Sözde ermeni Soykırımı İddiaları

erkanisanmaz

Site Yöneticisi
Yönetici
Admin
Katılım
21 Ocak 2007
Mesajlar
8,558
Puanları
683
Yaş
48
Konum
Denizli
Web sitesi
www.sosyalbilgiler.biz
Gülcan Adnan Öğretmenimizin gönderdiği bir çalışmadır
SÖZDE ERMENİ SOYKIRIM İDDİALARI​

Osmanlı Devleti hakimiyeti altında rahat ve huzur içinde, serbestçe dini inanç ve ibadetlerini yerine getiren Anadolu Ermenilerine, Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u aldıktan sonra dini hizmet vermek üzere 1461 yılında Bağımsız İstanbul Ermeni Patrikliğini kurdurmuştur.

19. yüzyıl ortalarına kadar Osmanlı Devletinde tam bir huzur ve serbestlik içinde yaşayan Ermeniler, Türklerin güvenini kazanmış ve ülkenin yönetiminde önemli görevler almışlar, Ermenilere güvenilir tebaa anlamına gelen “Milleti-Sadıka” sıfatı verilmiştir.Fakat Osmanlı Devletinin son döneminde başta Rusya ve bazı Avrupa Devletleri’nin kendi çıkarları doğrultusunda müdahaleleri ve misyonerlik faaliyetleri ile kışkırtmaları sonucunda Ermeni sorunu doğmuştur.

Birinci Dünya Savaşı sırasında, Ermeniler dıştan gördükleri yardım ve teşvik ile Türkleri içten vurmak için harekete geçmişlerdir. Bu durum karşısında savaş ortamında güvenlik nedeniyle, 1915 tarihli kararla Ermeniler o zaman Osmanlı toprakları içerisinde bulunan Suriye, Irak ve Beyrut’ta yer değişikliğine (tehcir) tabi tutulmuşlardır.

24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Antlaşmasıyla da ülkemizdeki azınlıklardan (Ermeni, Rum ve Yahudi) biri olan Ermenilerin statüleri belirlenmiştir.Ülkemizdeki Ermeniler Hıristiyanlık dinine mensup olmakla birlikte kendilerine özgü milli ve kültürel değerlerinin ön plana çıktığı Grogaryan mezhebine mensupturlar.

Bilindiği gibi Ermeniler, Ermeni soykırım iddialarının temelini oluşturan “4-T” şeklinde formülize edilen “Terör, Tanıma, Tazminat ve Toprak Talebi” aşamalarını sırasıyla gerçekleştirme yönünde faaliyetlerine 1970’li yıllardan sonra hız kazandırarak, bu yıllarda Ermeni Terör Örgütü olan ASALA tarafından 6’sı Fransa’da olmak üzere 52 Türk Diplomatı hunharca katledilmiştir.

Diğer taraftan, ABD ve Avrupa ülkelerindeki Ermeni lobileri ve diasporasınca yürütülen çalışmalar sonucunda, Arjantin, Kanada, Yunanistan, Lübnan, Belçika ve Kıbrıs Rum Kesimi Yönetimi Parlamentolarında ülkemiz aleyhine sözde Ermeni Soykırımı Yasa Tasarısı zaman zaman gündeme getirilmiş ve kanun niteliğinde olmayan değişik kararlar çıkmıştır.

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE ERMENİ SORUNU

1. Ermeni Sorununun Kısa Tarihi

Asya ve Avrupa kıtaları arasında köprü konumunda olan Türkiye, Karadeniz’i Akdeniz’e bağlayan boğazları, Orta Asya, Kafkasya ve Ortadoğu’daki doğal enerji kaynaklarının kesiştiği noktadaki jeopolitik konumuyla bütün dünyanın dikkatini çekmektedir.

Geçmişte Osmanlı Devleti, bugünse Türkiye, bu jeopolitik ve jeostratejik konumundan dolayı çeşitli entrikaların çevrildiği bir alan olmuştur. Osmanlı devletini parçalayarak tarih sahnesinden silmek isteyen sömürgeci devletler, bu entrikalarında yüzlerce yıldır Türklerle dostça yaşayan Ermenileri kullanmışlardır.

Tarihte olduğu gibi günümüzde de, Ermeni toplumu üzerinden siyasi ve ekonomik çıkar sağlamaya çalışan ülkeler bulunmaktadır. Bazı ülkelerde Türkleri ve Türkiye’yi sözde soykırımla suçlayan anıtlar dikilmekte, bazı ülkelerde de soykırım iddiasını tanımaya yönelik kararlar ve parlamentolarında kabul edilmektedir. Gerçekte tarihçilere bırakılması gereken bu konular, siyasetçilerin elinde çıkar aracı haline dönüştürülmektedir.

Tarih boyunca Romalılar, Persler ve Bizanslılar tarafından Anadolu’nun bir yerinden diğerine sürülen, savaşlara itilen ve çoğu kez üçüncü sınıf vatandaş muamelesi gören Ermeniler, Türklerin Anadolu’ya girişlerinden sonra Türklüğün adil, insani, hoşgörülü, birleştirici anlayış ve inancından yararlanmışlardır. Bu ilişkilerin gelişme ve doruğa ulaşma çağı olan 19. Yüzyıl sonlarına kadar süren devir, “Ermenilerin altın çağı” olmuştur.

Osmanlı Devletinin çalışan, liyakatli, dürüst ve becerikli her vatandaşına sağladığı imkanlardan gayr-i müslimler içinde en çok faydalananlar Ermeniler olmuştur. Askerlikten, kısmen de vergiden muaf tutulurken, ticarette, zanaata, çiftçilikte ve idari işlerde yükselme fırsatını elde etmişler ve devlete bağlı, milletle kaynaşmış ve anlaşmış olduklarından dolayı “millet-i sadıka”olarak kabul edilmişlerdir.

Bu çerçevede, Türkçe konuşan, ayinlerini bile Türkçe yapan bu topluluktan devlet kademelerinde önemli görevlere yükselenler, hatta Bayındırlık, Bahriye, Hariciye, Maliye, Hazine, Posta-Telgraf, Darphane Bakanlıkları, Müsteşarlıkları yapanlar olmuştur. Hatta Osmanlı Devletinin meseleleri üzerinde Türkçe ve yabancı dillerde eserlerde yazmışlardır.

Ancak Osmanlı devletinin zayıflamaya başladığı dönemlerde, hemen her konuda Avrupa’nın müdahalesi baş gösterince, Türk-Ermeni ilişkilerinde de bir bozulma başlamıştır. Batılıların özellikle misyoner din adamı kisvesinde, Osmanlı devleti içine provokatörlerin faaliyetleriyle Ermeniler; dini, kültürel, ticari, sosyal ve siyasi açılardan Türk toplumundan uzaklaştırılmaya çalışılmıştır. Böylece, çoğu defa Türklerin zararlı çıktığı trajik olaylar başlamış, Doğu Anadolu’da başlatılan ve İstanbul’a kadar yayılan isyan hareketlerinde binlerce Türk ve Ermeni hayatlarını kaybetmiştir.

Birinci Dünya Savaşı sırasında ise; Osmanlı askeri olarak düşmanlara karşı savaşan veya geri hizmetlere çalışan Ermenilere karşılık, Ermenilerin önemli bir kısmı düşman kuvvetlerinin yanında Türklere karşı savaşmıştır. Cephe gerisinde de komitacı Ermeniler kadın, çocuk, yaşlı ayrımı yapmaksızın katliamlara girişmişler, yüz binlerce Türk’ün hayatına kastederek Doğu Anadolu’yu bir harabe haline çevirmişlerdir.
Devletin bunları yatıştırmak ve durdurmak için aldığı tedbirler istismar edilmiş ve dış devletlerin tahrik ve vaatleriyle Ermeniler, bin yıl refah içinde yaşadıkları ülkeyi parçalamaya çalışmışlardır.

Anadolu dışında kurulan Hınçak, Taşnak, Ramgaver, Hınçak İhtilal Komitesi, Silahlılar Cemiyeti, Ermenistan’a Doğru Cemiyeti, Genç Ermenistan Cemiyeti, İttihat ve Halas Cemiyeti ve Karahaç Cemiyeti gibi örgütler, halkı silahlı ayaklanmaya sevk etmişlerdir.

Osmanlı devleti, Birinci Dünya Savaşı içinde, Ermeni isyanının yoğun olduğu Doğu Anadolu’da, bir yandan cephede Rus ordularıyla ve Rusların yanında yer almış olan Ermeni kuvvetleriyle savaşmak zorunda kalmıştır. Diğer yandan da cephe gerisinde Türkleri katleden, Türk köy ve kasabalarını yakıp, yıkan ordunun ikmal tesislerine ve konvoylarına saldıran Ermeni çeteleri ile mücadele etmiştir.

Ayrıca hem cephede hem de cephe gerisinde savaşmak durumunda bırakılmasına rağmen, 9 -10 ay, cephe gerisindeki önemli tehlikeyi “mahalli tedbirlerle” çözüme ulaştırmaya çalışmıştır. Bu arada, 24 Nisan 1915’te, cephe gerisinde faaliyette bulunan Ermeni komitecilerine yönelik bir operasyon yapmış ve vatana ihanet eden 2345 komiteciyi tutuklamıştır.

Komitecilerin dışında özellikle Rus sınırına yakın bölgelerdeki Ermeni halkın da devlete isyan halinde olduğunu görünce, son çareye başvurmuş ve bölgedeki Ermenilerden sadece isyan hareketine karışanları savaş bölgesinden alıp, ülkenin emniyetli bölgelerine “sevk ve iskana”, o dönemdeki ifadesiyle “tehcir”e tabi tutmuştur. Bu uygulama ile aynı zamanda her şeyden önce cephe gerisinde iç savaş ortamında bulunan Ermeni halkın can güvenliği sağlanmıştır. Çünkü Ermenilerin bölgedeki Türklere yaptıkları katliam ve mezalimin karşılığını müslüman halk da vermeye başlamıştır.

Ermenistan ile bir takım siyasi ve ekonomik çıkarlar için Ermenileri kullanan bazı devletler, yer değiştirme uygulamasını ve 24 Nisandaki tutuklamaları bir “soykırım” gibi göstermek ve dünya kamuoyunu bu konuda ikna etmek için yoğun bir propaganda faaliyetine girişmişlerdir.

Oysa Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Osmanlı devletini işgal eden devletlerden İngilizler, aralarında Osmanlı siyasi ve askeri liderleriyle önde gelen aydınların da bulunduğu 143 kişiyi “Ermeni olaylarında savaş suçu işledikleri” gerekçesiyle tutuklayarak Malta adasına sürmüş ve hapsetmiştir. Suçlamalarla ilgili olarak Osmanlı, ABD ve İngiliz arşivlerinde geniş çaplı araştırmalar yapılmıştır. Buna rağmen, Malta’daki tutuklular hakkında iftiraları kanıtlayacak deliller mahkemeye sunulamamıştır. Sonuç olarak Malta’daki tutuklular, kendilerine hiçbir suçlama dahi yöneltilmeden ve duruşma yapılmadan 1922’de serbest bırakılmışlardır.

Ancak Türkleri sözde soykırımla suçlama gayretleri durmamış; Malta’daki yargılama sürecinde İngiliz basınında Osmanlı hükümetini sözde soykırım ile suçlayan ve bu konuyu ispata yeltenen bazı uydurma belgeler yayınlanmıştır. Söz konusu belgelerin General Allenby komutasındaki İngiliz İşgal Kuvvetleri tarafından Suriye’deki Osmanlı Devlet Dairelerinde ortaya çıkarıldığı iddia edilmiştir. Ancak, İngiliz Dışişleri Bakanlığı tarafından sonradan yapılan soruşturmalar, İngiliz basınına verilen bu belgelerin İngiliz ordusu tarafından ele geçirilen belgeler olmayıp, Paris’teki Milliyetçi Ermeni Delegasyonu tarafından müttefik delegasyonlara gönderilen yazılar olduğu anlaşılmıştır.

Bütün bu gerçeklere rağmen, sözde soykırım iddialarını gündemde tutmak için olağanüstü gayret sarf eden Ermeni komiteleri, terör eylemlerine yönelmişlerdir. 1965’ten sonra çeşitli ülkelerdeki Ermenilerin, Türkiye aleyhine başlattıkları karalama kampanyasıyla dünya ve Türkiye kamuoyunda varlığını hissettiren sözde Ermeni sorunu, 1970’li yıllardan itibaren yurtdışındaki Türk temsilciliklerine yönelik terör eylemlerine dönüşmüştür.

Gurgen (Karakin) Yanikan adlı bir yaşlı Ermeni’nin 27 Ocak 1973’de ABD’nin Santa Barbara kentinde, Türkiye’nin Los Angeles Başkonsolosu Mehmet BAYDAR ile Konsolos Bahadır DEMİR’İ katletmesiyle başlayan “Bireysel Ermeni Terörü”, 1975 ten itibaren tıpkı 1915 öncesinde olduğu gibi “Örgütlü Ermeni Terörü”ne. Yurt dışındaki Türk görevliler, Diplomatlar, Elçilikler ve kuruluşlarına yönelik Ermeni saldırıları, kısa sürede hızlı bir tırmanma göstererek yoğunluk kazanmıştır.

Ermeni teröründe, Türkiye’deki iç huzursuzluğun zirveye çıktığı 1979 yılından itibaren büyük bir artış gözlenmeye başlanmıştır. Ermeni teröristler, 21 ülkenin 38 kentinde, 39’u silahlı, 70’i bombalı, 1’i de işgal şeklinde olmak üzere toplam 110 terör olayı gerçekleştirmişlerdir. Bu saldırılarda 42 diplomatımız ile 4 yabancı hayatını kaybederken, 15 Türk ve 66 yabancı uyruklu kişi de yaralanmıştır.

Ermeni terör örgütleri, dış dünyanın tepkisi üzerine 1980’li yıllarda taktik değiştirmişlerdir. Bu arada, PKK terör örgütü ile iş birliğine gittikleri de görülmüştür. Türk güvenlik güçlerinin PKK terörü ile mücadelede başarı sağlanmasının ardından Ermeni komiteleri, sözde iddialarını Ermenistan Devleti’nin açık desteği ve Ermeni diasporası aracılığı ile sürdürmeye devam etmektedirler. Çeşitli ülke parlamentolarından “Sözde Ermeni Soykırımı” nı kabul eden yasaların ve önerilerin çıkmasını sağlamaya çalışarak, asılsız iddialarını dünya kamuoyuna kabul ettirmeye çalışmaktadırlar.

Bu kapsamda Ermenilerin nihai amacının, sözde soykırım iddialarını tüm dünyaya “Tanıtmak”, Türkiye’yi bu temelsiz iddiaları “Tanımak” zorunda bırakarak, Türkiye’den “Tazminat” ve “Toprak” almak ve “Büyük Ermenistan” hayalini gerçekleştirmektir.

Ayrıca, Ermeni tarihi konusunda yaşanan karmaşaya da kısaca bakmak gerekmektedir, bunlar;

Ermenilerin tarihte yaşadıkları bölgeler olan şimdiki Adana ve Hatay civarı, Doğu Karadeniz, Doğu ve Güneydoğu Anadolu, Kuzey Irak, Suriye, Güney Kafkasya, Kuzey İran ve Hazar Denizi’nin batı kıyılarının kapsadığı alanın tarih boyunca birçok kavmin hakimiyet mücadelesi verdiği bir coğrafya olması,

Yine bu bölgenin büyük göçlerde bir geçiş yolu olması nedeniyle, etnik yapısının dolayısıyla tarihinin çok karışık olmasından kaynaklandığı söylenebilir.

Bütün bunların haricinde muhtelif araştırmacılar tarafından gerçekte Ermenilerin “Köklü bir tarihe sahip olmadıkları” bu karmaşanın da uydurma bir tarih oluşturma gayretlerinden kaynaklandığı dile getirilmektedir.

Ancak, bütün bunlara rağmen tarihin bilimsel çalışmalara dayandığı dönemler itibariyle Ermeni tarihi açısından bir gerçek vardır. BU gerçek; “Ermenilerin barış, huzur ve güven içinde yaşama fırsatı bulabilmelerinin ancak Selçuklular ile başlana bölgedeki Türk hakimiyetinden sonra mümkün olduğu “ gerçeğidir.

Bu konuda Ermeni tarihçi Urfalı Mateos’un Selçuklu Sultanı Melikşah hakkındaki;

“Melikşah’ın kalbi Hıristiyanlara karşı şefkat ve iyilik ile doluydu. İsa’nın evlatlarına çok iyi davrandı. Ermeni halkına refah, barış ve mutluluk getirdi.” Şeklindeki ifadeleri bu gerçekleri teyit etmektedir.


2. Ermeni Sorununun Ortaya Çıkışı

Osmanlı Devletinin gerilemeye başlaması ve hemen her konuda Avrupa’nın müdahalesine maruz kalması sonucunda, Türk – Ermeni ilişkilerinde de bir bozulma devri başlamıştır. Batılı ülkeler Osmanlı Devleti’ni bölerek bölgesel çıkarlarına ulaşabilmek için Ermenileri Türk toplumundan koparmayı hedeflemişlerdir.

Özellikle Avrupa’nın bazı büyük devletleri “Islahat” adı altında bir yandan Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışırken, bir yandan da Ermenileri Osmanlı yönetimine karşı teşkilatlandırmışlardır. Böylece ülke içinde ve dışında teşkilatlanan ve silahlanan Ermeni komiteleri ile Ermeni Kiliseleri’nin faaliyetleri sonucunda, Ermeni toplumu yavaş yavaş Türklerden uzaklaşmaya başlamışlardır.

Türklerin dostane tutumuna karşı, yabancı devletlerle ittifak etmek suretiyle
Türklerle mücadeleye başlayan Ermeniler Batının desteğini alabilmek için kendilerini “Ezilen bir toplum” olarak göstermeye ve “Anadolu üzerindeki egemenlik haklarını Türklerin gasp ettiği” iddiasını dile getirmeye başlamışlardır.

Bu çerçevede ıslahat fermanı ile Müslümanlar ve Gayr-i Müslimler eşit statüye getirilence ayrıcalıklarını kaybeden Ermeniler 1777-1778 Osmanlı – Rus savaşı sonunda, Rusya’dan “İşgal ettiği Doğu Anadolu topraklarından çekilmemesini, bölgeye özerklik verilmesini veya Ermeniler lehine ıslahat yapılmasını” talep etmişlerdir. Bu isteklerle birlikte Ermeni sorunu ilk kez ortaya çıkmaya ve uluslar arası bir şekil almaya başlamıştır.

1877 – 1878 Osmanlı – Rus Savaşı’nın ardından imzalanan Ayestefanos Anlaşması’nın Osmanlı Devleti’nce kabullenilmek zorunda kalınan 16. maddesi şöyledir:

“Ermenistan’dan Rusya askerinin istilası altında bulunup, Osmanlı Devletine verilmesi gereken yerlerin boşaltılması oralarda iki devletin dostane ilişkilerinde zararlı karışıklıklara yol açabileceğinden, Osmanlı Devleti Ermenilerin barındığı eyaletlerde mahalli menfaatlerin gerektirdiği ıslahat ve düzenlemeyi vakit kaybetmeksizin yapmayı ve Ermenilerin Kürtlere ve Çerkezlere karşı güvenliklerini sağlamayı garanti eder. “

Anlaşmanın bu hükmü, esas itibariyle bağımsızlık kazanmak isteyen Ermenileri tam anlamıyla tatmin etmemiş olsa dahi “Ermeni sorunu” nu tarihte ilk kez bir uluslar arası belgeye yansıması ve “Ermenistan” diye bir bölgenin varlığından söz edilmesi yönünden büyük önem taşımaktadır.

1878 yılında toplanan Berlin Kongresi sonucunda imzalanan Berlin Antlaşması’nın 61. maddesi de Ayestefanos Anlaşması’nın 16. maddesi yerine şu hükmü getirmiştir;

“Osmanlı Hükümeti, halkı Ermeni olan eyaletlerde mahalli ihtiyaçların gerektirdiği ıslahatı yapmayı ve Ermenilerin Çerkez ve Kürtlere karşı huzur ve güvenliklerini garanti etmeyi taahhüt eder ve bu konuda alınacak tedbirleri devletlere bildireceğinden, bu devletler söz konusu tedbirlerin uygulanmasını gözeteceklerdir”.

Böylece Ermeniler, Ruslar ve İngilizler tarafından kullanılmaya başlanmış ve İngiltere’nin elinde Rus yayılmacılığına karşı bir ileri karakol vazifesi görmüşlerdir. İngiltere ve Rusya tarafından tarih sahnesine sunulan Ermeni sorunu, aslında Osmanlı Devleti’ni yıkma ve paylaşma politikasının bir uzantısıdır. Sözde Ermeni soy kırımı iddiaları ve yalanları da işte bu politikanın ürünüdür.




3. 24 Nisan 1915

Rus ve İngiliz kışkırtmaları sonucunda, meydana gelen ve isyan ve katliamlar karşısında Osmanlı Hükümeti, herhangi bir önleme başvurmadan önce Ermeni Patriği, Ermeni milletvekilleri ve Ermeni cemaatinin ileri gelenlerine “Ermenilerin Müslümanları arkadan vurmaya ve katletmeye devam etmeleri halinde gerekli önlemleri alacağını” bildirmekle yetinmiştir. Ancak, olaylar durmak yerine giderek yoğunlaşınca, ordunun birçok cephede savaş halinde bulunması nedeni ile cephe gerisinin emniyete alınması ihtiyacı doğmuştur.

Bu maksatla, 24 Nisan 1915 tarihinde Ermeni Komiteleri kapatılarak, yöneticilerinden 2345 kişi devlet aleyhine faaliyette bulunmak suçundan tutuklanmıştır. Osmanlı Hükümeti’nin bu kararı üzerine harekete geçen Eçmiyazin Katalikosu Kevork, ABD Cumhurbaşkanı’na şu telgrafı göndermiştir:

Sayın başkan, Türk Ermenistan’ından aldığımız son haberlere göre, orada katliam başlamış ve organize bir şekilde Ermeni halkının mevcudiyetini tehlikeye sokmuştur. Bu nazik anda ekselanslarının ve büyük Amerikan milletinin asil hislerine hitap ediyor, insaniyet ve Hıristiyanlık inancı adına, büyük Cumhuriyetinizin diplomatik temsilcilikleri vasıtasıyla derhal müdahale ederek, Türk fanatizminin şiddetine terk edilmiş Türkiye’deki halkımın korunmasını rica ediyorum.

Başpiskopos Kevork’un telgrafını Rusya’nın Washington Büyükelçisinin ABD’deki temasları izlemiştir. Bütün olup biten, yasa dışı Ermeni komitelerinin kapatılması ve ele başlarının tutuklanması olmasına rağmen, olayı bir “katliam” gibi göstermeye çalışan Ermeniler, başta ABD ve Rusya olmak üzere, çeşitli sömürgeci devletleri kendi saflarına çekmeye çalışmışlardır.

Diaspora Ermenilerinin her yıl sözde “Ermeni soykırımının yıldönümü” diye andıkları 24 Nisan, devlet aleyhine faaliyette bulunan ve masum insanları katleden 2345 komitecinin tutuklandığı tarihtir. Görüldüğü gibi bu tarih, sözde soykırım şöyle dursun, sözde soykırım iddialarına temel oluşturduğu iddia edilen “Yer değiştirme” uygulamasıyla bile ilgili değildir.


4. Yer Değiştirme (Tehcir)

Konuşma veya yazışma dilinde kullanılan bazı kelimeler, o dil içinde taşıdığı veya taşıması gerekenin dışında anlam yüklendiği sıkça görülen bir durumdur. Bu bağlamda “Tehcir” kelimesinin yüklendiği anlama bakmakta anlam vardır.

Arapça asıllı olan kelime, “Hecera” filinden türeyen rübai (4 harfli) bir mastar – isimdir. Bir yerden başka bir yere göç ettirmek, hicret ettirmek (immigration, emiration) manasını taşımaktadır. Fiilde bir sürgün, bir “Deportation” manası yoktur. Zira bu anlamı Arapça’da “Nefy, ib’ad itikal, ısikar” gibi mastarlarla ifade edilmiştir. Zaten techir diye tanının kanunun adı da aslında “Sevk ve iskan” kanunudur. Olayın anlatımından sık sık “Tenkil” (nakletme) tabiri de kullanılmış ve hiçbir zaman batı dillerinde sürgün anlamındaki “Deportation”, “exile”, “proscriptiou” gibi terimlerin karşılığı olan tabirler kullanılmamıştır.

Ermenilerin binlerce Türk’ün canına mal olana isyan ve katliamları bir türlü durmak bilmeyince hükümet, ülkenin çeşitli bölgelerinde yaşayan Ermenileri, savaş bölgelerinden uzak yeni yerleşim merkezlerine götürmek zorunda kalmıştır. Kafkas, İran ve Sina cephelerinin güvenlik hattını oluşturan bölgelerdeki Ermenilerin yerlerinin değiştirilmesi onları imha etmek değil, devlet güvenliğini sağlamak, onları korumak amacını gütmüştür ve dünyanın en başarılı yer değiştirme uygulaması olmuştur.

Ayrıca, yer değiştirme kararı bütün Ermenilere uygulanmamıştır. Ermenilerden devlete sadık kalanları göçe tabi tutulmamışlardır. Öte yandan, hasta, özürlü, sakat ve yaşlılar ile yetim çocuklar ve dul kadınlar da sevke tabi tutulmamış, yetimhaneler ve köylerde koruma altına alınarak ihtiyaçları devletçe, Göçmen Ödeneği’nden karşılanmıştır. BU tablo, Osmanlı’nın yer değiştirme konusundaki iyi niyetini göstermesi açısından önemlidir.

27 Mayıs 1915 tarihli yer değiştirme kanunun ve bununa dayalı olarak çıkarılan emirler çerçevesinde; Erzurum, Van ve Bitlis vilayetlerinden çıkarılan Ermeniler, Musul’un güney kısmı, Zor ve Urfa Sancağına; Adana, Halep, Maraş civarından çıkarılan Ermeniler ise Suriye’nin Doğu kısmıyla Halep’in Doğu ve Güneydoğusuna nakledilmişlerdir.

Bu arada, Ermenilerin sıkça dile getirdiği gibi yer değiştirme sırasında 1.5 milyon Ermeni ölmemiştir. Gerek Osmanlı ve Ermeni, gerekse yabancılara ait istatistikler, I. Dünya Savaşında Osmanlı topraklarında yaşayan Ermenilerin nüfusunun en fazla 1.250.000 civarında olduğunu göstermektedir. Ne kadar Ermeni’nin yer değiştirme uygulaması çerçevesinde bulundukları yerden çıkarıldığı ve ne kadarının sağ salim yeni yerleşim bölgelerine ulaştığı da belgeleri ile ortadadır. Osmanlı Devleti’nin son nüfus istatistiği 1914 yılında yapılmıştır. Buna göre Ermeni nüfusu 1.221.850 dir.

Ermenilerin yer değiştirme uygulaması büyük bir disiplin içinde yapılmıştır. 9 Haziran 1915 ten 8 Şubat 1916 tarihleri arasında Adana, Ankara, Dörtyol, Eskişehir, Halep, İzmit, Karahisarı sahib, Kayseri, Memuretülaziz , Sivas, Trabzon, Yozgat, Kütahya ve Birecik’ten toplam 391.040 kişi yerleştirilecekleri yeni bölgelerine sevk edilmiş, bunlardan 356.084’ü yerleşim bölgelerine ulaşmıştır. Ulaşım yolları üzerinde eşkiyaların saldırıları sonucu Ermeni kayıpları olmuştur.Fakat bunun kesin rakamları Osmanlı arşivlerinde de yer almaktadır.

Ayrıca, Anadolu ve Rumeli’nin çeşitli bölgelerinden yer değiştirmeye tabi tutulan Ermenilerin sayıları ile, yine yerleşim merkezlerine ulaşanların sayılarının birbirini tutması, yer değiştirme sırasında herhangi bir katliam olayının olmadığını da ispat etmektedir.

Öte yandan, Osmanlı Devleti yer değiştirme uygulamasına tabi tuttuğu Ermenilerin nakli sırasında, ağır savaş şartlarına rağmen olağanüstü gayret göstermiş, bu gayret, yabancı Diplomatlarca da tespit edilmiştir. Hükümet, göçmenlerin iaşesi ve korunmasına yönelik büyük harcamalara yapmıştır. Uygulamaya ait belgelerde hangi il ve ilçelerde hastane kurulduğu, Ermeni çocuklarından yetim kalanlar için hangi binanın ayrıldığına kadar detaylı bilgiler verilmektedir. Yer değiştirmeye tabi göçmenlerin; sevk, yerleştirme ve geçimlerinin sağlanması için 1915 yılında 25 milyon, 1916 yılı sonuna kadar ise 230 milyon kuruş harcandığı belgelerden anlaşılmaktadır.

Ermenilerin yer değiştirilmeleri, onları imha etmek değil, devlet güvenliğini sağlamak, onları korumak amacını gütmüştür ve dünyanın en başarılı yer değiştirme uygulamasıdır. Şayet, Osmanlı Devleti Ermeni tebaasından kurtulmak isteseydi; bunu asimilasyon yoluyla veya savaşı gerekçe göstererek rahatlıkla halledebilirdi. Osmanlı, yer değiştirme uygulaması ile savaş şartlarında her an ölümle burun buruna gelebilecek olan yüz binlerce Ermeni’nin hayatını kurtarmıştır. Nitekim, yeni bölgelere yerleştirilen Ermeniler sağ salim hayatlarını sürdürürken, Rus ordusu saflarında Türklere karşı savaşan Ermeniler, savaş şartları gereği ölmüşlerdir.

Ayrıca bu kanunun en insani biçimde uygulanması ve Ermenilerin zarar görmemeleri için merkezden taşraya birçok talimat verilmiştir. Bu talimatlar içerisinde yer alan bazı maddeler şunlardır:

1- Tehcire tabi tutulan Ermenilerin, mallarını beraberinde götürmelerine izin verilecektir.

2- Götürülemeyen bozulmayacak mal ve eşyaları mal sahibi adına muhafaza edilecektir.

3- Sadece hakiki değeri üzerinden yapılacak olan satışlara izin verilecektir.

4- Aile reisleri asker olan veya bakacak kimsesi olmayan kadın ve yetimler tehcir edilmeyecek, istasyon civarındaki şehir, kasaba ve köylere yerleştirilecektir.

5- Tehcir edilenlerin iaşelerinin temin edilme imkanı sağlanacak, fakirlerin iaşe ücretleri tehcir heyeti tarafından karşılanacaktır.

6- Tehcir edilenlerin sağlık durumları kontrol altında tutulacaktır.

7- Muhacirlere saldırıda bulunanlar Divan-ı Harp Mahkemesine sevk edileceklerdir.

8- Hasta, düşkün ve çocuklar trenle seyahatte öncelikli olacaklardır. Diğerleri araba, katır veya yaya olarak sevk edileceklerdir.

9- Muhacirlerden rüşvet alan ve kadınlara saldıran görevliler cezalandırılacaklardır.

Şeklindedir. Bu talimatlara ilişkin belgelerin orijinalleri İngiltere Devlet Arşivinin Dışişleri
Bakanlığı belgeleri arasında da bulunmaktadır.
 
Üst