Osmanlı Devleti'nde çöküşü durdurmak ve devleti yeniden eski gücüne kavuşturmak için yapılan çalışmalar Gelenekçi Zihniyetle Yapılan Yenilikler ve Batılı Tarzda Yapılan Yenilikler olarak ikiye ayırmak mümkündür.
A. Gelenekçi Zihniyetle Yapılan Yenilikler
Osmanlı Devleti yükseliş devrinin ardından XVI. yüzyılın sonlarında bir buhran devrine girdi. Avrupa'ya karşı olan üstün konumunu kaybetmeye başladığı gibi, devletin koyduğu prensiplerde ve kanunlarda bozulmalar meydana geldi. Sıkıntıların had safhaya çıktığı XVII. yüzyıl başlarında birtakım ıslahatlar yapılması gündeme geldi. Bu dönemde yapılan ıslahatlarda, problemlere devletin kendi iç dinamikleri çerçevesinde çözümler bulma düşüncesi hakimdir.
Sistemin üstünlüğüne ve değişmezliğine olan inanç, düzende değişiklik yapmak yerine, onu korumayı ön plana çıkardı. Nitekim yaşanan sıkıntıların sebeplerinin gösterildiği ve çözüm yollarının tavsiye edildiği eserlerde, eski parlak dönemin özlemleri ve o yılların uygulamalarının çözüm yolu olduğu belirtilmektedir. Osmanlı tarihinin bir döneminde devlet teşkilatının ve toplum yapısının mükemmel bir halde bulunduğu, o zamanlar sıkıca riayet edilen "Kanun-ı Kadim"e uyulmadığı için düzenin bozulduğu ileri sürülmektedir.
Osmanlı Devleti'nde ıslahatlara ilk teşebbüs eden padişah Sultan II. Osman (Genç) olmuştur. Yeniçeri ocağını kaldırarak yerine milli ve düzenli bir ordu kurmak istemiş ancak bunu hayatıyla ödemiştir. Sultan IV. Murad ise Koçi Bey'in tavsiyeleri doğrultusunda ıslahatlar yaptı. Önce kendi otoritesini kabul ettirdi. Halka zulüm yapan zorbaları ağır bir biçimde cezalandırdı. Yeniçerileri disiplin altına aldı. Tımar sistemine işlerlik kazandırıldı. Yapılan yoklamalarla görev yapmayan tımarlı sipahiler azledildi. Yolsuzluk önlendi, güvenlik sağlandı. Adaletnameler yayınlayarak halkın korunmasına yönelik tedbirler alındı. Fakat bu tedbirler geçici bir süre etkili olup, devamlı bir çözüm getirmedi.
XVII. yüzyılda yaşamış olan bir başka bilim ve fikir adamı Katip Çelebi (1609-1658) ise meseleyi önceki yazarlardan daha geniş bir açıdan ele almıştır. I. Mustafa, IV. Murat ve Sultan İbrahim devirlerinde yaşamış olan Katip Çelebi, bir ıslahat raporu hazırlamıştı. Önceki yazarlardan farklı olarak, problemlere çözüm bulabilmek için devletin ve toplumun genel niteliğinin bilinmesi, sıkıntıların kaynağına inilmesi gerektiğine işaret etmiştir.
Sadarete gelen Köprülü ailesi zamanında ise devlet işlerinin ve toplumun düzene girdiği görülmektedir. Köprülüler eski düzeni canlandırmak yerine, meselelere pratik çözüm yolları getirdiler. Özel olarak ticaret ve tarımı teşvik amacıyla birtakım tedbirler aldılar; ticari faaliyetler kolaylaştırıldı, vergiler düşürüldü. Ekonomide yaşanan iyileşme siyasi alanda da kendini gösterdi. 1669'da Girit'in fethi tamamlandı, 1681'de imzalanan Osmanlı-Rus barışı ile devletin kuzey bölgeleri de güvenlik altına alındı. Bu başarılar Osmanlı yöneticilerinin bazılarında eski geleneğe uygun olarak, fetihler yapılması fikrini uyandırdı. Osmanlı orduları 1683 yılında Viyana kapılarına ikinci defa dayandı. Ancak bütün Avrupa Viyana'nın yardımına koştu ve Osmanlı ordusu yenilerek geri çekildi. 1699'da imzalanan Karlofça Antlaşması ile Osmanlı Devleti ilk defa düşmanlarına toprak bıraktı. Bu durum Osmanlı kamuoyunda derin bir tesir meydana getirdi. Hıristiyan Avrupa ülkelerinin askerlik ve maddi alanda, İslam alemine üstünlük sağladıkları açıkça idrak edildi. Artık devletin kanunnamelere uygun şekilde düzenlenmesinin yeterli olmadığı anlaşıldı. Bundan sonra Osmanlı yöneticileri, batı ile daha fazla ilgilenmeye ve Avrupa ile ilişkilerde barış siyasetine önem vermeye başladılar.
B. Batılı Tarzda Yapılan Yenilikler
1. Lale Devri
Osmanlı Devleti'nin yüzünü batıya çevirip Avrupa tarzında ilk ıslahatlar yaptığı dönem, 1718 yılında Avusturya ile imzalanan Pasarofça Antlaşması ile başlayıp, 1730 yılındaki Patrona Halil İsyanı ile sona eren Lale Devri'dir. Çoğu tarihçi tarafından bir zevk ve eğlence devri olarak görülen Lale Devri bazı alanlarda gelişmelerin ve yeniliklerin olduğu, savaşların yapılmadığı bir barış devri olarak da karşımıza çıkmaktadır.
Lale Devri'nde Osmanlı Devleti adına görülen en önemli gelişmelerden birisi çeşitli Avrupa devletlerinde geçici olarak elçiliklerin açılması ve bu ülkelere ilk olarak eğitim için öğrencilerin gönderilmesi olmuştur. Bu dönemde Avrupa'ya gönderilen elçiler arasında Yirmisekiz Mehmet Çelebi en önemlilerinden bir tanesidir. Damat İbrahim Paşa tarafından Paris'e elçi olarak gönderilen Yirmisekiz Mehmet Çelebi'ye verilen talimatta Fransa'nın medeniyet ve eğitim araçlarını iyice tetkik ettikten sonra uygulanabilir olanları rapor etmesi istenmişti. Yirmisekiz Mehmet Çelebi'nin dönüşünde padişaha sunduğu raporda, sokaklarda, dükkânlarda, hastanelerde, hayvanat bahçelerinde gördüklerini de anlatmış ve özellikle de Fransız askeri okulları ve eğitim alanları üzerinde durmuştur.
Paris'ten dönen Mehmet Çelebi'nin oğlu Mehmet Sait Efendi de matbaanın kurulmasında büyük rol oynamıştır. Sait Efendi Damat İbrahim Paşa'ya sunduğu raporda matbaanın Osmanlı ülkesinde mutlaka kurulması gerektiği de belirtilmekteydi. Bunun üzerine matbaanın kurulması ve işletilmesi için bir Macar dönmesi olan İbrahim Müteferrika görevlendirildi. İbrahim Müteferrika, Sait Mehmet Efendi'nin de yardımıyla İstanbul'daki Sultan Selim mahallesindeki evinde ilk Türk matbaasını kurdu. 1727 yılında açılan bu matbaa aynı zamanda ilk defa Türkçe eser basan matbaa olarak da tarihe geçmekteydi. İstanbul da kurulan bu matbaada ilk basılan eserler haritalar oldu. İbrahim Müteferrika'nın Osmanlı ülkesinde matbaayı kurması birtakım yeni gelişmeleri de beraberinde getirmişti. Özellikle Osmanlı devlet adamlarının gözlerini dünyaya çevirmesinde son derece mühim bir yeri olan matbaanın kurulması aynı zamanda da birçok eserin basılmasını ve yeni ilmi gelişmelerin sağlanmasına katkıda bulunmuştur.
Lale Devri'nde matbaanın kurulması yanında yaşanan bir diğer bilimsel gelişme de bir Tercüme Heyeti'nin kurulmuş olmasıdır. İlim, fikir ve edebiyat adamlarından kurulan bu tercüme heyeti devamlı olarak toplanarak Doğu ve Batı dillerinden tercümeler yapmıştır. Bu dönemde Fransızcadan Türkçeye ilk defa bazı eserler çevrildiği gibi bazı Türkçe eserlerin de Fransızcaya tercüme edilerek basıldığı görülmektedir.
Lale Devri'nde Osmanlı Devleti'nin ekonomik kaynaklarını tüketen savaşlar ve çarpışmalar son bulurken bu barış döneminde çeşitli Avrupa Devletleri'nde kurulan elçilikler sayesinde bu devletler ile kültür alışverişi güçlenmiştir. Bu dönemde Avrupa'da Türk tarzı moda olurken, Osmanlı süsleme sanatlarında ve diğer sanat alanlarında da Avrupalı motifler Osmanlı sanatına girmiştir. Nitekim bu dönemde özellikle Fransa ve Avusturya köşklerinden ilham alınarak, Boğaz ve Haliç'in kıyıları boyunca inşa edilen yalılar ve şairler, müzisyenlerin katıldığı eğlencelere mekân olmuştur.
Bu devirde tersanenin ve ordunun düzeltilmesine de önem verilmiş, tulumbacılar ilk itfaiye teşkilatı haline getirilmiştir. Askeri ıslahatla ilgili 1717 sonlarında İstanbul'a gelmiş bulunan De Rochefort isimli bir Fransız "Bab-ı Ali Hizmetinde Bir Fen Kıtası Kurulması Üzerine Tasarı" adıyla bir proje sunmuştur. Ordunun durumunun düzeltilmesini amaçlayan bu projenin uygulanma imkânı olmamıştır. 1727'de Üsküdar'da açılan ve Avrupa usulü askeri eğitim vermeyi amaçlayan Hendesehane bu alanda bir ilk teşkil etmektedir. Tekfur Sarayı'nda açılan çini imalathanesinin yanı sıra, kumaş dokuma fabrikası ile Yalova'da bir kâğıt fabrikasının kurulması da bu devirde meydana gelmiştir.
Bu yenilik dönemi 1730 tarihinde Patrona Halil ayaklanması ile sona erdirilmiştir. Bu olayla Lale Devri'ne son veren isyancılar aynı zamanda padişah III. Ahmet devrine de son vermişlerdir.
2. III. Selim Dönemi (1789-1807) Yenilikleri
Osmanlı Devleti'nde ilk ciddî reform girişiminin yapılmaya çalışıldığı III. Selim dönemi (1789-1807), II. Mahmut ve Tanzimat dönemlerine zemin hazırlaması bakımından son derece önemlidir. III. Selim'in ıslahat çabası, sadece askerî ıslahatların genişlemesi açısından değil, aynı zamanda çok yönlü reform girişimlerinin başlangıcı olması açısından da ayrı bir anlam taşır.
III. Selim iktidar ve otoriteyi eline aldığında ilk iş olarak devrin seçkin devlet adamlarından, Ulemâ ve Ayandan reform hakkındaki düşüncelerini layihalarla ifade etmelerini istemiştir (1792). Başta Sadrazam olmak üzere yirmi iki layiha sunulmuştur. Bu layihalardan çıkan sonuçlardan Padişah, Batı temelinde yeni bir ordu kurulmasını kararlaştırmıştır. III. Selim, döneminde kötü durumda olan devleti düzeltmek istiyordu. Öncelikle orduyu ıslah ile işe başlayarak Yeniçeri Ocağı'na dokunulmamak üzere Nizâm-ı Cedîd adında yeni bir ordu kurmayı hedefledi. Böylece, Şubat 1793'te Bostancı Ocağı'na bağlı olarak Nizam-ı Cedit Ocağını kurdu. Tanzimat'ın hazırlanmasında büyük rol oynamış olan Nizam-ı Cedîd (Yeni, "modern" Düzen) dar ve geniş olmak üzere iki durumu ifade etmektedir. Birincisi, yani dar anlamda III. Selim devrinde Avrupa usulüyle yetiştirilmek istenen talimli askeri orduyu, ikincisi, yani geniş anlamda ise III. Selim'in Yeniçerileri kaldırmak, Ulemâ'nın nüfuzunu kırmak, Osmanlı Devleti'ni Avrupa'nın ilim, sanat, ziraat, ticaret ve medeniyette yaptığı ilerlemelere ortak yapmak için teşebbüs ettiği yenilik hareketlerinin bütününü ifade etmektedir.
Bu ordunun finansmanı için 1 Mart 1793'te İrad-ı Cedit Hazinesini oluşturdu. Nizam-ı Cedit'teki en büyük yenilik Türk gençlerinden oluşuyor olmasıydı. Yeniçerilerden fazla maaş veriliyor, askeri bazı vergilerden muaf tutuluyorlardı. Bu ordunun batılı tarzda organizasyonu ve eğitimi için Avrupa'dan insanlar getirilip istihdam edildi. III. Selim ordu ile ilgili olarak Kumbarahâne (1792) ile Mühendishâne-i Berrî-i Hümayun (Kara Harp Okulu-1794) okullarını açmış, Batılı uzmanlardan özellikle Fransızlardan yararlanma yolunu seçmiştir. III. Selim donanmayı da yeni baştan düzenleyerek XVII. yüzyıldan beri gelen gerilemeyi durdurdu.
Modern Osmanlı denizciliğinin kurucusu olan Küçük Hüseyin Paşa'yı Kaptan-ı Deryalığa getirdi. Yeni gemiler inşa ettirdi. Çanakkale'de dâhil olmak üzere 15 tersaneyi yeniden kurdurdu.
III. Selim döneminde Nizâm-ı Cedît kapsamı çerçevesinde daha sonraki dönemleri etkileyecek önemli olaylardan biri, yeni kurulan ordu çerçevesinde Fransız öğretmen, uzman ve yöntemlerinden yararlanılarak, Osmanlı'da Batı'ya dönük bir aydın tipinin doğmaya başlamasıdır. Gerek askerî, gerekse askerî olmayan aydın tipi, III. Selim döneminde oluşmaya başlamıştır.
Bu dönemde Osmanlı sınırları 28 ile bölündü. Böylece Osmanlı, Anadolu ve Rumeli olarak iki eyalet ve 28 il haline geldi. III. Selim 28 il uygulamasından sonra bir nizamname yayınlayarak bu, illerde çalıştırılacak kişilerin hangi niteliklere haiz olması gerektiğini belirtti. III. Selim Vüzera Nizamnamesi'nden sonra devlet adamları için hangi hediyenin rüşvet olup olamayacağını belirten bir nizamname daha yayınlamıştır. III. Selim çok sık bir şekilde taşra yöneticilerine adaletnameler göndererek halka zulüm yapılmaması, adalet ve merhametin elden bırakılmaması konusundan onları uyarmıştır.
III. Selim döneminde Avrupa'da daimi elçiliklerin kurulmaya başlanmıştır. 21 Aralık 1793'te ilk olarak Londra'ya Yusuf Agâh Efendi daimi elçi olarak gönderildi. 1795'te Prusya ve Avusturya'ya daimi elçiler gönderildi. III. Selim göndermiş olduğu bu elçilerden gittikleri devletlerde kurumsal olarak neler yaptıklarını, ne gibi değişiklikler olduğunu bildirmelerini istemiştir.
III. Selim döneminin yenilikler açısından önemli bir yönü de giyim, kuşam, sanat, müzik, örf ve adetler, edebiyat vb. alanlarda gündelik hayatta yenilikler oluşması ve batılılaşmanın bu alanlarda görülmeye başlamasıdır. Özellikle büyük şehirlerde kadınların kıyafetlerinde örf ve adetler değişmeye başlamıştır. III. Selim döneminde gerçekleştirilen önemli çabalardan biri de dil alanındadır. Bu dönemde yapılan çevirilerle dilde meydana gelen değişim kıvılcımları dikkat çekmektedir. III. Selim zamanında Mütercim Asım'ın Farsçadan yaptığı lügat çevirisi, Türkçe açısından mühim bir gelişmedir.
III. Selim'in yaptığı reformlara karşı olanlar Nizam-ı Cedit'in kaldırılmasını ve bir süre sonra da III. Selim'in tahtan indirilmesini sağladılar. 1807'de III. Selim tahttan çekildi, yerine IV. Mustafa padişah oldu. III. Selim'in tahttan indirilmesi, Osmanlı Devleti'nde yenileşme çabalarının önünü kesememiştir. Daha sonraki padişahlar zamanında devleti tekrar eski gücüne tekrar kavuşturmak amacıyla reform hareketleri daha da hızlanarak devam ettiği görülmektedir.
3. II. Mahmut Dönemi (1808-1839) Yenilikleri
II. Mahmut tahta geçtiğinde devletin otoritesi sarsılmış ve devlet zayıf düşmüştü. II. Mahmut'un ilk sadrazamı olan ve IV. Mustafa'yı tahttan indirerek kendisini tahta geçiren kişi olan Alemdar Mustafa Paşa devletin otoritesini yeniden kurmak için çabalara girişti. Bu amaçla Alemdar Mustafa Paşa ilk iş olarak Rumeli ve Anadolu'daki ayanları İstanbul'da toplayarak onlarla Sened-i İttifak adında bir anlaşmaya vardı. Bu senet bir taraftan padişahın, diğer taraftan da ayan ve beylerin karşılıklı taahhütlerini ihtiva ediyordu. Buna göre, her iki taraf da, ülkenin iyi bir şekilde yönetilmesi için çaba harcayacak ve yenilik hareketlerinin gerçekleşmesine çalışacaklardı.
II. Mahmut, sadrazamı Alemdar Mustafa Paşa'nın önerisi üzerine Sekban-ı Cedit adıyla yeni bir askerî ocak kurdu. Ancak, Yeniçerilerin isyanı sonucu Alemdar Mustafa Paşa öldürülünce bu ocak kaldırıldı. II. Mahmut bir deneme daha da yaparak yeniçerilerden Eşkinci Ocağı adıyla askerî bir birlik kurdu. Yeniçerilerin ayaklanmasıyla bu ocak da kaldırıldı. II. Mahmut, ulemanın ve Yeniçeri Ocağı'nın baskıları dolayısıyla hiçbir yenileşme çabasına girişemeyeceğini anlamıştı. Bunun üzerine 1826'da Yeniçeriler tarafından çıkarılan bir ayaklanma ile Yeniçeri Ocağı etkisiz duruma sokuldu. Osmanlı tarihinde bu olaya Vaka-yı Hayriye (Hayırlı Olay) denildi. II. Mahmut Yeniçeri ordusunun yerine Avrupa usulünde yetiştirilmek üzere Asakir-i Mansure-i Muhammediye ordusunu kurdu. Yeni orduya asker sağlanması 1826 yılı sonunda çıkarılan bir nizamname ile düzene kondu. Askerlerin eğitimi için Avrupa'dan ve Mısır'dan subaylar getirtildi. Alman Feldmareşal H. Von Moltke getirilen subayların arasındaydı. Askerlik alanındaki yenilikleri sağlamlaştırmak için, Harp Okulu ve Tıp Okulu kuruldu. Avrupa'ya ilk kez askerî eğitim için öğrenci gönderildi.
II. Mahmut merkezî otoriteyi sağlamak için harekete geçti, devlet kurumlarında yeni düzenlemeler yaptı. Divan sistemi kaldırılarak, yerine nazırlık (bakanlıklar) kuruldu. Nazırların bir araya gelip görüştüğü Meclis-i Vükela açıldı. Sadrazam ve şeyhülislâmda toplanan yetkiler, nazırlar (bakanlar) arasında paylaştırıldı. Sadrazamın adı başvekil (başbakan) olarak değiştirildi. Devlet memurlukları Dâhiliye (İçişleri) ve Hariciye (Dışişleri) olmak üzere iki bölüme ayrıldı. Devlet memurları maaşlı hâle getirildi. İktisat Nezareti kuruldu. İstanbul'da belediye güvenlik ve vergi toplama görevleri bu nezarete verildi. Kadıların rüşvet ve görevlerini kötüye kullanmalarına karşı ceza kanunnamesi ile memurlara ait kanunnameler yayınlandı. Kişinin malına devletçe el konulması (müsadere) geleneği kaldırıldı. Böylece devlet tarafından özel mülkiyet güvence altına alındı.
Devlet erkânının nasıl giyineceğine dair bir kanunname çıkartıldı. Buna göre, Devlet dairelerinde çalışanlara fes, ceket, pantolon giyme zorunluluğu getirildi. Bizzat padişah sakalını keserek batılı kıyafeti ile tebaasına örnek oldu. Anadolu ve Rumeli'de ilk kez 1831'de nüfus sayımı yapıldı. Askerî amaçla yapıldığı için yalnızca erkekler sayıldı. Bu sırada vergilerin düzgün toplanabilmesi için mülk sayımı da yapıldı. Devletin yaptığı işlerden halkı haberdar etmek için aynı yıl ilk resmî gazete olan Takvim-i Vekayi çıkarıldı.
II. Mahmut Döneminde eğitime de önem verilerek, yeni okullar açıldı. İstanbul'da ilköğretim zorunlu hâle getirildi. Yüksek okullara öğrenci yetiştirmesi için rüştiye adı verilen okullar açıldı. Sivil memur yetiştirmeyi amaçlayan Mekteb-i Maarif-i Adliye kuruldu. Yeni orduya Avrupa harp sanatını bilen piyade ve süvari subaylarının yetiştirilmesi için 1834 yılında İstanbul'da Mekteb-i Umumi Harbiye öğretime açıldı. II. Mahmut'un sağlık alanındaki reformları da dikkat çekicidir. 1827 yılında ordunun doktor ve cerrah ihtiyacını karşılamak için Tıphane-i Amire açıldı. Veba ve kolera salgınları için 1838'de Avusturya'dan getirilen uzmanların yardımıyla İstanbul yakınlarında bir karantina merkezi kuruldu.
Yabancı dilden çeviriler yapmak için 1833'te tercüme odası kuruldu. Devletin dış ülkelerle olan resmi yazışmaları yürütmek yanında, söz konusu odada yabancı dil bilen memurlar yetiştirilecekti. Ertesi yıl Avrupa'da Osmanlı ikamet elçilikleri yeniden kuruldu. Posta örgütü oluşturuldu. 1834'te de Üsküdar'dan İzmit'e kadar ilk posta yolu hizmete kondu. Yurt dışına yapılacak geziler için pasaport zorunluluğu getirildi. Polis örgütü kuruldu.
II. Mahmut ıslahatçı Osmanlı padişahları arasında en başarılı olanı sayılır. Bu dönem yenilikleri Osmanlı toplumuna büyük faydalar sağlamıştır. Fakat II. Mahmut daha önceki tecrübeleri gördüğü için köklü bir programa cesaret edememiş, kendi mutlak otoritesinin sınırlanmasına da hiç yanaşmamıştır.
4. Tanzimat Dönemi (1839-1876) Yenilikleri
Sultan II. Mahmut'un başlattığı yenilikler dizisinin bir devamı olarak kabul edilen Tanzimat Dönemi, 3 Kasım 1839'da Mustafa Reşit Paşa tarafından Gülhane Parkı'nda okunarak ilan edilen "Gülhane Hatt-ı Hümayun"u ile başlayıp I.Meşrutiyet'in ilan edildiği 1876 yılına kadar devam etmektedir.
a. Tanzimat Fermanı (3 Kasım 1839)
Sultan II. Mahmut'un ölümünden sonra yerine geçen, genç padişah Abdülmecit, yeni düzenlemelere girişti. Mustafa Reşit Paşa, hazırladığı "Gülhane Hatt-ı Şerifi" veya diğer bir deyimle "Gülhane Hatt-ı Hümayunu" diye anılan Tanzimat Fermanı'nı Gülhane Meydanı'nda padişahın ve memleketin ileri gelenleri ile yabancı devlet temsilcilerinin önünde düzenlenen büyük bir merasimde, 3 Kasım 1839'da okudu.
Bu metinde Osmanlı Devleti'nin 150 yıldan beri çeşitli nedenlerle şeriata ve kanunlara uyulmadığı için fakirliğe ve zayıflığa sürüklendiği, gerekli yeni kanunlar yapıldığı takdirde, coğrafi konumu, toprağının verimliliği ve halkın yetenekleri dolayısıyla devletin çok kısa zamanda ümit edilen seviyeye ulaşacağı belirtiliyordu. Bu belge ile padişahın halkının can, mal ve namusunu güvence altına alacağı, vergilerin herkesin gelirine göre adalete uygun biçimde toplanacağı, askerlik işlerinin de yeniden gözden geçirileceği dile getiriliyordu. Kanunlar her gücün üstünde olacaktı.
Gülhane Hatt-ı Hümayunu'nun okunmasından kısa bir süre sonra, belgede gerekli olduğu gösterilen tedbirlerin alınmasına başlandı. Kişi haklarının koruması için yeni bir ceza kanunu yapıldı. Bu kanunla cana ve mala karşı meydana gelecek saldırıları önlemek ve kamu görevlilerinin keyfi davranışlarına karşı tedbirler almak bakımından önemli adımlar atıldı. Memur suçlarına ait yeni bir idare kanunu çıkarıldı ve burada rüşvet için ağır cezalar konuldu. Tanzimat'ın birinci ve ikinci yıllarında iltizam ve aşar toplama usulleri değiştirildi. Aşar, maliye memurları vasıtasıyla toplanmaya başlandı. Hıristiyanların verdikleri cizye, patrikhaneler aracılığıyla toplandı. Ancak mali reformlar yapılamadığı için kısa süre sonra tekrar eski usullere dönüldü. Ticaret hayatında ise anlaşmazlıkların çözülmesi için ticaret mahkemeleri kuruldu. Askerlik yaşı 20 olarak kabul edildi ve kura usulü getirildi. Ülke toprakları askerlik bakımından bölgelere ayrıldı. Her bölgenin nüfusuna göre alınacak asker miktarı tespit edildi. Hıristiyanlar da askere alınacaktı ancak bu yürütülemedi. Eğitim işlerini düzene sokmak için bir meclis kuruldu. İdari örgütte de bazı yenilikler yapıldı. Her valinin yanına bölge kuvvetlerine komuta edecek bir muhafız ile maliye işlerine bakacak bir defterdar verildi. Bazı eyalet ve sancaklarda yerel meclisler kuruldu. Yine bu dönemde bütçe uygulamalarına gidilmiş, gazeteler çıkartılmıştır. Eğitim, edebiyat ve haklar alanlarında önemli gelişmeler kaydedildi.
Tanzimat Osmanlı Devleti'nde III. Ahmet'ten itibaren başlamış olan yenileşme hareketleri içinde önemli bir merhale teşkil eder. Bu zamana kadar yapılan yenileşme hareketleri, ağırlıklı olarak, devletin uğradığı askeri yenilgiler göz önünde tutularak, hemen daima askeri alanda gerçekleşmişti. Tanzimat Fermanı'nda meydana gelen aksaklıkların devlet ve toplum düzeninden kaynaklandığı görülmüş ve bunların yeniden düzenlenmesi amaçlanmıştır. Bundan dolayı, Tanzimat Fermanı, hem bir çeşit İnsan Hakları Demeci ve hem de bir bakıma anayasal nitelikte ortaya çıkmıştır. Ancak, Tanzimat Fermanı, bir halk hareketi sonucu halktan gelen bir isteğin ifadesi olmayıp, devlet iktidarını kullanan üstün otoriteden, hükümdardan gelmiştir ki bu da Tanzimat Fermanı'nın zayıf tarafıdır. Bu yüzden halk tarafından benimsenememiştir. Tanzimat Fermanı ile padişah, milli egemenlik, meşrutiyet veya cumhuriyet rejimlerine gidilmeksizin, kendi iradesiyle kendi yetkilerini sınırlamıştır. Kendi otoritesinin faaliyet sınırlarını çizmiş ve siyasi gücünün kullanılma şeklini, ilk defa belirli bir statüye kendisi bağlamıştır. Tanzimat, bu yönleriyle, anayasalı rejimin gerçekleşmesi yolunda atılmış bir ilk adımdır.
Bu ferman uygulamada pek parlak sonuç vermemiş, dışarıdan ve içerden tepkilere maruz kalmıştır. Rusya ve Avusturya-Macaristan gibi çok uluslu imparatorluklar, kendi vatandaşlarının da benzer haklar istemelerinden korktuklarından tepki göstermişler ama bu arada özellikle Rusya, Osmanlı içişlerine karışmak için bunu fırsat olarak görmüştür. İngiltere ve Fransa bu yenileşme hareketinden memnun kalmakla birlikte onlar da Osmanlı Devleti'nin içişlerine karışmak için bunu bir vasıta olarak kullanmak istemişlerdir.
Hıristiyan tebaa içinde en ayrıcalıklı azınlık olan Rumlar, ayrıcalıklarının eşitlik ilkesi çerçevesinde bozulmasına hiç de olumlu yaklaşmadılar. Müslüman tebaa da Hıristiyanlarla eşit duruma gelmekten pek hoşnut kalmamıştır.
Ancak ne olursa olsun, Tanzimat, daha sonraki yenilik ve gelişmelerin temelini teşkil etmesi yönünden, Osmanlı tarihinde ayrı ve önemli bir yere sahiptir. Tanzimat dönemi reformları, bütün eksiklik ve yetersizliklerine rağmen, okumuş, idealist ve dinamik bir yeni kuşağın, farklı fikirlerin ve değişik ideolojik yaklaşımların ortaya çıkmasına vasıta olmuş, meşrutiyet dönemi ve parlamenter sistemin alt yapısını hazırlamıştır.
b. Islahat Fermanı (18 Şubat 1856)
Islahat Fermanı, aslında Osmanlı Devleti'nin bir iç düzenlemesi iken devletlerarası bir antlaşmada yani Paris Antlaşması'nın maddeleri arasında yer alması yönünden aynı zamanda siyasi niteliği de olan bir fermandı. Paris Kongresi'nin başlamasından hemen sonra, 18 Şubat 1856 günü, İstanbul'da devletin ileri gelenleri ile yabancı devlet temsilcilerinin huzurunda okunarak açıklandı.
Ferman, 1839 Tanzimat Fermanı gibi sadece can, mal, namus güvenliğinin sağlanmasını değil, aynı zamanda, Osmanlı Devleti içerisindeki Müslüman olmayanları Müslümanlarla eşit haklara kavuşturmayı esas almıştır. Fermanda belirtiler hususlar ve alınan tedbirler şu şekilde idi: Hıristiyanların dinî bütün hak ve ayrıcalıkları aynen korunacak, dinî ibadet ve törenler serbestçe yapılacaktı. Hıristiyanlar da Müslümanlar kadar güvenliğe sahip olma hakları vardı. Gerek kamu kurumları, gerekse özel kişiler tarafından olsun, Hıristiyanları küçültücü, Müslümanlara oranla fark gözetici, muamelede bulunulmayacaktı. Bütün memuriyetler ve okullar fark gözetilmeksizin bütün halka tam bir eşitlikle açık olacaktı. Bütün cemaatlerin okul açabilmesi; eşit ve serbest bir şekilde ticari ve ekonomik faaliyette bulunabilmesi; Müslümanlarla Hıristiyanlar arasındaki ticaret ve cinayet davalarına karma mahkemelerin bakması ve mahkemelerde herkesin kendi dinine göre yemin edebilmesi sağlanacaktı. Vergi eşitliği olacak, Müslüman olmayanlar da askere alınacaktı.
Fermanın amacı, bütün toplulukları ırk, din, dil ayrımı gözetmeksizin kaynaştırmak ve böylece bir Osmanlı toplumu meydana getirmekti. Ancak Ferman, sadece Müslüman olmayan uyruğun ayrıcalıklarını genişletmişti. Müslümanlar için ise yeni bir şey getirmiyordu. Müslüman olmayanlara verilen yeni ayrıcalıklar yönünden, Islahat Fermanı, Müslümanlar tarafından olumsuz karşılandı. Tanzimat Fermanı'nın hazırlayıcısı Reşit Paşa'ya göre, Müslüman-Hıristiyan eşitliği böyle birdenbire değil, yavaş yavaş gerçekleşebilirdi. Reşit Paşa'nın eleştirdiği bir diğer nokta ise fermanın yabancı devletlerin baskısı ile çıkarılmış olmasıydı. Müslüman halk ise Hıristiyanların kendileri ile eşit duruma getirilmesinden hoşlanmamıştı. Hıristiyanlar ve diğer toplumlar ise, kendilerine birçok haklar tanıyan, fakat aynı zamanda askerlik gibi (isteyen bedel vererek askere gitmeyebilirdi) bazı yükümlülükler getirdiği için Islahat Fermanı'nı iyi karşılamadılar. İmparatorluk içinde bu tepkilerle karşılanan Islahat Fermanı, uygulamada da birçok güçlüklerle karşılaştı. Bu nedenle de bazı hükümleri kâğıt üzerinde kaldı.
A. Gelenekçi Zihniyetle Yapılan Yenilikler
Osmanlı Devleti yükseliş devrinin ardından XVI. yüzyılın sonlarında bir buhran devrine girdi. Avrupa'ya karşı olan üstün konumunu kaybetmeye başladığı gibi, devletin koyduğu prensiplerde ve kanunlarda bozulmalar meydana geldi. Sıkıntıların had safhaya çıktığı XVII. yüzyıl başlarında birtakım ıslahatlar yapılması gündeme geldi. Bu dönemde yapılan ıslahatlarda, problemlere devletin kendi iç dinamikleri çerçevesinde çözümler bulma düşüncesi hakimdir.
Sistemin üstünlüğüne ve değişmezliğine olan inanç, düzende değişiklik yapmak yerine, onu korumayı ön plana çıkardı. Nitekim yaşanan sıkıntıların sebeplerinin gösterildiği ve çözüm yollarının tavsiye edildiği eserlerde, eski parlak dönemin özlemleri ve o yılların uygulamalarının çözüm yolu olduğu belirtilmektedir. Osmanlı tarihinin bir döneminde devlet teşkilatının ve toplum yapısının mükemmel bir halde bulunduğu, o zamanlar sıkıca riayet edilen "Kanun-ı Kadim"e uyulmadığı için düzenin bozulduğu ileri sürülmektedir.
Osmanlı Devleti'nde ıslahatlara ilk teşebbüs eden padişah Sultan II. Osman (Genç) olmuştur. Yeniçeri ocağını kaldırarak yerine milli ve düzenli bir ordu kurmak istemiş ancak bunu hayatıyla ödemiştir. Sultan IV. Murad ise Koçi Bey'in tavsiyeleri doğrultusunda ıslahatlar yaptı. Önce kendi otoritesini kabul ettirdi. Halka zulüm yapan zorbaları ağır bir biçimde cezalandırdı. Yeniçerileri disiplin altına aldı. Tımar sistemine işlerlik kazandırıldı. Yapılan yoklamalarla görev yapmayan tımarlı sipahiler azledildi. Yolsuzluk önlendi, güvenlik sağlandı. Adaletnameler yayınlayarak halkın korunmasına yönelik tedbirler alındı. Fakat bu tedbirler geçici bir süre etkili olup, devamlı bir çözüm getirmedi.
XVII. yüzyılda yaşamış olan bir başka bilim ve fikir adamı Katip Çelebi (1609-1658) ise meseleyi önceki yazarlardan daha geniş bir açıdan ele almıştır. I. Mustafa, IV. Murat ve Sultan İbrahim devirlerinde yaşamış olan Katip Çelebi, bir ıslahat raporu hazırlamıştı. Önceki yazarlardan farklı olarak, problemlere çözüm bulabilmek için devletin ve toplumun genel niteliğinin bilinmesi, sıkıntıların kaynağına inilmesi gerektiğine işaret etmiştir.
Sadarete gelen Köprülü ailesi zamanında ise devlet işlerinin ve toplumun düzene girdiği görülmektedir. Köprülüler eski düzeni canlandırmak yerine, meselelere pratik çözüm yolları getirdiler. Özel olarak ticaret ve tarımı teşvik amacıyla birtakım tedbirler aldılar; ticari faaliyetler kolaylaştırıldı, vergiler düşürüldü. Ekonomide yaşanan iyileşme siyasi alanda da kendini gösterdi. 1669'da Girit'in fethi tamamlandı, 1681'de imzalanan Osmanlı-Rus barışı ile devletin kuzey bölgeleri de güvenlik altına alındı. Bu başarılar Osmanlı yöneticilerinin bazılarında eski geleneğe uygun olarak, fetihler yapılması fikrini uyandırdı. Osmanlı orduları 1683 yılında Viyana kapılarına ikinci defa dayandı. Ancak bütün Avrupa Viyana'nın yardımına koştu ve Osmanlı ordusu yenilerek geri çekildi. 1699'da imzalanan Karlofça Antlaşması ile Osmanlı Devleti ilk defa düşmanlarına toprak bıraktı. Bu durum Osmanlı kamuoyunda derin bir tesir meydana getirdi. Hıristiyan Avrupa ülkelerinin askerlik ve maddi alanda, İslam alemine üstünlük sağladıkları açıkça idrak edildi. Artık devletin kanunnamelere uygun şekilde düzenlenmesinin yeterli olmadığı anlaşıldı. Bundan sonra Osmanlı yöneticileri, batı ile daha fazla ilgilenmeye ve Avrupa ile ilişkilerde barış siyasetine önem vermeye başladılar.
B. Batılı Tarzda Yapılan Yenilikler
1. Lale Devri
Osmanlı Devleti'nin yüzünü batıya çevirip Avrupa tarzında ilk ıslahatlar yaptığı dönem, 1718 yılında Avusturya ile imzalanan Pasarofça Antlaşması ile başlayıp, 1730 yılındaki Patrona Halil İsyanı ile sona eren Lale Devri'dir. Çoğu tarihçi tarafından bir zevk ve eğlence devri olarak görülen Lale Devri bazı alanlarda gelişmelerin ve yeniliklerin olduğu, savaşların yapılmadığı bir barış devri olarak da karşımıza çıkmaktadır.
Lale Devri'nde Osmanlı Devleti adına görülen en önemli gelişmelerden birisi çeşitli Avrupa devletlerinde geçici olarak elçiliklerin açılması ve bu ülkelere ilk olarak eğitim için öğrencilerin gönderilmesi olmuştur. Bu dönemde Avrupa'ya gönderilen elçiler arasında Yirmisekiz Mehmet Çelebi en önemlilerinden bir tanesidir. Damat İbrahim Paşa tarafından Paris'e elçi olarak gönderilen Yirmisekiz Mehmet Çelebi'ye verilen talimatta Fransa'nın medeniyet ve eğitim araçlarını iyice tetkik ettikten sonra uygulanabilir olanları rapor etmesi istenmişti. Yirmisekiz Mehmet Çelebi'nin dönüşünde padişaha sunduğu raporda, sokaklarda, dükkânlarda, hastanelerde, hayvanat bahçelerinde gördüklerini de anlatmış ve özellikle de Fransız askeri okulları ve eğitim alanları üzerinde durmuştur.
Paris'ten dönen Mehmet Çelebi'nin oğlu Mehmet Sait Efendi de matbaanın kurulmasında büyük rol oynamıştır. Sait Efendi Damat İbrahim Paşa'ya sunduğu raporda matbaanın Osmanlı ülkesinde mutlaka kurulması gerektiği de belirtilmekteydi. Bunun üzerine matbaanın kurulması ve işletilmesi için bir Macar dönmesi olan İbrahim Müteferrika görevlendirildi. İbrahim Müteferrika, Sait Mehmet Efendi'nin de yardımıyla İstanbul'daki Sultan Selim mahallesindeki evinde ilk Türk matbaasını kurdu. 1727 yılında açılan bu matbaa aynı zamanda ilk defa Türkçe eser basan matbaa olarak da tarihe geçmekteydi. İstanbul da kurulan bu matbaada ilk basılan eserler haritalar oldu. İbrahim Müteferrika'nın Osmanlı ülkesinde matbaayı kurması birtakım yeni gelişmeleri de beraberinde getirmişti. Özellikle Osmanlı devlet adamlarının gözlerini dünyaya çevirmesinde son derece mühim bir yeri olan matbaanın kurulması aynı zamanda da birçok eserin basılmasını ve yeni ilmi gelişmelerin sağlanmasına katkıda bulunmuştur.
Lale Devri'nde matbaanın kurulması yanında yaşanan bir diğer bilimsel gelişme de bir Tercüme Heyeti'nin kurulmuş olmasıdır. İlim, fikir ve edebiyat adamlarından kurulan bu tercüme heyeti devamlı olarak toplanarak Doğu ve Batı dillerinden tercümeler yapmıştır. Bu dönemde Fransızcadan Türkçeye ilk defa bazı eserler çevrildiği gibi bazı Türkçe eserlerin de Fransızcaya tercüme edilerek basıldığı görülmektedir.
Lale Devri'nde Osmanlı Devleti'nin ekonomik kaynaklarını tüketen savaşlar ve çarpışmalar son bulurken bu barış döneminde çeşitli Avrupa Devletleri'nde kurulan elçilikler sayesinde bu devletler ile kültür alışverişi güçlenmiştir. Bu dönemde Avrupa'da Türk tarzı moda olurken, Osmanlı süsleme sanatlarında ve diğer sanat alanlarında da Avrupalı motifler Osmanlı sanatına girmiştir. Nitekim bu dönemde özellikle Fransa ve Avusturya köşklerinden ilham alınarak, Boğaz ve Haliç'in kıyıları boyunca inşa edilen yalılar ve şairler, müzisyenlerin katıldığı eğlencelere mekân olmuştur.
Bu devirde tersanenin ve ordunun düzeltilmesine de önem verilmiş, tulumbacılar ilk itfaiye teşkilatı haline getirilmiştir. Askeri ıslahatla ilgili 1717 sonlarında İstanbul'a gelmiş bulunan De Rochefort isimli bir Fransız "Bab-ı Ali Hizmetinde Bir Fen Kıtası Kurulması Üzerine Tasarı" adıyla bir proje sunmuştur. Ordunun durumunun düzeltilmesini amaçlayan bu projenin uygulanma imkânı olmamıştır. 1727'de Üsküdar'da açılan ve Avrupa usulü askeri eğitim vermeyi amaçlayan Hendesehane bu alanda bir ilk teşkil etmektedir. Tekfur Sarayı'nda açılan çini imalathanesinin yanı sıra, kumaş dokuma fabrikası ile Yalova'da bir kâğıt fabrikasının kurulması da bu devirde meydana gelmiştir.
Bu yenilik dönemi 1730 tarihinde Patrona Halil ayaklanması ile sona erdirilmiştir. Bu olayla Lale Devri'ne son veren isyancılar aynı zamanda padişah III. Ahmet devrine de son vermişlerdir.
2. III. Selim Dönemi (1789-1807) Yenilikleri
Osmanlı Devleti'nde ilk ciddî reform girişiminin yapılmaya çalışıldığı III. Selim dönemi (1789-1807), II. Mahmut ve Tanzimat dönemlerine zemin hazırlaması bakımından son derece önemlidir. III. Selim'in ıslahat çabası, sadece askerî ıslahatların genişlemesi açısından değil, aynı zamanda çok yönlü reform girişimlerinin başlangıcı olması açısından da ayrı bir anlam taşır.
III. Selim iktidar ve otoriteyi eline aldığında ilk iş olarak devrin seçkin devlet adamlarından, Ulemâ ve Ayandan reform hakkındaki düşüncelerini layihalarla ifade etmelerini istemiştir (1792). Başta Sadrazam olmak üzere yirmi iki layiha sunulmuştur. Bu layihalardan çıkan sonuçlardan Padişah, Batı temelinde yeni bir ordu kurulmasını kararlaştırmıştır. III. Selim, döneminde kötü durumda olan devleti düzeltmek istiyordu. Öncelikle orduyu ıslah ile işe başlayarak Yeniçeri Ocağı'na dokunulmamak üzere Nizâm-ı Cedîd adında yeni bir ordu kurmayı hedefledi. Böylece, Şubat 1793'te Bostancı Ocağı'na bağlı olarak Nizam-ı Cedit Ocağını kurdu. Tanzimat'ın hazırlanmasında büyük rol oynamış olan Nizam-ı Cedîd (Yeni, "modern" Düzen) dar ve geniş olmak üzere iki durumu ifade etmektedir. Birincisi, yani dar anlamda III. Selim devrinde Avrupa usulüyle yetiştirilmek istenen talimli askeri orduyu, ikincisi, yani geniş anlamda ise III. Selim'in Yeniçerileri kaldırmak, Ulemâ'nın nüfuzunu kırmak, Osmanlı Devleti'ni Avrupa'nın ilim, sanat, ziraat, ticaret ve medeniyette yaptığı ilerlemelere ortak yapmak için teşebbüs ettiği yenilik hareketlerinin bütününü ifade etmektedir.
Bu ordunun finansmanı için 1 Mart 1793'te İrad-ı Cedit Hazinesini oluşturdu. Nizam-ı Cedit'teki en büyük yenilik Türk gençlerinden oluşuyor olmasıydı. Yeniçerilerden fazla maaş veriliyor, askeri bazı vergilerden muaf tutuluyorlardı. Bu ordunun batılı tarzda organizasyonu ve eğitimi için Avrupa'dan insanlar getirilip istihdam edildi. III. Selim ordu ile ilgili olarak Kumbarahâne (1792) ile Mühendishâne-i Berrî-i Hümayun (Kara Harp Okulu-1794) okullarını açmış, Batılı uzmanlardan özellikle Fransızlardan yararlanma yolunu seçmiştir. III. Selim donanmayı da yeni baştan düzenleyerek XVII. yüzyıldan beri gelen gerilemeyi durdurdu.
Modern Osmanlı denizciliğinin kurucusu olan Küçük Hüseyin Paşa'yı Kaptan-ı Deryalığa getirdi. Yeni gemiler inşa ettirdi. Çanakkale'de dâhil olmak üzere 15 tersaneyi yeniden kurdurdu.
III. Selim döneminde Nizâm-ı Cedît kapsamı çerçevesinde daha sonraki dönemleri etkileyecek önemli olaylardan biri, yeni kurulan ordu çerçevesinde Fransız öğretmen, uzman ve yöntemlerinden yararlanılarak, Osmanlı'da Batı'ya dönük bir aydın tipinin doğmaya başlamasıdır. Gerek askerî, gerekse askerî olmayan aydın tipi, III. Selim döneminde oluşmaya başlamıştır.
Bu dönemde Osmanlı sınırları 28 ile bölündü. Böylece Osmanlı, Anadolu ve Rumeli olarak iki eyalet ve 28 il haline geldi. III. Selim 28 il uygulamasından sonra bir nizamname yayınlayarak bu, illerde çalıştırılacak kişilerin hangi niteliklere haiz olması gerektiğini belirtti. III. Selim Vüzera Nizamnamesi'nden sonra devlet adamları için hangi hediyenin rüşvet olup olamayacağını belirten bir nizamname daha yayınlamıştır. III. Selim çok sık bir şekilde taşra yöneticilerine adaletnameler göndererek halka zulüm yapılmaması, adalet ve merhametin elden bırakılmaması konusundan onları uyarmıştır.
III. Selim döneminde Avrupa'da daimi elçiliklerin kurulmaya başlanmıştır. 21 Aralık 1793'te ilk olarak Londra'ya Yusuf Agâh Efendi daimi elçi olarak gönderildi. 1795'te Prusya ve Avusturya'ya daimi elçiler gönderildi. III. Selim göndermiş olduğu bu elçilerden gittikleri devletlerde kurumsal olarak neler yaptıklarını, ne gibi değişiklikler olduğunu bildirmelerini istemiştir.
III. Selim döneminin yenilikler açısından önemli bir yönü de giyim, kuşam, sanat, müzik, örf ve adetler, edebiyat vb. alanlarda gündelik hayatta yenilikler oluşması ve batılılaşmanın bu alanlarda görülmeye başlamasıdır. Özellikle büyük şehirlerde kadınların kıyafetlerinde örf ve adetler değişmeye başlamıştır. III. Selim döneminde gerçekleştirilen önemli çabalardan biri de dil alanındadır. Bu dönemde yapılan çevirilerle dilde meydana gelen değişim kıvılcımları dikkat çekmektedir. III. Selim zamanında Mütercim Asım'ın Farsçadan yaptığı lügat çevirisi, Türkçe açısından mühim bir gelişmedir.
III. Selim'in yaptığı reformlara karşı olanlar Nizam-ı Cedit'in kaldırılmasını ve bir süre sonra da III. Selim'in tahtan indirilmesini sağladılar. 1807'de III. Selim tahttan çekildi, yerine IV. Mustafa padişah oldu. III. Selim'in tahttan indirilmesi, Osmanlı Devleti'nde yenileşme çabalarının önünü kesememiştir. Daha sonraki padişahlar zamanında devleti tekrar eski gücüne tekrar kavuşturmak amacıyla reform hareketleri daha da hızlanarak devam ettiği görülmektedir.
3. II. Mahmut Dönemi (1808-1839) Yenilikleri
II. Mahmut tahta geçtiğinde devletin otoritesi sarsılmış ve devlet zayıf düşmüştü. II. Mahmut'un ilk sadrazamı olan ve IV. Mustafa'yı tahttan indirerek kendisini tahta geçiren kişi olan Alemdar Mustafa Paşa devletin otoritesini yeniden kurmak için çabalara girişti. Bu amaçla Alemdar Mustafa Paşa ilk iş olarak Rumeli ve Anadolu'daki ayanları İstanbul'da toplayarak onlarla Sened-i İttifak adında bir anlaşmaya vardı. Bu senet bir taraftan padişahın, diğer taraftan da ayan ve beylerin karşılıklı taahhütlerini ihtiva ediyordu. Buna göre, her iki taraf da, ülkenin iyi bir şekilde yönetilmesi için çaba harcayacak ve yenilik hareketlerinin gerçekleşmesine çalışacaklardı.
II. Mahmut, sadrazamı Alemdar Mustafa Paşa'nın önerisi üzerine Sekban-ı Cedit adıyla yeni bir askerî ocak kurdu. Ancak, Yeniçerilerin isyanı sonucu Alemdar Mustafa Paşa öldürülünce bu ocak kaldırıldı. II. Mahmut bir deneme daha da yaparak yeniçerilerden Eşkinci Ocağı adıyla askerî bir birlik kurdu. Yeniçerilerin ayaklanmasıyla bu ocak da kaldırıldı. II. Mahmut, ulemanın ve Yeniçeri Ocağı'nın baskıları dolayısıyla hiçbir yenileşme çabasına girişemeyeceğini anlamıştı. Bunun üzerine 1826'da Yeniçeriler tarafından çıkarılan bir ayaklanma ile Yeniçeri Ocağı etkisiz duruma sokuldu. Osmanlı tarihinde bu olaya Vaka-yı Hayriye (Hayırlı Olay) denildi. II. Mahmut Yeniçeri ordusunun yerine Avrupa usulünde yetiştirilmek üzere Asakir-i Mansure-i Muhammediye ordusunu kurdu. Yeni orduya asker sağlanması 1826 yılı sonunda çıkarılan bir nizamname ile düzene kondu. Askerlerin eğitimi için Avrupa'dan ve Mısır'dan subaylar getirtildi. Alman Feldmareşal H. Von Moltke getirilen subayların arasındaydı. Askerlik alanındaki yenilikleri sağlamlaştırmak için, Harp Okulu ve Tıp Okulu kuruldu. Avrupa'ya ilk kez askerî eğitim için öğrenci gönderildi.
II. Mahmut merkezî otoriteyi sağlamak için harekete geçti, devlet kurumlarında yeni düzenlemeler yaptı. Divan sistemi kaldırılarak, yerine nazırlık (bakanlıklar) kuruldu. Nazırların bir araya gelip görüştüğü Meclis-i Vükela açıldı. Sadrazam ve şeyhülislâmda toplanan yetkiler, nazırlar (bakanlar) arasında paylaştırıldı. Sadrazamın adı başvekil (başbakan) olarak değiştirildi. Devlet memurlukları Dâhiliye (İçişleri) ve Hariciye (Dışişleri) olmak üzere iki bölüme ayrıldı. Devlet memurları maaşlı hâle getirildi. İktisat Nezareti kuruldu. İstanbul'da belediye güvenlik ve vergi toplama görevleri bu nezarete verildi. Kadıların rüşvet ve görevlerini kötüye kullanmalarına karşı ceza kanunnamesi ile memurlara ait kanunnameler yayınlandı. Kişinin malına devletçe el konulması (müsadere) geleneği kaldırıldı. Böylece devlet tarafından özel mülkiyet güvence altına alındı.
Devlet erkânının nasıl giyineceğine dair bir kanunname çıkartıldı. Buna göre, Devlet dairelerinde çalışanlara fes, ceket, pantolon giyme zorunluluğu getirildi. Bizzat padişah sakalını keserek batılı kıyafeti ile tebaasına örnek oldu. Anadolu ve Rumeli'de ilk kez 1831'de nüfus sayımı yapıldı. Askerî amaçla yapıldığı için yalnızca erkekler sayıldı. Bu sırada vergilerin düzgün toplanabilmesi için mülk sayımı da yapıldı. Devletin yaptığı işlerden halkı haberdar etmek için aynı yıl ilk resmî gazete olan Takvim-i Vekayi çıkarıldı.
II. Mahmut Döneminde eğitime de önem verilerek, yeni okullar açıldı. İstanbul'da ilköğretim zorunlu hâle getirildi. Yüksek okullara öğrenci yetiştirmesi için rüştiye adı verilen okullar açıldı. Sivil memur yetiştirmeyi amaçlayan Mekteb-i Maarif-i Adliye kuruldu. Yeni orduya Avrupa harp sanatını bilen piyade ve süvari subaylarının yetiştirilmesi için 1834 yılında İstanbul'da Mekteb-i Umumi Harbiye öğretime açıldı. II. Mahmut'un sağlık alanındaki reformları da dikkat çekicidir. 1827 yılında ordunun doktor ve cerrah ihtiyacını karşılamak için Tıphane-i Amire açıldı. Veba ve kolera salgınları için 1838'de Avusturya'dan getirilen uzmanların yardımıyla İstanbul yakınlarında bir karantina merkezi kuruldu.
Yabancı dilden çeviriler yapmak için 1833'te tercüme odası kuruldu. Devletin dış ülkelerle olan resmi yazışmaları yürütmek yanında, söz konusu odada yabancı dil bilen memurlar yetiştirilecekti. Ertesi yıl Avrupa'da Osmanlı ikamet elçilikleri yeniden kuruldu. Posta örgütü oluşturuldu. 1834'te de Üsküdar'dan İzmit'e kadar ilk posta yolu hizmete kondu. Yurt dışına yapılacak geziler için pasaport zorunluluğu getirildi. Polis örgütü kuruldu.
II. Mahmut ıslahatçı Osmanlı padişahları arasında en başarılı olanı sayılır. Bu dönem yenilikleri Osmanlı toplumuna büyük faydalar sağlamıştır. Fakat II. Mahmut daha önceki tecrübeleri gördüğü için köklü bir programa cesaret edememiş, kendi mutlak otoritesinin sınırlanmasına da hiç yanaşmamıştır.
4. Tanzimat Dönemi (1839-1876) Yenilikleri
Sultan II. Mahmut'un başlattığı yenilikler dizisinin bir devamı olarak kabul edilen Tanzimat Dönemi, 3 Kasım 1839'da Mustafa Reşit Paşa tarafından Gülhane Parkı'nda okunarak ilan edilen "Gülhane Hatt-ı Hümayun"u ile başlayıp I.Meşrutiyet'in ilan edildiği 1876 yılına kadar devam etmektedir.
a. Tanzimat Fermanı (3 Kasım 1839)
Sultan II. Mahmut'un ölümünden sonra yerine geçen, genç padişah Abdülmecit, yeni düzenlemelere girişti. Mustafa Reşit Paşa, hazırladığı "Gülhane Hatt-ı Şerifi" veya diğer bir deyimle "Gülhane Hatt-ı Hümayunu" diye anılan Tanzimat Fermanı'nı Gülhane Meydanı'nda padişahın ve memleketin ileri gelenleri ile yabancı devlet temsilcilerinin önünde düzenlenen büyük bir merasimde, 3 Kasım 1839'da okudu.
Bu metinde Osmanlı Devleti'nin 150 yıldan beri çeşitli nedenlerle şeriata ve kanunlara uyulmadığı için fakirliğe ve zayıflığa sürüklendiği, gerekli yeni kanunlar yapıldığı takdirde, coğrafi konumu, toprağının verimliliği ve halkın yetenekleri dolayısıyla devletin çok kısa zamanda ümit edilen seviyeye ulaşacağı belirtiliyordu. Bu belge ile padişahın halkının can, mal ve namusunu güvence altına alacağı, vergilerin herkesin gelirine göre adalete uygun biçimde toplanacağı, askerlik işlerinin de yeniden gözden geçirileceği dile getiriliyordu. Kanunlar her gücün üstünde olacaktı.
Gülhane Hatt-ı Hümayunu'nun okunmasından kısa bir süre sonra, belgede gerekli olduğu gösterilen tedbirlerin alınmasına başlandı. Kişi haklarının koruması için yeni bir ceza kanunu yapıldı. Bu kanunla cana ve mala karşı meydana gelecek saldırıları önlemek ve kamu görevlilerinin keyfi davranışlarına karşı tedbirler almak bakımından önemli adımlar atıldı. Memur suçlarına ait yeni bir idare kanunu çıkarıldı ve burada rüşvet için ağır cezalar konuldu. Tanzimat'ın birinci ve ikinci yıllarında iltizam ve aşar toplama usulleri değiştirildi. Aşar, maliye memurları vasıtasıyla toplanmaya başlandı. Hıristiyanların verdikleri cizye, patrikhaneler aracılığıyla toplandı. Ancak mali reformlar yapılamadığı için kısa süre sonra tekrar eski usullere dönüldü. Ticaret hayatında ise anlaşmazlıkların çözülmesi için ticaret mahkemeleri kuruldu. Askerlik yaşı 20 olarak kabul edildi ve kura usulü getirildi. Ülke toprakları askerlik bakımından bölgelere ayrıldı. Her bölgenin nüfusuna göre alınacak asker miktarı tespit edildi. Hıristiyanlar da askere alınacaktı ancak bu yürütülemedi. Eğitim işlerini düzene sokmak için bir meclis kuruldu. İdari örgütte de bazı yenilikler yapıldı. Her valinin yanına bölge kuvvetlerine komuta edecek bir muhafız ile maliye işlerine bakacak bir defterdar verildi. Bazı eyalet ve sancaklarda yerel meclisler kuruldu. Yine bu dönemde bütçe uygulamalarına gidilmiş, gazeteler çıkartılmıştır. Eğitim, edebiyat ve haklar alanlarında önemli gelişmeler kaydedildi.
Tanzimat Osmanlı Devleti'nde III. Ahmet'ten itibaren başlamış olan yenileşme hareketleri içinde önemli bir merhale teşkil eder. Bu zamana kadar yapılan yenileşme hareketleri, ağırlıklı olarak, devletin uğradığı askeri yenilgiler göz önünde tutularak, hemen daima askeri alanda gerçekleşmişti. Tanzimat Fermanı'nda meydana gelen aksaklıkların devlet ve toplum düzeninden kaynaklandığı görülmüş ve bunların yeniden düzenlenmesi amaçlanmıştır. Bundan dolayı, Tanzimat Fermanı, hem bir çeşit İnsan Hakları Demeci ve hem de bir bakıma anayasal nitelikte ortaya çıkmıştır. Ancak, Tanzimat Fermanı, bir halk hareketi sonucu halktan gelen bir isteğin ifadesi olmayıp, devlet iktidarını kullanan üstün otoriteden, hükümdardan gelmiştir ki bu da Tanzimat Fermanı'nın zayıf tarafıdır. Bu yüzden halk tarafından benimsenememiştir. Tanzimat Fermanı ile padişah, milli egemenlik, meşrutiyet veya cumhuriyet rejimlerine gidilmeksizin, kendi iradesiyle kendi yetkilerini sınırlamıştır. Kendi otoritesinin faaliyet sınırlarını çizmiş ve siyasi gücünün kullanılma şeklini, ilk defa belirli bir statüye kendisi bağlamıştır. Tanzimat, bu yönleriyle, anayasalı rejimin gerçekleşmesi yolunda atılmış bir ilk adımdır.
Bu ferman uygulamada pek parlak sonuç vermemiş, dışarıdan ve içerden tepkilere maruz kalmıştır. Rusya ve Avusturya-Macaristan gibi çok uluslu imparatorluklar, kendi vatandaşlarının da benzer haklar istemelerinden korktuklarından tepki göstermişler ama bu arada özellikle Rusya, Osmanlı içişlerine karışmak için bunu fırsat olarak görmüştür. İngiltere ve Fransa bu yenileşme hareketinden memnun kalmakla birlikte onlar da Osmanlı Devleti'nin içişlerine karışmak için bunu bir vasıta olarak kullanmak istemişlerdir.
Hıristiyan tebaa içinde en ayrıcalıklı azınlık olan Rumlar, ayrıcalıklarının eşitlik ilkesi çerçevesinde bozulmasına hiç de olumlu yaklaşmadılar. Müslüman tebaa da Hıristiyanlarla eşit duruma gelmekten pek hoşnut kalmamıştır.
Ancak ne olursa olsun, Tanzimat, daha sonraki yenilik ve gelişmelerin temelini teşkil etmesi yönünden, Osmanlı tarihinde ayrı ve önemli bir yere sahiptir. Tanzimat dönemi reformları, bütün eksiklik ve yetersizliklerine rağmen, okumuş, idealist ve dinamik bir yeni kuşağın, farklı fikirlerin ve değişik ideolojik yaklaşımların ortaya çıkmasına vasıta olmuş, meşrutiyet dönemi ve parlamenter sistemin alt yapısını hazırlamıştır.
b. Islahat Fermanı (18 Şubat 1856)
Islahat Fermanı, aslında Osmanlı Devleti'nin bir iç düzenlemesi iken devletlerarası bir antlaşmada yani Paris Antlaşması'nın maddeleri arasında yer alması yönünden aynı zamanda siyasi niteliği de olan bir fermandı. Paris Kongresi'nin başlamasından hemen sonra, 18 Şubat 1856 günü, İstanbul'da devletin ileri gelenleri ile yabancı devlet temsilcilerinin huzurunda okunarak açıklandı.
Ferman, 1839 Tanzimat Fermanı gibi sadece can, mal, namus güvenliğinin sağlanmasını değil, aynı zamanda, Osmanlı Devleti içerisindeki Müslüman olmayanları Müslümanlarla eşit haklara kavuşturmayı esas almıştır. Fermanda belirtiler hususlar ve alınan tedbirler şu şekilde idi: Hıristiyanların dinî bütün hak ve ayrıcalıkları aynen korunacak, dinî ibadet ve törenler serbestçe yapılacaktı. Hıristiyanlar da Müslümanlar kadar güvenliğe sahip olma hakları vardı. Gerek kamu kurumları, gerekse özel kişiler tarafından olsun, Hıristiyanları küçültücü, Müslümanlara oranla fark gözetici, muamelede bulunulmayacaktı. Bütün memuriyetler ve okullar fark gözetilmeksizin bütün halka tam bir eşitlikle açık olacaktı. Bütün cemaatlerin okul açabilmesi; eşit ve serbest bir şekilde ticari ve ekonomik faaliyette bulunabilmesi; Müslümanlarla Hıristiyanlar arasındaki ticaret ve cinayet davalarına karma mahkemelerin bakması ve mahkemelerde herkesin kendi dinine göre yemin edebilmesi sağlanacaktı. Vergi eşitliği olacak, Müslüman olmayanlar da askere alınacaktı.
Fermanın amacı, bütün toplulukları ırk, din, dil ayrımı gözetmeksizin kaynaştırmak ve böylece bir Osmanlı toplumu meydana getirmekti. Ancak Ferman, sadece Müslüman olmayan uyruğun ayrıcalıklarını genişletmişti. Müslümanlar için ise yeni bir şey getirmiyordu. Müslüman olmayanlara verilen yeni ayrıcalıklar yönünden, Islahat Fermanı, Müslümanlar tarafından olumsuz karşılandı. Tanzimat Fermanı'nın hazırlayıcısı Reşit Paşa'ya göre, Müslüman-Hıristiyan eşitliği böyle birdenbire değil, yavaş yavaş gerçekleşebilirdi. Reşit Paşa'nın eleştirdiği bir diğer nokta ise fermanın yabancı devletlerin baskısı ile çıkarılmış olmasıydı. Müslüman halk ise Hıristiyanların kendileri ile eşit duruma getirilmesinden hoşlanmamıştı. Hıristiyanlar ve diğer toplumlar ise, kendilerine birçok haklar tanıyan, fakat aynı zamanda askerlik gibi (isteyen bedel vererek askere gitmeyebilirdi) bazı yükümlülükler getirdiği için Islahat Fermanı'nı iyi karşılamadılar. İmparatorluk içinde bu tepkilerle karşılanan Islahat Fermanı, uygulamada da birçok güçlüklerle karşılaştı. Bu nedenle de bazı hükümleri kâğıt üzerinde kaldı.