Ermeni Meselesi

Performans

Çalışkan Üye
Üye
Katılım
26 Ocak 2007
Mesajlar
523
Puanları
63
Konum
TÜRKİYE
Ermeni Meselesi


Problemin Doğuşu ve Gelişimi

Yüzyılın sonu ve XX. yüzyılın ilk çeyreğinde "Şark Meselesi"nin önemli bir safhası ve aynı zamanda Osmanlı Devleti'nin dahili bir problemi olarak dünya ve bilhassa Batı kamuoyunu meşgul eden uluslararası konulardan biri de hiç şüphesiz "Ermeni Meselesi"dir. Bu mesele, Batılı Devletlerin Osmanlı Devleti'nin iç işlerine karışmak için bizzat Batılılar tarafından ortaya çıkarılmasına karşın dünya kamuoyuna kasıtlı olarak doğru olmayan bir şekilde Türklerin Ermenileri yok etme mücadelesi olarak yansıtılmıştır.

Ermeniler, İstanbul'daki Ermeni Patriği'nin liderliği altında, kendi Gregoryen milletleri dini ve kültürel özerkliğe sahip bir durumda Osmanlı toplumuyla barış içinde yaşıyordu. Osmanlı ticareti ve sanayiinde önemli bir yere sahiptiler. Müzik, ticaret, inşaat, el sanatları ve tiyatro alanlarında uzmanlaşmışlardı. Anadolu'dakiler ziraat ve diğer işleri yapıyorlardı. Bu itibarla; 1829 Yunan hareketinden sonra İmparatorlukta kalan Rumların hükümet ve okullardaki yerlerine milleti sadıka olarak anılan Ermeniler alınmıştı.

Ermeniler 1856 Paris Antlaşması'ndan itibaren Batı Devletleri ve Rusya'nın müdahaleleri sonucunda, reformların kendilerine tanıdığı haklardan ve millet-i sadıka statüsüne sahip olmalarından faydalanarak teşkilatlandılar. Bu esnada 16 Şubat 1862'de kabul edilen "Nizamnamei Millet-i Ermeniyan"la Ermenilere bir nevi anayasal haklar verilerek adeta bağımsız bir cemaat veya devlet muamelesi yapılmıştır. Bu gelişmenin hemen arkasından "şarkı söyleyen halk isyan etmeyi düşünmez" denecek kadar güvenilen Ermeniler 1862'de Zeytun'da, 1863'de de Van'da Osmanlı Devleti'ne karşı isyan bayrağını açtılar.

Kendisini Ermenistan'ın acı çeken bir temsilcisi olarak tanıtan ve ilk defa 1840-1850 yılları arasında Ermenileri devlete karşı kışkırtmaya çalışırken adını duyuran Mığırdıç Hrimyan'ın 1869'da Ermeni patriği olmasından sonra Ermeni Meselesi Avrupa'ya mal edilmek istendi ise de meselenin açıkça tartışılmaya başlaması 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı ve sonrasında oldu.

1878'de Hrimyan'ın yerine Ermeni patriği olan Nerses Varjabetyan Rusların İstanbul kapılarında görünmesini fırsat bilerek bizzat Grandük Nikola'yı ziyaret etti. Ayrıca M. Hrimyan, Horen Narbey, İstefan Papazyan ve Mosdıçyan'dan oluşan bir papazlar heyeti Nikola'ya bir muhtıra gönderdiler. Muhtırada Osmanlı Devleti aleyhine şikayette bulunduktan sonra "Ermenilerin bulunduğu doğu vilayetlerinin “Ermenistan” namıyla istiklalinin ilanına müsaade edilmesini hiç olmazsa bu vilayetlerin Rus kontrolü altına alınmasını" rica ediyordu. Neticede Ayastafonos Antlaşması'nın (3 Mart 1878) 16. Maddesi Ermenilere ayrıldı. Bu maddeye göre, Osmanlı Devleti doğu vilayetlerinde ıslahat yapmayı ve Ermenilerin güvenliğini temin etmeyi taahhüt etti. Böylece Rusların da iç işlerimize karışma yolu açılmış oldu. Ermeniler bununla da kalmayarak Berlin Antlaşmasına (13 Temmuz 1878) 61. Maddeyi ekletmeyi başardılar. Buna göre de büyük devletler Doğu Anadolu'da reform yapılacağına söz verirler ve reformların yapılmasını Babıali'ye bırakırlar.

Bununla birlikte, Ermeniler ne Rusya'dan ne de Batı Devletlerinden tam bağımsızlık yolunda Yunanistan ve Bulgaristan'a verilen desteği alamadılar. Bunun başlıca iki önemli sebebi vardı.

En kalabalık oldukları Doğu Anadolu'da bile hiçbir vilayette çoğunlukta olmamalarıydı. 1882 yılında en kalabalık oldukları Bitlis vilayetinde toplam nüfusun İ 38.9'unu, Van'da 22.3'ünü, Diyarbakır'da 20.98'ini, Elazığ ve Erzurum'da 16.6'sını, Sivas'ta da İ 13.1'lik bir kısmını teşkil etmekteydiler.

Ermeniler, Avrupa donanmalarının ya da sefer kuvvetlerinin kolay kolay erişemeyecekleri yerlerde yaşıyorlardı. Kendileri için en büyük destek olarak gördükleri Rusya ise Bulgaristan örneğinde olduğu gibi bağımsız bir Ermenistan'ında kendi uydusu gibi davranmayacağı ve Osmanlı toprak bütünlüğünü koruma karşılığı olarak Kıbrıs'a yerleşen İngiltere'nin, Rusya'ya Ermenistan üzerinden sıcak denizlere inme imkanını tanımayacağını biliyordu. Bu yüzdendir ki Rusya 1881'de III. Aleksandr, 1894'de II. Nikola ile koyu bir mutlakiyet, milletlere (bu arada Ermenilere) karşı da Ruslaştırma siyasetini uygulamaya başladı.

Böyle bir ortamda Ermeniler eylem ve propaganda yolu ile kendilerini sürekli gündemde tutup Batı Devletlerinin dikkatlerini çekerek bağımsızlık arama yolunu seçtiler. 1878'de Kara Haç, 1887'de Hınçak, 1890'da Taşnaksutyun Ermeni terör örgütleri kuruldu. Bu örgütler, en son Bulgaristan'da meydana gelmiş olan olayları tekrarlamak istiyorlardı. Kanlı bir isyan sert bir tepki ve kanlı bir bastırma, katliam var diye Avrupa kamuoyunun ayağa kaldırılması, büyük devletlerin müdahalesi, reform, özerklik ve sonuçta bağımsızlığa ulaşma. Nitekim 1889'dan itibaren olaylar başladı. İsyanları sürdükçe İstanbul'da aralıklı olarak toplanan yabancı devlet temsilcilerinden meydana gelen Ermeni ıslahat komisyonu, fikir ve menfaat ayrılıklarından ötürü ancak I. Dünya Savaşı'na çok kısa bir süre kala bir araştırma-inceleme komisyonunun kurulması kararına varabildi. Bu amaçla Erzurum, Trabzon ve Sivas'ta görev yapacak olan Hollandalı Genel Müfettiş ile, Van, Harput, Bitlis ve Diyarbakır'da görev yapacak olan Norveçli Hoff İstanbul'a geldi fakat müfettişler çalışma imkanını bulamadı.

I. Dünya Savaşı'nda Tehcir (Göç Ettirme) Meselesi

Osmanlı Devletinin I. Dünya Savaşı öncesinde seferberlik ilan etmesi üzerine silah altına çağrılmış olan Ermenilerin bir kısmı sınır dışına, bir kısmı ise silahlarıyla birlikte ülkenin iç taraflarına kaçtı ve düşmanla iş birliği yaparak isyan çıkarma yolunu tercih etti. Bunun üzerine Başkumandan Enver Paşa, Ermeni Patriğini davet ederek kendisine Türkiye'nin bu savaşta Ermeni vatandaşlarından bağlılık beklerken silahlarıyla birlikte taşraya kaçmış olan Ermenilerin köylere saldırıp memurları öldürdüklerinin resmi raporlardan açıkça anlaşıldığını bildirdi ve bundan sonra iyi öğütlerde bulunmasını Patrik'e tavsiye etti. Enver Paşa bundan başka Patrik'e açık bir şekilde, bu hareket genelleştiği taktirde askeri hükümetin en sıkı tedbirleri almak zorunda kalacağını da söyledi. Başlangıçta hadiselerin yatışacağını uman Enver Paşa kesin bir tedbir alma yoluna gitmedi. Fakat 6 Eylül 1914'te Ermenilerin kalabalık olduğu vilayetlere hükümet aracılığıyla bir şifre tamim göndererek, Ermeni siyasi parti başkanları ve elebaşılarının hareketlerinin devamlı kontrol altında tutulması talimatını verdi. Ancak, Ermeniler Mart 1915'de yayınladıkları beyanname ile halkı, isyana teşvike ve düşmanla işbirliği yapmaya çağırdı.

"...Komitamız, milletlerin hayat ve varlıklarının söz konusu olduğu şu büyük kanlı savaşta, maddî ve manevî kuvvetleriyle mücadele sahasına atılarak, ihtilâlci ve intikamcı olan kılıcını harp terazisinin kefesine koymuştur ki, bu da en kestirme bir yoldan, Ermeni davasının, medeniyet dünyasına arzıdır. Bu istekleri Avrupa milletlerine ve siyasi mahfillerine arz eden komitamızdır...

Bu gün milletin önüne, bağımsızlık ve bu bağımsızlığın olup olmaması meselesi konuyor... Ermenilere Ölüm kalım saatleri yeniden yaklaştı. Mazlum ve çaresiz Ermenilik, bu beyannamemizden Ermenistan'ın yaralı sinesinden hicran ateşlerinin volkanlaşan intikam kanlarının feveran edeceğini beklemektedir...

"Bu beyannamenin ardından, o zamana kadar ufak tefek olayların yaşandığı Van Bölgesi'nde Ermeniler "Ermenistan Serbest", "Ermenistan Kurtuldu", yazılı bulunan bayraklar, önünde "intikam" yazılı Ermeni kalpakları, Rus ve Fransız şapkaları dağıttı. 15 Nisan 1915'te de Van'da, ardından, Zeytun'da isyan başladı. Bunun üzerine, 24 Nisan 1915'de Dahiliye Nezareti, Ermeni Komite Merkezlerinin kapatılması, evraklarına el konulması ve komite elebaşılarının tutuklanması talimatını çıkardı. 26 Nisan'da da Başkumandanlık, birliklere aynı anlamda bir tamim geçerek, elebaşıların askeri mahkemelere sevki ile suçluların cezalandırılmasını istedi. Zeytun Ermenilerinin başlattıkları isyanın Antep civarını da etkilemesi üzerine Talat Paşa (Dahiliye Nazırı) 6 Mayıs 1915'de Maraş Mutasarrıfına gönderdiği bir şifre ile Zeytunluların tamamen ihracını (göç ettirebilmesini) emretti. Ancak ordu savaş alanında olduğu için cephe gerisinde meydana gelen olayları önlemekte zorlanıyordu. Bu duruma bir çare olmak üzere, Başkumandan Vekili Enver Paşa 2 Mayıs 1915 tarihinde Dahiliye Nazırı Talat Paşa'ya gönderdiği bir yazıda "...Ermeniler ailesiyle birlikte Rus sınırı içine göndermek veyahut bu Ermeni ve ailelerini Anadolu içinde çeşitli yerlere dağıtmak gereklidir. Bu iki şekilden uygun olanın seçilmesiyle tatbikini rica ederim. Bir mahzuru yoksa isyancıların ailelerini ve isyan bölgesi halkını sınırlarımız dışına göndermeyi ve onların yerine dışarıdan gelen Müslüman halkın yerleştirilmesini tercih ederim..." dedi. Yazının ardından Talat Paşa, durumun nezaketi karşısında geçici bir kanun çıkmadan ve Meclis-i Vükela kararı olmadan bütün sorumluluğu üzerine alarak Ermeni tehcirini başlattı. 27 Mayıs 1915'te de "Vakt-i seferde icraat-ı hükümete karşı gelenler için cihet-i askeriyece ittihaz olunacak tedabir hakkında kanun-ı muvakkat" çıkarıldı ve 1 Haziran tarihli Takvim-i Vekayi'de yayınlandı. Kanun'un 2. Maddesinde "Ordu, Müstakil Kolordu ve Tümen Komutanları, askeri sebeplerden dolayı veya casusluk ve hıyanetlerini hissettikleri köy ve kasaba halkını tek tek veya toplu olarak diğer bölgelere sevk ve iskan ettirebilirler." deniyordu.

Tehcir, önce doğrudan doğruya cephenin güvenini sarsacak bölgelerde yani; Erzurum, Bitlis ve Van bölgeleri ile, Sina Cephesi gerisinde bulunan Mersin ve İskenderun bölgesinde uygulanmış daha sonra kapsam Adana, Ankara, Aydın, Bursa, Canik, Çanakkale, Diyarbakır, Edirne, Eskişehir, İzmit, Kastamonu, Kayseri, Karahisar, Konya, Kütahya, Mamuretü'l-aziz, (Elazığ), Maraş, Niğde, Samsun, Sivas, Trabzon ve Urfa'ya kadar genişletilerek buradaki Ermeniler Halep, Rakka, Zor, Kerek, Havran ve Musul'a sevk edilerek iskan edilmişlerdir.

Ermenilerin sevkiyat sırasında katliama uğradıkları iddiası ise doğru değildir. Çünkü kafileler iskan yerlerine sevk edilirken yakın ve meşakkatsız yollar seçilmiş, ayrıca emniyet ve muhafızları için özen gösterilmiştir. Nitekim Cemal Paşa da hatıralarında "Ermeni muhacirlerinin Mezopatamya'ya gönderilmesi orada sefalete düçar olacaklarına emin olduğum için bunlardan birçoklarının Suriye ve Beyrut vilayetleri içine yerleştirilmelerini münasip gördüm. Buna müsaade edilmesini ısrarla İstanbul'a yazarak muvafakat aldım. Bu sayede bu vilayetlerde hemen 150 bin kadar Ermeni'yi yerleştirmeye muvaffak oldum..." diyerek, savaş şartlarında ve isyan etmiş durumda oldukları halde Ermenilerin iskanında gösterdiği gayreti ortaya koymaktadır.

Hükümet 10 Haziran 1915 tarihinde yayınladığı talimatname ile de tercihe tabi tutulan Ermenilerin mallarını koruma altına aldı. Bu amaçla bir "Emval-i Metrüke Komisyonu" (Terkedilmiş Mallar Komisyonu) kuruldu. Bu komisyon, boşaltılan köy ve kasabalardaki Ermenilere ait malları tespit ederek ayrıntılı defterlerini tutacaktı. Defterin biri mahalli kiliselerde korunacak, biri mahalli yönetime verilecek, biri de komisyonda kalacaktı. Bozulabilir eşya ile hayvanlar açık arttırma ile satılacak ve parası korunacaktı. Komisyon bulunmayan yerlerde bu görevi mahalli yetkiler yerine getirecekti. Bu malların korunmasında Ermeniler dönünceye kadar hem komisyon hem de mahalli idareler sorumlu olacaktı.

Ermenilerin taşınmaz malları ile ilgili olarak da 11 Ağustos 1915 tarihli tebligatla aşağıdaki tedbirlerin alınması sağlandı:

1- Tahliye edilmiş olan bölgeye hiçbir şüpheli ve meçhul şahsın sokulmaması,

2- Eğer Ermenilerden ucuz mal almış olan varsa, satışın fesh edilmesi ve aslî kıymetinin takdir olunarak gayri meşru bir menfaat teminine meydan verilmesi,

3- Ermenilerin istedikleri eşyalarını götürmelerine müsaade edilmesi,

4- Götürmeyecekleri eşyadan durmakla bozulabilecek olanların zarurî olarak satılması, bozulmayacak olanların sahipleri namına muhafaza edilmesi,

5- Taşınmaz malların icar, ferağ ve rehin gibi muamelelerinin sahipleriyle olan alakalarının bozulmaması ve hicretin başlangıcından itibaren bu hükme aykırı uygulamalar yapılmışsa fesh edilmesi,

6- Bu mülkler hakkında muvazaalı durumlara meydan verilmemesi,

7- Sevkedileceklerin mallarını, (ecnebiler dışında) satmalarına müsaade edilmesi,

Devlet Ermenilerin göç sırasında karşılaşabilecekleri güçlükleri de göz önüne alarak İçişleri Bakanlığından ilgili makamlara "Ermeni göçmenlerin güvenliklerinin sağlanması için kafilelerin Ereğli'den Ulukışla sınırına varıncaya kadar kendilerine muhafız ayrılması gereği" ayrıca "Müslümanlığı kabul eden ya da etmeyen Ermenilerden kimsesiz ve yardıma muhtaç bulunanların göçmenler ödeneğinden beslenmesi" bildirildi. Bütün bunlara rağmen, Ermeni tehciri konusu dahilde ve bilhassa hariçte günümüzde de dikkat çeken meselelerden biri olmaya devam etmektedir. Hemen belirtmek gerekir ki; tehcir meselesi Ermenilerin ve onlarla duygusal ya da siyasi bağlarla bağlı bulunan Avrupa ve Amerika'daki bir grup insanın iddialarının aksine, Hükümet tarafından önceden planlanarak uygulanan bir proje değil, tamamen savaş sırasında Ermenilerin davranışlarından kaynaklanan bir zaruretin sonucudur. Bu itibarla, tehcir sırasında o günkü olumsuz şartların sonucunda ortaya çıkan bazı istenmeyen hadiselerin sorumluluğu da savaş sırasında orduyu ve halkı arkadan vurmaya kalkanlara aittir.

Talat Paşa'nın 1 Kasım 1918 tarihinde yazdığı ve 12 kasım 1921 tarihli Vakit Gazetesi'nde neşredilen makalesinde ifade ettiği gibi, isyanlardan tabii ki bütün Ermeniler sorumlu değildir. Fakat devletin hayat ve mematı kararını verecek büyük bir harp esnasında ordularının serbestçe hareketine engel olan, cephe gerisinde isyanlar çıkarak memleketin selametini, ordunun emniyetini tehlikeye düşüren hareketlere devletin müsamahakar davranmaması bir zarurettir.
 
Üst