Türk Dış Politikası ( Performans Ödevi )

nuri1923

Aktif Üye
Üye
Katılım
18 Mar 2009
Mesajlar
52
Puanları
8
Konum
HATAY
HAZIRLAYAN : victorajans.tr.gg
SUNAN : NURETTİN ATAR


TÜRK DIŞ POLİTİKASI


Osmanlı İmparatorluğu'nun 19. y.y. boyunca izlediği dış politika, genellikle büyük devletler arasındaki çıkar çatışmalarından ve dengelerden yararlanmak esasına dayanıyordu. Büyük devletlerin Osmanlı İmparatorluğu üzerinde çok sıkı kontrol etkileri vardı. Ekonomik ve mali yönden Batılıların kontrolunda olan imparatorluk, siyasi yönden de onların etkileri altında idi. Bir yabancı devletin, elçisinin Osmanlı Devlet adamlarını azarladığı, hatta Dışişleri gibi önemli bakanların atanması ve görevlerinden alınmasında söz sahibi oldukları sık sık görülen bir durumdu. Uzun bir süre İngiliz himayesinde varlığını sürdüren ve dış politikasını da buna göre ayarlayan Osmanlı Devleti, İngiltere'nin Osmanlı İmparatorluğu'nun toprak bütünlüğü politikasından ayrılması üzerine, Alman himayesine ve etkisine girdi. Alman etkisi Osmanlı Devleti'nin dış politikasını da değiştirdi. Birinci Dünya Savaşı'na da bu etkiy]e girildi. Hatta Türk Orduları'nın önemli kısmının komutası Alman subaylara bırakıldı. Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşayan hristiyan azınlıklar ise ayrı bir konu idi. Büyük Avrupa devletleri bu konuda Osmanlı İmparatorluğu'nun sık sık içişlerine karışıyorlardı. Azınlıkların bu sebeple Türklerden ayrıcalıklı hakları bulunuyordu.

Osmanlı Devleti, devlet ideolojisi olarak, İslamcılık, Osmanlıcılık, Türkçülük (Turancılık) gibi programları uygulamış, sonunda her üçü de etkisiz olmuştu. Yalnız Türkçülük akımı Birinci Dünya Savaşı sonunda Turancılık etkisinden kurtulabilmişti. Birinci Dünya Savaşı'na, bağımsızlık isteği ile giren İmparatorluk savaşta yenilip Mondros Ateşkesi ile teslim oldu. Padişah ve Hükümet tam anlamıyla teslimiyetçi ve özellikle İngiliz isteklerine uygun bir politika izlemeye başladılar. Ulusal olmayan bu politika ümmi ve Hanedan çıkarlarına dönüktü. Oysa İtilâf Devletleri Ocak 1919'dan itibaren Osmanlı İmparatorluğu'nu nasıl paylaşacaklarını görüşmeye başlamışlardı. Mayıs 1919'dan itibaren de paylaşma, yağmaya dönüştü. Buna karşılık Osmanlı Devlet adamları ve Padişah, her isteneni yerine getiren, kaderini İngiltere'nin eline terk eden bir politika içinde idi. Osmanlı Devleti'nin bu politikasının dışında, ülkenin kurtuluşu için başka politikalar da oluşmuştu. Amerikan mandası isteyenler ve yöresel kurtuluş çaresi arayanlar. Bunların izlediği politikanın esasını da yine Osmanlı İmparatorluğu ve Padişah kavramları oluşturuyordu.

Bu durum karşısında M. Kemal Paşa Anadolu'ya çıktığında bütün bu politikaların dışında, yeni inanç ve programa dayanan bir politikanın esaslarını ortaya koydu. M.Kemal bu politikanın esaslarını "Hakikat-ı halde, içinde bulunduğumuz tarihte, Osmanlı Devleti'nin temelleri çökmüş, ömrü tamam olmuştu... Osmanlı Devleti onun bağımsızlığı, Padişahı, Halife, hükümet, bunlar hepsi kavramı kalmamış bir takım anlamsız sözlerden ibaretti... O halde ciddi ve gerçek karar ne olabilirdi? Efendiler, bu vaziyet karşısında bir tek karar vardı. O da ulusal egemenliğe dayanan, kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak." sözleriyle ortaya açıkça koydu. Görülüyor ki Atatürk'ün politikasının esasını tam bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak düşünce ve eylemi oluşturuyordu. Amasya Genelgesi ile ulusal bağımsızlık ve ulusal egemenlik düşünceleri açıklanmış, Erzurum, Sivas Kongreleri ile ilan edilmiş ve B.M.M.'nin açılışı ile meşru bir temelde somutlaştı. Yeni Turk Devleti tam bağımsızlık ilkesini esas alırken, Misak-ı Milli ile de sınırlarını gerçekçi bir biçimde çizdi. Ulusal sınırlar içinde tam bağımsız bir devlet kurulması için, ulusal ilkelerden ödün vermeden savaşa başlandı ve dış ilişkiler kuruldu.

1921 yılı Türkiye'nin cephelerde ve dış politikada büyük başarılar elde ettiği bir yıl oldu. I. ve II. İnönü Savaşları ve Sakarya Savaşı'nın kazanılması dış politikada çok olumlu sonuçlar verdi. Sovyetler Türkiye ile Moskova Antlaşması'nı, Fransa da Ankara Antlaşması'nı imzalayarak Türkiye'yi resmen tanıdılar. Türkiye'nin dış ilişkilerinde izlediği politika tam ulusal bağımsızlık idi. Bu politikanın esaslarını Atatürk şu sözleri ile açıklıyordu: "Biz hayat ve bağımsızlık isteyen ulusuz ve yalnız bunun için canımızı veririz." "Ulusal sınırlarımız içinde her şeyden önce kendi gücümüze dayanarak varlığımızı sürdürmek ulusun ve ülkenin gerçek mutluluğuna, kalkınmasına çalışmak... Gelişigüzel büyük hayaller peşinde ulusu uğraştırmamak, harcamamak... Uygarlık dünyasından insanca karşılık ve dostluk görmeyi beklemek..." Atatürk'ün İstiklal Savaşı'nda kurduğu bu ulusal politika bencil değildir. Bütün mazlum uluslar için idi. Atatürk'ün Erzurum Kongresi sırasındaki "Anadolu bu savunmasıyla yalnız kendi hayatına ait görevi yerine getirmiyor, belki bütün doğuya yönelik saldırılara set çekiyor..."sözleri bunu belirtmektedir.

Türkiye'nin dış ilişkileri de tam bağımsızlık, karşılıklı haklara saygı,iç işlerine karışmamak ve karıştırmamak, bu esaslar içinde komşularıyla ve bütün dünya ile iyi ilişkiler kurmak esasları ile belirlendi.


T.B.M.M-SOVYET RUSYA İLİŞKİLERİ

Sovyetler Birliği'nin Türkiye'ye ilgisi, T.B.M.M.'nin kurulmasından çok daha önce başlamıştı. Sovyetler gizli anlaşmaları ilan ederek Türkiye konusunda Çarlık Rusya'sının politikasını gütmediklerini belirtmek istemişlerdi. Anadolu'da M. Kemal Paşa önderliğinde başlayan Ulusal Mücadele Sovyetler tarafından iyi karşılanmıştı. Türkiye, emperyalizme karşı Ulusal Bağımsızlık Savaşı verirken, Sovyetler de İtilaf Devletleri'nce desteklenen karşı devrimci güçlerle ve Polonya ile savaşıyordu. Bu bakımdan her iki ülke de aynı düşmana karşı savaştıkları için birbirlerini doğal müttefiki olarak görüyorlardı. Türkiye'nin bağımsızlık savaşının Sovyetler Birliği'nin kendi çıkarları açısından çok büyük önemi vardı. Çünkü Mondros Ateşkesi'nden sonra İngiltere İstanbul'a, Boğazlara, Kafkasya'ya, Afganistan'a egemen olarak Sovyetleri güneyden kuşatmıştı. Ayrıca İngilre Batı Anadolu'yu Yunanistan'a vererek, Ege Denizi'ne egemen güçlü bir Yunanistan ve Doğu Anadolu'da da İngiltere'nin güdümünde bir Ermenistan ve Kürdistan kurmak, böylece Sovyetleri sıkıştırmak istiyordu. Aynca Kafkasya'da İngiltere'nin kurduğu bağımsız devletler (Ermenistan, Gürcistan, Azerbeycan) aracılığı ile Sovyetler Bakü petrollerinden de yoksun bırakılmıştı. İşte Sovyetler Boğazlar ve Anadolu'ya sahip dost veya hiç değilse kendisine düşman olmayan bir Türkiye'nin varlığını kendi çıkarları açısından yararlı görüyordu. Kafkasya'da kurulan baraj ancak Türkiye ile işbirliği yapılarak yıkılabilirdi. Ayrıca Sovyetler Birliği, Türkiye'nin emperyalizme karşı bağımsızlık savaşı yapmasının, Türkiye'nin Sovyetleşebileceğini, böylece bütün islam dünyasının da kazanılabileceğini düşünerek umutlanıyorlar ve Türk Ulusal Bağımsızlık Savaşı'nı sevinçle karşılıyorlardı. Bakü de yapılan III. Enternasyonal'in kararları da Sovyetler'in bütün Müslüman uluslar üzerinde etkili olması için Türkiye'yi desteklemesine başka bir nedendi. Sovyetler Birliği, Türkiye'nin emperyalizme karşı bağımsızlık savaşını kazanmasının, bütün sömürgelere örnek olabileceğini ve sömürgelerin de ayaklanması sonucu, buraları sömüren Avrupa ülkelerinin fakirleşerek, kapitalizmin çökeceğini düşünüyorlardı. Görülüyor ki Sovyetler Birliği'nin Turkiye'yi desteklemesi için kendisi açısından büyük çıkarları bulunuyordu.

Türkiye, İtilaf Devletleri (İngiltere, Fransa, İtalya, A.B.D.) ile savaş durumunda idi. Toprakları İtilaf Devletleri'nin orduları ve Yunan Orduları tarafından işgal edilmişti.Bu bakımdan Türkiye'nin Avrupa'dan yardım alması söz konusu olmadığı gibi, onlarla savaş durumundaydı.

Dışişleri Bakanı Muhtar Bey Meclis'te yaptığı konuşmada, "Ankara Ulusal Hükümeti'nin, gereksinim duyduğu dış dayanağı, batıda bulmasının olanağı yoktur. Hariciye Vekili olmak sıfatı ile resmen ve alenen beyan ediyorum ki, şimdiye kadar batıda bize sağlam bir dayanak olacak ve ümit verecek hiçbir kesin değişiklik vaki değildir. Buna rağmen, Hükümetimiz mutlaka ve mutlaka bu büyük mücadelede kendisine yardımcı olarak büyük bir dış kuvvete dayanmak zorundadır.", sözleriyle Türkiye'nin doğal olarak Sovyetler Birliği ile anlaşması gereğini belirtiyordu. Ancak bir yardım söz konusu ise bunun ilkeleri de açıkça belirtilmeliydi. M. Kemal, Meclis'te Sovyet yardımı sözkonusu olduğunda, dış yardımın ulusal bağımsızlık ilkelerimize aykırı olmaması gerektiğini ortaya koymuştu. Ulusal geleneklerimizden ve bağımsızlığımızdan ödün vermemek koşuluyla dıştan gelen her yardımın kabul edileceğini belirten M. Kemal'in tezi hiç kuşkusuz Sovyetlerin niyetine ters düşüyordu. M. Kemal daha Amasya Genelgesi'nin ilan edildiği tarihte Sovyetlerle iyi ilişkiler kurulmasının önemini görmüş, fakat Sovyetler'in Türkiye'yi Bolşevikleştirmek isteklerini sezdiği için, ulusal bağımsızlık ilkesine ters düşen bu istekleri çok dikkatli bir şekilde engellemişti. Erzurum, Sivas, Kongreleri ve Misak-ı Milli kararları ile Türkiye'nin tezi açıkça belirince Sovyetler bundan hoşlanmadılar.

T.B.M.M.'nin kurulduğu tarihte Türkiye, büyük tehdike içinde idi. Özellikle dış yardım konusu ağırlık kazanmıştı. Yukarda belirttiğimiz gibi M. Kemal dış yardım konusunda ulusal bağımsızlık ilkesinin dışına kesinlikle çıkılmamasını ortaya koydu. Meclis'in açılmasından üç gün sonra 26 Nisan 1920'de M. Kemal, Lenin'e bir mektup yazarak, asker ve siyasi bir ittifak yapılarak batı emperyalizmine karşı, birlikte mücadele edilmesini, ayrıca "Bolşevikler" Gürcistan'a askeri harekat yaparak İngilizleri buradan çıkarmaya çalışırlarsa, Türkiye Hükümeti'nin de emperyalist Ermeni Hükümeti üzerine askeri harekat yapmayı kabul ettiğini, başlangıç olarak 5.000.000 altın ve askeri silah, cephane, malzemenin gönderilmesini istedi. 1920 yılı başında Sovyetler ile yardım antlaşması için "Türkiye Ulusal Kuvvetleri'nin Temsilcisi" olarak gönderilen Halil Paşa'ya Sovyetler Birliği, yardım karşılığında "Bitlis, Van, Muş vilayetlerinin Ermenistan'a verilmesini" şart koşmuşlardı. Bu arada, yazılan mektubun yanıtı beklenmeden Bekir Sami Bey başkanlığında bir heyet 11 Mayıs 1920'de Sovyetler Birliği'ne gitmek üzere hareket etti. Fakat Sovyetlerdeki iç savaS ve ulaşım güçlükleri yüzünden heyet Moskova'ya ancak 19 Temmuz'da varabildi. Bu heyetin 11 Mayıs'ta hareket ettiği gün B.M.M.'nde Lenin'in bir mektubu okundu. Lenin mektubunda Ermeni haklarından söz ediyordu. M. Kemal'in 26 Nisan tarihli mektutuna ise Sovyetler'in Çiçerin imzası ile (tarih 2 Haziran) yanıtl ancak 15 Haziran'da geldi. Çiçerin mektubunda Ermenilerin yerlerine dönmesi ve bundan sonra "Türk Ermanistan'ında, Kürdistan'da, Lazistan'da, Batum'da plebisit (halk oylaması) yapılmasını" istiyor ve yardımı bu şarta bağlıyordu. Garülüyor ki dostluk ilişkileri ve yardım isteği ile başvurulan Sovyetlerin, Türkiye'yi Sovyetleştirmek isteklerinden başka, Ermenilerin geri dönmesini sağlayıp, Doğu Anadolu'yu Ermenistan'a vermek, Türkiye'yi parçalamak ve bunları kolayca yutmak niyetleri vardı. Sovyetler bu görüşlerinde ısrar ettikleri için de Türk-Sovyet ilişkileri gecikti. Türk Heyeti Lenin ve Çiçerin ile Ağustos 1920'de görüştüklerinde Sovyetler isteklerinde ısrar ettiler. 24 Ağustos'ta`bir antlaşma tasarlsı hazırlandıysa da Sovyetlerin Ermeniler konusundaki ısrarları yüzünden etkili olmadı. Türk Heyeti, Türkiye batıda Yunanistan'a ve doğuda Ermenilere toprak vermemek için savaştığı yanıtını vererek bu istekleri red etti. Türkiye Sovyetler ile iyi ilişkiler kurulması için, Haziran ayında başlaması gereken Doğu Cephesi'ndeki Ermeni harekatını da bu yüzden ertelemişti. Fakat Sovyetlerin bu tutumu ve Kızılordu'nun Kafkasya'ya girmesi üzerine Türk Ordusu ileri harekata geçti. 1 Eylü! 1920'de Bakü'da toplanan "Şark Milletleri Kurultayı"nda Zinovyev açış konuşmasında Türkiye'ye değinerek "Başında M. Kemal bulunan hareketin komünist harekatı olmadığını bir dakika bile unutmuyoruz.", "Fakat İngiliz Hükümeti'nin aleyhine yüriyen her devrim mücadelesine yardım etmeye hazır olduklarını." söyledi. M. Kemal Paşa Sovyetler Birliği ile dostluk ilişkilerinin, Türkiye'nin tezi çerçevesinde sağlanması için Ali Fuat Paşa'yı Moskova Elçiliği'ne atadı. 16 Ekim 1920'de Moskova'da bulunan Türk heyetine de Ruslar'ın, Misak-ı Milli'ye aykırı isteklerinin kesinlikle red edilmesini ve emperyalizme karşı birlikte mücadele etme konusunda da Ruslardan şüphelenildiğinn kendilerine bildirilmesi emrini verdi. Türk Ordusu'nun Ermenileri yenip barışa zorlaması Sovyetleri rahatsız etti. Ermenistan'ı Sovyetleştiren Sovyetler Birliği, Ermenilerle Türkiye arasındaki anlaşmayı beğenmediklerini belirtip değiştirilmesini istediler. Türkiye bu istekleri de red etti. Sovyetlerin Kafkasya'yı ve Doğu Anadolu'yu bu şekilde ele geçirmek istedikleri çok açıktı. Bir yandan da, Türkiye'yi oyalamışlardı. Azerbeycan ve Ermenistan'da birer Bolşevik Hükümeti kurmayı başaran Sovyetler, Gürcistan'ı ele geçirmeye çalışıyorlardı. Sovyetler Birliği bu sırada İngiltere ile ticaret antlaşması imzalamak üzere olduklarından Türkiye ile antlaşmayı, İngilizleri kızdırmamak için de geciktiriyorlardı. Fakat İngiltere'nin Sovyetlerden istediği, Türk İstiklal Savaşı'na yardım etmemeleri şartını red ettiler. Yine bu sırada Türkiye'nin Londra Konferansı'na (Şubat 1921) katılması Sovyetler'i, Türkiye'nin İngiltere ile anlaşmak üzere olduğu endişesine düşürdü. Bir yandan bu ilişkiler sürerken, diğer yandan Sovyetler Kafkasya'yı ele geçirmek için ilerliyorlardı. Gürcistan 1921 yılı başında Türkiye ile ilişki kurup, Ankara'ya bir elçi gönderdi. Elçi M. Kemal ile görüşerek, Gürcistan'ın Sovyet tehdidi altında bulunduğunu, Gürcistan'ı Sovyet işgalinden kurtarmak için Türk kuvvetlerinin Gürcistan'ın bazı bölgelerini geçici olarak işgal etmesini istedi. 20 Şubat 1921 tarihinde Sovyet Orduları Gürcistan'ı işgale başladılar. Türkiye de 22 Şubat'ta Gürcistan'a bir nota vererek, Brest-Litowsk Antlaşması gereğince Ardahan ve Artvin'in iadesini istedi. Gürcü Hükümeti bu isteği kabul edince, bu bölgeler Türkiye'ye devredildi. Kazım Karabekir Paşa da Sovyetler Batum'a yaklaşmadan 11 Mart'ta Batum'u kayıtsız şartsız işgal etti. Fakat aynı sırada Gürcü Hükümeti Sovyetlerle bir antlaşma imza ederek (17 Mart), Batum'un Sovyetler tarafından işşalini kabul etmek zorunda kalmışlardı. Bu durumda Batum'da bulunan Türk kuvvetleri ile Kızılordu arasında çatışma tehlikesi belirmişti. Bu tehlikeli durum 16 Mart 1921 tarihinde imzalanan Moskova AntlaŞması ile ortadan kalktı. Batum Gürcistan'a (dolayısıyle Sovyetlere) bırakıldı. Fakat bunun dışında, Sovyetler Birliği M. Kemal Paşa'nın bütün tezini kabul etti. Sovyetler Birliği Sakarya Savaşı sonuna kadar yeterli yardımda bulunmadılar. Bu tarihten sonra başlayan Sovyet yardımı konusunda ayrıca durulacaktır.
 
Üst