TRT 4 "GELECEK EĞİTİMLE GELECEK"ADLI SUNULARININ DEĞERLENDİRME RAPORU
Değerli eğitimciler,sevgili anne babalar bu çalışma; Milli Eğitim Bakanlığının seminer çalışması çerçevesinde hazırlamış olduğu ve TRT 4 kanalında 18.06.2007 ile 22.062007 tarihleri arasında yayınlanan “gelecek eğitimle gelecek” programının ardından “eğitim yuvası” internet sitesi üyelerinden sevgili “goncagül78” rumuzlu üye ile ortak hazırlamış olduğumuz bir rapordur.
Bizler programı izlerken çok şey öğrendik ve belleğimizde var olan bilgi birikimlerine taze bilgileri ekleme sevinci ile bu raporun tüm eğitimci ve anne babalara faydalı olması dileğiyle……İbrahim KAYA
1.Gün 18.06.2007
Konu: 1-Açılış Konuşması,2-Okullarda Şiddet ve zorbalığın önlenmesi ve PDR hizmetlerinin rolü
Konuk: Doç. Dr. Hüseyin ÇELİK Millî Eğitim Bakanı- Prof. Dr. Uğur ÖNER
*Giriş:
Milli Eğitim Bakanı Doç. Dr. Hüseyin Çelik, programın bu ilk gününde daha çok okul öncesi eğitimin önemine değinmiştir. "Ağaç, yaşken eğilir." atasözünü "Ağaç, yaşken doğrulur." sözüyle 48-72 ay zekanın en üst düzey olduğu dönemin önemini vurgulamış ve eğitimin anne karnında başlayıp ölüme kadar devam eden bir süreç olduğunu söylemiştir.
Doç. Dr. Sayın Hüseyin ÇELİK, daha sonra şu bilgileri aktarmıştır.
Biz şuna inanıyoruz 7 yaş eğitim için geç bir yaştır.
Bütün Eğitim Bilimcileri buna inanıyor çünkü okul öncesi eğitimde özellikle 48 aylıktan 72 aylığa kadar olan 4-5-6 yaşları çocukların zekâ gelişim hızının maksimum olduğu en üst sınırda olduğu dönemlerdir. Yani çocuğun adeta o dönemlerde zekâsı şekilleniyor o dönemlerde kişiliği şekilleniyor. Dolayısıyla bu şekillenme aşamasında yumuşacık bir hamurken bizim onu adam akıllı bir forma sokma gibi bir şansımız var. Hani bizde hep “Ağaç yaş iken eğilir.”derler ya aslında bunu belki de tersine çevirmek lazım “Ağaç yaş iken doğrulur.” dememiz lazım. Biz çocuklarımızı eğmeyelim. Onları doğrultalım ve doğrultmanın yolu ve onun yöntemi okul öncesi eğitimidir. Dolayısıyla 48-72 ayları mümkünse daha erken başlayalım. Daha öncesinden başlatmak bence çok çok daha anlamlı hani beşikten mezara kadar ilim diyoruz ya bizim kültürümüzün özünde de bu var .Dolayısıyla biz eğitimin hayat boyu devam eden bir süreç olduğunu düşünüp hayat boyu derken o anne karnındaki cenin can kazanmaya başladığı andan ölümüne kadar eğitim bir süreçtir ve sloganımız şudur: “ Herkese, her yerde ve her zaman eğitim”.
İşin bir başka tarafı malumunuz bu taşımalı eğitimden sonra köy okullarımızın çok önemli bir kısmı boşa çıktı ve bizim 81 ilin valiliğine gönderdiğimiz genelgede bu okulların ölüme terk edilmemesi, mutlaka onarılarak bir şekilde eğitim faaliyetinde kullanılması eğer o köyde biz 1.2.3. sınıftaki çocukları tercihen taşımak istemiyoruz. O yaşlardaki çocukları 20km öteye yerine göre 30km ye her sabah taşımanın doğru olmadığına inanıyoruz. Eğer köyde 10 tane bile öğrenci varsa biz orada okulumuzu açık tutalım. Okulun bacası tütsün çünkü her okul bulunduğu köyde bulunduğu mezrada bir deniz feneridir. Orda bir öğretmenin bulunması şehrin özellikle o yerleşik biriminin sosyo-kültürel yapısı açısından son derece önemlidir. 10 öğrenci bile varsa 1 öğretmen gönderip ilköğretim okulunu açık tutuyoruz. Diyelim ki burada ilköğretim çağına gidecek çocuk yok ama anasınıfına gidecek 10 tane çocuğumuz varsa ve gönderdiğimiz genelgede onu söylüyoruz diyoruz ki orda anasınıfı açalım diyelim ki bu da yok. Köydeki kadınlarımıza kızlarımıza beceri kursları açalım ama mutlaka bu okullarımızı onaralım ki kaymakamlarımız bu konuda çok güzel çalışma yapıyorlar valiliklerinin öncülüğünde.
*Okullarda Şiddet ve zorbalığın önlenmesi ve psikolojik danışma rehberlik hizmetlerinin rolü
Prof. Dr. Uğur ÖNER
Okullarda özellikle anasınıfından liseye kadar uzanan süreçte çocukların çoğunda zorbalık davranışları görülür. İlk başlarda fiziksel olarak görülebilen bu zorba davranışları zaman içinde şekil değiştirerek psikolojik zorbalığa dönüşür.Zorbalık çeşidinde cinsiyet de bir etkendir. Kızlar genelde dedikodu yapma,gruptan dışlama,hakaret şeklinde sözel ve psikolojik zorbalıklara başvururken erkekler genelde güç gösterisi haline getirdikleri fiziksel zorbalığı tercih ederler.
Zorbalık kavramı içinde başka kavramlara da mevcuttur. Başta zorbalığı yapan kişi Zorba, zorbanın şiddetinden etkilenen kurban ve bütün bu olup biteni dışardan izleyen sessiz tanık mevcuttur.
Zorba genelde ailesinde şiddeti sıkça gören ve ondan etkilenen ve zorbalık uygulayacağı kişiyi önceden belirleyip onu insanların gözü önünde küçük düşürmeyi amaçlayan kişidir. Unutulmaması gereken husus zorbalık planlı yapılan bir eylemdir.
Kurban zorbanın nefret ettiği insanların gözünde değerli ya da derslerinde başarılı kişiler olabiliyor. Genelde zorbadan fiziksel olarak zayıftır.Güçlü olsa bile karşısındakinde daha mantıklı hareket etmek için onun hareketlerine cevap vermez. Kurban ya okulda popülerdir ya da çok saygılı bir öğrencidir.Sessiz tanık ise zorbanın tüm faaliyetlerini izleyen ve buna tepkisini koymayan bireydir. Bu kişi ya kurbanın arkadaşıdır ya da zorbanın arkadaşıdır. Olaylara müdahale etmez ama zaman içinde bu durumdan dolayı psikolojik sorunlar ortaya çıkara.
Zorbalık anasınıfından itibaren ortaya çıkan bir olgudur. Anasınıfında paylaşım yapmama, işbirliğine yanaşmama ve öğretmenin görmediği ortamlarda diğer arkadaşlarına zorbalık uygulamaktadır. Bu noktada rehberlik öğretmeniyle yapılacak çalışmalar neticesinde öğretmen-veli işbirliğine gidilerek bu zorbalığı ortadan kaldırmak mümkün olabilir.
Zorbalığı arttıran bir diğer etken de öğretmenin sınıfta zorbalık uygulamasıdır. Bu zorbaya daha da güç verir. Ve davranışlarına haklılık kazandırır.
Velilerinde en büyük sorunu çocuklarının okuldan sadece ders anlamında bir şeyler kazanmasını bekliyorlar. Okula gelen veliler genelde çocukların dersini sorar. Paylaşımını, tutumunu soran veli çok azdır. Kısacası veli sadece bilişsel gelişimle ilgilenir.
Son zamanlarda televizyonlarda artan düzeysiz çocuk programlarından da çocuk olumsuz etkilenmekte ve bu davranışlar sınıfa taşımaktadır. Bu durumda veli ve öğretmen işbirliğine gidilerek çocuklara bu davranışların zararlı olduğu hissettirilmelidir. Bu programları izlemenin önüne geçilmelidir.
Okul öncesi eğitimde rehberlik ülkemizde yaygın değildir. Sadece bazı özel okullarda mevcuttur. Okul öncesinde rehberlikle yapılan çalışmalarda çocuk tuvalet eğitimde, yeme içmede yaşanan sorunlarında, büyükleriyle iletişim kurmada sorunları olduğunda hemen müdahale edilerek gelişimini etkilemeden sorunun çözümüne ulaşılabilinir.Sorunları düzeltmenin tek yolu rehber öğretmen, veli ve öğrencinin işbirliği içinde sorunun çözümüne gidecek davranışları uygulamasıdır.
Sınıf ortamı kesinlikle sadece ders ortamı olara değil gelişim ortamı olarak değerlendirilmelidir. Gelişim fiziksel, psikolojik ve bilişsel olarak değerlendirilmelidir. Zorbalığın sadece çocuksu davranışlar olduğu sanılmaması için çocuklar gözlem altında tutulmalı ve davranışları kontrol edilmelidir. İllaki fiziksel bir davranış beklenmemeli. Sözel olarak; lakap takma, hakaret etme, özellikle de topluluk içinde küçük düşürücü laflar söylemenin de zorbalık olduğu unutulmamalıdır. Bunların önüne geçmekteki en önemli faktör olan öğretmende sınıfta zorbaca davranmamalı ve zorbalığın gereksiz bir davranış biçimi olduğunu sınıfına anlatabilmelidir. Eğer sorunu çözmede zorlanıyorsa bu noktada rehberlik hizmetlerine başvurmalı ve aileyle birlikte koordineli bir çalışma yürüterek çocuktaki zorba davranışları ortadan kaldırılmaya çalışılmalıdır.
2.Gün: 19 Haziran 2007 Salı
Konu: Çocuklarda sosyal ve duygusal gelişim
Konuk: Prof. Dr. İsmihan ARTAN (Hacetepe Üniversitesi)
Çocuklarda duygusal ve psikolojik gelişim anne karnında başlar.Ancak dış ortamla bağlantısı doğumdan itibaren kendini gösterir.Bebeklerin yüz ifadeleri,ağlama tonları anne tarafından tanınır ve bebeğin ne istediği anlaşılır.Bu arada duygu kavramı da oluşuyor.Duygu,kişinin herhangi bir olay karşısında statik dünyasında oluşturduğu durumdur. Aslında bireyler anne karnındayken sosyalleşme süreci de başlamış oluyor. Bebek kız ise pembe kıyafetler alma, erkek ise mavi kıyafetler alma da bir sosyalleşme örneğidir.Bunun yanında onları severken kullandığımız ifadelerde birer örnek sayılabilir.Aslan oğlum,güzel kızım vb.
Sosyalleşmenin yanında zamanla çocuklarda korku kavramı da gelişir.Korku bilinmeyen bir duruma verilen tepkidir.Korkular çok erken yaşlarda başlar.Bebeklerin yatakta bırakılmaları,elektrikli süpürgenin sesinden korkma bunlara sayılabilir.Duygular mekanın paylaştığı insanlarla da paylaşılır.Annenin korktuğu bir durumdan zamanla çocukta korkmaya başlar.Annesi sinekten korkan çocukta sinekten korkmaya başlar.Aynı şekilde evde izlediği bir filmde berberin katil olduğunu gören çocuk iki gün sonra berbere gitmekten korkar,eğer bunun nedeni araştırılıp çocuğa izlediğinin sadece rol olduğu anlatılmazsa çocuk bu korkuyu hayatı boyunca taşır.Ya da komşumuz bize evine giren bir hırsızı anlatırken çocuğumuz kulak misafiri olmuşsa ileriki zamanlarda hırsızlardan da korkmaya başlar.
Okul öncesi dönemlerde ve çocukluk döneminde görülen en büyük sorunlardan biri yalandır. Ancak bilinmesi gereken nokta okul öncesinde çocuğun hayal dünyasının çok geniş olduğudur. Çocuk bu dönemde herkesin dünyayı kendi gördüğü gözlerle gördüğünü düşünür ve ona göre hareket eder.Yani bu zamanlarda söylenen yalan değildir aslında.Sadece hayal dünyasının yarattığı etkidir.Bazı çocuklarda ilgi çekmek için yalan söyler.
Bumda unutulmaması gereken husus çocuğun neden yalan söylediğinin temelini doğru tespit edip ona göre davranabilmektir.
Tekrar korku kısmına dönersek birçok ana-baba “Çivi çiviyi söker” inancıyla hareket edip buna göre davranıyorlar. Örneğin ilk defa denize girecek bir çocuğu ebeveyninin aniden suya sokması,ya da evde baş edemediğimiz bir durumda “seni polise söyleyeceğim kessin” sözleri çocukta o varlıklara yada olgulara karşı korku oluşturmaktadır.
Başta da belirttiğimiz gibi gelişim aslında anne karnında başlıyor. Bebek anne karnındayken annesinin ruh durumuna göre salınan hormonlar annenin kanından göbek bağı yardımıyla bebeğe geçiyor.yani bebek dış dünyaya anneyle aynı tepkiyi veriyor.Yabancı ülkede hamileliğini geçiren bir anne bebeğini kendi ülkesinde yetiştirirken birkaç yıl sonra bebeğinin kaldığı ülkedeki yabancı kelimeleri konuşmaya başladığını görüyor.
*TUVALET EĞİTİMİ
Ebeveynlerin en çok zorlandıkları konuların başında tuvalet eğitimi gelir.Bunun nedeni tuvalet eğitimine başlamak için ebeveyn kendisinin hazır olmasını bekler.Burada önemli olan çocuğun hazır olmasıdır.Tuvalet eğitiminde uygun zaman belirlenmelidir. Kesinlikle sıkıntılı ve stresli bir zamana denk getirilmemelidir. Çocuk çişinin ya da kakasının geldiğini söylemeye hazır mı? Altını ıslatmadan 1-2 saat kalabiliyor mu? Bütün bunlara bakılarak tuvalet eğitimine başlanmalıdır.Bazı ailelerde daha tuvalet eğitimine başlamadığı çocuğunun arkasından hemen çocuk yapmakta ve sırf bez masrafı olmasın diye büyük çocuğu acele bir şekilde tuvalete alıştırmaya çalışmaktadırlar.
Tuvalet eğitimi esnasında mutlaka yardımcı bir aparat kullanılmalıdır.Bu lazımlıkta olabilir klozetlere takılan adaptörlerde olabilir.Çocuk tuvalete alıştırılırken mutlaka yanında olunmalıdır.Asla yalnız bırakılmamalıdır.Eğlenceli oyunlar oynanabilir yada onu motive edici sözler söylenebilir.Zamanla çocuk kendine güven kazanacak ve tuvalete tek gitmek isteyecektir.
*ÖFKE NÖBETİ
Çocukta kalıcı davranış değişikliği sağlamak için her ebeveynin farklı yöntemleri vardır. Kimi güzel davranışında ödüllendirir kimisi de kötü davranışta ceza verir.Ama çoğu ebeveyn için ödülle disipline etmek çok daha kolaydır. “yemeğini yersen çikolata alacam sana,yatarsan yarın parka gideceğiz vs..” Ancak bunlar yoğun şekilde uygulanırsa zamanla çocuk bunları kullanmaya başlayacaktır.Aynı şekilde ceza da yoğun şekilde kullanılmaya başlanırsa bu çocukta sinir ve inada sebep olacaktır.
Çocuklarda öfke kavramı 2 yaşından itibaren ortaya çıkar.Aile çocuğu korumak için bazı şeyleri engellemeye çalışır,çocuk da buna öfkeyle karşılık verir. 3 yaşından itibaren de yoğun öfke nöbetleri yaşanmaya başlanır.
Aileler genelde öfke nöbetlerine karşı kayıtsız kalıp-kalmamak arasında gider gelirler.Her öfke nöbetinde çocuğun istediği yapılırsa çocuk bunu kullanmaya başlar.Küçük yaşlarda bu öfkeyi başka alanlara kanalize etmek gerekir.
Anne-baba bu dönemde kararlı ve tutarlı olmalıdır.Anne-baba arasında tutarsızlık olursa çocuk ikilem yaşamaya başlar.Konulan kurallar anayasa gibi olmalıdır.Sabit ve değişmez.Aileler de genellikle büyük çocuklardan fedakarlık beklemektedirler.Kardeşinin eksiklerini ondan alarak tamamlarlar.Bu durumda büyük çocuk küçüğe karşı bir hırs besler.Çünkü onun yüzünden özel hayatına girilmiş ve eşyaları elinden alınmıştır. Bunun yerine yeni bebeğe beraberce hazırlanmak,hazırlıklarda ona da söz hakkı vermek ve iki çocuğu birbiriyle asla kıyaslamamak çocukların sağlıklı bir psikolojiyle gelişmesini sağlar.
*ÇOCUK VE OKUL
Tüm anne-babaların ortak sorunu çocukların birinci sınıfa giderken yaşadığı korkuyu nasıl ortadan kaldıracağıdır. Geçen yıl yapılan uygulamayla birinci sınıflar bir hafta okula erken başladılar ve bu dönemde okula alışmaları sağlandı. Burada esas görev okul başlamadan önce anne-babaya düşüyor.Okulun bir eğitim ortamı olduğunu,korkulacak bir şeylerin olmadığı çocuğa anlatılmalıdır.Okul başladığı zamanda yanında olduğunu göstermek için de bir süre yanında kalıp ona destek olunmalıdır.Bazı aileler bu dönemde başka bir çocuk yaptıkları için çocuk ilgisiz kalmaktadır.Ve okul korkusunu tek başına yenmeye çalışmaktadır.
Okula alışma evresinde öğretmene düşen görev ve sorumluluklar da çoktur.Havaların hala sıcak olduğu bir zamanda sokakta oyun oynayacağına ve aklında sürekli oyun olan çocuğa yumuşak şekilde davranmalı ve alışma evresini rahat geçirmek için sınıf etkinliklerini oyun havası içinde yapmalıdır.Burada tüm sınıf kuralları beraber koymalı ve kuralların amacı açıklanmalıdır.Bu arada ikiz kardeşlerin aynı sınıfa konması da sakıncalıdır.Aynı sınıfta olunca mutlaka kıyaslanacaklar ve birbirlerinde hata arayacaklardır.
Okulda bazı arkadaşlarında gördüğü eşyalara özenip ona sahip olmak için çalan bir öğrenciye herkesi gözü önünde hırsız demektense , “kim yanlışlıkla almış ” denilerek bilinçsiz yaptığı hissi verilmelidir.Daha sonra çocuğa yaptığının yanlış olduğu anlatılarak bu konuda eğitici masallar ya da sınıf içinde eğlenceli drama çalışmaları yapılabilir.
Öğretmen ve ebeveynler verdikleri cezalarda kararlı olmalıdırlar.Yapabilecekleri cezaları vermeliler. Yaptığı bir davranıştan dolayı çocuğuna kızan bir annenin “sana 1 ay televizyon izlemek yasak” cezasının kaç gün uygulanabileceği tartışılır.
Sonuç olarak aile-okul-çocuk bir bütündür.Aile sadece okuldan çocuğu için akademik başarı beklemelidir. Çocuğunun duygusal ve ruhsal gelişimi için de işbirliği içinde olmalıdırlar.
3.Gün: 20 Haziran 2007 Çarşamba
Konu: Çocuk ruh sağlığı ve davranış bozuklukları
Konuk: Prof. Dr. Selahattin ŞENOL
Okul öncesi dönemde çocuğun evdeki hareketleri izlenmelidir. Bu izlenimler sonucu danışmana başvurulmalıdır ve karşılaşılan sorunlar uzman kontrolünde çözülmeye çalışılmalıdır. Erken yaşta tanımlanacak zeka geriliği yâda hormon bozukluğu ebeveynler için yetiştirme döneminde yardımcı olacaktır.
Bir birey beyninde 80-100 milyar beyin hücresiyle doğar.18-20 yıllık bir ergenlik sürecinden sonra olgunlaşıyor. Tüm ebeveynlerin hatası kendi çocukluklarını unutmasıdır. Eğer o dönemleri daha iyi hatırlayabilseydik çocuklarımızı daha iyi anlayabilirdik.Beyin duygusal ve ruhsal kontrol merkezidir. Çocuk aniden 18 aylık dönemde hırçınlaşmaya başlar. Bunun arkasında sebepler aranmalıdır. Beyne bir darbe aldığı düşünülerek buna göre doktora gidilmelidir
*OKUL ÖNCESİNDE KARŞILAŞILAN BAŞLICA SORUNLAR
Uyku bu dönemde yaşanan en büyük sorunlardan biridir. Burada yaşanan en önemli sorun yatak ayırmadır. Çoğu ebeveyn doğumdan 1 yaşına kadar çocuğu başka bir odada başka bir yatakta yatırırken, 1 yaşından 6 yaşına kadar kendi yataklarında yatırırlar. Unutulmaması gereken husus çocuğuna empati kuramayan, bencil varlıklar olduğudur. Anne-babasını yanında ister. Özellikle çocuğunu bakıcıya bırakan çalışan ebeveynler çocuğuna yeterince vakit ayıramadığını düşünerek bu tuzağa düşerler ve çocukların isteklerini yerine getirirler. Bazı ebeveynlerde çocuğun üstünü örtemeyeceğini yada akşam ağlayacağını düşünerek yanında yatırır.Eğer ebeveynler çocuğun ileride kendi kararını veren bilinçli bir yetişkin olmasını istiyorlarsa bazı durumlarda kendilerini geri çekmeleri lazımdır.
Çocuklarda uykuyla yaşanan bazı sorunlar vardır.Diş gıcırdatma,gece uyanması yada gece yürüme olabilir.Diş gıcırdatma yoğun olarak görülen bir rüyanın ya da kabusun dışa vurumudur.Gece uyanması ve gece yürümesinde çocuk aniden uyanır ve birkaç dakika sonra derin uykuya dalar.Bu durumlar ergenlik döneminde ortadan kalkar.Ama özellikle diş gıcırdatması yaşayan çocuklarda gün içinde yaşadığı olaylar gözden geçirilmelidir.Bakıcı elinde bırakılan çocuklarda özellikle dikkat edilmelidir.
Eğer çocuk uykuya dalmada sorun yaşıyorsa; yanında kalıp masal anlatılabilir ya da yatarken süt içmesini sağlamak gerekir.
*AİLESİZ ÇOCUKLAR
Yetiştirme yurdunda büyüyen çocuklarda görülen sorunların temelinde bebeklik döneminde ki sevgi eksikliğidir. Bu dönemde anne sütü ile beslenmeyip anne şefkati alamayan çocuk eksik bir şekilde büyür. Çocukların yetiştiği kurumların iyi yetişmiş elemanlardan ve çocuk sorunlarında empati kurabilecek yetenekteki personelden oluşmalıdır. Tüm bunlar sağlanamıyorsa da ya çocuklar evlat verilmeli yada koruyucu ailenin denetimine verilmelidir.
Bu çocukların öğretmenleri çocukların dış dünyayla bağ kurmaları için onları sosyal etkinliklerin içine çekmelidir.Bunun yanında olumlu düşünmelerini sağlayacak gevşeme egzersizleri yaptırılmalıdır.Genel becerilerini geliştirmek için de rehberlik hizmetinden faydalanılmalıdır.
*ZİHİNSEL SORUNLAR
Bir çocuğun zihinsel sorunlarla doğmasındaki en önemli etken kalıtımsaldır.Kalıtımın yanında annenin geç gebeliği,radyasyona maruz kalma, kromozomların ayrılmaması , hormonların yeterince salınmaması da sayılabilir.
Okul öncesi dönemde ebeveynler çocuktaki anormallikleri fark edemeyebilir. Karşılaştıracakları çocuk olmayınca sorunun farkında olmazlar. Okula başladıklarında öğretmen çocuktaki bu farklılığı fark edince veliyle iletişime geçip uzman kontrolünde sorunun üstüne gidilmelidir.
Zaman içinde açılır düşüncesiyle beklemek yanlış olur. Ergenlikte çözülemeyecekse sorunlara yol açılabilir.
Çocuğun sorunu araştırılırken ev ortamı ve büyüme tarzı iyice incelenmelidir.Hiperaktiviteye sahip çocuklarda genel olarak yerinde durmamaktadır. Var olan enerjisini boşaltmak için veli evi çocuğa göre öğretmen de sınıfı çocuğa göre düzenlemelidir. Çocuğu en ön sıraya oturtulup, tahtayı ona sildirebilir.Eğer bu sorun da bu dönemde tedavi edilmezse ileride sorunlara yol açar.
Ebeveynlerin yaşadığı en önemli sorulardan biri de yemek ve uyku zamanı çocuğun her zaman “hayır” demesidir. Zihinsel gelişimi normalin altında olan çocuklar “hayır” diyemeyeceği için bu sorun olarak görülmemeli ve çocuğun normal bir zekaya sahip olduğu düşünülerek olumlu olunmalıdır.
Yemek konusunu çözmek için de çocuğa öğünler belirlemeli ve tek çeşit yerine birçok çeşit koyup çocuğa seçme hakkı verilmelidir.Çoğu ebeveyn yemek vakti çocuğunun yemek yiyip yemeyeceğini düşündüğü için stres yapar. Onun bu stresi çocuğa da geçer. O yüzden stres yaşayan ebeveyn bunu belli etmemeli ya da yemeğe oturmamalı ve ortamı germemelidir.
*ÜSTÜN YETENEKLİ VE ÜSTÜN ZEKÂLI ÇOCUKLAR
PROF.DR. AYŞEGÜL ATAMAN
Öğretmen okulu yetiştiren kurumlarda öğretmen adaylarına üstün zekâlı ve üstün yetenekli öğrenciler hakkında yeterince bilgi verilmediği için öğretmen sınıf ortamında bunları tanımakta zorlanır.
Ülkemizde üstün zekalılarda zeka geriliği aynı orandadır.% 2-2,5 olduğu sanılmaktadır. Zekâ geriliğine sahip olan çocuklar sınıfta daha yavaş öğrenme gösterdiği öğretmen tarafından anlaşılır ve RAM’a gönderilerek kendiyle aynı sorunu yaşayan öğrencilerle eğitim alırlar. Üstün yetenekli çocuk belli bir alanda diğerlerinden farklı kavrama, hızlı ilerleme ve farklılık göstermektir. Örneğin çocuğun müziğe çok büyük bir yatkınlığı olabilir. Ama evde bir çalgı aleti yoksa yeteneği ortaya çıkmaz. Çok iyi satranç oynayacak kapasitesi olabilir ama hiç oynamazsa bu yeteneğini anlayamazsınız. Üstün yeteneklerini ortaya çıkarmak için daha ayrıntılı bir yaklaşım ve imkân sağlamalı. Üstün zekâ da normalin üstü, yüksek zekâ diye tanımlanır. Tüm insanlar arasında en ileri noktada olanlardır. IQ olarak 90’ın üstü normal, 135’in üzeri üstün zekâdır. Çocuklar için düşünürsek kendi akranlarında 3–4 yaş ileri zekâya sahip bireylerdir. Bu çocuklara şöyle davranılmalıdır. Üzerlerine çok düşülmemeli. Süper çocuk yaratmak için aşırı çaba gösterilmemeli. Yaşıtlarından daha ileri gittiği bir potansiyeli varsa o alanda desteklenmeli. Çocuk üstün olan özellikleri nedeniyle yaşıtlarından soyutlanmamalı. Üstün zekâ ya da yetenek her şeyi garanti etmiyor. Bazıları keşfedilmeyip kaybolup gidiyor.
Öğretmenler bu çocukları sınıfta bastırmaya çalışmamalı. Bastırılan çocuk zamanla zekâsını kullanmaz. Öğretmen ondan daha detaylı projeler istemeli ve sınıfta onu kendisine yardımcı olarak seçmelidir. Böylece arkadaşlarının öğrenmesine yardımcı olacaktır.İlköğretimde sınıf öğretmeni 5. sınıfa kadar çocuğu çok yakından tanıdığı için çocuğun yeteneğini anlayabilir. Ama ilköğretimden sonraki dönemde branş öğretmenleri çocuğu tanımadan yargılamamaları için sınıf öğretmeni burada devreye girmeli ve branş öğretmenleriyle diyalog içinde olunmalıdır.
*KURAL KOYMA
Ebeveynler çocukların iyi davranışlarda bulunması için sürekli kurallar koyarlar. Aslında istedikleri iyi ve kötü davranışlara kod koyup bu kodlardan sadece iyi olanı kullanmalarını isterler. Ancak okul öncesi dönemde bu konuda pek başarılı olamıyorlar.
Ana sınıfı ailenin yaşadığı stresten ve fiziksel yorgunluktan aileyi kurtarır. Çocuk ilk defa toplu bir ortamda olduğu için önceleri şaşırır. Ancak zamanla kurallara alışır ve bu kuralları evinde de uygulamaya koymaya çalışır.
4.Gün:21/06/2007 PERŞEMBE
Konu: Başarılı İletişim (Yetişkin-Çocuk İletişimi)
Konuk: Prof.Dr. Nilüfer DARICA
İletişim bireyler arasındaki en büyük etkileşimdir.İletişim karşılıklı 2 birey arasındaki mesajlaşmadır.Ancak burada önemli olan mesajları algılayıp,doğru algılamak gereklidir.Yanlış yorumlanan mesajlar zararlı iletişime sebep olur.
Çocuk ilk iletişimi ailesinde öğrenir.Annenin süt vermesi,ona gülümsemesi çocukla kurulan ilk iletişimdir. Zamanla çocuk süt içerken gülümsemeye başlar,basit agu sesleri çıkarmaya başlar.Çocuğun iyi bir iletişim kurması ailesine bağlıdır.
Kişi kendini iyi tanırsa iyi bir iletişim kurabilir çevresiyle.Ailelerde genellikle küçük çocukların büyükten sonra iletişim kurması beklenir “sen sus ablan konuşsun,büyüklerin konuşurken araya girme” bu yaklaşımlar çocuğun iletişime geçmesini oldukça geciktirir.
Günümüzde teknolojinin hızla ilerlemesi sonucu anne-baba ve çocuk arasında iletişim sorunu yaşanmaktadır. Bir anne aldığı telefonda sadece arama olayını bilirken 6 yaşındaki oğlu telefonun tüm özelliklerini ezbere bilmektedir. Ebeveynler çocukları anlamakta zorlanıyor.Aile çocuğun isteklerini algılamakta zorlanıyor.Kimi aile kendi kurallarını koyarak sert bir şekilde davranarak çocuğu istediği şekle sokabileceğini düşünürken bazıları da uzman görüşlerinden yararlanarak çocuğu dinler ve isteklerini yerine getirir. Çocuk bu ikinci durumu zamanla kavrar ve bunu kullanmaya başlar.Bu durumda disiplin ortadan kalkıyor. Çocuğa uygulanacak en önemli disiplin kuralı çocuğunuzu birey olarak kabul etmektir.
Birçoğumuzun çocuklukla ilgili güzel iletişim anıları vardır. Bu iletişimler zamanla bizde davranış olarak kalabilir.
Aileler çocuk yetiştirirken kitaplardan, seminerlerden veya uzmanlardan yararlanırlar. Bunlar teorik bilgilerdir. Aile bunları bilerek çocuğa uygularken pratik bilgilerini kendileri oluşturur. Her birey aynı değildir. Bu yüzden aynı ailede farklı yaklaşımlar olabilir. Çünkü kardeşler de birbirinden farklıdır. Mutlu ve sağlıklı ortamın temeli huzurdur.
Anne-baba olurken sadece biyolojik hazır olmaktan ziyade psikolojik olarak da buna hazır olmak gerekir. Birçok ebeveyn hazır olmadığı için sorunlar yaşanmaktadır.
* ÇOCUKLARDA SOSYALLEŞME SÜRECİ( Prof.Dr.Üstün DÖKMEN)
Aileler çocuklarını sosyalleştirirken 2 farklı yöntem kullanırlar.
1) kötü yöntem
2) İyi yöntem .
Kötü yöntemde anne-baba çocuğa suflörlük yaparlar.Bir tiyatrocu düşünün tiyatroda unuttuğu yerlerde suflör devreye girer ve rolünü hatırlatır.Ancak tiyatro oyunu bittikten sonra suflöründe işi biter.O orada kalır.Ancak anne-babaların yaptığı daimi bir suflörlüktür.Eğer bir çocuğa şeker uzattığınızda annesi” teşekkür etsen evladım” diyorsa bilin ki o anne bir suflördür.Aynı şekilde çocuk şeker alırken dönüp annesine bakıyorsa yine aynı şeyden bahsediliyordur.
İkinci yöntemimizde aile sadece rehberlik rolü görüyor.Çocuğa seçenekleri sunar çocuk seçenekler içinden istediğini seçer.Aile herhangi bir yönlendirmede bulunmaz.Ancak aile burada iyi ve kötüyü anlatır.Günlük yaşamda da anadilimizi yaşayarak ikinci dilimizi sınıf ortamında öğretmenin suflörlüğüyle öğreniriz.Bu yüzden öğrenmekte güçlük çekilir.
Anne-baba toplumsal kurallara uyarlarsa çocukta onları model alacağı için onlara uyacaktır.Suflör şeklinde yetiştirilirse 4 yaşında da 14 yaşında da 24 yaşında da 34 yaşında da anne-babasında onay bekler. Bir konserde sunucunun gelip “Haydi sanatçımızı kuvvetlice alkışlayalım” demesi de suflörlüğe örnektir.
Ailelerin çocuklar üzerinde yaptığı en büyük baskı meslek seçimi ve evleneceği kişi seçimi. Çocuğun meslek seçiminde yapılacak en güzel yol meslekleri tanıtıp,yetenekleri ölçüsünde karar vermesine yardımcı olmaktır.Aynı şekilde evleneceği insanı ailenin seçmesi bireyin isteksiz bir evlilik yapmasına sebep olur.
*İLETİŞİM
İletişim anne-babanın kendine özgü tutumuyla gelişir. Aile ortamında kazanılan değerler okul ortamında kendini gösterir.İletişimde 2 unsur çok önemlidir.
1)Göz teması kurmak
2)Dinlemek
Birçok anne-baba çocuklara kızdığı zaman “gözümün içine bak” şeklinde söylemesine rağmen, okulda başına gelen önemli bir olayı annesine anlatırken annesinin işine devam etmesi çocukta zamanla iletişimi azaltır. Aileler iletişim esnasında sadece karşısındakine yoğunlaşmalıdır. Televizyon izlememeli, telefonla konuşmamalı karşısındakiyle göz kontağında olmalıdır.
Çocuklar okula başladıklarında yoğun iletişim kurarlar. Çocukla iletişim kurmak için belli bir zaman yoktur. Tanımayı, konuşmasını beklemek gerekmemektedir. Birçok anne-baba “çocukla ne konuşayım o saçma sapan konuşuyor” diye düşünür. Unutulmaması gereken çocukların çok geniş bir hayal dünyaları olduğu ve anne-baba bu hayal dünyasına bir şekilde girmeyi başarabilmeliler. Hayal dünyasıyla ilgili iletişime geçilmelidir.
Birçok aile çocuklarını anasınıfına yollayınca ilköğretime hazır olacağını sanırlar.Bazı çocuklar diğerlerine göre geç gelişir bu durumda PDR hizmetinden faydalanmalı ve gerekiyorsa velinin onayı alınarak çocuğun anasınıfını tekrar okuması konusunda anlaşılmalıdır.
Baştan beri söylediğimiz gibi iletişimde göz teması çok önemlidir. Bunun dışında kullanılan “ben dili-sen dili” ne dikkat edilmelidir.Bahçeden koşarak gelen çocuğunun anlattıklarını dinlemeyip üstüne bir de onu azarlamak yerine; “dur hele bir sakinleş, nefes al,neler oldu yavaşça anlat” şeklinde kurulan bir iletişim daha faydalı olacaktır.
Geleneksel olarak bu şekilde yetiştirilmediğimiz için toplum içinde konuşmakta bile zorlanıyoruz. Üniversitedeki öğretmeni konuyu anlatıp sorulacak soru var mı? diye sorduğunda parmak kaldırmaya korkan birçok genç vardır. Bunların korkmasındaki sebep; arkadaşlarının dalga geçmesi, dersi anlamadın mı? Şeklindeki ifadelerinden korktuğu içindir.
5.Gün: 22 Haziran 2007 Cuma
Konu: Çocuk ve Bilgisayar oyunları, İnternet
Konuk: Prof. Dr. Pınar BAYHAN
*Eğitimde bilgisayar Kullanımı
Teknolojinin bize sunduğu olanaklar vardır.Peki biz bilgisayar,İnternet ve televizyon hayatımıza ne kadar girecek,ne kadar yararlanacağız?
Teknoloji çok hızlı ilerleme kaydetti ve bizim de onu o ölçüde kullanmamız lazım..Çocuk bilgisayarla çok erken tanışıyor ve her yerde onunla karşılaşıyor…O zaman bizim de onu eğitimde nasıl kullanabilirimin yollarını aramamız gerekiyor?
Eğitimde Nasıl Kullanabiliriz?
-Özellikle okul öncesinde çocuklara bilgisayar destekli eğitim verebiliriz ama bir .araç olarak kullanmamız lazım..Amacımıza uygun kullanarak ve nerede kullanmamızı bilerek onu eğitimde işler kılar hale getirmemiz lazım.
Eğitim sürecinde bilgisayarı kullanırken şu sorulara cevap bulmamız gerekir
1-Ne kadar sürede,2-Nerede,3-Hangi programlarla kullanacağız?
Okul öncesi eğitimcilerin belli bir sınıf düzeyinde müzik,drama gibi etkinliklerde bilgisayarı kullanarak onu çocuğun gelişimine uygun olarak hayatına sokabilir.
-Bilgisayar oyunları bir araç olabilir mi?
Bilgisayar destekli eğitim ayrı bir durum ,oyunları ayrı bir durum…Bilgisayar destekli eğitim belli amacı olan,önceden öngörülen amaçlar doğrultusunda oyun içinde onu çocuğun hayatına sokmaktır.Bilgisayar oyunları ise amacı olmayan ticari kaygı taşıyan bir araçlardır ve hiçbir yararı olmadığı gibi çocuğun gelişimini son derece olumsuz anlamda etkileyebilir.…
*Oyun Prof Dr..Haluk YAVUZER
Oyun faaliyetlerinin çocukların hem eğitiminde hem de gelişiminde çok önemli katkısı vardır.
Bakarsanız insan karşısındakileri en çok oyun ortamında teşhis eder,çocuğu en çok oyun ortamında tanıyabiliriz..Evdeki durumu oyun ortamında üstlendiği rol de gösterebilir….Örneğin evde şiddete maruz kalan bir çocuk oyunda oyuncak bebeğini boğma davranışında bulunabilir..Böylelikle bizler çeşitli oyunlardan yaralanarak çocuğumuzu,öğrencimizi tanıma yoluna gitmeliyiz.Doğal oyun malzemeleri aşırı hareketleri olan çocukların yumuşamasına,sakinleşmesine yardımcı olabilir.Doğal oyun malzemesiyle ailenin çocuklarını buluşturması gerekir.
Anne babanın eğitici nitelikleri olan oyun malzemelerini,oyuncakları seçmesi gerekir ….
Prof. Dr. Pınar BAYHAN
*Bilgisayar ortamından çocuğu şiddetten uzak tutmak için neler yapılabilir?
-Çocuklar meraklıdır,istediği her şeye hevesli,o zaman interneti kendi amacımıza dönüştürmek de bizim elimizde.
Çocuğa bilgi verecek,eğlendirecek yararlı onun gelişimine olumlu anlamda katkıda bulunacak sitelere yönlendirmeliyiz.Çocuğu iyiye yönlendirmesek o istediği şeye yönelecek…Çok güzel siteler var onları önceden tespit edip,onlara buna yönelik proje ödevleri verirsek internetten gördüğü ilginç sitelere kendine zarar vermeyecek, yararlı olacak sitelere girmeye yönelecek Eğitimcilerin arama motorlarında o yaş çocuğunun ilgisini hangi siteler varsa önceden tespit edip bir liste halinde çocukların eline verip onları çok hoş ve bilgisayardan ,internetten son derece iyi faydalanan birer kullanıcı yapabiliriz…
Özetle,Prof. Dr.Pınar BAYHAN,” bilgisayar oyunları çocuğun gelişim düzeyine ve yaşına uygun olmalı ,oyun yoluyla öğrenme sağlanmalı, bilgisayar amaç değil , araç olarak kullanılmalıdır” dedi. Oyunlar şiddet içermemelidir.
Sonuç: Bu programın özellikle eğitimciler için çok yararlı bilgiler sunduğu,programa katılan değerli konukların bilgi ve deneyimlerinin çocukları tanımada,onlara karşı edineceğimiz tutumların şekillenmesinde büyük katkısı olduğu söylenebilir.Dahası bu programın ebeveynlere de önemli ölçüde katkılar sağladığı yadsınamaz bir gerçektir.
22.06.2007
Akıncılar İlköğretim Okulu Sınıf Öğretmeni *Kahta *Adıyaman
www.akincilar.meb.k12.tr
Değerli eğitimciler,sevgili anne babalar bu çalışma; Milli Eğitim Bakanlığının seminer çalışması çerçevesinde hazırlamış olduğu ve TRT 4 kanalında 18.06.2007 ile 22.062007 tarihleri arasında yayınlanan “gelecek eğitimle gelecek” programının ardından “eğitim yuvası” internet sitesi üyelerinden sevgili “goncagül78” rumuzlu üye ile ortak hazırlamış olduğumuz bir rapordur.
Bizler programı izlerken çok şey öğrendik ve belleğimizde var olan bilgi birikimlerine taze bilgileri ekleme sevinci ile bu raporun tüm eğitimci ve anne babalara faydalı olması dileğiyle……İbrahim KAYA
1.Gün 18.06.2007
Konu: 1-Açılış Konuşması,2-Okullarda Şiddet ve zorbalığın önlenmesi ve PDR hizmetlerinin rolü
Konuk: Doç. Dr. Hüseyin ÇELİK Millî Eğitim Bakanı- Prof. Dr. Uğur ÖNER
*Giriş:
Milli Eğitim Bakanı Doç. Dr. Hüseyin Çelik, programın bu ilk gününde daha çok okul öncesi eğitimin önemine değinmiştir. "Ağaç, yaşken eğilir." atasözünü "Ağaç, yaşken doğrulur." sözüyle 48-72 ay zekanın en üst düzey olduğu dönemin önemini vurgulamış ve eğitimin anne karnında başlayıp ölüme kadar devam eden bir süreç olduğunu söylemiştir.
Doç. Dr. Sayın Hüseyin ÇELİK, daha sonra şu bilgileri aktarmıştır.
Biz şuna inanıyoruz 7 yaş eğitim için geç bir yaştır.
Bütün Eğitim Bilimcileri buna inanıyor çünkü okul öncesi eğitimde özellikle 48 aylıktan 72 aylığa kadar olan 4-5-6 yaşları çocukların zekâ gelişim hızının maksimum olduğu en üst sınırda olduğu dönemlerdir. Yani çocuğun adeta o dönemlerde zekâsı şekilleniyor o dönemlerde kişiliği şekilleniyor. Dolayısıyla bu şekillenme aşamasında yumuşacık bir hamurken bizim onu adam akıllı bir forma sokma gibi bir şansımız var. Hani bizde hep “Ağaç yaş iken eğilir.”derler ya aslında bunu belki de tersine çevirmek lazım “Ağaç yaş iken doğrulur.” dememiz lazım. Biz çocuklarımızı eğmeyelim. Onları doğrultalım ve doğrultmanın yolu ve onun yöntemi okul öncesi eğitimidir. Dolayısıyla 48-72 ayları mümkünse daha erken başlayalım. Daha öncesinden başlatmak bence çok çok daha anlamlı hani beşikten mezara kadar ilim diyoruz ya bizim kültürümüzün özünde de bu var .Dolayısıyla biz eğitimin hayat boyu devam eden bir süreç olduğunu düşünüp hayat boyu derken o anne karnındaki cenin can kazanmaya başladığı andan ölümüne kadar eğitim bir süreçtir ve sloganımız şudur: “ Herkese, her yerde ve her zaman eğitim”.
İşin bir başka tarafı malumunuz bu taşımalı eğitimden sonra köy okullarımızın çok önemli bir kısmı boşa çıktı ve bizim 81 ilin valiliğine gönderdiğimiz genelgede bu okulların ölüme terk edilmemesi, mutlaka onarılarak bir şekilde eğitim faaliyetinde kullanılması eğer o köyde biz 1.2.3. sınıftaki çocukları tercihen taşımak istemiyoruz. O yaşlardaki çocukları 20km öteye yerine göre 30km ye her sabah taşımanın doğru olmadığına inanıyoruz. Eğer köyde 10 tane bile öğrenci varsa biz orada okulumuzu açık tutalım. Okulun bacası tütsün çünkü her okul bulunduğu köyde bulunduğu mezrada bir deniz feneridir. Orda bir öğretmenin bulunması şehrin özellikle o yerleşik biriminin sosyo-kültürel yapısı açısından son derece önemlidir. 10 öğrenci bile varsa 1 öğretmen gönderip ilköğretim okulunu açık tutuyoruz. Diyelim ki burada ilköğretim çağına gidecek çocuk yok ama anasınıfına gidecek 10 tane çocuğumuz varsa ve gönderdiğimiz genelgede onu söylüyoruz diyoruz ki orda anasınıfı açalım diyelim ki bu da yok. Köydeki kadınlarımıza kızlarımıza beceri kursları açalım ama mutlaka bu okullarımızı onaralım ki kaymakamlarımız bu konuda çok güzel çalışma yapıyorlar valiliklerinin öncülüğünde.
*Okullarda Şiddet ve zorbalığın önlenmesi ve psikolojik danışma rehberlik hizmetlerinin rolü
Prof. Dr. Uğur ÖNER
Okullarda özellikle anasınıfından liseye kadar uzanan süreçte çocukların çoğunda zorbalık davranışları görülür. İlk başlarda fiziksel olarak görülebilen bu zorba davranışları zaman içinde şekil değiştirerek psikolojik zorbalığa dönüşür.Zorbalık çeşidinde cinsiyet de bir etkendir. Kızlar genelde dedikodu yapma,gruptan dışlama,hakaret şeklinde sözel ve psikolojik zorbalıklara başvururken erkekler genelde güç gösterisi haline getirdikleri fiziksel zorbalığı tercih ederler.
Zorbalık kavramı içinde başka kavramlara da mevcuttur. Başta zorbalığı yapan kişi Zorba, zorbanın şiddetinden etkilenen kurban ve bütün bu olup biteni dışardan izleyen sessiz tanık mevcuttur.
Zorba genelde ailesinde şiddeti sıkça gören ve ondan etkilenen ve zorbalık uygulayacağı kişiyi önceden belirleyip onu insanların gözü önünde küçük düşürmeyi amaçlayan kişidir. Unutulmaması gereken husus zorbalık planlı yapılan bir eylemdir.
Kurban zorbanın nefret ettiği insanların gözünde değerli ya da derslerinde başarılı kişiler olabiliyor. Genelde zorbadan fiziksel olarak zayıftır.Güçlü olsa bile karşısındakinde daha mantıklı hareket etmek için onun hareketlerine cevap vermez. Kurban ya okulda popülerdir ya da çok saygılı bir öğrencidir.Sessiz tanık ise zorbanın tüm faaliyetlerini izleyen ve buna tepkisini koymayan bireydir. Bu kişi ya kurbanın arkadaşıdır ya da zorbanın arkadaşıdır. Olaylara müdahale etmez ama zaman içinde bu durumdan dolayı psikolojik sorunlar ortaya çıkara.
Zorbalık anasınıfından itibaren ortaya çıkan bir olgudur. Anasınıfında paylaşım yapmama, işbirliğine yanaşmama ve öğretmenin görmediği ortamlarda diğer arkadaşlarına zorbalık uygulamaktadır. Bu noktada rehberlik öğretmeniyle yapılacak çalışmalar neticesinde öğretmen-veli işbirliğine gidilerek bu zorbalığı ortadan kaldırmak mümkün olabilir.
Zorbalığı arttıran bir diğer etken de öğretmenin sınıfta zorbalık uygulamasıdır. Bu zorbaya daha da güç verir. Ve davranışlarına haklılık kazandırır.
Velilerinde en büyük sorunu çocuklarının okuldan sadece ders anlamında bir şeyler kazanmasını bekliyorlar. Okula gelen veliler genelde çocukların dersini sorar. Paylaşımını, tutumunu soran veli çok azdır. Kısacası veli sadece bilişsel gelişimle ilgilenir.
Son zamanlarda televizyonlarda artan düzeysiz çocuk programlarından da çocuk olumsuz etkilenmekte ve bu davranışlar sınıfa taşımaktadır. Bu durumda veli ve öğretmen işbirliğine gidilerek çocuklara bu davranışların zararlı olduğu hissettirilmelidir. Bu programları izlemenin önüne geçilmelidir.
Okul öncesi eğitimde rehberlik ülkemizde yaygın değildir. Sadece bazı özel okullarda mevcuttur. Okul öncesinde rehberlikle yapılan çalışmalarda çocuk tuvalet eğitimde, yeme içmede yaşanan sorunlarında, büyükleriyle iletişim kurmada sorunları olduğunda hemen müdahale edilerek gelişimini etkilemeden sorunun çözümüne ulaşılabilinir.Sorunları düzeltmenin tek yolu rehber öğretmen, veli ve öğrencinin işbirliği içinde sorunun çözümüne gidecek davranışları uygulamasıdır.
Sınıf ortamı kesinlikle sadece ders ortamı olara değil gelişim ortamı olarak değerlendirilmelidir. Gelişim fiziksel, psikolojik ve bilişsel olarak değerlendirilmelidir. Zorbalığın sadece çocuksu davranışlar olduğu sanılmaması için çocuklar gözlem altında tutulmalı ve davranışları kontrol edilmelidir. İllaki fiziksel bir davranış beklenmemeli. Sözel olarak; lakap takma, hakaret etme, özellikle de topluluk içinde küçük düşürücü laflar söylemenin de zorbalık olduğu unutulmamalıdır. Bunların önüne geçmekteki en önemli faktör olan öğretmende sınıfta zorbaca davranmamalı ve zorbalığın gereksiz bir davranış biçimi olduğunu sınıfına anlatabilmelidir. Eğer sorunu çözmede zorlanıyorsa bu noktada rehberlik hizmetlerine başvurmalı ve aileyle birlikte koordineli bir çalışma yürüterek çocuktaki zorba davranışları ortadan kaldırılmaya çalışılmalıdır.
2.Gün: 19 Haziran 2007 Salı
Konu: Çocuklarda sosyal ve duygusal gelişim
Konuk: Prof. Dr. İsmihan ARTAN (Hacetepe Üniversitesi)
Çocuklarda duygusal ve psikolojik gelişim anne karnında başlar.Ancak dış ortamla bağlantısı doğumdan itibaren kendini gösterir.Bebeklerin yüz ifadeleri,ağlama tonları anne tarafından tanınır ve bebeğin ne istediği anlaşılır.Bu arada duygu kavramı da oluşuyor.Duygu,kişinin herhangi bir olay karşısında statik dünyasında oluşturduğu durumdur. Aslında bireyler anne karnındayken sosyalleşme süreci de başlamış oluyor. Bebek kız ise pembe kıyafetler alma, erkek ise mavi kıyafetler alma da bir sosyalleşme örneğidir.Bunun yanında onları severken kullandığımız ifadelerde birer örnek sayılabilir.Aslan oğlum,güzel kızım vb.
Sosyalleşmenin yanında zamanla çocuklarda korku kavramı da gelişir.Korku bilinmeyen bir duruma verilen tepkidir.Korkular çok erken yaşlarda başlar.Bebeklerin yatakta bırakılmaları,elektrikli süpürgenin sesinden korkma bunlara sayılabilir.Duygular mekanın paylaştığı insanlarla da paylaşılır.Annenin korktuğu bir durumdan zamanla çocukta korkmaya başlar.Annesi sinekten korkan çocukta sinekten korkmaya başlar.Aynı şekilde evde izlediği bir filmde berberin katil olduğunu gören çocuk iki gün sonra berbere gitmekten korkar,eğer bunun nedeni araştırılıp çocuğa izlediğinin sadece rol olduğu anlatılmazsa çocuk bu korkuyu hayatı boyunca taşır.Ya da komşumuz bize evine giren bir hırsızı anlatırken çocuğumuz kulak misafiri olmuşsa ileriki zamanlarda hırsızlardan da korkmaya başlar.
Okul öncesi dönemlerde ve çocukluk döneminde görülen en büyük sorunlardan biri yalandır. Ancak bilinmesi gereken nokta okul öncesinde çocuğun hayal dünyasının çok geniş olduğudur. Çocuk bu dönemde herkesin dünyayı kendi gördüğü gözlerle gördüğünü düşünür ve ona göre hareket eder.Yani bu zamanlarda söylenen yalan değildir aslında.Sadece hayal dünyasının yarattığı etkidir.Bazı çocuklarda ilgi çekmek için yalan söyler.
Bumda unutulmaması gereken husus çocuğun neden yalan söylediğinin temelini doğru tespit edip ona göre davranabilmektir.
Tekrar korku kısmına dönersek birçok ana-baba “Çivi çiviyi söker” inancıyla hareket edip buna göre davranıyorlar. Örneğin ilk defa denize girecek bir çocuğu ebeveyninin aniden suya sokması,ya da evde baş edemediğimiz bir durumda “seni polise söyleyeceğim kessin” sözleri çocukta o varlıklara yada olgulara karşı korku oluşturmaktadır.
Başta da belirttiğimiz gibi gelişim aslında anne karnında başlıyor. Bebek anne karnındayken annesinin ruh durumuna göre salınan hormonlar annenin kanından göbek bağı yardımıyla bebeğe geçiyor.yani bebek dış dünyaya anneyle aynı tepkiyi veriyor.Yabancı ülkede hamileliğini geçiren bir anne bebeğini kendi ülkesinde yetiştirirken birkaç yıl sonra bebeğinin kaldığı ülkedeki yabancı kelimeleri konuşmaya başladığını görüyor.
*TUVALET EĞİTİMİ
Ebeveynlerin en çok zorlandıkları konuların başında tuvalet eğitimi gelir.Bunun nedeni tuvalet eğitimine başlamak için ebeveyn kendisinin hazır olmasını bekler.Burada önemli olan çocuğun hazır olmasıdır.Tuvalet eğitiminde uygun zaman belirlenmelidir. Kesinlikle sıkıntılı ve stresli bir zamana denk getirilmemelidir. Çocuk çişinin ya da kakasının geldiğini söylemeye hazır mı? Altını ıslatmadan 1-2 saat kalabiliyor mu? Bütün bunlara bakılarak tuvalet eğitimine başlanmalıdır.Bazı ailelerde daha tuvalet eğitimine başlamadığı çocuğunun arkasından hemen çocuk yapmakta ve sırf bez masrafı olmasın diye büyük çocuğu acele bir şekilde tuvalete alıştırmaya çalışmaktadırlar.
Tuvalet eğitimi esnasında mutlaka yardımcı bir aparat kullanılmalıdır.Bu lazımlıkta olabilir klozetlere takılan adaptörlerde olabilir.Çocuk tuvalete alıştırılırken mutlaka yanında olunmalıdır.Asla yalnız bırakılmamalıdır.Eğlenceli oyunlar oynanabilir yada onu motive edici sözler söylenebilir.Zamanla çocuk kendine güven kazanacak ve tuvalete tek gitmek isteyecektir.
*ÖFKE NÖBETİ
Çocukta kalıcı davranış değişikliği sağlamak için her ebeveynin farklı yöntemleri vardır. Kimi güzel davranışında ödüllendirir kimisi de kötü davranışta ceza verir.Ama çoğu ebeveyn için ödülle disipline etmek çok daha kolaydır. “yemeğini yersen çikolata alacam sana,yatarsan yarın parka gideceğiz vs..” Ancak bunlar yoğun şekilde uygulanırsa zamanla çocuk bunları kullanmaya başlayacaktır.Aynı şekilde ceza da yoğun şekilde kullanılmaya başlanırsa bu çocukta sinir ve inada sebep olacaktır.
Çocuklarda öfke kavramı 2 yaşından itibaren ortaya çıkar.Aile çocuğu korumak için bazı şeyleri engellemeye çalışır,çocuk da buna öfkeyle karşılık verir. 3 yaşından itibaren de yoğun öfke nöbetleri yaşanmaya başlanır.
Aileler genelde öfke nöbetlerine karşı kayıtsız kalıp-kalmamak arasında gider gelirler.Her öfke nöbetinde çocuğun istediği yapılırsa çocuk bunu kullanmaya başlar.Küçük yaşlarda bu öfkeyi başka alanlara kanalize etmek gerekir.
Anne-baba bu dönemde kararlı ve tutarlı olmalıdır.Anne-baba arasında tutarsızlık olursa çocuk ikilem yaşamaya başlar.Konulan kurallar anayasa gibi olmalıdır.Sabit ve değişmez.Aileler de genellikle büyük çocuklardan fedakarlık beklemektedirler.Kardeşinin eksiklerini ondan alarak tamamlarlar.Bu durumda büyük çocuk küçüğe karşı bir hırs besler.Çünkü onun yüzünden özel hayatına girilmiş ve eşyaları elinden alınmıştır. Bunun yerine yeni bebeğe beraberce hazırlanmak,hazırlıklarda ona da söz hakkı vermek ve iki çocuğu birbiriyle asla kıyaslamamak çocukların sağlıklı bir psikolojiyle gelişmesini sağlar.
*ÇOCUK VE OKUL
Tüm anne-babaların ortak sorunu çocukların birinci sınıfa giderken yaşadığı korkuyu nasıl ortadan kaldıracağıdır. Geçen yıl yapılan uygulamayla birinci sınıflar bir hafta okula erken başladılar ve bu dönemde okula alışmaları sağlandı. Burada esas görev okul başlamadan önce anne-babaya düşüyor.Okulun bir eğitim ortamı olduğunu,korkulacak bir şeylerin olmadığı çocuğa anlatılmalıdır.Okul başladığı zamanda yanında olduğunu göstermek için de bir süre yanında kalıp ona destek olunmalıdır.Bazı aileler bu dönemde başka bir çocuk yaptıkları için çocuk ilgisiz kalmaktadır.Ve okul korkusunu tek başına yenmeye çalışmaktadır.
Okula alışma evresinde öğretmene düşen görev ve sorumluluklar da çoktur.Havaların hala sıcak olduğu bir zamanda sokakta oyun oynayacağına ve aklında sürekli oyun olan çocuğa yumuşak şekilde davranmalı ve alışma evresini rahat geçirmek için sınıf etkinliklerini oyun havası içinde yapmalıdır.Burada tüm sınıf kuralları beraber koymalı ve kuralların amacı açıklanmalıdır.Bu arada ikiz kardeşlerin aynı sınıfa konması da sakıncalıdır.Aynı sınıfta olunca mutlaka kıyaslanacaklar ve birbirlerinde hata arayacaklardır.
Okulda bazı arkadaşlarında gördüğü eşyalara özenip ona sahip olmak için çalan bir öğrenciye herkesi gözü önünde hırsız demektense , “kim yanlışlıkla almış ” denilerek bilinçsiz yaptığı hissi verilmelidir.Daha sonra çocuğa yaptığının yanlış olduğu anlatılarak bu konuda eğitici masallar ya da sınıf içinde eğlenceli drama çalışmaları yapılabilir.
Öğretmen ve ebeveynler verdikleri cezalarda kararlı olmalıdırlar.Yapabilecekleri cezaları vermeliler. Yaptığı bir davranıştan dolayı çocuğuna kızan bir annenin “sana 1 ay televizyon izlemek yasak” cezasının kaç gün uygulanabileceği tartışılır.
Sonuç olarak aile-okul-çocuk bir bütündür.Aile sadece okuldan çocuğu için akademik başarı beklemelidir. Çocuğunun duygusal ve ruhsal gelişimi için de işbirliği içinde olmalıdırlar.
3.Gün: 20 Haziran 2007 Çarşamba
Konu: Çocuk ruh sağlığı ve davranış bozuklukları
Konuk: Prof. Dr. Selahattin ŞENOL
Okul öncesi dönemde çocuğun evdeki hareketleri izlenmelidir. Bu izlenimler sonucu danışmana başvurulmalıdır ve karşılaşılan sorunlar uzman kontrolünde çözülmeye çalışılmalıdır. Erken yaşta tanımlanacak zeka geriliği yâda hormon bozukluğu ebeveynler için yetiştirme döneminde yardımcı olacaktır.
Bir birey beyninde 80-100 milyar beyin hücresiyle doğar.18-20 yıllık bir ergenlik sürecinden sonra olgunlaşıyor. Tüm ebeveynlerin hatası kendi çocukluklarını unutmasıdır. Eğer o dönemleri daha iyi hatırlayabilseydik çocuklarımızı daha iyi anlayabilirdik.Beyin duygusal ve ruhsal kontrol merkezidir. Çocuk aniden 18 aylık dönemde hırçınlaşmaya başlar. Bunun arkasında sebepler aranmalıdır. Beyne bir darbe aldığı düşünülerek buna göre doktora gidilmelidir
*OKUL ÖNCESİNDE KARŞILAŞILAN BAŞLICA SORUNLAR
Uyku bu dönemde yaşanan en büyük sorunlardan biridir. Burada yaşanan en önemli sorun yatak ayırmadır. Çoğu ebeveyn doğumdan 1 yaşına kadar çocuğu başka bir odada başka bir yatakta yatırırken, 1 yaşından 6 yaşına kadar kendi yataklarında yatırırlar. Unutulmaması gereken husus çocuğuna empati kuramayan, bencil varlıklar olduğudur. Anne-babasını yanında ister. Özellikle çocuğunu bakıcıya bırakan çalışan ebeveynler çocuğuna yeterince vakit ayıramadığını düşünerek bu tuzağa düşerler ve çocukların isteklerini yerine getirirler. Bazı ebeveynlerde çocuğun üstünü örtemeyeceğini yada akşam ağlayacağını düşünerek yanında yatırır.Eğer ebeveynler çocuğun ileride kendi kararını veren bilinçli bir yetişkin olmasını istiyorlarsa bazı durumlarda kendilerini geri çekmeleri lazımdır.
Çocuklarda uykuyla yaşanan bazı sorunlar vardır.Diş gıcırdatma,gece uyanması yada gece yürüme olabilir.Diş gıcırdatma yoğun olarak görülen bir rüyanın ya da kabusun dışa vurumudur.Gece uyanması ve gece yürümesinde çocuk aniden uyanır ve birkaç dakika sonra derin uykuya dalar.Bu durumlar ergenlik döneminde ortadan kalkar.Ama özellikle diş gıcırdatması yaşayan çocuklarda gün içinde yaşadığı olaylar gözden geçirilmelidir.Bakıcı elinde bırakılan çocuklarda özellikle dikkat edilmelidir.
Eğer çocuk uykuya dalmada sorun yaşıyorsa; yanında kalıp masal anlatılabilir ya da yatarken süt içmesini sağlamak gerekir.
*AİLESİZ ÇOCUKLAR
Yetiştirme yurdunda büyüyen çocuklarda görülen sorunların temelinde bebeklik döneminde ki sevgi eksikliğidir. Bu dönemde anne sütü ile beslenmeyip anne şefkati alamayan çocuk eksik bir şekilde büyür. Çocukların yetiştiği kurumların iyi yetişmiş elemanlardan ve çocuk sorunlarında empati kurabilecek yetenekteki personelden oluşmalıdır. Tüm bunlar sağlanamıyorsa da ya çocuklar evlat verilmeli yada koruyucu ailenin denetimine verilmelidir.
Bu çocukların öğretmenleri çocukların dış dünyayla bağ kurmaları için onları sosyal etkinliklerin içine çekmelidir.Bunun yanında olumlu düşünmelerini sağlayacak gevşeme egzersizleri yaptırılmalıdır.Genel becerilerini geliştirmek için de rehberlik hizmetinden faydalanılmalıdır.
*ZİHİNSEL SORUNLAR
Bir çocuğun zihinsel sorunlarla doğmasındaki en önemli etken kalıtımsaldır.Kalıtımın yanında annenin geç gebeliği,radyasyona maruz kalma, kromozomların ayrılmaması , hormonların yeterince salınmaması da sayılabilir.
Okul öncesi dönemde ebeveynler çocuktaki anormallikleri fark edemeyebilir. Karşılaştıracakları çocuk olmayınca sorunun farkında olmazlar. Okula başladıklarında öğretmen çocuktaki bu farklılığı fark edince veliyle iletişime geçip uzman kontrolünde sorunun üstüne gidilmelidir.
Zaman içinde açılır düşüncesiyle beklemek yanlış olur. Ergenlikte çözülemeyecekse sorunlara yol açılabilir.
Çocuğun sorunu araştırılırken ev ortamı ve büyüme tarzı iyice incelenmelidir.Hiperaktiviteye sahip çocuklarda genel olarak yerinde durmamaktadır. Var olan enerjisini boşaltmak için veli evi çocuğa göre öğretmen de sınıfı çocuğa göre düzenlemelidir. Çocuğu en ön sıraya oturtulup, tahtayı ona sildirebilir.Eğer bu sorun da bu dönemde tedavi edilmezse ileride sorunlara yol açar.
Ebeveynlerin yaşadığı en önemli sorulardan biri de yemek ve uyku zamanı çocuğun her zaman “hayır” demesidir. Zihinsel gelişimi normalin altında olan çocuklar “hayır” diyemeyeceği için bu sorun olarak görülmemeli ve çocuğun normal bir zekaya sahip olduğu düşünülerek olumlu olunmalıdır.
Yemek konusunu çözmek için de çocuğa öğünler belirlemeli ve tek çeşit yerine birçok çeşit koyup çocuğa seçme hakkı verilmelidir.Çoğu ebeveyn yemek vakti çocuğunun yemek yiyip yemeyeceğini düşündüğü için stres yapar. Onun bu stresi çocuğa da geçer. O yüzden stres yaşayan ebeveyn bunu belli etmemeli ya da yemeğe oturmamalı ve ortamı germemelidir.
*ÜSTÜN YETENEKLİ VE ÜSTÜN ZEKÂLI ÇOCUKLAR
PROF.DR. AYŞEGÜL ATAMAN
Öğretmen okulu yetiştiren kurumlarda öğretmen adaylarına üstün zekâlı ve üstün yetenekli öğrenciler hakkında yeterince bilgi verilmediği için öğretmen sınıf ortamında bunları tanımakta zorlanır.
Ülkemizde üstün zekalılarda zeka geriliği aynı orandadır.% 2-2,5 olduğu sanılmaktadır. Zekâ geriliğine sahip olan çocuklar sınıfta daha yavaş öğrenme gösterdiği öğretmen tarafından anlaşılır ve RAM’a gönderilerek kendiyle aynı sorunu yaşayan öğrencilerle eğitim alırlar. Üstün yetenekli çocuk belli bir alanda diğerlerinden farklı kavrama, hızlı ilerleme ve farklılık göstermektir. Örneğin çocuğun müziğe çok büyük bir yatkınlığı olabilir. Ama evde bir çalgı aleti yoksa yeteneği ortaya çıkmaz. Çok iyi satranç oynayacak kapasitesi olabilir ama hiç oynamazsa bu yeteneğini anlayamazsınız. Üstün yeteneklerini ortaya çıkarmak için daha ayrıntılı bir yaklaşım ve imkân sağlamalı. Üstün zekâ da normalin üstü, yüksek zekâ diye tanımlanır. Tüm insanlar arasında en ileri noktada olanlardır. IQ olarak 90’ın üstü normal, 135’in üzeri üstün zekâdır. Çocuklar için düşünürsek kendi akranlarında 3–4 yaş ileri zekâya sahip bireylerdir. Bu çocuklara şöyle davranılmalıdır. Üzerlerine çok düşülmemeli. Süper çocuk yaratmak için aşırı çaba gösterilmemeli. Yaşıtlarından daha ileri gittiği bir potansiyeli varsa o alanda desteklenmeli. Çocuk üstün olan özellikleri nedeniyle yaşıtlarından soyutlanmamalı. Üstün zekâ ya da yetenek her şeyi garanti etmiyor. Bazıları keşfedilmeyip kaybolup gidiyor.
Öğretmenler bu çocukları sınıfta bastırmaya çalışmamalı. Bastırılan çocuk zamanla zekâsını kullanmaz. Öğretmen ondan daha detaylı projeler istemeli ve sınıfta onu kendisine yardımcı olarak seçmelidir. Böylece arkadaşlarının öğrenmesine yardımcı olacaktır.İlköğretimde sınıf öğretmeni 5. sınıfa kadar çocuğu çok yakından tanıdığı için çocuğun yeteneğini anlayabilir. Ama ilköğretimden sonraki dönemde branş öğretmenleri çocuğu tanımadan yargılamamaları için sınıf öğretmeni burada devreye girmeli ve branş öğretmenleriyle diyalog içinde olunmalıdır.
*KURAL KOYMA
Ebeveynler çocukların iyi davranışlarda bulunması için sürekli kurallar koyarlar. Aslında istedikleri iyi ve kötü davranışlara kod koyup bu kodlardan sadece iyi olanı kullanmalarını isterler. Ancak okul öncesi dönemde bu konuda pek başarılı olamıyorlar.
Ana sınıfı ailenin yaşadığı stresten ve fiziksel yorgunluktan aileyi kurtarır. Çocuk ilk defa toplu bir ortamda olduğu için önceleri şaşırır. Ancak zamanla kurallara alışır ve bu kuralları evinde de uygulamaya koymaya çalışır.
4.Gün:21/06/2007 PERŞEMBE
Konu: Başarılı İletişim (Yetişkin-Çocuk İletişimi)
Konuk: Prof.Dr. Nilüfer DARICA
İletişim bireyler arasındaki en büyük etkileşimdir.İletişim karşılıklı 2 birey arasındaki mesajlaşmadır.Ancak burada önemli olan mesajları algılayıp,doğru algılamak gereklidir.Yanlış yorumlanan mesajlar zararlı iletişime sebep olur.
Çocuk ilk iletişimi ailesinde öğrenir.Annenin süt vermesi,ona gülümsemesi çocukla kurulan ilk iletişimdir. Zamanla çocuk süt içerken gülümsemeye başlar,basit agu sesleri çıkarmaya başlar.Çocuğun iyi bir iletişim kurması ailesine bağlıdır.
Kişi kendini iyi tanırsa iyi bir iletişim kurabilir çevresiyle.Ailelerde genellikle küçük çocukların büyükten sonra iletişim kurması beklenir “sen sus ablan konuşsun,büyüklerin konuşurken araya girme” bu yaklaşımlar çocuğun iletişime geçmesini oldukça geciktirir.
Günümüzde teknolojinin hızla ilerlemesi sonucu anne-baba ve çocuk arasında iletişim sorunu yaşanmaktadır. Bir anne aldığı telefonda sadece arama olayını bilirken 6 yaşındaki oğlu telefonun tüm özelliklerini ezbere bilmektedir. Ebeveynler çocukları anlamakta zorlanıyor.Aile çocuğun isteklerini algılamakta zorlanıyor.Kimi aile kendi kurallarını koyarak sert bir şekilde davranarak çocuğu istediği şekle sokabileceğini düşünürken bazıları da uzman görüşlerinden yararlanarak çocuğu dinler ve isteklerini yerine getirir. Çocuk bu ikinci durumu zamanla kavrar ve bunu kullanmaya başlar.Bu durumda disiplin ortadan kalkıyor. Çocuğa uygulanacak en önemli disiplin kuralı çocuğunuzu birey olarak kabul etmektir.
Birçoğumuzun çocuklukla ilgili güzel iletişim anıları vardır. Bu iletişimler zamanla bizde davranış olarak kalabilir.
Aileler çocuk yetiştirirken kitaplardan, seminerlerden veya uzmanlardan yararlanırlar. Bunlar teorik bilgilerdir. Aile bunları bilerek çocuğa uygularken pratik bilgilerini kendileri oluşturur. Her birey aynı değildir. Bu yüzden aynı ailede farklı yaklaşımlar olabilir. Çünkü kardeşler de birbirinden farklıdır. Mutlu ve sağlıklı ortamın temeli huzurdur.
Anne-baba olurken sadece biyolojik hazır olmaktan ziyade psikolojik olarak da buna hazır olmak gerekir. Birçok ebeveyn hazır olmadığı için sorunlar yaşanmaktadır.
* ÇOCUKLARDA SOSYALLEŞME SÜRECİ( Prof.Dr.Üstün DÖKMEN)
Aileler çocuklarını sosyalleştirirken 2 farklı yöntem kullanırlar.
1) kötü yöntem
2) İyi yöntem .
Kötü yöntemde anne-baba çocuğa suflörlük yaparlar.Bir tiyatrocu düşünün tiyatroda unuttuğu yerlerde suflör devreye girer ve rolünü hatırlatır.Ancak tiyatro oyunu bittikten sonra suflöründe işi biter.O orada kalır.Ancak anne-babaların yaptığı daimi bir suflörlüktür.Eğer bir çocuğa şeker uzattığınızda annesi” teşekkür etsen evladım” diyorsa bilin ki o anne bir suflördür.Aynı şekilde çocuk şeker alırken dönüp annesine bakıyorsa yine aynı şeyden bahsediliyordur.
İkinci yöntemimizde aile sadece rehberlik rolü görüyor.Çocuğa seçenekleri sunar çocuk seçenekler içinden istediğini seçer.Aile herhangi bir yönlendirmede bulunmaz.Ancak aile burada iyi ve kötüyü anlatır.Günlük yaşamda da anadilimizi yaşayarak ikinci dilimizi sınıf ortamında öğretmenin suflörlüğüyle öğreniriz.Bu yüzden öğrenmekte güçlük çekilir.
Anne-baba toplumsal kurallara uyarlarsa çocukta onları model alacağı için onlara uyacaktır.Suflör şeklinde yetiştirilirse 4 yaşında da 14 yaşında da 24 yaşında da 34 yaşında da anne-babasında onay bekler. Bir konserde sunucunun gelip “Haydi sanatçımızı kuvvetlice alkışlayalım” demesi de suflörlüğe örnektir.
Ailelerin çocuklar üzerinde yaptığı en büyük baskı meslek seçimi ve evleneceği kişi seçimi. Çocuğun meslek seçiminde yapılacak en güzel yol meslekleri tanıtıp,yetenekleri ölçüsünde karar vermesine yardımcı olmaktır.Aynı şekilde evleneceği insanı ailenin seçmesi bireyin isteksiz bir evlilik yapmasına sebep olur.
*İLETİŞİM
İletişim anne-babanın kendine özgü tutumuyla gelişir. Aile ortamında kazanılan değerler okul ortamında kendini gösterir.İletişimde 2 unsur çok önemlidir.
1)Göz teması kurmak
2)Dinlemek
Birçok anne-baba çocuklara kızdığı zaman “gözümün içine bak” şeklinde söylemesine rağmen, okulda başına gelen önemli bir olayı annesine anlatırken annesinin işine devam etmesi çocukta zamanla iletişimi azaltır. Aileler iletişim esnasında sadece karşısındakine yoğunlaşmalıdır. Televizyon izlememeli, telefonla konuşmamalı karşısındakiyle göz kontağında olmalıdır.
Çocuklar okula başladıklarında yoğun iletişim kurarlar. Çocukla iletişim kurmak için belli bir zaman yoktur. Tanımayı, konuşmasını beklemek gerekmemektedir. Birçok anne-baba “çocukla ne konuşayım o saçma sapan konuşuyor” diye düşünür. Unutulmaması gereken çocukların çok geniş bir hayal dünyaları olduğu ve anne-baba bu hayal dünyasına bir şekilde girmeyi başarabilmeliler. Hayal dünyasıyla ilgili iletişime geçilmelidir.
Birçok aile çocuklarını anasınıfına yollayınca ilköğretime hazır olacağını sanırlar.Bazı çocuklar diğerlerine göre geç gelişir bu durumda PDR hizmetinden faydalanmalı ve gerekiyorsa velinin onayı alınarak çocuğun anasınıfını tekrar okuması konusunda anlaşılmalıdır.
Baştan beri söylediğimiz gibi iletişimde göz teması çok önemlidir. Bunun dışında kullanılan “ben dili-sen dili” ne dikkat edilmelidir.Bahçeden koşarak gelen çocuğunun anlattıklarını dinlemeyip üstüne bir de onu azarlamak yerine; “dur hele bir sakinleş, nefes al,neler oldu yavaşça anlat” şeklinde kurulan bir iletişim daha faydalı olacaktır.
Geleneksel olarak bu şekilde yetiştirilmediğimiz için toplum içinde konuşmakta bile zorlanıyoruz. Üniversitedeki öğretmeni konuyu anlatıp sorulacak soru var mı? diye sorduğunda parmak kaldırmaya korkan birçok genç vardır. Bunların korkmasındaki sebep; arkadaşlarının dalga geçmesi, dersi anlamadın mı? Şeklindeki ifadelerinden korktuğu içindir.
5.Gün: 22 Haziran 2007 Cuma
Konu: Çocuk ve Bilgisayar oyunları, İnternet
Konuk: Prof. Dr. Pınar BAYHAN
*Eğitimde bilgisayar Kullanımı
Teknolojinin bize sunduğu olanaklar vardır.Peki biz bilgisayar,İnternet ve televizyon hayatımıza ne kadar girecek,ne kadar yararlanacağız?
Teknoloji çok hızlı ilerleme kaydetti ve bizim de onu o ölçüde kullanmamız lazım..Çocuk bilgisayarla çok erken tanışıyor ve her yerde onunla karşılaşıyor…O zaman bizim de onu eğitimde nasıl kullanabilirimin yollarını aramamız gerekiyor?
Eğitimde Nasıl Kullanabiliriz?
-Özellikle okul öncesinde çocuklara bilgisayar destekli eğitim verebiliriz ama bir .araç olarak kullanmamız lazım..Amacımıza uygun kullanarak ve nerede kullanmamızı bilerek onu eğitimde işler kılar hale getirmemiz lazım.
Eğitim sürecinde bilgisayarı kullanırken şu sorulara cevap bulmamız gerekir
1-Ne kadar sürede,2-Nerede,3-Hangi programlarla kullanacağız?
Okul öncesi eğitimcilerin belli bir sınıf düzeyinde müzik,drama gibi etkinliklerde bilgisayarı kullanarak onu çocuğun gelişimine uygun olarak hayatına sokabilir.
-Bilgisayar oyunları bir araç olabilir mi?
Bilgisayar destekli eğitim ayrı bir durum ,oyunları ayrı bir durum…Bilgisayar destekli eğitim belli amacı olan,önceden öngörülen amaçlar doğrultusunda oyun içinde onu çocuğun hayatına sokmaktır.Bilgisayar oyunları ise amacı olmayan ticari kaygı taşıyan bir araçlardır ve hiçbir yararı olmadığı gibi çocuğun gelişimini son derece olumsuz anlamda etkileyebilir.…
*Oyun Prof Dr..Haluk YAVUZER
Oyun faaliyetlerinin çocukların hem eğitiminde hem de gelişiminde çok önemli katkısı vardır.
Bakarsanız insan karşısındakileri en çok oyun ortamında teşhis eder,çocuğu en çok oyun ortamında tanıyabiliriz..Evdeki durumu oyun ortamında üstlendiği rol de gösterebilir….Örneğin evde şiddete maruz kalan bir çocuk oyunda oyuncak bebeğini boğma davranışında bulunabilir..Böylelikle bizler çeşitli oyunlardan yaralanarak çocuğumuzu,öğrencimizi tanıma yoluna gitmeliyiz.Doğal oyun malzemeleri aşırı hareketleri olan çocukların yumuşamasına,sakinleşmesine yardımcı olabilir.Doğal oyun malzemesiyle ailenin çocuklarını buluşturması gerekir.
Anne babanın eğitici nitelikleri olan oyun malzemelerini,oyuncakları seçmesi gerekir ….
Prof. Dr. Pınar BAYHAN
*Bilgisayar ortamından çocuğu şiddetten uzak tutmak için neler yapılabilir?
-Çocuklar meraklıdır,istediği her şeye hevesli,o zaman interneti kendi amacımıza dönüştürmek de bizim elimizde.
Çocuğa bilgi verecek,eğlendirecek yararlı onun gelişimine olumlu anlamda katkıda bulunacak sitelere yönlendirmeliyiz.Çocuğu iyiye yönlendirmesek o istediği şeye yönelecek…Çok güzel siteler var onları önceden tespit edip,onlara buna yönelik proje ödevleri verirsek internetten gördüğü ilginç sitelere kendine zarar vermeyecek, yararlı olacak sitelere girmeye yönelecek Eğitimcilerin arama motorlarında o yaş çocuğunun ilgisini hangi siteler varsa önceden tespit edip bir liste halinde çocukların eline verip onları çok hoş ve bilgisayardan ,internetten son derece iyi faydalanan birer kullanıcı yapabiliriz…
Özetle,Prof. Dr.Pınar BAYHAN,” bilgisayar oyunları çocuğun gelişim düzeyine ve yaşına uygun olmalı ,oyun yoluyla öğrenme sağlanmalı, bilgisayar amaç değil , araç olarak kullanılmalıdır” dedi. Oyunlar şiddet içermemelidir.
Sonuç: Bu programın özellikle eğitimciler için çok yararlı bilgiler sunduğu,programa katılan değerli konukların bilgi ve deneyimlerinin çocukları tanımada,onlara karşı edineceğimiz tutumların şekillenmesinde büyük katkısı olduğu söylenebilir.Dahası bu programın ebeveynlere de önemli ölçüde katkılar sağladığı yadsınamaz bir gerçektir.
22.06.2007
Akıncılar İlköğretim Okulu Sınıf Öğretmeni *Kahta *Adıyaman
www.akincilar.meb.k12.tr