Din adami'nin bellettigi sekliyle Islam seriati "korku ile verilen bir din'dir"; su bakimdan ki müslüman kisi için en büyük fazilet Tanri'nin korkutuculuguna ve keyfiligine inanmak ve özellikle "Tanri korkusu" içerisinde yasamaktir. Çünkü seriat verilerine göre Tanri, her ne kadar "rahim" (aciyan), "halim" (yumusak), "gafur" (afveden, bagislayan) "rauf" (esirgeyen) vs... olmakla beraber, esas itibariyle "Korkutucudur" ve kendi peygamberini de "korkutucu" olmak üzere göndermistir. Bunun böyle oldugunu anlatmak üzere din adami'nin elinde, pek çesitli hükümler vardir ki bazilari söyledir: "Ey akil sahipleri benden korkun" (K. 2 Bakara 197) ; "Ey Muhammed! Biz seni korkutucu olarak gönderdik" (2 Bakara 119); "Ey Muhammed! Kalk'da korkut" (74 al-Müddessir 1-2); "Ey Muhammed! De ki (...) -'Ben apaçik bir korkutucudan baska bir sey degilim" (46 Ahkaf 9); "Biz seni korkutucu olarak göndermisizdir" (48 al-Feth 8-9).
Her ne kadar "korkutucu" sözcügünün "uyarici" olarak da kullanildigi görülmekle beraber bu tür sözcüklerin Tanri'yi "korkutucu" nitelikte olmaktan çikaran bir yönü olmadigi muhakkaktir 522. Çünkü daha önce gördügümüz ve biraz ilerde yine görecegimiz gibi Seriat dini'nin Tanri'si, siddet ve dehset saçarak insanlari müslüman yapmak ister; Islam'dan çikanlari ya da Tanri'ya ya da Muhammed'e karsi koyanlari ölüme mahkum eder. Bundan dolayidir ki Islam tarihi, seriat dinini yaymak amaciyle girisilmis savaslar tarihidir. Arap'larin daha Muhammed zamaninda kiliç yolu ile Islam'a zorlanmalari ya da Orta Asya Türklerinin Arap ordulari tarafindan kiliçtan geçirilerek müslüman yapilmasi, "korkutucu" Tanri anlayisi'nin uygulanmasinda ilk ve en belirli örneklerdendir 523.
"Korkutucu Tanri" fikrine alistirilmis ve bu inançla yogurulmus insanlar için Tanri'yi sevmek fazilet degil adeta suçtur. Islam'in daha birinci yüzyilindan itibaren Tanri'yi sevmenin, O'na yakinlik göstermenin zindiklik olarak kabul edildigi görülür. Örnegin Hanbali mezhebi mensuplari Tanri'yi sevmenin, bir bakima Tanri'ya hakaret etmek oldugunu söyleyerek al-Muhasibi gibi bir düsünür'e ve onun zamanindaki mutasavviflara dinsizlik suçlamasi yagdirmislardir. Bilindigi gibi al-Muhasibi, Tanri ile Kisi arasinda "sevgi" iliskisi kurar. Gerçek bir dindarin, korku nedeniyle degil fakat kendi rizasiyle Tanri'nin iradesini kabul ettigini, Tanri'nin ise onun bu sükranini tesekkürle karsiladigini, ve iste bu karsilikli tesekkür ile olusan is-birliginin kisi'yi, benlige (nefs'e) karsi savasim gücüne kavusturdugunu söyler. Ancak ne var ki bu güzel düsunceleri yüzünden din adamlarinin ve halk yiginlarinin düsmanligini kazanmistir; saldirilardan korunmak için gizlenmek zorunda kalmistir. Hiç kimse onunla iliski kurmak istememis ve aydin sanilan kimseler dahi ondan söz etme cesaretini gösterememislerdir, Öldügü zaman cenazesini sadece dört kisinin takib ettigi söylenir 524.
Tanri'yi sevmek yerine Tanri'dan korkmak gerektigini savunanlar, Cennet'lerdeki güzel, iri siyah gözlü hurilere kavusmanin ancak Tanri'dan korkmakla mümkün oldugunu anlatirlardi 525. Kisi davranislarinda Tanri korkusu'nu "ayarlama" ögesi yapan zihniyete yeni bir itis verenlerin basinda Imam Gazzali'yi buluruz. "Hüccet-ül Islam" diye yüceltilen bu din adami, sadece dogmaciligi Islam'in temeli yapmakla yetinmemis, fakat seriat'in dehset saçan hükümleriyle kisileri egitmenin en uygun bir sey oldugunu savunmus ve hiç kuskusuz bu yoldan insan varligini insanlik duygusundan yoksun duruma sokmustur. Onun getirdigi egitim sisteminde kisi'yi korku ve dehset içerisinde tutacak her usule (özellikle Cehennem ateslerinde yakilma, kizgin yaglarda kavrulma vs), yer vermek gerekir. Ona göre insan beynine korku ögesini sokmadan insan denilen yaratigi dogru yola sokmak mümkün degildir. Nasil ki hayvani sopa ve kirbaçla yola getirmek, ise sürmek mümkün ise, kisi'nin manevi ve ruhsal "yetersizligini" gidermek için de ayni seyleri yapmak gerekir.
Bütün bu görüslerini Gazzali, Kur'an ve Hadis hükümlerine dayali olarak ve ayrica da Muhammed'in davranislarini ve onun "Faziletin basi Tanri korkusudur" seklindeki sözlerini kanit sayarak öne sürebilmistir. Ihya'ulum al-din adli kitabindan tutunuz da Kimya-i Sa'adat ya da Nasiha al-mulük adli (ve daha nice) yapitlarina varincaya kadar her vesile ile tekrarladigi sey "korku" esasina dayatilmistir 526.
Söylemeye gerek yoktur ki kendilerini Tanri'nin yeryüzündeki vekili olarak gören iktidarlar (Halife'ler, Hükümdar'lar vs) için halk yiginlarini korku içerisinde tutmak ve bunu "uhrevi" ve "dünyevi" görev saymak kadar yararli bir sey olamazdi. Ancak ne varki bu tür bir uygulamanin toplum yasamlari üzerinde pek olumsuz sonuçlari olmustur; su bakimdan ki seriat ülkeleri insanlari, korkutucu Tanri fikrini dogal saydikca, O'nun yeryüzündeki vekilinin de ayni nitelikte bulunmasini gerekli bulmuslar, ve iktidarlara (Halife'ye, ya da yöneticilere) kul köle olmayi dogal saymislardir.
Animsatalim ki iktidar sahiplerinin korku yaratmak amaciyle gaddar ve hunhar davranislarina alkis tutma gelenegi daha Muhammed zamaninda kendisini gösterir. Sair Hassan b. Sabit örnegi bunun ilk kanitlarindandir. Arap kaynaklarinin bildirdigine göre Muhammed, genellikle sairleri sevmedigi ve sair'leri daima asagilatici bir dil kullandigi halde, bu saire karsi özel bir ilgi gösterirdi. Çünkü Hasan b. Sabit, bir yandan "gerdanlik" olayi vesilesiyle Ayse hakkinda çikarilmis olan dedikodulari önlemek ve Ayse'yi temize çikarmak için siir'ler yazarken, diger yandan da Muhammed'in siddet siyasetini (ve özellikle kendisini tenkid edenleri öldürtme usullerini) alkislardi. Hasan b. Sabit'in bu tutumu, daha sonraki yüzyillar boyunca sair'lere, yazarlara ve özellikle din adamlarina örnek olacak ve her dönem itibariyle Halife'lerin ve Hükümdar'larin sert ve hasin yönetimlerini yüceltme aliskanligini saglayacaktir. Din adamlari iktidar sahiplerine daima korkutucu Tanri örnegini vermek suretiyle bu tür davranislari saglama yolunu tutmuslardir. Onlarin bu tesvikleri yüzündendir ki Nizam-ül Mülk gibi akli basinda sayilan yöneticiler bile: "Eger (halk'a karsi) siddet gösterilmez ise... fesad ve ihtilal zuhur eder" diyerek is görürlerdi.
Osmanli tarihi boyunca Padisah'larin ve Pasa'larin halki korku içerisinde tutmak için isledikleri sayisiz cinayetler genellikle din adamlarinin fetvalarina dayalidir. Çünkü bu cinayetleri isleyenler kadar isletenler de korkutucu ve dehset saçici bir Tanri anlayisiyle yetistirilmislerdir. Dördüncü Murad'a danismanlik yapan Hoca Bey söyle derdi: "Sultanim (halk ile) basa çikmanin yollari akil ve mantik ile davranmak degil fakat siddet kullanmak (korku yaratmak)tir".
Su bir gerçektir ki "Korkutucu Tanri" anlayisiyle yetismislik, kisi'yi insancil duygulara sahib olmaktan uzak kilar. Korku ile verilen din, insanliga asik kisilerin yetismesini engelleyip medeni cesaretten yoksun, korkak, asil fikirlere yabanci ve zavalli tipte insanlar yigini yaratir. Tanri korkusuna kapilmis olarak kendisini kul seklinde görmekten ileri gidemeyen kisi, insan sahsiyetinin haysiyeti duygusundan yoksundur; kendi kendisini degersiz ve küçük gördügü ölçüde baskalari tarafindan da öyle görülmege alismistir. Oysa ki Tanri'yi korkutucu degil fakat "sevgi" kaynagi olarak gören ve kendisini Tanri'nin "kulu" degil fakat bir "parçasi" ya da "çocugu" olarak bilen, bu inanç içerisinde yetistirilen kisi insanlik haysiyetine ve hak ve özgürlüklere sahip olma bilincinde olur. Bundan dolayidir ki Bati'li aydinlar, Orta Çag karanliklari içerisinde dahi bu duyguyu gelistirtmekten geri kalmamislardir. Nice sayisiz örneklerden biri olarak Leonard da Vinci (1452-1519)'yi animsayalim. Bu büyük insan, kendisini insanlik haysiyetine ve yaratici güce sahip görürken bunun nedeni'ni Tanri sevgisi ile donatilmis olmakta bulur, bu nedenle doga kanunlarini arastirmayi görev bilirdi 527.
Unutmayalim ki Bati'li zihniyet, Tanri anlayisini "korkutucu" olmaktan çikarip "rasyonel" nitelige sokabilmis ve bu sayede doga kanunlarini arastirmak, tartismak ve din kitaplarinin gerçek diye ortaya koymak istedigi seylerin aslinda "gerçek" olmadigini kanitlamak yolunu açabilmistir (örnegin dünya'nin düz olmayip yuvarlak oldugunu, kainatin merkezi degil günesin etrafinda döner bulundugunu vs ... ortaya vurabilmistir). Ne ilginçtir ki Bati'da din etkisinin kismen de olsa zayiflamasi ve Papaligin i'tibar yitirmesi gibi gelismeler, hep Tanri anlayisindaki degisikliklere ve Tanri''nin "rasyonelligi" fikrinin yerlesmesi tarihlerine rastlar 528. Bati'nin kültür ve uygarlik tarihinin dönemeç noktasi sayilan "Renaissance" hareketleri, Tanri korkusu yerine Tanri sevgisi fikrini islerken insan'daki "yaratici" gücü islerlige koymustur 529. Su görüsten hareket etmistir ki kisi'deki her türlü yaraticiligi yok eden, insan sevgisini söndüren, barisci duygulari ve insanliga hizmet isteklerini kurutan sey Tanri korkusudur; Tanri'yi gaddar, kindar, keyfi vs... gibi olumsuz nitelikler içerisinde görme aliskanligidir; ve Tanri "korkutucu" degil fakat "sevgi kaynagi" olarak kabul edildigi taktirdedir ki kisi uygarlasir, insanligin gelismesine yararli olur 530; ve eger kisi distan gelme Tanri korkusu ile yasayacak olursa içten (vicdan'dan) gelme sesi duymaz olur; sadece dis zorlamalara boyun egen bir zavalli "yaratik" olur. Nitekim Tanri'yi "sevgi" denizi olarak kabul eden Aristo "Vicdan sesini dinlemek insanlikta kemale ermektir (yücelmek, olgunlasmak demektir)" derken bunu anlatmak istemistir. Ahlak anlayisi alanlarinda da durum böyledir. Tanri korkusu içerisinde yetistirilen toplumlarin ahlak anlayisi genellikle düsüktür. "Tanri sevgisi" fikrine yer veren "Renaissance" döneminin ahlak anlayisi, insan varligini her seyin deger ölçüsü kertesine yükseltmistir 531. Buna karsilik "Korkutucu Tanri" fikrinden arinamayan toplumlar ne yaratici zeka'ya ve ne de olumlu bir ahlak anlayisina ulasabilmislerdir.
I) Özgür ve haysiyetli insan olmanin tek yolu "Korku"
ile savasimdir; Tanri'yi "Korkutucu" degil "Sevgi Kaynagi" olarak tanimlamaktir.
Yetisme tarzimiz fikir savasimi ugruna medeni cesaret riskini göze almamiza
ve özgür yasam ortamina ulasmamiza yeterli degildir. Çünkü dokusu
bulundugumuz ortam bizleri "korku" mayasi ile yogurmustur. Niteligi hangi sekle
sokulursa sokulsun bu ayni korku, daha besikten itibaren bizim iliklerimize
kadar islemistir; bize "beseri harç" isini görür. Bizler için "korku" asildir;
yasamlarimiz "korku" ve "korkutucu" kavramlariyle donanmistir. Daha gözlerimizi
açipta söylenenleri yarim yamalak anlar olmaga basladigimiz an'dan itibaren
bizleri dehset saçan tümce'cikler besler: "Öcü gelecek seni yiyecek" ,
"Uslu dur yoksa gözlerini oyarim", "Kulaklarini keserim", "Allah kahretsin
seni", "Allah belani versin", "Allah canini alsin senin" vs... Bunlar bizim daha
çocuklukta tanik oldugumuz azarlama örneklerinden bir kaçidir. Bize yapilanlari,
biz de çocuklarimiza aynen tekrarlariz. Helle "Allah" sözcügünü katarak
savurdugumuz tehditler son derece etkilidir. Korku duygusuna ve aliskanligina
biz iste bu gibi sözcüklerle yöneliriz. Bütün bir ömur boyunca bizi pesimizden
izleyecek olan korku müsibetini adeta gözle görür, elle tutar durumlara düseriz;
"korku" bizim için, et ve kemik gibi, varligimizin bir parçasi olur. Bir
zamanlar Hobbes'un anarsik bir ortamda söyledigi gibi "Korku ve biz, ikiz
kardeslerizdir". Baba'mizdan korkariz, aga'mizdan korkariz, okul'dan korkariz,
ögretmen'den korkariz, patron'dan korkariz, polis'ten, jandarma'dan,
hükumet'ten, devlet'ten ve nihayet Tanri'dan, evet çevrili bulundugumuz ve
iliski kurdugumuz ne varsa her seyden korkariz. Hele Tanri korkusu her seyin
basinda gelir ve diger korkularimizin temelini pekistirir. Yüzyillar boyunca din
adami'nin elinde birakilmis olarak bu korku ile hasir nesir olmusuzdur. Din
adaminin elinde ifadesini bulan seriat dini bizi "Korkutucu Tanri" anlayisiyle
yogurmustur. Bundan dolayidir ki bütün bu korktuklarimizin "korkulmak" degil
fakat sevgi yolu ile baglanilmak gereken seyler ve degerler oldugunu bilememis
ve düsünememisizdir. Korku bizi manen güçsüz kilmis, asagilik duygulari ile
yogurmustur. Korktugumuz için küçüldügümüzü, ilkellestigimizi,
dalkavuklastigimizi, medeni cesaretten yoksunlastigimizi anlayamamisizdir.
Korku'nun geçmis yüzyillar boyunca içimizde yarattigi bilinçsiz "itaat"
aliskanligi bizi, dis görünüsümüz bakimindan "azametli" ve fakat iç alemimizde
heyhat ezik, baskalariyle olan iliskilerimizde "mutabasbis" ve her seye boyun
egmege hazir kilmistir. Bundan dolayidir ki kendimize özgü fikirleri ve
görüsleri açiklayamayacak kadar cesaretsiz ve haksizliklara ses çikarmak söyle
dursun fakat güçlü olan "haksizin" yaninda ve safinda yer alacak kadar da korkak
olmusuzdur. Korku bizleri, kendi benligine güven beslemeyen, kendi kisiligine
saygi duymayan birer yaratik haline sokmustur. Alisik bulundugumuz itaatkarlik
içerisinde, kendimizden güçlü ve üstün sandigimiz her seyi adeta
Tanrilastirmisizdir. Amir, müdür, Bakan ya da devlet baskani ve nihayet
Devlet'in kendisi "Tanri" kertesindedir bizler için. Devlet ve Hükümet islemleri
ve resmi görevlilerin emirleri, akla ve mantiga ne kadar ters olursa
olsun,yüzyillar boyunca Tanri emirleri gibi görünmüstür bizlere. Bu korku
nedeniyledir ki özgür düsünce insanlari olamamisizdir. Tanri'dan geldigi
söylenen emirleri ve hükümleri mutlak gerçek bilip bunlar disina çikamamak
yüzündendir ki özgürlükçü, esitlikçi, demokratik ve laik yasamlara
ulasamamisizdir. "Kutsal" diye bildigimiz Kitap'ta kölelik, kadin-erkek
esitsizligi, kadina dayak, din adina cihad vs... gibi seyler Tanri emri olarak
gösterildigi içindir ki bin yil boyunca bu olumsuz kuruluslardan
kurtulamamisizdir. Tanri korkusu yüzünden akla ve mantiga ve vicdan sesine
aykiri düsen bu tür kuruluslara karsi ses çikarmamisizdir.
Bati'nin Orta Çag'larinda da durum bu idi. Fakat Bati dünyasi,
farkli bir Tanri anlayisi sayesinde (ki laik'lik, yani din ve devlet ayriligi
ilkesine bu sayede yönelebilmistir) kendisini toplayabilmis, insan kaderini din
adami'nin pençesinden kurtarip akilci yola girebilmis, gelisebilmistir. Bilim ve
ahlak alanlarinda ancak bu sayede asama yapabilmistir 532. Korkutucu Tanri
fikrine karsi tepki göstermeyen seriat toplumlarinda ise fikir ugruna savasim
cesaretini gösteren çikmamistir; özgürlük duygusu adina canini feda eden
olmamistir. Eski bir Hint düsünürü Vivekananda söyle der: "Eger gerçekten özgür
olmak isteyorsak (korku'ya) karsi zaferler kazanmamiz gerekir. Korkak insanlar
hiç bir basari saglayamazlar. Eger dileyorsak ki korku (ve cehalet) bizden
uzaklassin, bu taktirde korku'ya (cehalet'e) karsi savasmamiz kosuldur.
Kötülükten, korku'dan, yoksulluktan yildiginiz sürece bunlar sizin pesinizi
birakmaz; fakat bunlara karsi savasa geçtiginiz an bu (müsibetlerin) sizden
kaçar oldugunu göreceksinizdir. (Insanlar genellikle) kolay ve zevk verici
herseye müpteladirlar (taparlar); pek az insan vardir ki güç (zahmetli ve
iztirab verici) seylerle ugrassin. Bunu yapabilenlerdir ki özgürlük fikrine
sahip olabilirler..." 533.
Bati'da "korku" fikrine karsi savasim, kisi'yi Tanri korkusu
"komplekslerinden" kurtarip Tanri sevgisi fikrine yöneltmekle mümkün olmustur.
Bunda Epicurus, Aristo vs... gibi nice eski Yunan düsünürlerinin etkisi büyük
olmustur. Epicurus Tanri korkusunun insanlarin bilgisizliklerinden, Doga
hakkindaki habersizliklerinden dogma bir sey oldugunu söylerdi. Doga'nin sirrina
erisemeyen ve bunlarin nedenlerini kesfedemeyen insanin, zelzele, firtina, afet,
gök gürlemesi vs... gibi Doga olaylari karsisinda korkup bunlari Tanri'nin (ya
da Tanrica'larin) gazaba gelmesi seklinde tanimladigini ve dolayisiyle Tanri'yi
korkutucu olarak tasavvur ettigini belirtirdi. Göksel olaylar gibi yeryüzü
olaylarinin (örnegin ölüm, hastalik vs....) dahi kisi'yi umutsuzluklara ve insan
varliginin güçsüzlügüne (aczine) inanis yönünde sürükledigini eklerdi. Bütün bu
doga olaylarinin kisi'de korku duygusunu olusturdugunu ve böyle bir ortamin din
kurulusuna güç verdigini söylerdi.
Fakat sunu da eklerdi ki Doga olaylarini akil ve müspet bilim yolu ile
kesfettikçe "korkutucu Tanri" fikri yok olmaga mahkumdur. Kisi Doga olaylarini
olusturan Doga Kanunlarini arastirdikça, bunlarin sirrini bulur oldukça
"Korkutucu Tanri" fikrini yavas yavas terkeder ve bunun yerine Tanri'yi "Sevgi
kaynagi" olarak benimser.
Yine Epicurus'e göre kisi'yi "Korkutucu Tanri" fikrinden kurtarmak demek, onu
fikir ve düsünce özgürlügüne kavustturmak, fikirsel ve ruhsal huzura ulastirmak
demektir; bundan dolayidir ki din'lerin Tanri'yi korkutucu gibi gösteren
niteliklerine karsi savasmak gerekir. Epicurus'ün amaci Tanri fikrini yok etmek
degil fakat "Korkutucu Tanri" fikri yerine "Iyilik Tanrisi", "Sevgi Tanrisi"
anlayisini yerlestirmekti. Korku aliskanligini giderebilmek için Tanri fikrini
ve anlayisini olumlu bir yörüngeye oturtmak, ve daha dogrusu Tanri'yi
"Korkutucu" ya da "Gaddar", "Kindar" vs... gibi niteliklerden arimak gerekirdi.
Kisi'yi, gerçek anlamda "iyi" ve "insanliga yararli" kerteye getirebillmek için
Tanri'yi "iyilik ve sevgi" kaynagi seklinde tanimlamaktan baska yol yoktu 534.
Tanri anlayisindaki gelismeler konusunda Epicurus'un görüsleri, tipki
Aristo'nun görüsleri gibi, daha sonraki yüzyillar boyunca düsünürleri oldugu
kadar Bati'li din adamlarini da fazlasiyle etkilemistir.
Konuyu Aydin ve "Aydin" adli kitabimda inceledigim için burada fazla
durmayacagim. Fakat sadece sunu hatirlatmakla yetineyim ki Islam tarihinin hiç
bir döneminde insan varliginin kutsalligi ve haysiyeti adina korkutucu Tanri
fikrine karsi savasim verilmemistir. Her ne kadar mutasavviflar arasinda "En'al
Hak" diyerek kendilerini Tanri ile ayniyet içerisinde bulanlar (örnegin
al-Hallac gibiler) ya da Tanri sevgisine adayanlar ve Islam'in korkutucu Tanri
anlayisina karsi çikanlar görülmekle beraber (örnegin Rabia, ya da al-Ma'arri
gibi) bunlardan hiç biri bu isi, kisi'deki Tanri korkusu düsüncesini yok edip
onu fikir bagimsizligina ve düsünce özgürlügüne kavusturmak, ve böylece tüm
insanliga yönelik sevgiye dogrultmak amaciyle yapmis degildir. Mutasavviflarin
"Tanri/Kisi" ayniyetine yönelik hevesleri, kendilerini Tanrisal bir düzeyde
görme bencilligine inhisar etmistir. Oysa ki Bati'da ve diger dinlerde
kendilerini Tanri sevgisi'ne salanlar ya da Tanri/Kisi ayniyeti özleminde
bulanlar (ki bunlar arasinda bazi din adamlari da yer almistir) tüm insanlari
ayni sevgi potasinda eritmek ve böylece insanlar arasi kardesligi yaratmak
amaciyle is görmüslerdir. Belletmek istedikleri o olmustur ki Devlet'in ilk
görevi yurttaslarini güvenlik içinde tutup her türlü korku 'dan uzak kilmaktir;
ancak bu sayede kisinin hayvanliktan siyrilip insanlasabilecegini
düsünmüslerdir. Ethics adli kitabinda Spinoza söyle der: "Devlet'in amaci, akil
ile ibram olunmus insanlarini, vahsi birer hayvan seklinde kullanmak ya da robot
haline sokmak degildir. Devlet'in amaci kisileri ... özgür sekilde (düsünmek ve
yasamak) olasiligina kavusturmak... böylece onlarin kin, nefret duygulari
içerisinde enerjilerini harcamalarini önleyip, birbirlerine karsi dürüst
davranmalarini saglamaktir" 535.
Batili aydin'in Tanri'yi "Korkutucu" olma niteliginden arindirip "sevgi"
kaynagi haline getirmesi sonucundadir ki Batili insan fikren ve ruhen gelisme
olanagini edinebilmistir 536.
II) Din Adamindan Kurtuldugumuz An Içimizdeki Korkuyu Yenecek,
böylece Hosgörü'ye Yönelecek ve Tüm Insanligi Sevgi Denizi Olarak Görebilecegiz.
Korku denilen sey, bütün kötülükleri ve insani küçülten yönleri yaninda, bir
de hosgörüsüzlük yaratmasi bakimindan sakincalidir. Bir yazar: "Kisiler
korktuklari seylerden nefret ederler. Nefret ise korkunun olusturdugu ortami çok
daha (vahsi) ve umutsuz niteliklerde kilar" der ki çok haklidir 537. Bütün sorun
bu gerçegi görebilmektedir. Kisi korku'dan uzak kalabildigi an dürüst, dikhakçi
ve hosgörülü olur. Kisi'nin sapli bulundugu korku ne kadar yogun ise ondaki
hosgörü yoklugu da kadar siddetli demektir. Hosgörü yoksunlugu ise kisi'yi
insanlardan uzaklastirdigi kadar Sevgi Tanrisi fikrinden de sogutur. Tanri'dan
korkan insanlarin Tanri'ya saygili olmalari ve O'nu gerçekten kutsal saymalari
olanagi yoktur.
Kisideki korku duygusu'nun ve hosgörü yoksunlugunun akilci gelisme sonucu
olarak mutlaka yok olacagina inanmis düsünürler çoktur: Bir yazar söyle diyor: "
"Bir gün gelecek hosgörü denilen sey insan varliginin asli nitelikteki unsuru
olacak, 'hosgörüsüzlük' ise sadece bir masal (...); tipki bir zamanlar suçsuz
kölelerin öldürülmelerinin, tipki dul kadinlarin yakilmalarinin, tipki
basmakalip kitaplara (din kitaplarina) körü körüne inanmisligin bugün artik
masal sayildigi gibi. O günün gelmesi belki bin yil alacak, belki yüzbin, fakat
o gün mutlaka gelecektir. Bu da insanlik tarihinin daha henüz kaydetmedigi bir
olay'in, yani kisi'nin kendi içindeki korku'yu yenmesi olayinin sonucu
olacaktir" 538.
Fakat hemen eklemek yerinde olacaktir ki korku'yu yenebilmek için her seyden
önce kisi'yi din adaminin pençesinden kurtarmak gerekir.
III) Din adami "korku" unsuru yaninda
"Ödül"("mükafat") usulleriyle insanlarimizi olumlu gelisme
olasiligindan yoksun tutar.
Din adaminin egitimine terkedilmis insanlarimiz sadece korkutucu Tanri
anlayisiyle yogurularak degil fakat ayni zamanda her seyi, her isi " mükafat"
(ödül) karsiliginda yapma aliskanligina sokularak da ruhen ve fikren gelisme
olasiligindan yoksun tutulurlar. Korkutma usulleri ne kadar kötü ise
mükafatlandirma usulleri de, insan karakterini yikma bakimindan, o kadar
sakincalidir. "Korku" ve "Mükafat" usulleriyle insan karakterini olusturmanin ve
ahlakilik yaratmanin mümkün olmadigi ilmen sabittir 539. Bu usullerle ve bu
ahlak anlayisiyle yetistirilen insanlarin sadece ceza'dan kurtulmak ya da
mükafat'a kavusmak gibi ilkel düsüncelere saplanacaklari, bu nedenle ahlaksal
degerlere ve haysiyet anlayisina yönelemeyecekleri kabul edilir 540. Hele her
seyi sirf maddi bir çikar, bir "kazanç", bir "ödül" karsiligi yapmaga alismis
kisilerin manevi deger ölçülerden yoksun kalacaklari belirtilir. Denir ki bu
gibi kimseler için "vicdan kanunu" islemez; örnegin "kötü" bir davranis,
bizatihi kötü oldugu için degil fakat gelecek dünyalarda mahrum kalinacak
mükafatlar bakimindan hesaplanan bir seydir. "Fazilet" denilen sey, bizatihi
niteligi itibariyle "fazilet" oldugu için degil fakat sadece mükafatlara konmak
için, örnegin Cennet'teki güzel huri'lere kavusmak için girisilen bir
davranistir. Böyle bir ahlak anlayisiyle yetisen kisi, her hangi bir isi, bu
isin gerçekten "iyi" ya da "kötü" oldugunu düsünerek ve bilerek degil fakat her
ne olursa olsun sadece çikarci bir amaçla, yani mükafatlara konmak için yapar,
tipki korku yüzünden bazi isleri yapmaktan kaçindigi gibi (velev ki bu is
yapilmak gereken bir is olsun).
Iste din adami, seriat esaslarini belletirken bu nitelikte insanlar
yetistirir. Müspet aklin ve vicdanin onaylayamayacagi seyleri, örnegin bizatihi
niteligi itibariyle kötü olan öldürmeleri (din adina savasi, Cihad'i), ya da
"Hülle" sistemini vb... hep "iyi" birer davranis olarak tanitip cennet
va'dleriyle yaptirtir. Kisi Tanri'nin gazabina ugrayip cezalandirilmaktan
kurtulmak ve öte yandan Cennet'lere konmak umud ve hevesiyle kendisine din emri
diye gösterilen her seyi, hiç düsünmeden, vicdan süzgecinden geçirmeden yani
sadece Tanri'nin inayetlerine ulasacagini, yani kendisi için hayirli olacagini
düsünerek yapar. Önem verdigi tek sey davranislarinin seriat'a
uygunlugudur, velev ki bu davranis akil ve vicdan kanunlarina aykiri düssün.
Örnegin "Müsrikleri nerede bulursaniz öldürün" (K.9 Tevbe5) seklindeki
emre uyarken, ya da Islam'dan çikani yok ederken, farkli inançtakileri
öldürmenin kötü bir sey oldugunu düsünmez; düsünse de aldiris etmez, çünkü
inandigi o'dur ki Kur'an'in emrine uyacak olursa Cennet'e, uymayacak olursa
Cehennem'e gidecektir. Kendisine emredilen davranisin akla, vicdana ve
ahlakilige uygunlugunu arastirmaz.
Öte yandan belli kurallara uymakla, örnegin namaz kilmak, oruç
tutmak, hacca gitmek, zekat vermek vs... gibi davranislarla her türlü günahtan
(örnegin hirsizlik, zina, yalan vs) kurtulacagini ve Cennet'lere ulasacagini
belledigi için "akilci ahlak" (ki gerçek ahlakiligin kendisidir) düsüncesiyle
kendisini yormaz. Bundan dolayidir ki seriat toplumlari "uhrevi" (dinsel) ahlak
anlayisindan dünyevi (insan yapisi, yani akilci) ahlak anlayisina
geçememislerdir. Örnegin Suudi Arabistan, Kuveyt, ya da Pakistan vb...
gibi Islam ülkelerinde kadina dayak, ya da din'den çikani öldürmek ahlakilige
ters düsmez. Bunu yapanlar Cennetlik is görmüs olurlar, çünkü dinen böyle
emredilmistir. Oysaki insan yapisi kanunlarla olusan ahlak anlayisinda bu tür
davranislar her hangi bir mükafata layik görülmez
Bati dünyasi sadece büyük düsünürlerin itisiyle degil fakat ayni zamanda bazi
din adamlarinin gayretleriyle de kisi'yi "mükafat" ve "mücazat' usullerinden
uzak kilmis, akilci ahlak anlayisina kavusturmustur. Papaligin 1500 yillik
otoritesine karsi isyan eden ve bu yüzden Protestanligin ortaya çikmasina sebeb
olan Luther, ya da ayni dogrultuda is gören Calvin gibi reformcular (her ne
kadar bagnaz ve düsünce özgürlügünü zedeleyen davranislarda bulunmus olmakla
beraber) kisi'yi "korku" ve "mukafat" zihniyeti disindaki usullerle "faziletli"
kilmaga çalismislardir. Cennet ve Cehennem masallariyle, ya da günah afv'i gibi
yöntemlerle insanlari "olumlu" bir ahlak anlayisina sokmanin mümkün olmadigi
görüsünü savunan Luther din kurulusunun korku ve mükafat usullerinden
arindirilmasini istemistir. Ona göre Hiristiyan ahlakinin temeli ve gerçek bir
Hiristiyan'in fazilet anlayisi, çikarci hesaplara degil fakat Tanri sevgisine
oturmalidir; söyle derdi: "Iman ise, sevgi yolu ile is görmektir. Insan denilen
varlik, hiç bir karsilik beklemeden, sadece Tanri'ya hizmet etmis olmak için
baskalarina iyilik eder, baskalarina yardimci olur, çalismayi kendisi için zevk
ve mutluluk bilir (...); ancak bu suretledir kendisini gerçek anlamda iman
anlayisina terketmis olur" 541-555. Calvin'e göre de durum buydu: "Tanri'ya
inanan kisi, Tanri'dan korktugu için degil, fakat Tanri'yi bir baba gibi sevip
saydigi içindir ki günah islemekten sakinir" derdi. .
Böylece Bati'li bazi din adamlari dinsel reform yolu ile kisi'yi, sirk
hayvani misali kirbaçla (Cehennem atesleriyle) korkutulan ya da et parçasiyle
(Cennet va'dleriyle) mükafatlandirilan bir yaratik seklinde degil fakat Tanri
sevgisi duygulariyle yogurulmus bir varlik olarak egitmeyi uygun bulmuslardir.
Oysa ki seriat dünyasinda bu tür bir reform düsüncesine yönelen pek
görülmemistir..
Search
| Bookstore
| What's
new? | Send
Feedback | Disclaimer |
Support the Secular
Web Copyright ©Internet
Infidels 1995-2000. All rights
reserved.