ÇANAKKALE GEÇİLMEZ
Dibi bile görünmeyen bir kayalığın üstündeyim, şehitler cenneti Çanakkale’ye bakıyorum. Bir rüzgar aklımı alıyor o günler geliyor hatırıma.
Soğuk bir akşam deniz kan kırmızı kesilmiş hırçın dalgalarını vuruyor sahildeki kayalara. Denize sığınmış soluklanmaya çalışan toprak her ayak basışta kan kusuyor, öfkesini dışa vururcasına kan kusuyor. Her baktığımızda bize gülen güneş bile suskun… Zaman korkakça ilerliyor, hayatın bize getireceklerinden korkarcasına…
Bir el ulaşıyor göğe, dualardan oluşmuş bir el. Kimi vatan için, kimisi babası yada oğlu için kimiyse istikbal için dualarını salıyor göğe. Dualar ne olursa olsun, kalpler bir. Herkesin tek bir dileği var vatanın kurtuluşu…
İleride bir kadın kağnısını çekerek cepheye gidiyor. Ölüm yakın onun için, zaferse uzak. Cepheye yetişmek istiyor son gücüyle çekiyor kağnısını. Aniden bir yağmur çiselemeye başlıyor. Canının bir parçası biricik yavrusunun battaniyesini vatanın umudu olan cephaneye örtüyor içi kan ağlayarak: “Cephaneler ıslanmasın yeter” diyor. Bebeğinin ağlamasına katlanıyor, çekiyor kağnısını gecenin karanlığında…
Cephe göründü uzaktan. Bir cephaneye bakıyor birde artık hareket etmeyen bebeğine. Çekiyor kağnısını usul usul. Vatanın umudu yaşıyor ama bu fedakar Anadolu kadının umudu ölmüş. Gözlerinden yaşları siliyor, bağrına taş basıp çekiyor kağnısını.
Bir zamanların barış habercisi güvercin şimdi ölüm getiriyor. Bütün ümitleri kırıp dünyamızı kıyamete çeviren kara bulutlar yağıyor gökten Her yer kabuğuna çekilirken Mehmetçik göğüs kafesini yırtarcasına haykırıyor: “ Bu cennet vatan bizim” diye.
Son umut kapısı açılıyor Çanakkale’nin göğsünde, işe yaramaz denen mayınlar Nusret’e yol açan boğazın serin sularına dökülüyor bir bir. Çanakkale kendinden bir parçaymışçasına sarıyor mayınları. Bir hışımla şaha kalkıyor boğazın azgın suları.. Son umudumuz olan mayınlar bir bir patlıyor bizi avlamaya çalışan medeniyet canavarının üstünde. Ve Seyit Onbaşı’nın bir aslan kuvvetiyle topa yerleştirdiği o son top güllesi yıkıp geçiyor düşmanın çelik zırhlı göğsünü…
Barış güvercinleri geri dönüyor, kara bulutlar dağılıyor yavaş yavaş. Güneş kendini gösteriyor bulutların arasından, bize bir zaferi müjdeliyor. Babalar ve oğullar için yakılan feryatlar arasından yükseliyor zafer çığlıkları… Ve yeniden güneş pırıl pırıl parlıyor, içimizi ısıtan o sıcaklığıyla güzel günleri müjdeliyor bizlere.
Takvimler 18 Mart 1915’i gösterirken bu ülkenin makus tarihi yıkılıyor. Mehmetçiğin kanıyla yazılıyor tarihin altın sayfalarına destanlaşan bu söz: ÇANAKKALE GEÇİLMEZ.
Hacer AHISHALI
ÇORUM
Dibi bile görünmeyen bir kayalığın üstündeyim, şehitler cenneti Çanakkale’ye bakıyorum. Bir rüzgar aklımı alıyor o günler geliyor hatırıma.
Soğuk bir akşam deniz kan kırmızı kesilmiş hırçın dalgalarını vuruyor sahildeki kayalara. Denize sığınmış soluklanmaya çalışan toprak her ayak basışta kan kusuyor, öfkesini dışa vururcasına kan kusuyor. Her baktığımızda bize gülen güneş bile suskun… Zaman korkakça ilerliyor, hayatın bize getireceklerinden korkarcasına…
Bir el ulaşıyor göğe, dualardan oluşmuş bir el. Kimi vatan için, kimisi babası yada oğlu için kimiyse istikbal için dualarını salıyor göğe. Dualar ne olursa olsun, kalpler bir. Herkesin tek bir dileği var vatanın kurtuluşu…
İleride bir kadın kağnısını çekerek cepheye gidiyor. Ölüm yakın onun için, zaferse uzak. Cepheye yetişmek istiyor son gücüyle çekiyor kağnısını. Aniden bir yağmur çiselemeye başlıyor. Canının bir parçası biricik yavrusunun battaniyesini vatanın umudu olan cephaneye örtüyor içi kan ağlayarak: “Cephaneler ıslanmasın yeter” diyor. Bebeğinin ağlamasına katlanıyor, çekiyor kağnısını gecenin karanlığında…
Cephe göründü uzaktan. Bir cephaneye bakıyor birde artık hareket etmeyen bebeğine. Çekiyor kağnısını usul usul. Vatanın umudu yaşıyor ama bu fedakar Anadolu kadının umudu ölmüş. Gözlerinden yaşları siliyor, bağrına taş basıp çekiyor kağnısını.
Bir zamanların barış habercisi güvercin şimdi ölüm getiriyor. Bütün ümitleri kırıp dünyamızı kıyamete çeviren kara bulutlar yağıyor gökten Her yer kabuğuna çekilirken Mehmetçik göğüs kafesini yırtarcasına haykırıyor: “ Bu cennet vatan bizim” diye.
Son umut kapısı açılıyor Çanakkale’nin göğsünde, işe yaramaz denen mayınlar Nusret’e yol açan boğazın serin sularına dökülüyor bir bir. Çanakkale kendinden bir parçaymışçasına sarıyor mayınları. Bir hışımla şaha kalkıyor boğazın azgın suları.. Son umudumuz olan mayınlar bir bir patlıyor bizi avlamaya çalışan medeniyet canavarının üstünde. Ve Seyit Onbaşı’nın bir aslan kuvvetiyle topa yerleştirdiği o son top güllesi yıkıp geçiyor düşmanın çelik zırhlı göğsünü…
Barış güvercinleri geri dönüyor, kara bulutlar dağılıyor yavaş yavaş. Güneş kendini gösteriyor bulutların arasından, bize bir zaferi müjdeliyor. Babalar ve oğullar için yakılan feryatlar arasından yükseliyor zafer çığlıkları… Ve yeniden güneş pırıl pırıl parlıyor, içimizi ısıtan o sıcaklığıyla güzel günleri müjdeliyor bizlere.
Takvimler 18 Mart 1915’i gösterirken bu ülkenin makus tarihi yıkılıyor. Mehmetçiğin kanıyla yazılıyor tarihin altın sayfalarına destanlaşan bu söz: ÇANAKKALE GEÇİLMEZ.
Hacer AHISHALI
ÇORUM