18. YYde Osmanlı Devleti

erkanisanmaz

Site Yöneticisi
Yönetici
Admin
Katılım
21 Ocak 2007
Mesajlar
8,562
Puanları
683
Yaş
48
Konum
Denizli
Web sitesi
www.sosyalbilgiler.biz
18 yy da Osmanlı ile ilgili ders notu ve tablo şeklinde anlatımı

www.sosyalbilgiler.biz/isanmaz/18yyolaylaritablo.rar
Alıntıdır
 

erkanisanmaz

Site Yöneticisi
Yönetici
Admin
Katılım
21 Ocak 2007
Mesajlar
8,562
Puanları
683
Yaş
48
Konum
Denizli
Web sitesi
www.sosyalbilgiler.biz
18. YYde Osmanlı Devleti

Osmanlı Devletinde Yenilik Hareketleri




Karlofça (1699), Pasarofça (1718) ve Küçük Kaynarca (1774) Antlaşmalarını doğuran yenilgiler, Osmanlı Devlet adamlarına kendi ülkelerinin her alanda Batıdan geri kaldığını ve yeniden onların düzeyine erişmenin, hatta geçmenin ancak ıslahat hareketleriyle gerçekleştirilebileceğini gösteriyordu. 18. Yüzyılda Osmanlı Devleti'nde Avrupa Devletleri tarzında reformlar yapılmak istenmesinin sebebi budur. Ne var ki, devletin üst seviyedeki yöneticilerin çoğu kendi kişisel çıkarları sebebiyle köklü bir toplumsal yapı değişikliğini benimsemiyor, ancak eski üretim ve egemenlik sisteminin korunması şartıyla başta asker" alanda olmak üzere bazı kurumlarda ıslahat yapılmasını uygun görüyorlardı. Bu sebeple Avrupa'ya geçici elçiler gönderildi. Bu amaçla Yirmisekiz Mehmed Çelebi ve oğlu Sait Efendi 1721'de Paris'e gitmiş ve görevi sırasında matbaa ile ilgilenmişlerdir. Paris dönüşünde Sadrazam Damat İbrahim Paşa'nın desteğini de alan Sait Efendi ve İbrahim Müteferrika 1726 yılında verilen bir fermanla matbaanın kurulması müsaadesini aldılar.

Bu eğilime uygun olarak Osmanlı Devleti'nde ıslahat hareketleri askerî alanda yoğunlaştı. Avrupa tarzında Humbaracı kıtalarını oluşturmak ve mevcutlarını ıslah etmek için Eylül 1731'de Sadrazam Topal Osman Paşa tarafından Fransız asıllı Comte de Boneval (Humbaracı Ahmet Paşa) görevlendirildi. 1734'de Üsküdar'da yeni bir öğretim merkezi Hendesehane açıldı. Ancak bu okul ve Bonneval'ın evlatlık edindiği Süleyman'ın komutasında teşkil edilen mühendisler kıtası uzun süreli olmadı. Yeniçeriler tabiatıyla bu tür yeni moda fikirlerin hepsine şiddetle karşıydı. Görünüşte tasarıyı onlardan gizli tutma çabasına rağmen, okulun yerini keşfedip kapatılmasını sağladılar. Böylece Osmanlı ordusu 1769'a kadar teknik öğretim kurumlarından mahrum kaldı.

1773'de denizcilik için yeni bir matematik okulunun açılışıyla daha ciddi bir çaba başladı. Bu okulun başına önce Macar asıllı Fransız Kontu Baron de Tott getirildi. Baron de Tott hatıralarında bu okulun öğrencileri arasında beyaz sakallı kaptanların ve altmış yaşını geçmiş olanların bulunduğundan bahseder. Bununla birlikte bu okul, zamanına göre eğitilmiş bir subay sınıfı çekirdeği meydana getirdi ve daha sonra açılacak okullara örneklik etti.

III. Selim


Osmanlı Devleti'nde Islahat faaliyetleri III. Selim döneminde artarak devam etti. III. Selim (Saltanatı 1789-1807) 18.yüzyılın ıslahatçı geleneği içinde yetişmiş ve daha veliaht iken, ihtilâl öncesi Fransa'nın son kralı olan XV.Lui ile, yapılabilecek ıslahat konusunda gizlice mektuplaşmış, O'ndan tavsiyeler almıştı. Bu davranış, III. Selim'in ıslahat yolunda hedeflerinden daha ileri gitmek niyetinde olduğunu gösterir.

III. Selim tahta çıktığı vakit ard arda gelen başarısızlıklardan dolayı kafası sürekli şu soru ile meşguldü: "Bu devlet nasıl kurtarılabilir." Kırım'ın kurtarılması için 1787 yazında başlatılmış olan savaştan henüz çıkılmış olması sebebiyle ilk akla gelen çözüm yolu, Avrupa'ya açılımı sağlayarak orduyu Avrupa tarzında yeniden techiz etmekti. Ama bu yeterli olacak mıydı? Sultan bu yüzden kafasındaki soruyu şahsilikten çıkararak devlete mal etmek düşüncesiyle oluşturduğu meşveret grubunda dönemin seçkinlerine de sordu ve Batı karşısında devletin niçin geri kaldığı, ne gibi tedbirlerle kötü gidişin durdurulabileceği konusunda incelemeler yapılarak kendisine "layihalar" (raporlar) sunulmasını istedi. III. Selim'e bu hususta 22 rapor sunuldu.

III. Selim kendisine sunulan raporlar doğrultusunda ıslahatlar başlattı. Bu dönemin en anlamlı ıslahatı hiç şüphesiz Nizam-ı Cedit hareketidir. III. Selim bu projeyi kendi kadrosu ile gerçekleştirmek istediğinden Sadrazam ve Serdar Koca Yusuf Paşa'yı görevinden aldı. Kendisine karşı başlatılan şiddetli muhalefet ve dedikoduya aldırmadan, daha önceden mektuplaştığı 16. Luis'nin tavsiyeleri ile başta Ebubekir Ratip Efendi'nin sefaretnamesi ve kendisine sunulan 22 layihadan çıkardığı sonuçlardan Nizam-ı Cedit hareketine girişti. III. Selim, ıslahatı için kullandığı bu deyim ilham kaynağını açıkça ortaya koymaktadır. Fransız İhtilâli'nin getirdiği düzene "yeni düzen" adını takan III. Selim kendi ıslahatı için de aynı adı benimsedi. Nizam-ı Cedit hareketinin karakterindeki en belirgin özellik, Batı'nın Osmanlı İmparatorluğu'ndan her yönü ile üstün olduğunu kabul etmiş olmasıdır.

Dar anlamda Nizam-ı Cedit, yeni bir ordunun kurulmasından başka bir şey değildir. Ordunun kuruluşuna Yeniçeri Ocağı'nın tepki göstereceği bilindiği için Nizam-ı Cedit Ordusu Bostancı Ocağına bağlandı ve resmi adı Bostancı Tüfekçisi Ocağı oldu. Ordu'nun ilk başarısı Akka Zaferi ve Napolyon'un Mısır'dan kaçması sırasında görüldü. Bunun ardından 23.11.1799'da Üsküdar'da kıyafetlerinin rengi ayrı olan ikinci orta kuruldu. Mısır'daki başarıları olmasaydı, belki de Nizam-ı Cedit Ocağı küçük bir nüve bir çeşit pilot proje olarak kalacaktı. Ordu 1801'de 9263 er 27 subay iken, bu sayı 1806'da 22685 er ve 1590 subaya ulaştı. Bunların yarısı kadarı Anadolu'da gerisi de İstanbul'daydı.

Nizam-ı Cedit hareketinin geniş anlamı "mevcut rejimin yerine yenisini koymaktı" ve şu hususları içine alıyordu:

1- Yeniçeri ocağını kaldırmak,

2- Ulema sınıfının nüfuzunu kırmak,

3- Avrupalılaşmak.

Bu radikal düşünceler bizi ilk defa olarak gerçek bir ıslahatçı padişah tipi ile karşılaştırmaktadır. Ancak bu nokta da aklımıza şu soruyu getirmektedir. III. Selim bu büyük değişimi gerçekleştirebilir miydi? Bu soruya evet cevabı vermek zordur. Çünkü Osmanlı Devleti'nin hükümet prensipleri ve idare sistemi başlangıçta Batıya karşı üstünlüklere sahipti. Bir dönem Batıya karşı tartışmasız bir üstünlüğe sahip bir devletin, Batı esaslarını benimsemek zorunda kalması başlı başına büyük bir zorluğu ve batılılaşma talebi içinde onlara karşı da tepkiyi ortaya çıkarmıştır.

Bu yüzden III. Selim'in ıslahat programında da hemen hemen bütün Osmanlı ıslahat doktrininin ana temasını oluşturan "eskinin yanında yeniyi kurma" metodu ön plana çıkmıştır. Bu metot, İngiltere örneğindeki olumlu sonucu vermemiş, aksine birbirini inkar eden iki ayrı tip müessesenin, kültür seviyesi düşük, aydın insanların yerini müneccimlerin aldığı ve onlardan medet beklendiği bir ortamda bir arada yaşatılmak istenmesi, ıslahat hareketlerinin çoğunu ölü doğmuş bir hale getirmiştir.

III. Selim'in bütün iyi niyetine rağmen yenilik hareketleri istenilen neticeleri vermedi. Bunun başlıca sebeplerini aşağıdaki şekilde özetlemek mümkündür.

1- Reformları uygulayacak yeterli sayıda inançlı kadronun bulunmayışı ve reformların halka anlatılamayışıdır. III. Selim'in iş başına getirdiği elemanların çoğu, inanmadıkları halde sadece mevkilerini korumak için ıslahat yanlısı görünüyorlardı. Sayıları az olan reform taraftarları ise, Avrupa'nın bilim ve teknikte öne geçmiş olduklarını kabul etmekle beraber işe nereden, nasıl ve hangi metotla başlayacakları konusunda hem fikir değillerdi. III. Selim'e sunulan layihalardan tutucu, sentezci ve radikal olmak üzere belli başlı üç ayrı görüşün çıkmış olması da belli bir ortak fikre sahip olmadıklarını göstermektedir.

2- Yenilik hareketlerinin başarısızlığa uğramasının bir diğer önemli sebebi, İstanbul'da hemen her alanda tekelciliğin baş göster-mesinin yanı sıra Anadolu'dan çok miktarda nüfusun İstanbul'a akması ile ortaya çıkan işsizlik ve buna paralel olarak Yeniçerilerin gelirlerinde görülen azalmadır. Yeniçeri kahvelerinde, reformlar için toplanan gelirlerin büyüklerin cebine girdiği, zevk ve eğlencede harcandığı yolundaki dedikodular ise yeniliklere duyulan tepkinin bir ölçüde dışa yansımasıdır.

3- Dış siyasette karşılaşılan başarısızlık ve dış dünyanın Osmanlı devletine tesirleri. Aslında dünya çapında bir hareket olan Fransız İhtilâli ve Napolyon savaşları sırasında Osmanlı Devleti kendisini parçalayıp yıkacak iki kasırgaya tutuldu. Bunlardan biri Fransızların ihtilâlci heyecanla her yanda ve bu arada Osmanlı topraklarında yaymakta oldukları hürriyetçi ve milliyetçi düşünce; ikincisi de Rusların bu ihtilâle "panzehir" ve emperyalizmlerinin silahı olarak Rumeli'de yaptıkları, fakat sonuç olarak aynı noktaya (Osmanlı ülkesini parçalamaya) ulaşan Ortodoksluk ve Slavcılık propagandasıydı. Bu sırada Müslüman Osmanlıların ayanlık ve talimli asker- yeniçeri gaileleri ile uğraşıyor olması bu etkileri daha da yıkıcı kılıyordu. Merkeze karşı başlarına buyrukluk davasında olan ayanlar her çeşit dış desteği kabule hazır durumdaydılar. Mesela Canikoğullarından Tayyar Paşa gibi bazı ayanlar Ruslardan para ve silah yardımı alıyordu.

Sonuçta ulema, ıslahatçı devlet erkanı ile birlikte III. Selim'in de öldürülmesi fetvasını verdi. Böylece olaya meşruluk kazandırılarak; ileride bu hareketi yapanların cezalandırılmasının önüne geçilmiş ve eski düzen taraftarı IV. Mustafa padişah yapılmıştı. Ancak Rusçuk ayanı Bayraktar Mustafa Paşa'nın isyandan kurtulmayı başaran Nizam-ı Cedit'çilerle İstanbul'a yürümesi ve olaylara el koymasından sonra 28 Temmuz 1808'de IV. Mustafa'nın yerine II. Mahmut tahta çıkarıldı. Böylece Osmanlı tahtına kimin oturacağı, iyi niyetli de olsa, bir ayanın kararıyla belirlenmiş oluyordu.

Fransız İhtilali ve Osm. Devletine Etkileri


Fransız ihtilâli, bir bakıma 18. yüzyılın başlarından itibaren Avrupa'da gelişen aydınlanma hareketinin (düşünce sisteminde aklı ön plana çıkarma) bir sonucudur. 17. yüzyılın sonlarına kadar adeta devletin hakimi durumunda bulunan kilise tarafından dondurulmuş devlet ve evren anlayışı karşısında aydınlanma çağının önemli isimleri arasında yer alan Montesqieu (1689-1755), Voltaire (1694-1778) Jean-Jacques Rousseau (1712-1755), Diderot (1713-1784) gibi aydınlar tarafından akıl, her konunun çözümünü sağlayacak bir anahtar olarak ortaya atılınca, toplum hayatının birçok alanında reformen görüşlerin gelişmesine yol açtı. Aydınlar arasında akılcılığın hızla yayılması, toplumu dar kalıplı, kilise tarafından sınırlandırılmış düşünce biçimlerinden belli bir süreç içinde çıkarmayı başardı. Toplum, aydınların öncülüğünde kiliseyi ve devleti sorgulamaya başladı. Hürriyet fikri dalga dalga yayıldı. Bu duruma Fransa'nın içinde bulunduğu iktisadî bunalım da eklenince Kral XVI. Louis bunalıma bir çare bulabilmek ümidi ile istemeye istemeye 1614 yılından beri toplanmayan Etats Generaux'u (Soylular, papazlar ve halk temsilcilerinden meydana gelen ve hükümet tarafından belirlenen zamanlarda toplanan ancak herhangi bir yasama ve yürütme yetkisi olmayan meclis) toplantıya çağırmak zorunda kaldı. Ancak bu meclisin çalışmalarından bir sonuç çıkmadı.

Bunun üzerine 17 Haziran 1789 tarihinde halk temsilcileri, kendilerinin toplumun %96'ını temsil ettiklerini söyleyerek, kendilerinden meydana gelen meclisi “Millî Meclis” olarak ilan ettiler. 20 Haziran günkü toplantıda da bir anayasa yapılıncaya kadar dağılmamaya and içtiler.

Mill" Meclis'in Fransa krallığı için bir anayasa yapmak üzere harekete geçmesi, yüzyıllardan beri süre gelen monarşi yönetimini değiştirmeyi hedef alan bir hareketti. Bu bakımdan krala ve kiliseye karşı gelmekti. İşte bu girişimle ihtilâl başlamış oluyordu. 14 Temmuz'da halk, Paris'te yönetime el koyarak Derebeylik sisteminin kaldırıldığını ilan etti. 28 Ağustos 1789'da ise "İnsan ve Vatandaş Hakları Bildirisi" yayınlandı. Bu bildirinin ana hatları şunlardır:

Madde 1- İnsanlar, hakları bakımından hür ve eşit doğarlar ve öyle kalırlar...

Madde 2- Bu haklar, hürriyet, mülkiyet, güvenlik ve zulme karşı koymadır...

Madde 3- Her türlü egemenlik esas olarak milletindir...

Madde 6- Kanun umumi iradenin ifadesidir...

Madde 10- Kamu düzenini ihlal etmedikçe hiç kimse siyasal ve dinsel kanaatlerinden ötürü kınanamaz.

Madde 11- Her vatandaş hür bir şekilde konuşabilir, yazabilir ve yayında bulunabilir.

Sonuç olarak Fransız İhtilâli, görünüşte sosyo-ekonomik ve hiyerarşik sebeplerle başlamakla beraber, kısa zamanda 18. yüzyılın başlarından itibaren gelişen aydınlanma hareketinin beraberinde getirdiği hürriyet, eşitlik, millî irade, özgürlük, laiklik, cumhuriyet gibi fikir akımlarının etkisi altına girdi. İhtilâl ile birlikte hızla gelişen bu ve diğer düşünce akımları ihtilâl orduları tarafından Avrupa'ya yayıldı. Daha önce Avrupa'da kurulmuş olan güçler dengesi özellikle Napolyon savaşları ve hegemonyası ile tamamen bozuldu. Ancak bu durum diğer devletlerin tepkisine ve karşı hareketlere girişmelerine yol açtı. Bunun sonucunda Avrupa devletleri, Napolyon'un yenilgiye uğratılmasından sonra 1814-1815 tarihleri arasında Viyana'da, Fransız İhtilâli ve Napolyon savaşları ile bozulan Avrupa'daki güçler dengesini yeniden kurmak için bir kongre topladılar.

Fransız ihtilâli, milletlerarası siyasi hayata ise; milletlerin hakları, milletlerin kendi geleceklerine kendilerinin hakim olması, milletlerin eşitliği, plebisit, doğal sınırlar, tarafsızlar hukuku gibi sonraki yıllarda önce Avrupa'nın sonra da dünyanın sosyal, siyasî ve ekonomik hayatının şekillenmesinde önemli roller oynayacak prensipleri getirdi.

Böylece 1789 Fransız ihtilâli, ortaya koymuş olduğu düşünce akımları, siyasî, sosyal, ekonomik, askeri alanlarda getirdikleri ve bunların etkileri ile, günümüze kadar dünya ölçüsünde büyük değişikliklerin ve gelişmelerin meydana gelmesine yol açmıştır.
 
Üst