Görgü Kurallar ve Nezaket : Adab-ı Muaşeret

erkanisanmaz

Site Yöneticisi
Yönetici
Admin
Katılım
21 Ocak 2007
Mesajlar
8,796
Puanları
683
Yaş
48
Konum
Denizli
Web sitesi
www.sosyalbilgiler.biz
Osmanlı Dönemi, adab-ı muaşeret kurallarıyla ön plana çıkmış bir dönem olup bu kurallar diğer dönemlerden farklı olarak yazılı kaynaklarda ilk defa Osmanlı Devleti zamanında kullanılmaya başlanmıştır. Özellikle bu kurallara İstanbul’un kültürü ve ahlaki yaşam biçimi öncü olmuş ve bu yaşam biçimi birçok kitapta yer almıştır. Bu kitaplar tarihsel nitelik taşımamakta olup çoğu zaman dönemin gerçek yaşantısına dair bizlere birtakım ipuçları veren niteliktedirler. Cumhuriyet Dönemi’ne gelindiği zaman Osmanlı’dan kalan kültür mirası hızlı bir yenilenme süreci geçirmiş, modernist ve geleneksel yaşam biçimleri bir araya gelerek birçok reform hareketinin temelleri atılmıştır.

Adab ve muaşeret

Topluluk olarak yaşayan insanların kendi aralarındaki uyumunu sağlayan ve toplumsal hayatı düzenleyen belli normlar vardır. Toplumu şekillendiren bu normlara dar anlamda terbiye ve nezaket kuralları denilirken geniş manada, “Adab-ı Muaşeret” denmektedir. Adap, “Edep” kökünden gelen bir kelimedir. Saygı, örf, adet, kibarlık ve zarafet gibi kavramları içinde barındırır. Muaşeret ise birlikte yaşayıp iyi geçinme anlamına gelir. İnsanları bir arada tutan ve ilişkilerini düzenleyen bu kurallara uyulmadığı takdirde herhangi bir yaptırım söz konusu değildir ancak; toplum tarafından kabul görmek ve saygın bir birey olmak adına bu görgü kurallarına tarihin her döneminde riayet edilmiştir. Toplumsal normlar, adap ve muaşeretten bahsederken ele alınan bu konuyu; üç kıta yedi denize hükmeden ve tarihin en köklü medeniyetlerinden biri olan Osmanlı Medeniyeti açısından değerlendirmek istiyorum.


Klasik dönem Osmanlı tarihinde adab-ı muaşaret

Osmanlı coğrafyasının İslâm inancı doğrultusunda ve peygamber ahlakını örnek alarak yaşamaya özen gösteren bir toplum olduğu herkes tarafından bilinmektedir. Bu coğrafyanın gerek aile yaşantıları gerekse çocuk yetiştirme tarzları bu nebevi anlayış etrafında şekillenmiştir. Bu sebeple en kapsamlı görgü kuralları bu dönemde karşımıza çıkmaktadır. Osmanlı toplumunda bireyler; gündelik hayatına, yeme, içme, komşuluk ve konuşma gibi ahlaki davranışlarına özen gösterir ve görgü kurallarına uygun hareket ederlerdi. Geleneksel Osmanlı toplumunda adab-ı muaşeret kuralları çoğunlukla aile içerisindeki eğitim ve yaşanan tecrübeler yoluyla öğrenilmiştir. Bu bakımdan öğrenilen ilk adap/edep kuralları bir insanın asli ihtiyacı olan yemek yeme ve sofra ile ilgili kurallardı. Yeme ve içme adabında sünnet esas alınır ve iki öğün beslenilirdi. Sofraya oturmadan önce eller yıkanır ve evin en büyüğü sofraya gelmeden yemek yemeye başlanmazdı. Besmele ile yemeğe başlanır ve sofraya olan saygıdan dolayı yemek sırasında sohbet edilmezdi. Gelenek ve göreneklere göre ikram edilen yiyecek geri çevrilmezdi, muhakkak tadına bakılırdı. Kahve, Osmanlı Devleti için paha biçilemez bir lezzetti. Misafire yemek ikram edilmeden önce mutlaka yanında bir bardak su ile kahve gelirdi. Misafir tok ise kahvesini içer, aç ise suyundan bir yudum alırdı. Bu ince mesaj ile aç olan misafir için ev sahibi hemen sofrasını hazırlar yahut misafirin hal ve durumuna göre gerekli hazırlıklara başlardı. Görüldüğü gibi eve gelen misafire bu soru direkt sorulmaz ve nezaketli bir şekilde davranılırdı. Bir kelime veya bazen bir bakış ile insanlar birbirleriyle anlaşırlardı. Günümüzde ise bu durum pek mümkün olmamaktadır. Bütün bunlara ek olarak yavaş ve az yemek makbuldü. İsraf etmek günah olduğu için hazırlanan yemeklerin fazlası hoş karşılanmazdı. Eve gelen misafirlerin ayakkabıları evin içine dönük hale getirilirdi. Osmanlı’da bu hareket misafirden hoşnut kalındığını ve yine beklediklerini gösteren nahif bir memnuniyet belirtisi idi. Günümüzde hala bu eylemi gerçekleştirmeye devam eden insanların var olduğu bilinmektedir.

Hane

Tasavvuf terbiyesini benimsemiş eski Osmanlı evlerinde yüksek sesle konuşulmazdı. Bu vesile ile evlerin içindeki zarafet ve edep herkes tarafından yaşanırdı. Evler genellikle cumbalıydı. Cumbanın pencereleri dışa doğru olur ve evlerin içlerinin doğrudan görünmemesi için ahşap kafesler ile örtülürdü. Osmanlı evlerinin bir kısmında ay ve yıldız bulunurdu. Bu ay ve yıldız ise evdeki birinin hacca gittiği anlamına gelirdi. Komşuluğa oldukça önem verilir, yeni taşınan komşu yabancılık çekmesin diye mutlaka ziyaret edilirdi. Sokakların temizliğine özen gösterilir ve bu doğrultuda insanlar sokakları temiz tutmak için gayret eder, toplumun kurallarına saygı gösterirlerdi. Sokağa tüküren bir kimsenin mahkemede şahitliği bile kabul görmezdi. Osmanlı Dönemi’nde saksıdaki çiçeklerin renklerinin bile bir manası vardı. Kırmızı çiçek o evde bekâr genç kızın olduğunun bir göstergesiydi. Bu sebeple oradan geçenler konuşmalarına ve hareketlerine dikkat eder, incitici ya da rahatsız hissettirecek bir söz dahi söylemezlerdi. Bu çiçeği fark eden bekâr delikanlı ise ailesi ile birlikte genç kızı ziyaret ederek talip olurdu. Damat adayının ilk önce pantolonundaki diz izine dikkat edilir ve namaz kılıp kılmadığına bakılırdı. Sarı renkli çiçek ise o evde hastanın olduğunu ifade ederdi. Böylece insanlar bu hanenin önünden geçerken daha sessiz olur ve hastanın şifa bulması için dua ederlerdi. Adap/edep konusunda çok şey öğrendiğimiz Osmanlı Dönemi’nde hemen hemen her şey ve her davranış bir nahiflik içermekteydi. Hanelerin kapı tokmakları bile ayrı bir anlam taşırdı. Büyük olan tokmak kalın, küçük olan ise daha ince ses çıkarmaktaydı. Eve gelen kişi erkek ise kalın, hanım ise ince tokmağı çalınırdı. Böylece mahremiyete uygun şekilde kapı açılırdı. Osmanlı toplumunda günlük hayat oldukça sadeydi. Ancak bu sadelik büyük bir nahifliği ve nezaketi içinde barındırırdı. Bu açıdan sadelikte kapsamlı bir adap gizliydi. Osmanlı Medeniyeti ahlak ve görgünün en önemli örneklerinden biriydi. Osmanlıların edep, nezaket ve terbiye hususunda ulaştıkları seviye diğer devletler ile kıyaslanamayacak derecede yüksekti. Onlar bir zirveyi teşkil etmekteydiler. Onların adab-ı muaşeret anlayışları mükemmellik ve incelik barındırırdı. Bu anlayışı hiçbir milleti ve mezhebi ayırmadan bütün insanlığa ışık tutacak şekilde muhafaza edip nesillere aktarmayı başarmışlar ve bizler için örnek teşkil etmişlerdir.



Nezaket Rümeysa Kösem
 
Üst