yılında Amerika ve Fransız dış işleri bakanları tarafından oluşturulan ve birleşmiş milletler teşkilatının paralelinde çalışacak olan briant-kellog paktını imzaladı
Milletler cemiyeti , ABD ve italya'nın teşkilatın çalışmalarından dışlanmaları üzerine Ingiltere ve fransanın etkisinde kaldı . özellikle teşkilata üye olan 40 devletten 27 si eskiden müttefik olan devletlerden oluşuyordu . Ingilizler ve sömürgelerine genel kurulda 6 oy hakkı verilmişti. Bu nedenle de Ingiliz çıkarlarına aykırı olabilecek kararların genel kurulda kabul edilmesi oldukça zordu.
Türkiye bu cemiyete 1932 yılında Yunanistan ve ispanya'nın çağrısı üzerine 43 üyenin oy birliğ ile kabul edildi . dünya barışını sağlamak amacı ile kurulan milletler cemiyeti , büyük devletlerin çıkarlarına hizmet eden bir kuruluş haline geldiği için asıl amacı olan barışı sağlama konusunda başarısız oldu.
Türkiye, 1935 yılında da uluslararası adalet divanına üye oldu .
Balkan antantı'nın kurulması
Balkan savaşlarından sonra balkan devletleri arasında bir güvensizlik ortamı doğmuş , bu koşullar birinci dünya savaşından sonra da değişmemişti . 1930'lu yıllarda avrupa'da silahlanma yarışı yeniden başladı . Italya'da ve almanya'da iktidara gelen iki lider dünya barışını tehdit etmeye başladılar . mussolini italya'yı Akdeniz ve balkanlarda etkin kılmak isterken hitler almanya'yı doğu avrupa'da etkin kılarak birinci dünya savaşının intikamını almaya soyunmuştur. Bu koşullarda önce Türkiye ile Yunanistan 1933'te bir araya gelerek sınırların değişmezliği esasına dayanan dostluk anlaşması imzaladılar. Böylece Türkiye hem batı sınırını güvenlik altına aldı hem de bölgesel barışın sağlanmasına öncülük etti .
Türkiye ve yunanistan'a Romanya ve Yugoslavya da katılınca 1934'te balkan antantı imzalandı . bu dört devlet aralarındaki sorunları erteleyerek saldırmazlık ve dostluk anlaşması imzaladılar. Antanta , ege denizine çıkmak isteyen bulgaritan ile italya'dan çekinen Arnavutluk katılmadı . balkan antantı'nda şu hükümler kabul edildi :
Türkiye Yugoslavya , Yunanistan ve Romanya kendilerinin ve tüm balkan sınırlarının güvenliğini karşılıklı olarak güvence altına alırlar.
Taraflar , anlaşma ile belirlenen çıkarlarını bozabilecek tehditler karşısında alınacak önemler konusunda aralarında görüşme yapmayı yükümlenirler. Balkaqn antantı'na katılan devletler , bu ittifaka katılmayan balkan devletlerinden herhangi birine karşı birbirlerine haber vermeden hiçbir eylemde bulunmamayı , herhangi bir yükümlülük altına girmemeyi kabul ederler.
Türkiye'nin kurtuluş savaşı süresince en çok çarpıştığı Yunanistan ile balkan antantı'nda yer alması dış politikasını kin ve düşmanlığa değil , komşularıyla barış ve güven içerisinde bir arada yaşama ilkesine dayandırdığının göstergesidir.
Montrö boğazlar sözleşmesi
Boğazlar sorunu yeni bir sorun değildi 1830 lardan itibaren Osmanlı devletinin sınırlarına aşarak uluslara arası bir sorun haline gelmişti. Birinci düny a savaşının
Sonunda itilaf devletleri boğazlara yerleştiler lozan antlaşmasından türküyenin bütün çabalarına rağmen boğazların her iki yakasında 25 kilometrelik askerden arındırılmış bir bölge bulunacaktı.bu durum türkiyenin egemenlik haklarına aykırı olduğu gibi güvenliğide tehdit ediyordu 1933 yılından itibaren avrupada silahlanma yarışının artmasının üzerine Türkiye milletler cemiyetine baş vurarak devletler bu talebe karşı çıktılar.savaş hazırlığı yapan Italya ve Almanya avrupada güvenliği tehdit ediyorlardı Italya habeşistana saldırırken almanyada ren bölgesine girdi.
Türkiyenin ısrarlı baş vurularına balkan devletleride destek verdiler.
Italya dışında diğer devletler boğazların durumuna görüşmeyi kabul ettiler.
Isviçrenin montreux (Montrö) kentinde konferans çalışmalarına başlandı.
20 temmuz tarihinde tamamlanan çalışmalarda şu kararlar alındı:
.boğazlar komisyonu görevini türkiyeye devredecek,
.türkiye boğazları istediği kadar silahlandırılabilecek.
Savaş durumunda boğazlardan geçecek savaş gemileriyle ilgili kararı Türkiye verecekti
Montrö sözleşmesi ile Türkiye boğazlara yeniden egemen oldu.bu gelişme dünya devletler karşısında türkiyenin saygınlığını dahada artırdı.güneydoğuda avrupada
Jeopolitik bakımından önemli bir ülke olan sınırlandırılmalardan kurtulan Türkiye
Bölgede güvenlik ve barışın korunmasında sözü geçen devletlerden biri haline geldi.
Sadabad Paktı'nın Kurulması
Italya ve almanyanın saldırgan politikaları dünya barışını tehdit ediyorlardı.
Batı sınırını güvence altına alan Türkiye doğu sınırını da güvence altına almak istiyordu.8-9 temmuz 1937'de Türkiye,iran ırak ve Afganistan tafranda sadabat sarayında bir araya gelerek saldırmazlık paktı başlığını taşıyan anlaşmayı imzaladılar bu anlaşmayı imzalayan taraflar ortak sınırlarını korumayı birbirlerine karşı saldırıya geçmeyeceklerini ortak çıkarlarını ilgilendiren uluslar arası anlaşmazlıklarda birlikte hareket edeceklerine ve birbir lerinin iç işlerine karışmayacaklarına kabul ettiler.
Böylece Türkiye güneydoğu sınırını güvenlik altına almış oldu.anlaşma 2. dünya savaşı sırasında işlemimni kaybetti.1955te imzalanan Bağdat paktı bu anlaşmanın yerini aldı.
Hatay sorunu
Iskenderun ve çevresi sancak bölgesi adıyla anılmaktaydı. 30 ekim 1918 ‘de Mondros ateşkes imzalandığı güne kadar Osmanlı toprağı olan sancak önce
Ingiltere daha sonra Fransa tarafından işgal edilmişti. Kurtuluş savaşı sırasında adana ,urfa Antep, maraşta güçlü direnişle karşılanan Fransızlar 1921 ankara antlaşması ile Hatay ve Iskenderun hariç güneydoğu anadoluyu boşalttılar fakat 1936 yılında fransı hükümeti Suriye ile anlaşarak manda yönetimine son vermeyi kararlaştırdı. Suriye ye 3 yıl sonra bağımsızlık hakkı tanınacaktı . Türkiye bu gelişme karşısında sancağın Suriye de kalmasına razı olmayacağını açıklayarak Fransa ve milletler cemiyetinde girişimlerde bulundu. Bu günlerde sancak Türkleri örgütlenerek Fransızlara karşı mücadele yürütüyor. Türkiye'ye heyetler gönderiyordu. Atatürk askeri hareket için hazırlık yapılmasını isterken başbakan Inönü daha ılımlı hareket edilmesini istiyordu . bu arada avrupada gerginlikte tırmanıyordu. Türkiyenin dostluğunu kazanmak isteyen Ingiltere türkiyenin tezlerine ılımlı yaklaşırken yeniden silahlanmaya başlayan Almanya karşısında Türkiye ile düşman olmayı göze alamayan Fransa daha esnek hareket etmeyi tercih ediyordu.
Milletler cemiyeti 1937'de sacağı iç işlerinde tamamen bağımsız dış işlerinde Suriyeye bağlı 1 ayrı varlık olarak kabul etti bu günlerde Fransız hukumetinin yaptığı hesaplara gore sancakın nüfüsu 219bin idi bu nüfusun büyük bir bölümüde türk ve müslümandı
Atatürkde bu günlerde Fransız büyük elçisine ben toprak büyütme amacında değilim,
Barış bozma alışkanlığım yoktur ancak anlaşmaya dayanan hakkımızın takipçisiyim onu alamazsam edemem . Büyük meclisin kürsüsünden milletime söz verdim.
Hatayı alcağım milletim benim dedime inanır sözümü yerine getirmesem onun huzuruna çıkamam yerimde kalamam diyerek kararlılını dile getiriyordu üstelik sağlığının bozuk olduğu mayıs1938de mersin ve adanada askeriye birlikleri denetliyerek güney sınırına 30000 kişilik bir askeri birlik yerleştirdi.temmuz ayında Fransa ile Türkiye arasında varılan bir askeri anlaşma ile her 2 tarafında güvenliğinide sağlamak amacıyla sancakta 2500er asker bulundurmaları kararlaştırılırdı.milletler cemiyetinin aldıı karar gereğince Hatay ve iskenderunda seçimler yapıldı 24 ağustos 1938de yapılan seç,imler sonucunda 40 kişilik meclis belirlendi ve 2 eylülde göreve başladı artık Hatay cumhuriyeti kurulmuştu Tayfur sökmen cumhurbaşkanı seçildi hatayda.birbiri ardına türk yasaları kabul edilmeye başlandı.hatayın türkiyeye yakınlaşması üzerine arap ve ermeni kökenli olanların önemli bir kısmı suriyeye göç etti.23 haziran 1939da türkiyeyle Fransa hatayın türküyeye katılması konusunda anlaşmaya vardılr daha bu anlaşma onaylanmadan.
29 haziran 1939da Hatay meclisi oy birliği ile aldığı kararla türkiyeye katıldı.
BIR LIDERIN SON GÜNLERI
MUSTAFA KEMAL ATATÜRKün 57 yıl süren yaşamı siyasi sosyal ve askeri bir çok çalkantılar içinde geçti.kısa sayılabilecek bir ömrü 1 çok dönem,bir çok dönüm noktası sığdırarak adetanefes nefese tamamlandı.askeri siyasi ve sosyal gelişmeler daha önceki konularda anlatıldı.
Atatürk1916da böbrek yangısına tutuldu.
Böbrek rahatsızlığını ömür boyu çekti 1918de rahatsızlığının artması üzerine tedavi amacıyla avusturyadaki karls bada gitti böbrek rahatsızlığından dolayı sonraki dönemlerdede sık sık kaplıcalara gittiği bilinmektedir.1924 yılında ise kroner spazım
Geçirdiği anlaşılmışdır atatürkün siroz hastalığına yakalandığı 1938 yılında anlaşıldı .
Mart ayında insülin tedavisi uygulandı bu günlerde fransadan bu alanda oldukça ün salan dr.fisenger de çağrıldı ve oda türk doktorların tanısını doğruladı.tedavi için mutlak dinlenmesi gerektiği ve deniz havasının iyi geleceği önerildi. Bu işi için savorana yatı satın alındı son günlerinde yakınlarına ölümü istemek bir cesaret değildir;ama ölümden korkmakta bir ahmaklıktır.diyordu
BUNLRI BILIYORMUYDUNUZ??????
Atatürk 1927 yılında cumhur başkanı olarak 7.000 lirası olağan üstü ödenek olmak üzere aylık toplam 12.bin lira maaş alıyordu.1931 yılında 13.186 liraya çıkan maaş 1938de vergi kanununda yapılan değişiklikle 9.078 liraya düştü öldüğünde iş bankası emekli hesabında 19.566 lira tasarruf hesabındada 53.453 lira bulunuyordu.
Bunların yanında biriktirdiği maaşlarıyla orman çiftliği gibi silifkede,yalovada,tarsusda çiftlikler almıştı.154.729 dönüm araziden oluşan mal varlığını 1937 yılında hazineye bağışladı.