- Katılım
- 21 Ocak 2007
- Mesajlar
- 8,842
- Puanları
- 683
- Yaş
- 48
- Konum
- Denizli
- Web sitesi
- www.sosyalbilgiler.biz
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasından sonra başlayan atılımlar; ülkeyi çağdaş, modern, batı medeniyetleriyle her alanda yarışabilecek bir ülke konumuna getirebilmek içindi. Çağdaş medeniyetler seviyesine çıkabilmenin tek yolunun eğitimden geçtiğine inanan Atatürk, Türk eğitim sisteminin tamamen değişmesi gerektiğine inanıyordu. Bir ulusun ilerleyebilmesi, çağdaş medeniyetler düzeyinde yerini alabilmesi, aynı zamanda bağımsızlığını koruyabilmesi, o ulusun bilim dünyasında ne kadar söz sahibi olduğuyla eşdeğer olduğunu düşünen Atatürk, çağdaşlaşma yolunda önemli basamaklardan birinin de üniversiteler olduğunu düşünüyordu.
Osmanlı İmparatorluğu'nun yüksek öğretim kurumları, büyüme döneminde kurulan medreselerdi. Bu dönemde medreseler gerçekten parlak günler yaşamış, devlet adamları İmparatorluğu bilim merkezi haline getirmek için hiçbir özveriden kaçınmamış, İmparatorluk dışından bilim insanlarını ülkelerine davet etmişlerdi. Ancak duraklama ve gerileme dönemlerinden sonra her kurumda olduğu gibi eğitim kurumlarında da bozulmalar başladı. Yükselme döneminde gösterilen tabii bilimler, felsefe ve mantık terk edildi. Böylece medreseler giderek önemini kaybetti, farklı amaçlar güden kişilerin eline geçti ve sonuçta cehaletin merkezi haline geldi. Hikmet Birand, Medreseyi şöyle tanımlamakta: “Medrese bir çeşit Ortaçağ üniversitesiydi. Öğrencilerin yanı sıra hocaların da içinde yaşadıkları bir yatılı okuldu. Medrese, büyük bir alana yayılmış olup, içerisinde hastane, camii, fakirleri doyurmak için aş evi gibi kurumlar da bulunmaktaydı. Hastaneler, yalnızca tedavi için değil aynı zamanda tıp eğitimi için de kullanılıyordu. Camilerde yalnızca ibadet değil konferanslar da düzenleniyordu. Eğitim ve öğretim süresi yıllık 7-8 ay kadardı. Derslerin ağırlık noktasıysa din bilimleriydi. Öğrenciler köy gençliğine bir şeyler öğretmek için, medreseye para yardımı almak için tatillerini köylerde geçirirlerdi. Bunun dışında medreselere vakıf sisteminden de para aktarılmaktaydı.”
ilerleyen yıllarda İmparatorluğun kötüye gitmesiyle birtakım reformlara ihtiyaç duyuldu. Reform ihtiyacının en fazla hissedildiği alansa medreselerin üstüne düşen görevi yapamamasından dolayı yüksek öğrenim sistemiydi. Medreselerden ümidini kesen yöneticiler “Darülfünun” adıyla yeni bir kurumu hizmete soktular. Ancak ilk Darülfünun, binasında meydana gelen yangın üzerine ömrünü iki yılda tamamladı. Bundan sonra dört kez daha Darülfünun girişimi olmuşsa da, İstanbul Darülfünun'u dışındakiler birtakım baskılara dayanamayarak kapandı. İstanbul Darülfünun'u Türkiye Cumhuriyetince çıkarılan yasalarla tüzel kimliğine kavuştu. Ayrıca Yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından Darülfünun'un gelişmesi ve aksayan yönlerinin ortadan kaldırılması için maddi konularını da kapsayan çalışmalar yapıldı.
Hükümetin sunduğu bu fırsatları ne yazık ki Darülfünun iyi kullanamadı, yeniliklere ayak uyduramayıp, bilim yuvası olarak da kendini istenilen düzeye çıkaramadı. Bu ve buna benzer nedenlerden dolayı artık reform kaçınılmaz hale gelmişti. Öyle ki fakülte ve kurumlar arasında bilimsel çalışma beraberliğini sağlayacak bir bağlantı yoktu ve çoğu fakülte meslek okulu düzeyini aşamamıştı. Öğretim üyelerinin çoğu bilimsel çalışmalarla ilgilenmemekte ve başka işlerle uğraşmaktaydılar. Ayrıca ders kitapları ve araçları yetersizdi.
Darülfünun konusu yalnızca TBMM'de değil, basında da aylar süren tartışmalara yol açtı. Sonuçta bu kurumun yeniliklere ayak uyduramadığı, beklenilen çözümleri üretemeyeceği fikri ağırlık kazandı ve daha köklü çözüm arayışlarına başlandı. Bu doğrultuda 1932’de, Türkiye'ye Cenevre Üniversitesi'nden Prof. Dr. Albert Malche davet edildi. Atatürk'ün direktifleriyle araştırmasına başlayan Malche, 1932 yılının başlarında başladığı raporunu 1 Haziran 1932' de TBMM hükümetine sundu. Malche, raporu hazırlamadan önce siyasetçilerle, Darülfünun hocaları ve öğrencileriyle görüşmüş, derslere girmiş, öğrencilere anketler uygulayarak onların sosyal yaşamları hakkında bilgi sahibi olmuştu. Raporu üç bölümden oluşmaktaydı. Birinci bölüm raporun içeriğinden, ikinci bölüm Darülfünun'un var olan yapısından ve üçüncü bölümde yapılması gereken yeniliklerden sözedilmekteydi.
Prof. Malche’ın önerileri şöyle özetlenebilir:
1. Darülfünunun hukukî vaziyeti netleştirilmeli, bilimsel özerklik korunmakla birlikte, idarî ve akademik personelin seçiminde hükümet sorumluluğu üzerine almalıdır.
2. Darülfünun kendisini bilinçli bir şekilde muayyen bir noktaya sevk eden ilmi ve fikrî bir hızdan mahrum görünmektedir. Yeni bir teşkilâtlanmayı gerektiren sebeblerden biri de budur.
3. Profesörlerin atanması, Darülfünunun geleceği için her şeyden önemlidir. İlgililer gelecekteki arkadaşlarını seçiyorlar. İlgililer fena hâkimlerdir. Onların oylarına başvurulmalı, fakat karar dışardan verilmelidir. Darülfünun hocaları tercihen yurt dışında yetiştirilmelidir.
4. Darülfünunda öğretim metodu ders notlarına dayalıdır. Öğrencilere genelde ansiklepodik bilgi verilmekte ve bunlar her sene değişmeden tekrarlanmaktadır. Öğretim yaratıcı değildir. Öğrenci uygulamalı dersler ve seminerlerle araştırmaya yönlendirilmelidir. İmtihan usulleri değiştirilmeli, hafızaya dayalı bilgi yerine, uygulamaya yönelik bilgiye öncelik tanınmalıdır. Darülfünunun öncelikli ödevi, düşünen dimağlar yaratmaktır.
5. Türkçe bilimsel yayınlar yetersizdir. Öğrenci yabancı dil bilmediğinden yabancı yayından yararlanamamaktadır. Dolayısıyla öğrenciye okuduğunu anlayacak ölçüde bir yabancı dil öğreniminin ilk yıllarında mutlaka öğretilmelidir.
6. Kütüphaneler fakir, hizmet saatleri ve çalışma şekilleri yetersizdir. Kütüphaneler merkezileştirilmeli ve öğrenciye ödünç kitap verilmelidir.
7. Darülfünun ilmî zihniyeti yaşatmakla görevlidir. Bu ise, öğrencileri bizzat kişisel araştırmalara yöneltmekle mümkündür. Dolayısıyla öğretim elemanlarının ders saatleri dışında, öğrencilerine zaman ayırmaları, öğrenci ve araştırma ile daha fazla meşgul olmaları gereklidir.
8. Darülfünun, öğretimin yanısıra, öğrencileri manen geliştirecek temiz ve seçkin bir sosyal ortam yaratmakla da görevlidir. Kurum öğrencilerin sosyal ihtiyaçlarını karşılamak için pansiyonlar, yurtlar, kantinler temin etmeli, spor hayatını geliştirecek çözümler pekiştirmelidir. Ayrıca mezunlarla ilişkiyi devam ettirecek kuruluşlar oluşturulmalı, öğrencinin Darülfünunu kendi evi ve fikrî vatanı gibi sevmesi sağlanmalıdır.
9. Türkiye gibi, baştan başa yeniden teşekkül eden bir memleketin meseleleri Darülfünunun çalışmalarında öncelikli konu teşkil etmelidir. Türkiye’nin jeolojisi, tarihi, coğrafyası, sağlık meseleleri, sanayisi, kültürü, güzel sanatları Darülfünunun ilk araştıracağı konular olmalıdır.
10. Darülfünunun yenileşmesi yeterli değildir. Kurumun dışarıya açılması, geniş bir çevreye faydalı olması lâzımdır. Bunun için Darülfünun halka açık konferanslar düzenlemeli, tatil aylarında kongreler, seminerler tertiplenmeli, halka hitap eden bir dergi yayımlamalıdır.444
Atatürk Prof. Malche’ın raporlarını dikkatle incelemiş, önerilerinin önemli bir kısmını benimsemiş ve bu raporu bir kültür porgramı gibi ele alarak, millî ve çağdaş üniversitenin oluşması için hemen uygulamaya koydurmuştur.
Onun yönlendirmesiyle Milli Eğitim Bakanlığında oluşturulan bir komisyon hazırlıklara girişir. Fakültenin görüşleri alınır. Sonuçta Atatürk İnkılaplarının uygulanış metoduna uygun bir çözüm yolu benimsenir. Darülfünun ıslah edilme yerine ilga edilerek, İstanbul üniversitesi adıyla yeniden teşkil edilmesi kararlaştırılır.
Atatürk konuyu 1933’de Meclisin açma konuşmasında milletvekillerine şöyle duyurur: “Arkadaşlar üniversite tesisine verdiğimiz ehemmiyeti beyan etmek isterim. Yarım tedbirlerin kısır olduğuna şüphe yoktur. Bütün işlerimizde olduğu gibi marifte ve kurulan üniversitede de radikal tedbirlerle yürümek kat’i kararımızdır.”445
İstanbul Darülfünunu 31 Mayıs 1933 tarihli yasa ile 31 Temmuz 1933’ten geçerli olmak üzere tarihe maledildi ve İstanbul Üniversitesi 1 Ağustos 1933 tarihi itibari ile oluşturuldu. 1 Ağustos 1933’ten 1 Mayıs 1934’ e kadar devam edecek geçici dönemde idareyi Milli Eğitim Bakanının üzerine alması uygun görüldü.
İstanbul Üniversitesinin yeni kadrosu üç değişik kaynaktan yararlanılarak oluşturuldu.
1. Eski Darülfünun’dan kadroya alınanlar,
2. Avrupa Üniversitelerinde öğrenim ve ihtisaslarını tamamlayıp yurda dönenler,
3. Yurt dışından getirilen yabancı bilim adamları.
Darülfünunun tasfiyesi esnasında açıkta kalan öğretim elemanlarının bir kısmı emekliye, ayrılmış bir kısmı başka görevlere atanmıştır. Üniversiteye bilimsel özerklik tanınmış, yönetim açısından bakanlığa bağlanmıştır.
Yeni üniversitenin başarısı kadronun değerli elemanlar ile oluşturulmasına bağlıydı. Bunu sağlamak açısından seçkin elemanlar getirilmesi gerekiyordu. Bu konuda ciddi zorluklar mevcuttu. Ancak dramatik bir rastlantı Atatürk’ün çağdaş bir üniversite yaratmak arzusuna yardımcı oldu. Bu esnada Almanya rejim değişikliği içindeydi. Hitler arî ırktan olmayan üniversite hocalarını tasfiye etmeğe başlamıştı. Müsevi kökenli Alman bilim adamaları hayatlarını ve geleceklerini tehlikede gördüklerinden yabancı ülkelere sığınmaya başlamışlardı. Bunların kurdukları “Alman Bilim Adamları Yardım Derneği” ile Prof. Malche aracılığı ile temasa geçildi. Bu dernekle Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip arasında bir anlaşma yapıldı. Buna göre yabancı bilim adamları:
1. Üniversitede tam gün çalışacaklardı,
2. Öğrenciler için en kısa zamanda, çevirmenler yardımıyla ders kitapları hazırlayacaklardı.
3. Göreve başlamalarının üçüncü yılından sonra derslerini Türkçe olarak vereceklerdir.
4. İstenilmesi halinde hükümete bilirkişi raporları hazırlayacaklardı.
Bu yükümlülüklerine karşılık kendilerine:
1. Yüksek maaş ve yol giderleri verilecek, sağlık sigortası ödenecektir. Verilen maaş Türkiye standartlarının çok üstündedir. Bir Türk Profesör 150.-TL. maaş alırken, yabancı profesörlere 500-800 TL maaş verilmiştir.
2. Yabancı bilim adamlarına çalışma arkadaşlarını Türkiye’ye getirip görevlendirme hakkı tanınmıştır.
3. Yabancı bilim adamlarına devlet himayesi garantisi verilmiştir.446
Böylece oluşturulan İstanbul Üniversitesi, kısa bir süre içinde, Avrupa standartlarında bir üniversite haline gelmiştir.
Atatürk yeni üniversite oluşurken kadronun seçkin olmasına özen göstermiştir. Gelen yabancı profesörlerin bir kısmı dünya çapında ün sahibiydiler. Daha sonra Türkiye’den ayrıldıklarında, dünyanın tanınmış üniversitelerinde kolaylıkla yer buldular.
Olayın ilginç tarafı, Türkiye yabancı profesörleri görevlendirirken gelenlerin siyasî eğilimlerini dikkate almamıştır. Mülteci profesörlerin bazısı Almanya’dan hapisten kaçarak gelmiş, bazısı kamptan kurtarılmış ve Atatürk Türkiye’sinde tam bir huzur içinde kendilerini yenilemek imkânını bulmuşlardır. Kendilerine inisiyatif tanınmış, yetkiler verilmiş, gerektiğinde özel yardımlar yapılmıştır. Buna karşılık yabancı hocalar, yeni üniversitenin geleneklerinin oluşmasında, ders kitaplarının hazırlanmasında, en önemlisi geleceğin Türk bilim adamlarının yetişmesinde etkili olmuşlardır.447
Yerli öğretim üyelerinin üniversite de kalıp gitmesinde şu ilkeler etken olmuştur: Öğretim üyesinin iyi bir hoca olması, yayınları bulunması ve bu yayınların bilimsel nitelik taşıması.448
Nitelikli elemanlardan oluşturulan İstanbul Üniversitesi, Tıp, Fen, Hukuk ve Edebiyat Fakülteleri ile öğretime başladı. Daha sonra bu fakültelere İktisat Fakültesi’de eklendi. Yeni üniversitede nakilciliğin yerini deney, gözlem ve uygulamalar aldı. Araştırma zihniyeti üniversiteye girmiş, yabancı dil ve yayınlar ön plâna çıkmıştır. Netice itibariyle kısa sayılabilecek bir dönemde İstanbul Üniversitesi Batı standartlarında bir üniversite olarak bilim âleminde yerini almıştır.
Yeni üniversitenin özelliklerinden biri de İnkılâp Tarihi Enstitüsü kurulmasıdır. Üniversite gençliğinin inkılâpları özümsemiş olarak yurt hizmetine atılmalarını hedef alan Cumhuriyet idaresi, mezun olabilmek için Enstitü’ye devam etme ve geçerli not alma mecburiyeti getirmiştir. Yeni üniversitenin diğer bir özelliği de üniversitenin ülkenin meseleleriyle ilgilenmesi için toplumla ilişkilerini güçlendirmesi için bir çok enstitü kurulmasıdır. Yeni üniversite halk konferansları ve üniversite haftaları düzenlemek suretiyle halka açılmaya çalışmıştır.
Üniversitenin kapasitesi artırılmış ve kaliteli öğretim yolu açılmıştır. Kapasite artırılması sonucu olarak gelir kaynakları sınırlı olan halk çocukları da yüksek öğrenim imkânına kavuşmuşlardır. Böylece yeniden yapılanma hamlesi içindeki cumhuriyet idaresi ihtiyacı olan inkılâpçı kadroyu yetişme imkânını bulmuştur.
Atatürk’ün gerçekleştirdiği üniversite reformu neticesinde oluşan İstanbul Üniversitesi Türkiye’de üniversite öğretiminin kaynağı olmuştur. Buradan yetişenler, başta Ankara Üniversitesi olmak üzere daha sonra kurulan üniversitelerin öncüleri olmuşlardır.
Atatürk, üniversiteleri Türkiye’nin kültür birliğini oluşturacak kuruluşlar olarak düşünmüş ve 1930’lardan itibaren hız verdiği millî kültür politikasının bir aracı olarak çağdaş bir yapıda oluşmalarına büyük özen göstermiştir. Günümüzde mevcut akademik araştırma ve çalışma düzeni akademik potansiyel, çağdaş medeniyet ve kültüre bakış açısı Atatürk’ün gerçekleştirdiği üniversite reformunun bir sonucudur449.
Prof. Dr. Abdurrahman Çaycı
Osmanlı İmparatorluğu'nun yüksek öğretim kurumları, büyüme döneminde kurulan medreselerdi. Bu dönemde medreseler gerçekten parlak günler yaşamış, devlet adamları İmparatorluğu bilim merkezi haline getirmek için hiçbir özveriden kaçınmamış, İmparatorluk dışından bilim insanlarını ülkelerine davet etmişlerdi. Ancak duraklama ve gerileme dönemlerinden sonra her kurumda olduğu gibi eğitim kurumlarında da bozulmalar başladı. Yükselme döneminde gösterilen tabii bilimler, felsefe ve mantık terk edildi. Böylece medreseler giderek önemini kaybetti, farklı amaçlar güden kişilerin eline geçti ve sonuçta cehaletin merkezi haline geldi. Hikmet Birand, Medreseyi şöyle tanımlamakta: “Medrese bir çeşit Ortaçağ üniversitesiydi. Öğrencilerin yanı sıra hocaların da içinde yaşadıkları bir yatılı okuldu. Medrese, büyük bir alana yayılmış olup, içerisinde hastane, camii, fakirleri doyurmak için aş evi gibi kurumlar da bulunmaktaydı. Hastaneler, yalnızca tedavi için değil aynı zamanda tıp eğitimi için de kullanılıyordu. Camilerde yalnızca ibadet değil konferanslar da düzenleniyordu. Eğitim ve öğretim süresi yıllık 7-8 ay kadardı. Derslerin ağırlık noktasıysa din bilimleriydi. Öğrenciler köy gençliğine bir şeyler öğretmek için, medreseye para yardımı almak için tatillerini köylerde geçirirlerdi. Bunun dışında medreselere vakıf sisteminden de para aktarılmaktaydı.”
ilerleyen yıllarda İmparatorluğun kötüye gitmesiyle birtakım reformlara ihtiyaç duyuldu. Reform ihtiyacının en fazla hissedildiği alansa medreselerin üstüne düşen görevi yapamamasından dolayı yüksek öğrenim sistemiydi. Medreselerden ümidini kesen yöneticiler “Darülfünun” adıyla yeni bir kurumu hizmete soktular. Ancak ilk Darülfünun, binasında meydana gelen yangın üzerine ömrünü iki yılda tamamladı. Bundan sonra dört kez daha Darülfünun girişimi olmuşsa da, İstanbul Darülfünun'u dışındakiler birtakım baskılara dayanamayarak kapandı. İstanbul Darülfünun'u Türkiye Cumhuriyetince çıkarılan yasalarla tüzel kimliğine kavuştu. Ayrıca Yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından Darülfünun'un gelişmesi ve aksayan yönlerinin ortadan kaldırılması için maddi konularını da kapsayan çalışmalar yapıldı.
Hükümetin sunduğu bu fırsatları ne yazık ki Darülfünun iyi kullanamadı, yeniliklere ayak uyduramayıp, bilim yuvası olarak da kendini istenilen düzeye çıkaramadı. Bu ve buna benzer nedenlerden dolayı artık reform kaçınılmaz hale gelmişti. Öyle ki fakülte ve kurumlar arasında bilimsel çalışma beraberliğini sağlayacak bir bağlantı yoktu ve çoğu fakülte meslek okulu düzeyini aşamamıştı. Öğretim üyelerinin çoğu bilimsel çalışmalarla ilgilenmemekte ve başka işlerle uğraşmaktaydılar. Ayrıca ders kitapları ve araçları yetersizdi.
Darülfünun konusu yalnızca TBMM'de değil, basında da aylar süren tartışmalara yol açtı. Sonuçta bu kurumun yeniliklere ayak uyduramadığı, beklenilen çözümleri üretemeyeceği fikri ağırlık kazandı ve daha köklü çözüm arayışlarına başlandı. Bu doğrultuda 1932’de, Türkiye'ye Cenevre Üniversitesi'nden Prof. Dr. Albert Malche davet edildi. Atatürk'ün direktifleriyle araştırmasına başlayan Malche, 1932 yılının başlarında başladığı raporunu 1 Haziran 1932' de TBMM hükümetine sundu. Malche, raporu hazırlamadan önce siyasetçilerle, Darülfünun hocaları ve öğrencileriyle görüşmüş, derslere girmiş, öğrencilere anketler uygulayarak onların sosyal yaşamları hakkında bilgi sahibi olmuştu. Raporu üç bölümden oluşmaktaydı. Birinci bölüm raporun içeriğinden, ikinci bölüm Darülfünun'un var olan yapısından ve üçüncü bölümde yapılması gereken yeniliklerden sözedilmekteydi.
Prof. Malche’ın önerileri şöyle özetlenebilir:
1. Darülfünunun hukukî vaziyeti netleştirilmeli, bilimsel özerklik korunmakla birlikte, idarî ve akademik personelin seçiminde hükümet sorumluluğu üzerine almalıdır.
2. Darülfünun kendisini bilinçli bir şekilde muayyen bir noktaya sevk eden ilmi ve fikrî bir hızdan mahrum görünmektedir. Yeni bir teşkilâtlanmayı gerektiren sebeblerden biri de budur.
3. Profesörlerin atanması, Darülfünunun geleceği için her şeyden önemlidir. İlgililer gelecekteki arkadaşlarını seçiyorlar. İlgililer fena hâkimlerdir. Onların oylarına başvurulmalı, fakat karar dışardan verilmelidir. Darülfünun hocaları tercihen yurt dışında yetiştirilmelidir.
4. Darülfünunda öğretim metodu ders notlarına dayalıdır. Öğrencilere genelde ansiklepodik bilgi verilmekte ve bunlar her sene değişmeden tekrarlanmaktadır. Öğretim yaratıcı değildir. Öğrenci uygulamalı dersler ve seminerlerle araştırmaya yönlendirilmelidir. İmtihan usulleri değiştirilmeli, hafızaya dayalı bilgi yerine, uygulamaya yönelik bilgiye öncelik tanınmalıdır. Darülfünunun öncelikli ödevi, düşünen dimağlar yaratmaktır.
5. Türkçe bilimsel yayınlar yetersizdir. Öğrenci yabancı dil bilmediğinden yabancı yayından yararlanamamaktadır. Dolayısıyla öğrenciye okuduğunu anlayacak ölçüde bir yabancı dil öğreniminin ilk yıllarında mutlaka öğretilmelidir.
6. Kütüphaneler fakir, hizmet saatleri ve çalışma şekilleri yetersizdir. Kütüphaneler merkezileştirilmeli ve öğrenciye ödünç kitap verilmelidir.
7. Darülfünun ilmî zihniyeti yaşatmakla görevlidir. Bu ise, öğrencileri bizzat kişisel araştırmalara yöneltmekle mümkündür. Dolayısıyla öğretim elemanlarının ders saatleri dışında, öğrencilerine zaman ayırmaları, öğrenci ve araştırma ile daha fazla meşgul olmaları gereklidir.
8. Darülfünun, öğretimin yanısıra, öğrencileri manen geliştirecek temiz ve seçkin bir sosyal ortam yaratmakla da görevlidir. Kurum öğrencilerin sosyal ihtiyaçlarını karşılamak için pansiyonlar, yurtlar, kantinler temin etmeli, spor hayatını geliştirecek çözümler pekiştirmelidir. Ayrıca mezunlarla ilişkiyi devam ettirecek kuruluşlar oluşturulmalı, öğrencinin Darülfünunu kendi evi ve fikrî vatanı gibi sevmesi sağlanmalıdır.
9. Türkiye gibi, baştan başa yeniden teşekkül eden bir memleketin meseleleri Darülfünunun çalışmalarında öncelikli konu teşkil etmelidir. Türkiye’nin jeolojisi, tarihi, coğrafyası, sağlık meseleleri, sanayisi, kültürü, güzel sanatları Darülfünunun ilk araştıracağı konular olmalıdır.
10. Darülfünunun yenileşmesi yeterli değildir. Kurumun dışarıya açılması, geniş bir çevreye faydalı olması lâzımdır. Bunun için Darülfünun halka açık konferanslar düzenlemeli, tatil aylarında kongreler, seminerler tertiplenmeli, halka hitap eden bir dergi yayımlamalıdır.444
Atatürk Prof. Malche’ın raporlarını dikkatle incelemiş, önerilerinin önemli bir kısmını benimsemiş ve bu raporu bir kültür porgramı gibi ele alarak, millî ve çağdaş üniversitenin oluşması için hemen uygulamaya koydurmuştur.
Onun yönlendirmesiyle Milli Eğitim Bakanlığında oluşturulan bir komisyon hazırlıklara girişir. Fakültenin görüşleri alınır. Sonuçta Atatürk İnkılaplarının uygulanış metoduna uygun bir çözüm yolu benimsenir. Darülfünun ıslah edilme yerine ilga edilerek, İstanbul üniversitesi adıyla yeniden teşkil edilmesi kararlaştırılır.
Atatürk konuyu 1933’de Meclisin açma konuşmasında milletvekillerine şöyle duyurur: “Arkadaşlar üniversite tesisine verdiğimiz ehemmiyeti beyan etmek isterim. Yarım tedbirlerin kısır olduğuna şüphe yoktur. Bütün işlerimizde olduğu gibi marifte ve kurulan üniversitede de radikal tedbirlerle yürümek kat’i kararımızdır.”445
İstanbul Darülfünunu 31 Mayıs 1933 tarihli yasa ile 31 Temmuz 1933’ten geçerli olmak üzere tarihe maledildi ve İstanbul Üniversitesi 1 Ağustos 1933 tarihi itibari ile oluşturuldu. 1 Ağustos 1933’ten 1 Mayıs 1934’ e kadar devam edecek geçici dönemde idareyi Milli Eğitim Bakanının üzerine alması uygun görüldü.
İstanbul Üniversitesinin yeni kadrosu üç değişik kaynaktan yararlanılarak oluşturuldu.
1. Eski Darülfünun’dan kadroya alınanlar,
2. Avrupa Üniversitelerinde öğrenim ve ihtisaslarını tamamlayıp yurda dönenler,
3. Yurt dışından getirilen yabancı bilim adamları.
Darülfünunun tasfiyesi esnasında açıkta kalan öğretim elemanlarının bir kısmı emekliye, ayrılmış bir kısmı başka görevlere atanmıştır. Üniversiteye bilimsel özerklik tanınmış, yönetim açısından bakanlığa bağlanmıştır.
Yeni üniversitenin başarısı kadronun değerli elemanlar ile oluşturulmasına bağlıydı. Bunu sağlamak açısından seçkin elemanlar getirilmesi gerekiyordu. Bu konuda ciddi zorluklar mevcuttu. Ancak dramatik bir rastlantı Atatürk’ün çağdaş bir üniversite yaratmak arzusuna yardımcı oldu. Bu esnada Almanya rejim değişikliği içindeydi. Hitler arî ırktan olmayan üniversite hocalarını tasfiye etmeğe başlamıştı. Müsevi kökenli Alman bilim adamaları hayatlarını ve geleceklerini tehlikede gördüklerinden yabancı ülkelere sığınmaya başlamışlardı. Bunların kurdukları “Alman Bilim Adamları Yardım Derneği” ile Prof. Malche aracılığı ile temasa geçildi. Bu dernekle Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip arasında bir anlaşma yapıldı. Buna göre yabancı bilim adamları:
1. Üniversitede tam gün çalışacaklardı,
2. Öğrenciler için en kısa zamanda, çevirmenler yardımıyla ders kitapları hazırlayacaklardı.
3. Göreve başlamalarının üçüncü yılından sonra derslerini Türkçe olarak vereceklerdir.
4. İstenilmesi halinde hükümete bilirkişi raporları hazırlayacaklardı.
Bu yükümlülüklerine karşılık kendilerine:
1. Yüksek maaş ve yol giderleri verilecek, sağlık sigortası ödenecektir. Verilen maaş Türkiye standartlarının çok üstündedir. Bir Türk Profesör 150.-TL. maaş alırken, yabancı profesörlere 500-800 TL maaş verilmiştir.
2. Yabancı bilim adamlarına çalışma arkadaşlarını Türkiye’ye getirip görevlendirme hakkı tanınmıştır.
3. Yabancı bilim adamlarına devlet himayesi garantisi verilmiştir.446
Böylece oluşturulan İstanbul Üniversitesi, kısa bir süre içinde, Avrupa standartlarında bir üniversite haline gelmiştir.
Atatürk yeni üniversite oluşurken kadronun seçkin olmasına özen göstermiştir. Gelen yabancı profesörlerin bir kısmı dünya çapında ün sahibiydiler. Daha sonra Türkiye’den ayrıldıklarında, dünyanın tanınmış üniversitelerinde kolaylıkla yer buldular.
Olayın ilginç tarafı, Türkiye yabancı profesörleri görevlendirirken gelenlerin siyasî eğilimlerini dikkate almamıştır. Mülteci profesörlerin bazısı Almanya’dan hapisten kaçarak gelmiş, bazısı kamptan kurtarılmış ve Atatürk Türkiye’sinde tam bir huzur içinde kendilerini yenilemek imkânını bulmuşlardır. Kendilerine inisiyatif tanınmış, yetkiler verilmiş, gerektiğinde özel yardımlar yapılmıştır. Buna karşılık yabancı hocalar, yeni üniversitenin geleneklerinin oluşmasında, ders kitaplarının hazırlanmasında, en önemlisi geleceğin Türk bilim adamlarının yetişmesinde etkili olmuşlardır.447
Yerli öğretim üyelerinin üniversite de kalıp gitmesinde şu ilkeler etken olmuştur: Öğretim üyesinin iyi bir hoca olması, yayınları bulunması ve bu yayınların bilimsel nitelik taşıması.448
Nitelikli elemanlardan oluşturulan İstanbul Üniversitesi, Tıp, Fen, Hukuk ve Edebiyat Fakülteleri ile öğretime başladı. Daha sonra bu fakültelere İktisat Fakültesi’de eklendi. Yeni üniversitede nakilciliğin yerini deney, gözlem ve uygulamalar aldı. Araştırma zihniyeti üniversiteye girmiş, yabancı dil ve yayınlar ön plâna çıkmıştır. Netice itibariyle kısa sayılabilecek bir dönemde İstanbul Üniversitesi Batı standartlarında bir üniversite olarak bilim âleminde yerini almıştır.
Yeni üniversitenin özelliklerinden biri de İnkılâp Tarihi Enstitüsü kurulmasıdır. Üniversite gençliğinin inkılâpları özümsemiş olarak yurt hizmetine atılmalarını hedef alan Cumhuriyet idaresi, mezun olabilmek için Enstitü’ye devam etme ve geçerli not alma mecburiyeti getirmiştir. Yeni üniversitenin diğer bir özelliği de üniversitenin ülkenin meseleleriyle ilgilenmesi için toplumla ilişkilerini güçlendirmesi için bir çok enstitü kurulmasıdır. Yeni üniversite halk konferansları ve üniversite haftaları düzenlemek suretiyle halka açılmaya çalışmıştır.
Üniversitenin kapasitesi artırılmış ve kaliteli öğretim yolu açılmıştır. Kapasite artırılması sonucu olarak gelir kaynakları sınırlı olan halk çocukları da yüksek öğrenim imkânına kavuşmuşlardır. Böylece yeniden yapılanma hamlesi içindeki cumhuriyet idaresi ihtiyacı olan inkılâpçı kadroyu yetişme imkânını bulmuştur.
Atatürk’ün gerçekleştirdiği üniversite reformu neticesinde oluşan İstanbul Üniversitesi Türkiye’de üniversite öğretiminin kaynağı olmuştur. Buradan yetişenler, başta Ankara Üniversitesi olmak üzere daha sonra kurulan üniversitelerin öncüleri olmuşlardır.
Atatürk, üniversiteleri Türkiye’nin kültür birliğini oluşturacak kuruluşlar olarak düşünmüş ve 1930’lardan itibaren hız verdiği millî kültür politikasının bir aracı olarak çağdaş bir yapıda oluşmalarına büyük özen göstermiştir. Günümüzde mevcut akademik araştırma ve çalışma düzeni akademik potansiyel, çağdaş medeniyet ve kültüre bakış açısı Atatürk’ün gerçekleştirdiği üniversite reformunun bir sonucudur449.
Prof. Dr. Abdurrahman Çaycı