I) Düsünme gücü'nden yoksunlugun derecesi:
II) Kisi'yi düsünme yeteneginden yoksun kilma san'ati:
A) Din adami insanlarimizin günlük yasantilarinin her yönünü, çöl Arap'inin zihniyetine ve ihtiyaçlarina yatkin buyruklarla düzenler:
Semavi dinlerin hiç biri akil rehberligine yer vermez; hiç biri insan zekasini yaratici kerteye eristirmez; hiç biri kisi'yi düsünme gücü'ne sahip kilmak istemez; çünkü akilciligin, yaraticiligin ve hele düsünme gücü'nün, eninde sonunda kendi aleyhine is görecegini, kendisini yok kilacagini bilir. Kisi, düsünebilir oldugu an, kendisine "Tanri" sözleridir diye belletilen seylerin Tanri yapisi degil fakat insan yapisi seyler oldugunu anlamaga baslar. Bundan dolayidir her din, akilci girisimlere karsi daima korku beslemis ve direnmistir. Ancak ne var ki Bati'da Kilise, Orta Çag boyunca aydin siniflarin verdikleri "akilcilik" savasimi karsisinda direnemeyecegini anlayinca kurnaz bir yol bulmustur ki o da bir yandan hatalarini i'tiraf eder görünürken, diger yandan da din verilerini akil süzgecinden geçiriyormus gibi görünmektir. Örnegin 1500 yil boyunca dünya'nin düz ve dönmez oldugunu "dinsel gerçek" diye belletirken Galileo ve Copernicus gibi bilginlerin aksini iddia etmeleri üzerine önce onlari "zindik" ilan edip direnmis ve fakat bu direnmenin budalalik oldugunu anlayarak 300 yil sonra hizaya gelmistir. Bati Hiristiyanligi'nin 18. yüzyildan itibaren uyguladigi bu tür bir taktigi Yahudilik de benimsemis ve çag gelismesine ayak uydurma yoluna girmistir.
Semavi dinler içerisinde bunu yapmayan ve insani düsünme gücünden ve düsünce özgürlügündan yoksun kilip kul kertesindeki müptezel yasamlar içerisinde tutabilen tek din Islam'dir. Çünkü Islam, din verilerini akil süzgecinden geçirmek ve insan sahsiyetinin haysiyetine yarasir hale getirmek isteyenleri (örnegin eski Yunan felsefesine bagli olarak is görmege çalisanlari, ki aralarinda ar-Razi, al-Farabi, Ibn-i Sina, Ibn Rüst vs... gibi nice pariltili simalar vardir) kolaylikla sindirebilmistir. Bu sindirme siyasetine karsi ne "aydin" diye bilinen siniflar ve ne de "din adamlari" direnememislerdir. Aydin siniflarin bu konudaki sorumlulugunu Aydin ve "Aydin!..." baslikli kitabimizda özetlemistik 60a. Burada din adamlarinin rolünü kisaca elestirmekle yetinecegiz.
Hemen belirtelim ki geçmis yüzyillar boyunca oldugu gibi bugün dahi din adamlarimiz, genellikle din sorunlarina çagdas bir yaklasim getirebilecek yeterlige erisememislerdir. Halkimiza din bilgileri ya da din ahlaki diye bellettikleri seylere söyle bir göz atmak ve dünya görüslerini söyle bir teraziye vurmak bu hususta fikir edinmek için yeterlidir. Bu yapilacak olursa görülecektir ki din adaminin eline terkedilmis insanlarimiz için fikren ve ahlaken çagdas uygarliga ayak uydurmak mümkün degildir.
I) Düsünme gücü'nden yoksunlugun derecesi:
Seriat ortaminda yetisen insanlar genellikle düsünme gelenegine yabanci
kalmislardir. Bizim toplumumuz için de durum budur. Sadece okumasi-yazmasi
olmayanlarimiz degil fakat kültürlü say diklarimiz ya da yüksek diplomali
olanlarimiz bakimindan da durum asagi yukari aynidir. Okudugumuz ya da
duydugumuz seyleri (hele bunlar seriat verileri niteliginde seyler ise) hiç
düsünce süzgecinden geçirmeden, oldugu gibi kabul ederiz. O kadar ki, çogu kez
bu kabul ettigimiz seylerin kutsallikla bagdasmaz oldugunu dahi farketmeyiz.
Örnegin her ne kadar Kur'an'i ve Kur'an'daki Tanri'yi yüce bilmekle
beraber seriat verilerini bellerken çogu kez Tanri fikrini, su ya da bu sekilde
küçülttügümüzü düsünemeyiz. Örnegin Kur'an'in Tevbe Sure'sinde
Tanri'nin güya: "Müsrikleri (puta tapanlari) nerede görürseniz öldürün" (K. 9
Tevbe 5) diye emrettigi ve pek çesitli diger ayet'lerle de müsriklerin Cehennem
atesine atilacaklarini bildirdigi yazilidir. Ancak ne var ki En'am Sure'sinde bu
ayni Tanri'nin : "Allah dileseydi puta tapmazlardi" (K. 6 En'am 107) diye
konustugu görülür. Üstelik de Secde Sure'sinde: "Cehennemi tamamen cin
ve insanlarla dolduracagima dair benden söz çikmistir" (K. 32 Secde 13) dedigi
eklenmistir. Yani Tanri diledigini putperest yapmakta ve putperest yaptiklarini
da öldürtmekte ve Cehennemlere göndermektedir. Çünkü Cehennemleri
cin'ler ve insanlarla dolduracagina dair kendi kendisine söz vermistir.
"Yüce" oldugu söylenen bir Tanri'nin, sanki insanlari ateste yakmaktan zevk
aliyormus gibi Cehennem'leri insanlarla dolduracagina dair kendi kendine söz
vermesi, kuskusuz ki akla ters düser. Fakat bizler bu tersligi farketmeyiz,
çünkü düsünmek nedir bilmeyiz.
Yine yukardaki ayet'ler dogrultusunda olmak üzere Kur'an'in Enfal Sure'sinde
söyle yazilidir: "Allah kimi dogru yola koymak isterse onun kalbini Islamiyete
açar, kimi de saptirmak isterse... kalbini dar ve sikintili kilar. Allah,
inanmayanlari küfür batakliginda birakir...." (K. 6 En'am 125)
Dikkat edilecegi gibi bu ayet'in ilk tümcesi ile son tümcesi çelisme
halindedir. Çünkü ilk tümce'de "müslüman"ya da "kafir" olmanin kisi
iradesine degil fakat Tanri iradesine bagli bir is oldugu anlatilmistir. Tanri
diledigini "müslüman" ve diledigini de "kafir" yapmaktadir. Buna karsilik
ayet'in ikinci tümcesi'nde kafir'lerin Cehennem'e atilacaklari belirtilmistir.
Daha baska bir de yimle kisi, sorumlu bulunmadigi bir isten dolayi ceza
görmektedir. Dilediginin kalbini açarak müslüman yapan ve dilediginin kalbini
kapayip kafir kilan Tanri oldugu halde bu ayni Tanri kafir yaptiklarini, sanki
sorumluluk onlara aitmis gibi, cezalandirmakta, böylece kendi tutum ve
davranislariyle çelisme yaratmaktadir.
Ancak ne var ki düsünme gücü'nden yoksun olanlar için bu çeliskiyi farketmek
pek mümkün degildir; nitekim 1400 yil boyunca farkeden pek az olmus ve
farkedipde sesini çikarmaga kalkanlari din adami ya korkutup susturmus ya da:
"Çelisme bize göredir, Tanri'ya göre çelisme yoktur" diyerek
uyutmustur.
Kuskusuz ki yüce oldugu söylenen bir Tanri'nin akla ters düsen çeliskilere
düsmesi mümkün degildir. Ancak ne var ki yukardaki (ve benzeri) hükümleri
okuyanlarimiz, bu hükümlerden Tanri'nin yüceligiyle bagdasmayan, Tanri fikrini
asagilatan bir sonuç çikacagini dahi düsünmezler; çünkü düsünme yeteneginden
yoksun birakilmislardir.
Düsünme gücü'nden yoksunluk nedeniyle din adamlari, çogu kez Tanri'yi ve
Muhammed'i küçültücü sonuçlara yöneldiklerinin dahi farkinda olmazlar.
Örnegin Islam'in en kutsal saydigi Mir'aç olayi'ni (ki Kur'an'in Necm
Suresi'nin 7-18 ayetlerini kapsar) anlatirlarken Musa' yi, hem Tanri'dan ve hem
de Muhammed'den daha "akilli" bir duruma soktuklarini düsünmezler. Diyanet
Isleri Baskanligi'nin yayinlarinda Islam kaynaklarindan naklen yer alan ve din
adamlarimiz tarafindan belletilen hikaye aynen söyledir 60 b.:
Güya Muhammed bir gün Ka'be'de yatarken Cibril (Cebrail) gelir, Muhammed'in
gögsünü yarar, kalbini çikarir, içini imanla dolu altin bir kapta yikar, sonra
da esekten büyük, katirdan küçük beyaz bir binek getirir (adi Burak'tir).
Muhammed'le birlikte Mescid-i Aksa'ya varirlar. Orada Muhammed namaz kilar;
bütün peygamberler de onunla birlikte namaz kilarlar. Sonra yüksek makamlara
çikilacak bir Mi'rac (merdiven) kurulur. Cibril ile Muhammed oradan gögün yedi
katina çikmaga baslarlar. Simdi hikaye'nin geri kalan kismini Diyanet'in
yayinlarinda yer alan sekliyle Muhammed'in agzindan dinleyelim (Bkz. Buhari'nin
Malik Ibn-i Sa'saa'dan rivayeti olarak Diyanet'in Sahih-i Buhari Muhtasari....
adli yayinlarinin Cilt X, sh. 60 ve d. Hadis no. 1551):
"Cibril gök kapisini çaldi (Hazin, bekçi melek tarafindan)
-'Kim o?' denildi. Cibril:
-'Cibril'im'- dedi. (Hazin tarafindan)
-'Yanindaki kimdir?-' diye soruldu. Cibril:
-Muhammed! diye cevap veri. (Hazin tarafindan):
-Ya (göge çikmak için) ona (vahiy ve Mir'ac daveti) gönderildi mi? diye
soruldu. Cibril:
- Evet gönderildi! diye tasdik etti. (Hazin tarafindan):
-Merhaba gelen zata! Bu gelen kisi ne güzel yolcu? denildi. Ve hemen gök
kapisi açildi. Ben birinci semaya varinca orada Adem (peygamber)le karsilastim.
Cibril bana:
-Bu senin baban Adem'dir; ona selam ver! dedi. Ben de selam verdim. adem
selamima mukabele etti. Sonra:
-Merhaba hayirli, iyi oglum, salih peygamber! dedi.
Sonra Cibril benimle yukari yükseldi. Ta ikinci semaya geldi"
(Hikaye'nin bu noktasinda din adamlarimiz bir hususu eklemekte yarar bulurlar
ki o da, bazi rivayetlere göre, bu ikinci ve diger sema tabakalarina Muhammed'in
Mi'rac merdiveniyle degil fakat Cibril'in kanadiyle yükselmis olmasidir. Her ne
hikmetse pek önemlidir bu husus) 60 c.
"Bunun da kapisini çaldi:
-Kim o? denildi. Cibril
-Cibril'im! dedi.
-Yanindaki kimdir? denildi. Cibril:
-Muhammed! diye cevap verdi.
-Ya! Ona vahiy ve Mi'rac gönderildi mi? denildi. Cibril:
-Evet gönderildi! dedi.
-Merhaba gelen zata! Bu gelen kisi ne güzel yolcu, denildi. Ve hemen gök
kapisi açildi. Ben ikinci semaya varinca orada Yahya ve Isa (peygamberler) ile
karsilastim. Yahya ve Isa teyze ogullaridir. Cibril bana:
-Bu gördüklerin Yahya ve Isa'dir; bunlara selam ver! dedi. Ben de onlara
selam verdim. Onlar da selamima mukabele ettiler. Sonra:
-Merhaba hayirli kardes, salih peygamber! dediler. Sonra Cibril benimle
üçüncü semaya yükseldi. Bunun da kapisini çaldi.
-Kim o? denildi. Cibril
-Cibril'im! dedi.
-Yanindaki kimdir? denildi. Cibril
-Muhammed! dedi.
-Ya ona vahiy ve Mi'rac gönderildi mi? denildi. Cibril:
-Evet gönderildi! dedi. Hazin tarafindan:
-Merhaba gelen zata! Bu gelen kisi ne güzel yolcu denildi. Ve hemen gök
kapisi açildi. Ben de üçüncü semaya vardigimda Yusuf (peygamber) ile
karsilastim. Cibril:
-Bu gördügün Yusuf'tur; ona selam ver! dedi. Ben de Yusuf'a selam verdim. O
da mukabele etti. Sonra:
-Merhaba hayirli kardes, salih peygamber! dedi. Sonra Cibril benimle
yükseldi. Ta dördüncü semaya vardi.
(Muhammed'in anlatmasi, altinci ve yedinci gök katlarina kadar bu minval
üzere devam eder. Her gök katina geliste kapici: "-Kimdir o?-" diye sorar; her
def'asinda Cibril kendisini ve Muhammed'i tanitir. Her def'asinda kapici "-Ona
Mi'rac daveti gönderildi mi?-" diye sorar ve her def'asinda Cibril "-Evet-" diye
cevap verir. Böylece Muhammed dördüncü gök katinda Idris ile, besinci katta da
Harun ile karsilasir, selamlasir. Ve nihayet altinci katta Musa ve yedinci
kat'ta da Ibrahim ile karsilasir. Musa'nin bulundugu altinci gök katina
geldiginde Musa aglamaga baslar; çünkü güya kendisinden sonra peygamber olarak
gelen Muhammed'in ümmetinden cennete girenlerin sayisinin, kendi ümmetinden çok
oldugunu hatirlamistir. Diyanet'in yayinina göre Muhammed sözlerine söyle devam
ediyor)
"Sonra Cibril benimle yükseldi. Ta altinci kat göge eristi. Gök kapisini
çaldi:
-Kim o? denildi. Cibril:
-Cibril! diye cevap verdi.
-Yanindaki kimdir? denildi. Cibril:
-Muhammed! dedi.
-Ya ona (Mi'rac için vahiy) gönderildi mi? denildi. Cibril:
-Evet gönderildi! dedi. Bu gögün bekçisi:
-Bu gelen kisiye merhaba; ne güzel bir yolcu geldi! dedi. Ben altinci göge
varinca Musa (peygamber)le karsilastim. Cibril bana:
-Bu Musa'dir. Selam ver! dedi. Ben de Musa'ya selam verdim. O da mukabele
etti. Sonra:
-Salih kardes ve salih peygamber merhaba! dedi. Ben Musa'yi birakip geçince
Musa aglamaga basladi. Musa'ya:
-Neye agliyorsun? denildi. O da:
-Benden sonra bir genç peygambere biat olundu ki onun ümmetinden Cennet'e
girenler, benim ümmetimden girenlerden çoktur da ona agliyorum! dedi."
(Bundan sonraki yedinci gök katinda Muhammed, yine yukardaki sekilde
karsilanir ve orada Ibrahim ile tanisip selamlastiktan sonra nihayet düz bir
saha'ya çikarilir ki burasi güya Kur'an'in Necm Suresi'nde sözü geçen "Sidre-i
Münteha" denilen yerdir (K.53 Necm 13-14); orada kainatin "mukadderatini yazan
kalemlerin sesini" isitir. Kendisine sarap, süt, bal dolu üç bardak sunulur.
Bundan sonra Tanri tarafindan Muhammed'e günde elli vakit namaz kilmasi
emrolunur. Bu emri alipta gök katlarini inmege basladiginda Musa kendisine günde
50 vakit namazin çok oldugunu, müslümanlarin buna tahammül edemeyeceklerini,
Tanri katina dönüp bunu azalttirmasini söyler. Muhammed, Musa'nin dedigi gibi
yapar ve gök katlarini tekrar çikarak Tanri'nin yanina gelir ve 50 vakit namazin
çok oldugunu bildirir. Tanri 10 vakit indirim yaparak 40 vakit namaza karar
verir. Bu emri sevinerek kabul eden Muhammed gök katlarini inerken yine Musa'ya
rastlar. Musa, Muhammed'e bunun çok oldugunu, Tanri katina dönüp yeniden indirim
yaptirmasini söyler. Muhammed tekrar geri döner Tanri'dan on vakit namaz daha
indirim saglar. Fakat Musa bunu da çok bulur. Muhammed tekrar yukari çikarir 10
vakit daha indirir. Böylece Muhammed gide gele 50 vakit namazi nihayet günde 5
vakte indirtir. Muhammed'in anlatisi söyle devam ediyor):
"Ben süt dolu bardagi aldim (içtim)... Sonra benim (le ümmetim) üzerine her
gün elli vakit namaz (emir) kilindi. Ben dönüp Musa'ya ugradigimda, Musa:
-Ne emrolundun? diye sordu. Ben:
-Her gün elli vakit namazla emrolundum! diye cevab verdim. Musa:
-Her gün elli vakit namaza ümmetinin gücü yetmez. Vallahi ben, kesin olarak
nasi (halki) senden önce denedim. Ve Beni Israil'i siki bir mümarese'ye tabi
tuttum. Binaenaleyh sen, Rabbine müracaat edip ümmetin için tahfif buyurmasini
niyaz eyle! dedi. Ben de müracaat ve niyaz eyledim. Benden (ve ümmetimden) on
vakit namaz tenzil olundu. Bunun üzerine Musa'ya dönüp geldim. Musa evvelki gibi
tavsiyede bulundu. Ben de Rabb'ime arz-i niyaz ettim. Bu def'a on vakit namaz
daha tenzil olundu. Ben yine Musa'ya geldim. Musa da eskisi gibi ögüt verdi. Ben
de Rabb'ime arz-i niyaz ettim. Benden on vakit namaz daha tenzil olundu Ben yine
Musa'ya dönüp geldim. Musa da önceki tavsiyede bulundu. Ben de Rabbime arz-i
niyaz eyledim. Benden on vakit namaz daha tenzil olundu da her gün on vakit
namazla emrolundum. Ve Musa' ya dönüp geldim. Musa bana evvelki mütalaasini
söyledi. Ben de Allah'a arz-i niyaz eyledim de bu def'a her gün bes vakit
namazla emrolundum. Bunun üzerine Musa'ya dönüp geldim. Musa:
-Ne emrolundun? diye sordu. Ben de:
-Her gün bes vakit namazla emrolundum! dedim. Musa:
-Ümmetin her gün bes vakit namaza muktedir olamaz. Ben senden
evvelce nasi epey tecrübe ettim. Ve Beni Israil'i siki bir mümarese ile tecrübe
etim. Simdi sen Rabb'ine müracaat et de bunun ümmetin için tahfifini dile! dedi.
Ben:
-Rabb'ime çok niyaz ettim. Ta ki, bir daha arz-i niyaz eylemekten utandim. Bu
suretle bes vakit namaza razi olacagim. Ve buna teslimiyet gösterecegim!
dedi...." 60 d.
Görülüyor ki yukardaki hikaye'ye göre Tanri, günde 50 vakit namaz emrettikten
sonra, Muhammed bu emri benimseyip kavmine bildirmek üzere yeryüzüne inerken
Musa'nin tavsiyesi üzerine tekrar geriye dönüp Tanri'ya bunun çok oldugunu
bildiriyor ve yine Musa'nin tavsiye'si sayesinde namaz vakitlerini günde bes'e
indirtiyor. Böylece müslüman kisi, 50 vakit namaz kilmak suretiyle bütün gününü
namazla geçirmekten Musa sayesinde kurtulmus oluyor.
Simdi geliniz yukardaki hikaye'yi, salim bir kafa ile beraberce akil
süzgecinden geçirelim. Bir kere hikaye'nin anlatilis sekline göz atalim; dikkat
edilecegi gibi hikaye son derece basit kafa yapisindaki kimseleri hedef
edinmistir. Bu tür hikayelerle kisiyi fikren gelistirme olanaginin bulunmadigi
ortadadir. Gök katlarinin kapilarini bekleyen Tanri bekçilerinin, her kapi
çalinista "Kim o?" diyerek Cibril ile Muhammed'in gelisinden habersiz
görünmeleri, ve hele Muhammed'e vahiy ve Mi'rac da'veti gönderilip
gönderilmedigini sormalari da ayrica "düsündürücüdür!"
Bütün bunlar bir yana fakat asil "düsündürücü" olan sey Tanri'nin, kendi
yarattigi kullarinin takatlerinin ne oldugunu bilmeden, daha dogrusu günde 50
vakit namaz kilip kilamayacaklarini hesap etmeden 50 vakit namaz emretmesi,
Muhammed'in de kendi ümmetinin gücünün 50 vakit namaz kilmaga müsait
bulunmadigini düsünmeden bu emri kabul etmesi, ve nihayet Tanri'nin ve
Muhammed'in düsünemedikleri bir seyi Musa'nin düsünerek 50 vakit namazi insan
gücü'nün tahammül edebilecegi bir miktara indirtmege calismasidir. Bundan çikan
sonuç sudur ki Musa, hem Tanri'ya ve hem de Muhammed'e oranla daha isabetli bir
karar vermistir.
Düsününüz ki 1400 yil boyunca bu hikaye, müslüman halklarin en kutsal
duygularla bagli bulunduklari bir olay olarak kusaklar bo yunca anlatila gelmis
ve milyonlarca insan buna inanmistir. Bir tek kisi çikipta bu hikaye'nin
Tanri'yi ve Muhammed'i müskil durumda birakici, buna karsilik Musa'yi, onlara
nazaran daha "akilli" imis gibi gösterici sonuç yaratacagini düsünmemis, düsünse
de söylememistir.
Insanlarimizin düsünme gücünden yoksunluklarini anlamak için deneyinize devam
etmek istiyorsaniz seriat verilerini tek tek inceleyiniz. Hemen hepsinin,
yukardaki örneklerde oldugu gibi, "Tanri" ve "Peygamber" kavramlarini
zedeledigini göreceksinizdir.
II) Kisi'yi düsünme yeteneginden yoksun kilma san'ati:
Kisi'deki "düsünme" gücü'nü kökten yok edebilmek için din adami'nin
uyguladigi usul, seriat verilerini "Tanri ve peygamber" emirleridir diye
"gerçegin" ta kendisi olarak belletmek, belletirken de "Muhammed'e" körü körüne
itaat etme'yi iman'in temeli olarak göstermektir. Bunu saglamak üzere elinin
altinda, Muhammed'e (ve onun emirlerine) itaat etmenin Tanri'ya itaat etmek
olduguna dair hükumler vardir ki bunlardan bazilari söyledir: "Ey Muhammed!
Süphesiz sana bas egerek ellerini verenler Allah'a bas egip el vermis
sayilirlar" (K. 48 Fetih 10); "Allah ve peygamberine kim itaat ederse Allah onu
bu Cennetlere kor" (K.4 Nisa 13-14).
Bu hükümler dogrultusunda olmak üzere Muhammed, kendisine itaat etmenin her
müslüman kisi için mutlak zorunluk olduguna iliskin pek çok hadisler
birakmistir. Bunlardan her biri, din adaminin elinde, kisiyi düsünme gücünden
yoksun kilabilmek için etkili birer araç isini görür. Nice örneklerden biri
olmak üzere Buhari'nin, Ebu Hüreyre'den rivayet ettigi bir hadisin ve bu
hadis'le ilgili Kur'an hükmünün (K. 33 Ahzab 69) içerigini özetleyelim. Bu
hükümlere göre Muhammed, çiplak sekilde bir arada yikanmanin "hayasizlik" olup
caiz sayilmadigini söylerken kendi emirlerine boyun egmenin, her müslüman kisi
için mutlak zorunluk oldugunu açiklamistir. Ve bu isi Musa "peygamber" ile
ilgili bir hikaye'ye baglamistir ki söyledir.
Güya Yahudiler vaktiyle çiplak sekilde ve birbirlerine baka baka
yikanirlarmis, oysa ki Musa bunu hos karsilamaz, hayasizlik sayar, onlardan ayri
ve yalniz olarak yikanirmis. Böyle yaptigi için Yahudiler, onun sakat ve
hastalikli oldugunu bu yüzden gizlendigini, kendileriyle birlikte yikanmadigini
söyliyerek onu incitirlermis. Incittikleri için de Tanri onlari
cezalandirmismis. Diyanet yayinlarinda yer alan Hadis aynen söyle: "Nebiyy-i
Ekrem... buyurdu ki: Beni Israil çiplak ve birbirine baka baka yikanirlardi.
Musa (peygamber) ise (kemal-i hayasindan) yalnizca yikanirdi. Beni Israil
-'Vallahi Musa'yi bizimle beraber yikanmaktan men eden sey (mutlaka) debbe, yani
kasigi çikik olmasidir-' der (ve bu tür dedikodularla ona eza ederlerdi).
Musa... bir def'a yikanmaga gitti. Elbisesini de bir tasin üstüne koydu. Tas,
elbisesini alip kaçti. Musa...-'Aman tas, rubam! Aman tas, rubam'- diyerek (ve
alabildigine kosarak) arkasina düstü. Beni Israil onu (bu halde) görüp de
-'Vallahi Musa'da bir kusur yokmus'- deyinceye kadar (ardindan gitti). (Ondan
sonra Musa...) elbisesini alip tasi dögmeye basladi. Ebu Hüreyre der ki
'-Vallahi o tasta dayaktan hala alti, yahud yedi bere izi kalmistir-'..." 60 e.
Görülüyor ki din adami'nin söylemesine göre Muhammed, bir arada çiplak
yikanmanin "kötü" bir sey oldugunu anlatmak için Yahudileri örnek vermistir;
güya Yahudiler çiplak olarak yikanmayi gelenek edindikleri ve bu sekilde
yikanmayan Musa "peygamberi" izlemedikleri için kötüdürler. Fakat yine din
adamlarindan ögrenmekteyiz ki Muhammed'e göre Yahudiler, bir de asil bu
yukardaki olay vesilesiyle Müsa hakkinda dedikodu ettikleri, onu incittikleri
için kötüdürler, çünkü Kur'an'da: "Ey Inananlar! Musa'yi incitenler gibi
olmayin. Nitekim Allah onu söylediklerinden ari tutmustu. O Allah'in katinda
degerli bir kisiydi" (K. 33 Ahzab 69) diye yazilidir 60 f.
Din adami'nin yukardaki hükümlere dayali olarak anlattiklarindan anlasilan
sudur ki Muhammed, bir yandan Yahudileri çiplak yikaniyorlar diye küçültürken ve
Musa'ya boyun egmedikleri, onun aleyhinde dedikodu ettikleri için onlari
yererken, diger yandan da Musa'nin yarattigi mu'cize'yi (elbisesiyle tas'a
vurarak tasin üstünde çentikler husule getirmesini) sergilemektedir.
Din adami bu örnegi islerken mü'min kisileri, peygamberin sözlerine gözü
kapali sekilde uymaya çagirmis olur. Bu arada da Kur'an'in: "Ey Inananlar!
Musa'yi incitenler gibi olmayin" (K. 33 Ahzab 69) seklindeki ayeti'ni örnek
vererek bu çagirisini pekistirir. Böylece müslüman kisiyi, hiç beynini
kullanmadan, "Tanri ve peygamber emirlerine" kusursuzca boyun eger nitelikte
olmak üzere yetistirmis olur. Öylesine ki en kutsal sayilmak gereken
"Tanri" kavramindan tutunuz da dünyevi yasamlarin en basit kurallarina (örnegin
yatmak, kalkmak, yemek, içmek, giyinmek, gülmek vs...) varincaya kadar her seyi
akli dislayarak belletir. Örnegin Tanri'nin tek oldugunu anlatmak için
tek sayilarin kutsalligindan söz eder ve her isi tek sayi esasina göre
yaptirtir: örnegin "suyu üç yudumda için" ya da "Hurma ve zerdali gibi
sayilabilen seyleri yerken tek sayiya göre yeyin; ya da Istinca ederken altinizi
üç tas ile temizleyin" der. Derken de "Tanri" fikrini bu tür müptezel örneklerle
zedeledigini farketmez.
Yine bunun gibi istinca ile ilgili olarak din verisi diye sunu belletir:
"(Kisi) Üç kerpiç parçasi yahut düzeltilmis üç tasi büyük abdestten
önce alir. Kaza-yi hacet bitince, sol eliyle alir ve necaset bulunan yere sürer
ve orada döndürür ve necaseti bulastirmadan kaldirir. Böylece üç tasi kullanir.
Eger temizlenmezse , iki tas daha kullanir. Böylece (taslarin sayisinin) tek
olmasina dikkat eder. Sonra düz bir tasi sag eline alir, zekerini sol eliyle
tutar, o tas üzerine üç def'a sürer..." 61. Daha baska bir deyimle abdestten
sonra temizlenirken tek sayida tas kullanmanin islami bir "sart" oldugunu
anlatmis olur.
Ve bütün bunlari Tanri'nin tek olmasi gerekçesine baglamak üzere söyle der:
"Böylece (kisi'nin) bütün isleri, Allahu Teala ile alakali olmalidir.
Çünkü O tektir; çift degildir. Bir isin her herhangi bir bakimdan
Allahu Teala ile alakasi yoksa bostur ve faydasizdir. O halde tek, Allahu Teala
ile alakali olmak sebebiyle, çiften daha iyidir" 62.
Öte yandan din adami, kisi'nin dünyevi yasaminin her noktasini da
akli durduran buyruklarla ayarlamaga çalisir. Bunlari ilerdeki bölümlerde
sergileyecegiz; fakat simdilik burada bir kaç örnek verelim:
Abdest yaptiktan sonra tek sayida tas ile temizlenmek gerektigini su hadis
hükmü ile belletir: "Her kim (istinca için) tas isti'mal ederse adedini tek
yapsin (yani üç tas kullansin)" (Sahih-i..., Cilt I, sh. 147, Hadis no. 129);
Esneyen kimsenin agzina seytanlarin gireceklerini anlatmak için su hükmü
gösterir: "Esnemege gelince, süphesiz o seytandandir. .. biriniz esneyip (ha)
diye agzini ayir(inca) onun gafletine seytan güler" (Sahih-i...XII, sh.
164,Hadis no. 2013 ve sh. 165, hadis no. 2014) ;
Seytan'larin kurnazliklarina karsi kisi'yi Muhammed'in su sözleriyle korumaga
çalisir: "Seytan her isinizde, hatta yemek yerken dahi yaninizda bulunur.
Birinizin lokmasi elinden düserse onu alip yesin, seytana birakmasin" ; "Sizin
biriniz uykusundan uyanip da abdest aldiginda burnundaki nesneyi nefesiyle üç
def'a disariya çikarsin, çünkü seytan uyuyanin genzinde gezer " (Riyazü's
Salihin..., Cilt I, sh. 59; ve Cilt II, sh. 163).
"Merkep seytan görmedikçe anirmaz. Merkep anirinca siz (Tanri'nin adini)
zikredin, bana da salavat getiriniz" (Sahih-i... I, sh. sh. 68) ; "Hani su gümüs
kaptan bir sey içen kisi yok mu? Muhakkak o kisi karnina cehennem atesini (çurp
çurp diye) içerek gönderir" (Sahih-i... XII, sh. 56, H. 1904) ;
Çorba içen kisiye Tanri'nin inayetlerini su hükümle anlatir:
"Tanri'nin inayetleri çorba kasesinin ortasinda degil kenarindadir; kasenin
ortasindan baslayacak olursaniz Tanri'nin inayetine erisemezsiniz" (Sahih-i...
XII,);
Yemek içine düsen sinegin idrak sahibi oldugunu su hadis hükmüne baglar:
"Sizden birinizin içecegi (ve yiyecegi) içine sinek düstügü zaman, o kisi o (nun
her tarafini) batirsin, sonra çikarsin (atsin). Çünkü sinegin iki
kanadinin birisinde hastalik, öbirisinde de sifa vardir" (Sahih-i... Cilt IX,
sh. 71 , Hadis no. 1365)
Fare'lerin deve sütü içmeyip koyun sütü içer olduklarinin anlatmak için din
adami su hadis hükmüne dayanir: " (Muhammed dedi ki): Beni Israil'den bir kavim
(mesh olunup) beser tarihinden silindi, yok oldu... Ben zannetmem ki, o ümmet
fareden baska bir seye mesh ve tahvil edilmis olsun. Çünkü fare
(içsin) diye (bir yere) deve sütü konulursa, onu içmez de koyun sütü konulursa
onu içer" (Sahih-i Buhari Muhtasari.., Cilt IX, sh. 68-69, Hadis no. 1364). Bu
hükmü belletmekle din adami, müslüman kisi'yi Tanri ve "peygamber" emirlerine
uymayanlara karsi düsmanca duygulara sürükler.
Bu yukarda belirtilen hükümler, müslüman kisilerin inanç ve imanlarini
saglayan seriat verilerinden sadece bir kaçidir ki akli basinda olan her insani
yerinden siçratmaya yeter. Ne yazik ki seriat egitimi tümüyle gökten inme ve
akli dislayan bu tür verilerin ögreniminden ibaret olup her yönü ile insan
denilen varligi düsünemez hale getirme amacini içerir. Bununla da yetinmez fakat
ayni zamanda "bilimsel mantik" diye bir sey olamayacagi bilincini yerlestirir.
Su nedenle ki "sebeb" ve "illet" arasindaki iliskiler "akilci mantik" veya
"deney" usulleriyle degil fakat "iman" ve "inanç" ögeleriyle anlatilmak
istenmistir: "Tanri inayetleri", "Cennet'ler", Cehennem'ler", "Seytan''ar",
"Cin'ler" vb... gibi hususlar ve özellikle "batil" inanislar kisi'nin tek
"düsün" ölçegi yapilmistir. Örnegin fare'nin deve sütü içmeyip koyun
sütü içmesi konusunda yukariya aldigimiz, hadis güya günahkar bir Yahudi
kavmi'nin vaktiyle Tanri tarafindan fare cinsine dönüstürülmüs olmasiyle
ilgilidir. Diyanet'in Islam kaynaklarindan naklen söylemesine göre güya vaktiy
le Yahudi kavimlerinden biri, günahkar oldugu için Tanri tarafindan fare sekline
dönüstürülmüstür. Ancak bu Yahudi kabilesi deve sütü içmez oldugu için fare'ler
de öyle olmuslardir. Diyanet'in açiklamasi aynen söyle: " Mesh, günahkar bir
kavmin Allah tarafindan toptan maymun, hinzir gibi bir hayvan cinsine kalb-ü
tahvil edilmesidir ki, geçmis ümmetler arasinda vuku' bulmustur. Hadiste haber
verilen hadise de onlardan biridir. Fare deve sütü içmez de, koyun sütü içer ,
fikrasi Beni Israil'den olan o kavmin fareye tahvil olundugunun delilidir. Söyle
ki devenin eti, sütü Beni Israil'e Allah tarafindan haram kilinmisti. Kat'iyyen
Beni Israil deve sütü içmezlerdi. Fare'nin de içmemesi, onlari bir yerde
toplayan nokta oluyor" (Bkz. Sahih-i... Cilt IX, sh. 68-69) .
Daha baska bir deyimle yukardaki hükümde, Tanri ve peygamber emirlerine
aykiri davranmanin, yani günahkar olmanin, hayvan cinsine dönüsme gibi bir cezai
sonuç yaratacagi anlatilmak istenmistir.
"Istinca" için üç tas kullanmayi öngören hadis hükmü, her isin tek sayilara
göre görülmesi hususunda Muhammed'in verdigi emirle ilgilidir ki, suyu tek
sayida yudumlamaktan tutunuz da "def-i hacet" ten sonra temizlenmeye (yani
"istinca' ya) varincaya kadar kisinin tüm davranislarini kapsar. Din adami'nin
açiklamasina göre her isin tek sayilara göre görülmesi geregini Muhammed,
müslüman kisilere Tanri'nin tek oldugunu animsatmak maksadiyle öngörmüstür.
Yine bunun gibi "Çorba içerken, ya da yemek yerken çanagin
ortasindan degil kenarindan baslamak gerektigi" emredilmis ve gerekçe olarak
"Tanri'nin inayeti'nin çanagin kenarinda toplandigi, ortasina dogru azaldigi"
bildirilmistir. Yemek yerken örtüye dökülen kirintilari mutlaka yemek gerektigi
belirtilirken aksi taktirde seytanlarin gelip bu kirintilari yiyecekleri
söylenmistir. Yemeklerin üstünü kapamak gerektigi anlatilirken aksi taktirde
cin'lerin gelip yemekleri yiyecekleri hatirlatilmistir. Yemege tuz ile baslamak
ve tuz ile bitirmek gerektigi açiklanirken Tanri inayetinin buna göre
ayarlandigi anlatilmistir. Sol el ile yemek yemenin, su içmenin caiz olmadigi
bildirilirken sebeb olarak seytan'in hep sol elini kullanarak is gördügü
belirtilmistir. Çanaktaki yemegi sonuna kadar yiyip bitirmek ve
bitirdikten sonra parmaklari yalamak gerektigi din verisi olarak emredilirken
böyle yapilmayacak olursa seytan'in gelip çanakta ve parmaklarda kalan yemegi
yiyecegi bildirilmistir. Yemek ve içecek içine sinek düstügünde sinegin disarda
kalan kanadinin iyice yemege (içecege) batirilmasi, sonra çikarilip atilmasi
geregi, güya kanad'larin birinde "günah" digerinde "sevab" bulunup, sinegin
"idrak sahibi" olmak nedeniyle sevab kanadini disarda birakacagi ve iste disarda
kalan kanadin yemege batirilmasi halinde sevab'in günahi gidermis olacagi
"gerekçesine" dayatilmistir. Gümüs veya altin kaptan su içmenin dogru olmamasi,
içildigi taktirde kisinin karninda cehennem ateslerinin gürültüsünü duyacagi
gerekcesiyle açiklanmistir.
Söylemeye gerek yoktur ki yukardaki hükümlerin ve "gerekçelerin" akilciliga
dayali hiçbir yönü yoktur: Her sey ilahi "mükafat" ve "mücazaat" usullerine,
seytanlarin, meleklerin ve cinlerin keyfine terkedilmis gibidir: fazla yiyen,
fazla içen, fazla uyuyan kisi "melekut alemine yükselemez", "Allah katinda
sevimsizdir", "Kiyamette en çok aç kalacaklardandir"; bu gibi kimselerin "kanina
seytan hülul eder"; "Tok karnina uyuyanin kalbi katilasir" vs... (Bkz. Gazali,
Ihyau Ulumi'd-Din... III, sh. 184-192)
Yine söylemeye gerek yoktur ki bu tür seriat emirlerini "Tanri'dan ve
peygamber'den gelmistir" diye belleyen müslüman kisi "eylem" ile "sonuç"
arasindaki iliskiyi akilci bir düsünce ölçegine vurmaz; "neden bu böyledir?"
diye kendi kendine soru sorma ihtiya cini duymaz. Oysa ki yasam kurallarini
bellerken bu kurallarin mantiksal anlamini ve amacini bilebilmis olsa, örnegin
çorbayi içerken çanagin ortasindan degil kenarindan baslamakla dilinin
yanmayacagini ve çünkü çanagin kenarlarinin orta kisma nazaran daha ilik
oldugunu ögrense ve yine bunun gibi altin/gümüs kaptan su içmenin israf
sayilacagini ve bunun toplum ekonomisi bakimindan sakincali olacagini bilimsel,
deneysel ve düzensel düsünce yolu ile ögrense, kuskusuz ki fikirsel gelisme
yönünden hem kendisi, hem de mensubu bulundugu toplum için yararli bir varlik
haline gelebilir. Böylece yasamini ve davranislarini akil ve mantik
rehberligiyle, gelisme kanunlarina uyarak ayarlama olanagina kavusmus ve
uygarlasmis olur.
Akli dislayan egitim sisteminde kisi'nin yasam ve düsünce tarzini
sekillendiren kurallar zihinsel, bilimsel, nesnel ve deneysel bir düsünce
mantigina dayali degildir. Bu nedenle kisi, aklen ve fikren olumsuz, kötü ve
hatta kendi çikarlarina ya da insanlik haysiyetine aykiri olan her seyi, akil ve
mantik terazisine vurmadan kör bir imanla benimser. Bunun sonucu olarak kendi
kendisini kul olarak görmekte sakinca bulmaz; dolayisiyle de vicdan sesine ve
insan sevgisi duygusuna yabanci kalmaktan kurtulamaz. Bundan dolayidir ki
birbiri ardina gelen ve hiç bitmeyen istibdat rejimlerine boyun egmekten geri
kalmaz. Laikligi benimsemis olan Türkiye hariç, Seriat ülkelerinin her birinde
görülen kara manzara budur.
III) Din adami, kisi'nin tüm yasantilarini akil disi verilerle
ayarlayan seriat düzeni'nin bekçisi'dir:
Seriat egitiminden geçen kisi için düsünmek gereksiz bir seydir; çünkü onun
düsünebilecegi her sey onun adina Tanri ve "peygamberi" tarafindan
düsünülmüstür. Daha baska bir deyimle Islam seriati kisi'nin ve toplumun tüm
yasantilarini, Tanri'dan ve Peygamber'den geldigi söylenen emirlerle, en ince
noktasina varincaya kadar düzenlemistir. Günlük yasam içerisinde bir tek
davranis yoktur ki bu emirler disinda kalmis olsun: Sabahleyin yataktan kalktigi
andan itibaren kisi, ayakkabisini giymek, saçini taramak, dislerini yikamak,
koku sürmek, giyinmek, yemek içmek, gülmek, taretlenmek, düsünmek, is görmek,
cinsel ihtiyacini gidermek ve nihayet aksam yataga girmek vb... gibi fiziksel ya
da fikirsel her tutum ve davranisiyle çöl kosullarina yatkin emirlere baglidir.
Din adami insan beynini, sayisiz denebilecek bu verilerle doldurur ve dondurur.
Müslüman kisi "akilci" bir düsünce ürünü olmayan bu emirlere uymak
zorunlugundadir, çünkü aksi taktirde hem dinsel ve hem de dünyevi ceza'lara
muhataptir.
Fakat akli dislayan bu dinsel emirlerin uygulanmasinin daha da kötü bir
sonucu vardir ki o da bu sekilde egitilen kisi'nin ne özgür sekilde düsünmek ve
ne de özgür insana yarasir bir yasam sürmek olasiligina kavusamamisidir. Kisi
"Kul" kertesinde kalip "müptezel" yasamlara katlanmak durumundadir. Islam
kaynaklarindan ve genellikle Diyanet Isleri Baskanligi' nin yayinlarindan alinma
bir kaç örnegi siralayarak müslüman kisinin günlük yasaminin din adamlarimiz
tarafindan nasil sekillendirildigine göz atmakta yarar vardir.
A) Din adami insanlarimizin günlük yasantilarinin her yönünü,
çöl Arap'inin zihniyetine ve ihtiyaçlarina yatkin buyruklarla düzenler:
Müslüman kisinin sabah yataktan kalkmasi, kalktiktan sonra giyinmesi, yemesi,
içmesi, yürümesi, isemesi, "istinca" etmesi (abdestini yaptiktan sonra pislikten
temizlenmesi), düsünmesi, gülmesi eglenmesi, cinsi münasebette bulunmasi, alis
veris yapmasi, yataga girip uyumasi vs ... gibi davranislarinin tümü, onun arzu
ve iradesine birakilmamistir. Bütün bu hususlar inceden inceye onun adina
"Tanri" ve "peygamber" tarafindan düsünülmüs ve aynen uygulanmak üzere
emredilmistir. Fakat emredilirken esas itibariyle Arap insani'nin zihniyeti,
gelenegi ve ihtiyaclari esas alinmistir.
Bir kere sabahleyin yataktan kalkarken kisi, sag yanindan ve sag ayagi ile
kalkacaktir, çünkü din adamindan ögrendigimize göre Muhammed, pek çok
vesilelerle "sag'in sol'a fazli (üstünlügü)" oldugunu anlatmis ve kendisi de
buna örnek olmustur. Buhari'nin Ayse'den rivayetine göre Muhammed, abdest
alirken, ya da ayakkabisini giyerken sag "a'zasiyle" baslarmis. Müslüman
kisilerin de böyle yapmalari için, Ebu Hüreyre'nin rivayetine göre, söyle
demis:: "Sizin biriniz ayakkabasini giyecegi zaman sag ayagi ile baslasin,
çikaracagi zaman da sol ayagi ile çikarmaga baslasin. Bu suretle sag ayak,
giyilen iki ayagin önü, çikarilan iki ayagin da sonu olsun" 63
Yani anlatmak istemistir ki sag "iyi", sol ise "kötü" seylerle ilgili isler
içindir. Örnegin yerken, içerken sag el, yataktan kalkarken ya da
sokaga çikarken sag ayak kullanilmalidir. Buna karsilik "zeker" (tenasül aleti)
sol el ile tutulmali, "istinca" sol elle yapilmali hamama girerken sol ayakla
girmelidir, çünkü "zeker" ve "istinca" pis seylerdir, hamam ise seytanlarin
sigindiklari yerdir 64.
Sagin sol'a üstünlügü konusunda Muhammed'in yukardaki emirlerini akil
kistasina vurmaga çalismak ve "sag'in neden dolayi sol'a fazli olsun?" diye
sormak günah olacagindan, Müslüman kisi için bu seriat emirlerini ayniyle yerine
getirmekten baska yapilacak bir sey yoktur.
Yataktan kalkar kalkmaz kisi "misvak" ile agzini yikamalidir, fakat yikarken
"ögürür gibi ööö..." diye ögürmelidir, çünkü din adami ona, Ebu Musa'nin
rivayetine göre Muhammed'in böyle yaptigini ve farkli sekilde agiz yikamanin
caiz olmadigini ögretmistir 65
Erkekler bakimindan sakal birakmak ve biyiklari kirpmak din zorunlugu oldugu
için müslüman kisi, sakal ve biyik denen seylerden hoslanmasa dahi sakalli ve
kirpma biyikli olarak dolasmak ve sakalini kina ile boyamak zorunluguna
katlanacaktir. Çünkü din adami kendisine, bu zorunlugun Muhammed
tarafindan, sirf Yahudilerin ve Hiristiyanlarin yaptiklarinin tersini yapmis
olmak için kondugunu anlatmak üzere su hadis'leri biraktigini söylemistir:
"Sakallarinizi birakiniz, biyiklarinizi da iyice ve derince kesiniz..." ;
"Ashabim yahudiler, hiristiyanlar sakallarini boyamazlar, siz onlara muhalefet
ediniz (kina ile boyayiniz)..." 66
Ve ayrica sunu da eklemistir ki saçlari her tarafindan uzatip salivermek
"mekruh ve yasak" ve biyigi dudak hizasina kadar getirmek ve koltuk altindaki ya
da kaba avret yerindeki killari 40 günde bir yolmak "sünnet'dir" 67.
Kadinlara gelince, "sihhi zaruret olmaksizin ve sirf güzel olmak için,
kaslari inceltmek, yüz tüylerini yolmak ya da süslenmek" yasaktir. Din adami bu
yasaklari Amr b. Suayb'in babasina inen rivayetlere dayali olarak Muhammed'in
emri olmak üzere belletir 68.
Ister erkek, ister kadin olsun, sabahleyin uyanipta basinda ak saç oldugunu
farkeden müslüman kisi, yaslaniyorum diye asla telasa kapilmamali, ak saçlarini
yolmaga kalkmamalidir, çünkü din adaminin söylemesine göre Muhammed söyle
demistir: "Ak saçlari yolmayiniz. Çünkü o (saçlar) , Kiyamet gününde
Müslümanin nurudur". 69
Eger el ve ayak tirnaklari uzamis ise kesmek gerekir, çünkü din adaminin
söylemesine göre Muhammed söyle demistir: "Tirnaklar uzayinca, seytanin
bulunacagi yer olur". Yani anlatmak istemistir ki tirnaklari kesmek suretiyle
seytan yersiz yurtsuz birakilmis olacaktir. Fakat tirnak keserken önemli bazi
hususlara dikkat etmek gerekir ki bunlarin basinda el'lerin ayak'lardan üstün
oldugu ve bu itibarla tirnak kesme isine önce el'lerden baslayip sonra ayak
parmaklarina geçmek gerektigi gelir. Fakat bunu yaparken sag'in sol'a nazaran
faziletli oldugu unutulmamali ve sag el parmaklarindan baslanilmalidir. Ancak ne
var ki parmaklarin da "faziletli" olani ve olmayan bulundugu için önce faziletli
parmagin tirnagi kesilmelidir. "Faziletli" ve "üstün" olan parmak "sahadet"
parmagidir. Böyle oldugu içindir ki sag elin sahadet parmagindan baslayip küçük
parmaga kadar gitmeli ve sonra da sirayla sol elin küçük parmagindan baslayip
sol elin bas parmaginda bitirmelidir 70.
Din adami'nin belletmesine göre giyim konusunda erkekler ve kadinlar için
elbisenin cinsine, inceligine kalinligina, uzunluguna kisaligina vb... dair pek
çok yasaklar vardir. Bir kere kumasin çok iyi ve süslü kaliteden olmamasi
gerekir; örnegin kil elbise degil fakat sof cübbe giyilmelidir, çünkü Muhammed,
kil elbise giymenin insanlar arasinda üstünlük taslamak oldugunu anlatmak üzere
: "Ümmetimden kil elbiseyi ancak ahmak veya riyakar olanlar giyer"
demis ve "Kil elbise giyenler Cehennemlik olurlar" diye eklemistir. Kendisi de
kil elbise degil fakat sof kaftan elbise giydigi için Evzai ' nin rivayeti su
olmustur : "Yolculukta sof giymek sünnet, bunun disinda bi'dattir" .
Neden iyi kaliteli ve süslü elbise giymemek gerektigine gelince din adaminin
söylemesine göre Muhammed, müslüman kisilerin "Kul" durumunda olduklarini ve
köle'lere yarasir sekilde giyinmeleri gerektigini bildirmistir 71.
Bu vesile ile din adami kisi'yi "müptezel" kilikta dolasmaya alistirmak için
Muhammed'in su sözlerini tekrarlar: "Allahu Teala, giy digine aldiris etmeyen
mübtezel insanlari sever" 72
Öte yandan erkeklerin giyecekleri elbiselerin keten ve pamuktan olup
asla ipek'ten olmamasi gerekir, çünkü ipek elbise giymek kadinlara benzemek
demektir. Bunun gibi beyaz renkte elbise giymenin "müstebah" sayilacagi ve fakat
kirmizi, yesil, sari ve siyah seyler giymenin "caiz olmadigi" hususunda hükümler
vardir ki din adamlarimiz bunlari da insanlarimiza en büyük bir titizlikle
ögretirler. Bu hükümlere göre elbisenin uzunlugu ve kisaligi, giyinirken sagdan
baslama geregi gibi seyler de öngörülmüstür 73.
Öte yandan elbisenin diz kapagi ile semik kemigi arasindaki uzunlugu
asmamasi gerekir. Çünkü Malik Ebu Said'in rivayetine dayali olarak
din adaminin söylemesine göre Muhammed söyle emretmistir: "Mü'minin elbisesi,
diz kapagi ile semik kemiginin yarisina kadardir. Topuklara kadar uzanmasinda
beis yoktur. yerlere sürüyecek sekilde daha asagi sarkitirsa, iste o (kisi)
Cehennemde'dir. Elbisesini kibirlenerek yerlere kadar sürüyen kimseye Kiyamet
günü (Allah) bakmaz" 74
Müslüman kisilerin sokakta yürümeleri, tipki diger davranislar gibi, din
emirleriyle düzenlenir: ne fazla hizli ve ne de fazla yavas yürümek, yürürken
fazla kibirli gibi görünmemek gerekir. Sesini keserek yürüyen kisi makbuldür. Bu
zorunluk özellikle Kur'an'in Lokman Suresi'ndeki su ayet'e dayatilmistir
"...yeryüzünde böbürlenerek yürüme... Yürüyüsünde tabii ol; sesini kis. Seslerin
en çirkini süphesiz merkep sesidir" (K. 31 Lokmak 18-19).
Ebu Said Ansari'nin rivayetinden anlasildigina göre Muhammed, sokakta erkegin
iki kadin arasinda ya da kadinla yan yana ve ayni hizada yürümesini
yasaklamistir. Bu yasagin bir diger sonucu da kadinlarin cami'de erkeklerin
arkasinda yer almalari seklindeki uygulamadir 75. Din adamlarimiz bu kurali
insanlarimiza titizlikle belletirler. Bundan dolayidir ki ülkemizde, özellikle
köy ve kasabalardan Kent'lere inen köylümüz, kadinini tipki merkep sürükler gibi
pesinden yürütür ve bunun, insan haysiyeti bakimindan utanç verici bir sey
oldugunu düsünmez. Oysa ki Türk'ün eski geleneklerinde, kadini arkadan yürütmek
diye ilkel bir davranis yoktur; aksine kadini erkegine esit kilmak ve hatta
devletin basina oturtmak gibi asaleti vardir. Din adami "ille Araplastiracagim"
diye Türk insanini, Türk'ün güzel ve asil geleneklerinden siyirmistir.
Müslüman kisinin yemek yerken, su içerken ya da abdest'ten sonra pisligini
temizlerken ("istinca" ederken), taretlenirken, sokakta yürürken, cinsi
münasebette bulunurken vs... ne sekilde hareket edecegini de din adami, yine
"Tanri" ve "Peygamber" emirlerine sarilarak belletir. Her ne kadar pek çesitli
bu hükümler çöl Arap'inin yasam ve ihtiyaçlarina göre ayarlanmis bulunmakla
beraber, bizim din adamimiz bakimindan önemli olan Türk degil fakat Arap
yasamlari oldugu için, yüzyillar boyunca bu kurallari da Türk insanina çöl
kosullarina göre belletmekte sakinca görülmemistir.
Diyanet'in yayinlarindan ya da din adamlarimizin Suyuti, Nevevi ya da
"Hüccet'ül islam" diye yücelttikleri Gazali vb...gibi kaynaklardan ögrenmekteyiz
ki suyu, cinsine göre, ayakta iken ya da çömelerek içmek gerekir: örnegin
"zemzem" suyu ayakta iken ve fakat diger sular çömelmis olarak içilmelidir 76.
Fakat içerken tek sayi itibariyle, genellikle üç nefeste içmek gerektir, çünkü
Tanri tek'tir. Çift nefeste içmek Tanri'yi inkar olur. Öte
yandan suyu gümüs kapta içmek caiz degildir; içenlerin karinlarina "Cehennem
atesi" dolacaktir. Içerken bir yudumda degil fakat üç nefeste ve besmele çekerek
(kabin içine solumadan) içmek "sünnettir", çünkü Muhammed suyu hep bu sekilde
içmistir. Bu itibarla aksini yapmak günahtir. Çömelmeden, yani ayakta
olarak su içenler derhal "istifra" edip midelerindeki suyu kusmalidirlar 77
(Bununla beraber ayakta su içilebilecegini söyliyenler de vardir).
Nasil ki suyu çömelerek içmek gerekiyor ise, yemek yerken de yere çömelip
ayakkabilari çikarmis olarak hareket etmek sarttir. Yani masa gibi yüksekçe bir
yerde ve sandalye'ye oturmus olarak yemek yemek dogru degildir; bu "kul" kisiye
yakismaz ve "tevazu" sinirlarini asmak olur. Bu nedenle yere çömelmis olarak,
sag dizi kirip sol baldir üzerine oturarak ve her hangi bir yere dayanmadan
yemek yemelidir; kul'a yakisan budur . Bunun böyle oldugunu anlatmak üzere din
adami yine Muhammed örnegini verir. Gerçekten de Islam kaynaklarinin
bildirdigine göre Muhammed böyle yapmis ve "Ben dayanarak, (ve sofraya oturarak)
yemem, çünkü ben kulum" demistir. Bir baska vesileyle de: "Yaslanarak yemek
yemem! Ben ancak Allah'in bir kuluyum; köleler nasil yerse öyle yer, kullar
nasil oturursa öyle otururum" demistir 78.
Öte yandan yüzü koyun yatarken de yemek yemek caiz'dir; çünkü bu bir
Arap gelenegidir. Gazali'nin bildirmesine göre Ali "yüzü koyun yattigi halde
kalkani üzerinde peksimet yemistir. Araplarin böyle yaptigi söylenir" 79. Yine
Gazali'nin söylemesine göre yemek zevk için degil fakat "Allah'a kulluk ve
ibadete güç yetirmek için" yenmelidir 80.
Yemege baslarken tuz ile baslamali ve daha ilk lokmada (ve herkesin isitecegi
sekilde): "Bismi'llah", ikinci lokmada "Bismillahirrahman" ve üçüncü lokmada da
"Bismillahirrahmanirrahim" diyerek besmele çekmeli ve "Elhamdülillah" diyerek ve
fakat yine tuz yiyerek bitirmelidir 81. Yemek yerken asla çatal biçak
kullanilmamali, yemek parmaklarla yenmelidir. Yemek asla sol el ile yenmemeli
mutlaka sag elle yenmelidir Su içerken de sag el kullanilmalidir, çünkü din
adaminin söylemesine göre Muhammed söyle emretmistir: "Sizden biriniz sol eliyle
yemesin ve içmesin. Çünkü seytan sol eliyle yer ve içer" 81a . Sag el
ile yemek yerken üç parmagi kullanmak, eti ve ekmegi dislerle koparmak ve sonra
parmaklari iyice yalamak gerekir. Çünkü Muhammed: "...(hiç kimse)
parmaklarini yalamadan el bezine sürmesin; insan yemegin hangi cüz'ünde bereket
oldugunu bilmez" demistir 82
Yine bunun gibi: "Bereket yemegin ortasindan kenara dogru indigi" için
yemegi, kabin kenarindan baslayarak yemelidir, aksi taktirde seytanlar mideye
ineceklerdir. Yere düsen lokmalara gelince, bunlari da yerden alip yemelidir,
çünkü hadis-i serif'te: "Sizden birinizin lokmasi düserse, alip üzerindeki toz
topragi gidersin, sonra yesin, onu seytan'a birakmasin. (Eger düsen alinmazsa
seytana birakilmis olur)-... " diye bildirilmistir 83.
Din adami'nin belletmesine göre yere düsen ekmek ufaklarini yerden alip
yemenin baskaca yararlari daha vardir ki kisi'yi "darlik görmekten" ve "ahmak
çocuk" sahib olmaktan uzak kilar. Çünkü Muhammed: "Düsen ekmek
ufaklarini yiyen (kisi) darlik görmez, çocugu da ahmak olmaz" demistir 84
Hurma ya da zerdali gibi seyleri yerken hep tek sayilara" dikkat etmeli,
örnegin bunlari üçer üçer, beser beser vb... yemelidir. Yemekten sonra
parmaklardaki yemek kalintisi iyice yalanmalidir ki yemegin bereketi orada
kalmasin 85.
Din adamlarimizin ve özellikle Diyanet Isleri Baskanligi'mizin "Tanri" ve
"Peygamber emirleri" olarak insanlarimiza bellettikleri diger önemli bazi
hususlar vardir ki yemek yerken ve su içerken, yemek çanaginin ya da bardagin
içine düsen sinegin akibetiyle yakindan ilgilidir. Böyle bir halde yemegin yenip
yenmeyecegi ya da suyun içilip içilmeyecegi konusu Islam'in en büyük
düsünürlerinin el attiklari bir husus oldugu için din adamlarimiz da ayni
hassasiyeti göstermekten geri kalmazlar. Hemen belirtelim ki Imam Gazali bu çok
önemli sorunu, Muhammed'in sözlerini dogrulayarak çözümlemistir ki o da, sinegin
bir kanadinda "sifa" ve digerinde "hastalik" oldugudur; bu nedenle, içine sinek
düsen yemegin yenmesi gerekir. Diyanet Isleri Baskanligi'nin yayinladigi
sekliyle Muhammed'in biraktigi hadis söyledir: "Ebu Hüreyre'...den rivayet
olunduguna göre Resulullah...- 'Sizden birinizin içecegi (ve yiyecegi) içine
sinek düstügü zaman o kisi o(nun her tarafini) batirsin, sonra çikarsin (atsin).
Çünkü sinegin iki kanadinin birisinde hastalik, öbirisinde de sifa
vardir-' buyurmustur" 86
Çekirgenin yenip yenmeyecegi hususunda farkli görüsler vardir.
Buhari'nin rivayetini geçerli bulan Diyanet Isleri Baskanligi, Ebu Hanife'nin
içtihadini benimseyerek halkimiza çekirge yemenin "halal" oldugunu söylemekle
beraber Ayse'nin rivayetine göre Muhammed'in bunu yasaklamis oldugunu,
Maliki'lerin içtihadina göre ise çekirgenin kafasinin koparilarak yenilmesinin
kabul edildigini belletir 87 .
Hamam'a girip yikanmanin kurallari da ayni titizlikle ele alinmistir: Din
adaminin söylemesine göre seytanin kötülüklerinden korunulmak gereken yerlerden
biri de hamam'dir, çünkü hamam "seytan yeridir"; ve seytan, günün özellikle
belli saatlerinde hamami tercih eder ki o da aksam zamanlaridir. Bu nedenle
yikanmak üzere hamama gidecek olan kimselerin, bu isi aksam vaktinde, günes
batarken ve aksam namazi ile yatsi namazi arasinda yapmamalari gerekir çünkü bu
vakitler, seytanlarin etrafa yayildiklari ve hamamlara dadandiklari vakitlerdir.
Fakat bu vakitler disinda da olsa hamama giden kimse, sol ayakla hamama girmeli
ve "euzü billahi" (Allaha siginirim) demeli ve hamamda iken fazlaca
konusmamalidir 88
Müslüman kisi'nin abdest bozmasi, ya da "kaza-yi hacet" 'ten sonra
temizlenmek üzere taretlenmesi gibi isler din adamlarinin önemle üzerinde
durduklari bir baska konudur; çünkü "Hüccetü'l-Islam ve Zeynüd'd-Din" lakabina
layik görülen Gazali'nin en saglam islam kaynaklarina dayali olarak
bellettiklerine göre bu isin Tanri'yi saygin kilmakla ilgili yönleri vardir ki
tek sayida tas ya da kerpiç kullanmayi ve kible'yi yan tarafa almayi gerektirir.
Söyleki: abdest yapacak olan kisi, abdestten önce "üç kerpiç parçasi yahut
düzeltilmis tasi sol eline alir ve abdestini yapmaga baslar". Fakat yüzünü ya da
arkasini Kible'ye dönük olmayacak sekilde, en iyisi yan vererek abdestini
yapmalidir: "... isi bitince sol eliyle necaset olmayan yerden baslayip necaset
bulunan yere sürer ve orada döndürür ve necaseti bulastirmadan kaldirir. Böylece
üç tasi kullanir; eger temizlenmezse iki tas daha kullanir. Böylece (kullandigi
tas sayisinin) tek olmasina dikkat eder. Sonra düz bir tasi sag eline alir,
zekerini sol eliyle tutar, o tas üzerine üç defa sürer. Yahut da duvarda üç ayri
yere sürer. Sol eli hareket eder, sag eli degil. Eger bununla kanaat hasil
olursa yetisir. Fakat en iyisi tastan sonra su ile de yikamaktir.... Istincayi
bitirince elini duvara yahut topraga sürer, sonra yikar. Böylece hiç koku
kalmaz. Istinca zamaninda -'Allahümme tahhir kalbi mine'n-nifaki ferci
mine'l-fevahisi (Allahim kalbimi nifaktan temizle, fercimi fuhustan koru) der".
89
Görülüyor ki müslüman kisi için abdest yaparken dikkat edilecek en önemli
husus, temizlenmek üzere kullanacagi tas sayisinin tek olmasidir, çünkü bunu
yapmakla Tanri'nin "tek" olduguna inandigini kanitlamis olur 90.
Din adamlarimiz bütün bu hususlari ve özellikle hela'ya girme usullerini ve
"Kaza-yi hacet" 'ten sonra temizlenmek için tek sayida tas kullanma geregini
öylesine büyük bir titizlikle insanlarimizin bey nine yerlestirirler ki, askere
alinan köy delikanlilarinin, askeri disiplin ve yasagin siddetine ragmen, bu
gelenekten kurtulamayip kisla hela'larinin taslarla tikanmasina sebeb olduklari
görülür.
Taretlenmek gibi "bevl'etmek"de din emirleriyle ayarlanmistir; sag el ile
"istinca" edilemeyecegi gibi sag el ile zekeri (tenasül haleti'ni) tutmak da
yasak edilmistir. Ebu Katade'nin rivayetine göre Muhammed söyle demistir:
"Sizden biriniz bevl'ederken sag eliyle tenasül aletini tutmasin" 91. Ebu
Katade'den rivayete göre de söyle emretmistir: "Içinizden biri... helaya
gittiginde zekerine sag eliyle dokunmasin. Sag eliyle de silinmesi (yani istinca
etmesin)" 92
Bu yukardaki hükümler dogrultusunda olmak üzere Türkiye'deki lise'lerin
ikinci siniflarinda okutulmak üzere en ünlü "din bilginlerimize" hazirlatilan
Din Dersleri adli kitabta "önden ve arkadan her hangi bir pislik veya gaz
çikmasi" halinde abdestin bozulacagi, "kaba pisligin akici olaninda avuç içi
kadarindan, kati olaninda üç gram kadarindan fazlasinin" namaza "mani" olacagi,
"eti yenen hayvanlarin idrarinin hafif pislik" sayildigi fakat "eti
yenmeyenlerinkinin kaba pislik" kabul edilmek gerektigi belirtilmistir. Türk
gençligi akli yok eden bu bilgilerle yetistirilir.
Din adaminin söylemesine göre esnemek "seytandan" ve "aksirmak" ise Tanri'dan
oldugu için müslüman kisi bu hususlarda din adami'nin belletmesi disina çikamaz
ve serbestce davranamaz. Bundan dolayidir ki esneme hali geldiginde onu
gidermege çalismali, aksirdigi zamanda da "Elhamdü li'llah" diyerek "Allah'a
hamd etmelidir". Su bakimdan ki Ebu Hüreyre'nin rivayetine göre Muhammed
esnemenin "seytandan" oldugunu ve bu nedenle Tanri tarafindan "fena" bir sey
sayildigini ve esneyen kimseye seytan'in gülecegini söylemis, buna karsilik
aksirmanin yine Tanri tarafindan "saglik" isareti olarak görüldügünü
bildirmistir. Diyanet'in yayinladigi Hadis söyledir: "...(Kulun medar-i sihhat
ve hiffeti olan) aksiriga Allah muhabbet eder. (Eser-i gaflet olan) esnemegi de
fena görür. Ey mü 'minler! Sizin biriniz aksirip Allah'a hamd ederse onun
'Elhamdü li'llah' dedigini isiten her müslümana 'Yermhamülke'llah diye mukabele
etmek aksiran mü'min için hak olur. Esnemege gelince, süphesiz o seytandandir.
Biriniz esnemek hali geldiginde gücü yettigi derecede onu gidermege çalissin!
Çünkü biriniz esneyip (ha) di(ye agzini ayir)inca onun gafletine
seytan güler". 93
Kuskusuz ki "seytan'in gülmesi" müslüman kisi için kötü bir seydir.
Muhtemelen bundan dolayi olmalidir ki din adami, yine seriat verilerine
dayanarak, kisiler bakimindan çok gülmenin "fazilet" sayilmadigini belletir;
dayanagi Muhammed'in sözleridir: Güya "Insanlarin en faziletlisi kimdir?"
sorusuna Muhammed: "Yemesi, gülmesi az olup setr-i avret ile kifayet eden (ayip
yerlerini kapayan) kimsedir" diye yanit vermistir 94
Gece olupta yataga girme zamani geldikte müslüman kisinin ne yapmasi
gerektigini de din adami, onun düsünmesine gerek kalmayacak sekilde din
emirleriyle belirler. Bir kere dösekte yatmanin "caiz" olmayip "aba" üzerinde
yatmanin dogru oldugunu ve çünkü Muhammed'in geceleri "iki katli bir aba"
üzerinde yattigini ve tipki Muhammed gibi Sahabeler'in dahi otururken altlarina
bir sey sermediklerini, yatacaklari vakitlerde de uzanip elbiselerini sirtlarina
aldiklarini söyler 95.
Ikincisi, yatakta yatarken, sagin sol'a fazli dolayisiyle, saga dönük sekilde
yatmak gerektigini hatirlatir. Bu arada karisiyle nasil sevisecegini de en açik
sekliyle ona anlatir. Böylece müslüman kisi, cinsi münasebet usullerini de Tanri
ve Peygamber buyruklari olarak ayniyle benimsemek zorunlugundadir. Kadinlarla
sevisme konusunda din adaminin müslüman kisiye ilk ögretecegi sey, muhtemelen
Bakara Suresi'nin su ayeti'dir: "(Kadinlariniza) ...Allah'in size buyurdugu
yoldan yaklasin" (K. 2 Bakara 222) . Bununla sunu anlatmak ister ki Tanri, her
hususta oldugu gibi cinsi iliskiler konusunda da her seyi kendi ayarlamis ve
kullarina hareket serbestisi birakmak istememistir. Nitekim yine Bakara
Suresi'ndeki "Kadinlar tarlalarinizdir, tarlalariniza dilediginiz gibi girin..."
(K. 2 Bakara 223) hükmünü belletirken "tarla" sözcügünden kadinin "ön organinin"
kastedildigini bu nedenle cinsi münasebetin "arka organdan degil fakat rahimden
duhul" seklinde olmasi gerektigini ve karisina "ters yoldan" temas eden kisiye
Tanri'nin rahmet gözüyle bakmayacagini bildirir.
Bundan sonra cinsi iliski sirasinda uyulmak gereken Tanri ve peygamber
kurallarini siralar ki bunlar arasinda sevismeye baslarken Kur'an'in "Besmele ve
ihlas" surelerinin okunmasi ve "Allahim beni seytandan, seytani da bize takdir
ettigin çocuktan uzaklastir" diye dua edilmesi, cinsi münasebetin Kible yönüne
dogrulmus olarak yapilmasi gibi, ve daha buna benzer niceleri vardir 96.
Hastalik ve saglik ve temizlik konularinda da durum aynidir. Bati'da Orta
Çag insanlarina ögretilen ve fakat bilim ve teknigin gelismesiyle
vazgeçilen nice esaslar , bugün hala islam ülkelerinde belletilegelen
seylerdendir. Atatürk sayesinde laikligi kabul ederek müslüman ülkeler
içerisinde en ileri gitmis sayilan Türkiyemiz'de dahi din adamlari, Kur'an ve
Hadis hükümleri olarak hastalik denen seyin sari olmadigini, Tanri izni olmadan
sirayet edemeyecegini, veba (taun) gibi hastaliklar için dahi durumun bu
oldugunu, hastaliktan ölenlerin "sehid" olarak Cennete ulasacaklarini ögretirler
97. Ögretirken de "Cahiliyyet" dönemindeki Arap'larin yanlis inançlara
kapilmis olarak hastaligi sirayet eder sandiklarini ve bu eski Arap
inanislarinin Muhammed tarafindan degistirilerek "Hastalik sari degildir, Tanri
izni olmadan sirayet etmez, sadece develerde sirayet eder" sekline
dönüstürüldügünü ve böylece Arap'larin geriliklerden kurtarilip uygarliga
kavusturulduklarini anlatirlar 98. Insanlar arasinda hastaligin sirayet etmez
olduguna dair Muhammed'in sözlerini tekrarlarken, yine Muhammed'in biraktigi
hadis'lerden örnekler getirerek develer arasinda sirayet eder oldugunu
söylemeleri kuskusuz ki karsisindakileri bir saskinliktan bir baska saskinliga
sürüklemek için yeterlidir 99. Ancak ne var ki cahil kafanin böyle bir
saskinliga saplanmayacagindan emindirler. Insanlar arasinda hastaligin
sirayetinin Tanri iznine bagli olmasina karsilik, develer arasinda böyle bir
izne yer bulunmadigina akil erdirmek güç olsa dahi, ilkel kafa yapisindaki
kisilerin böyle güç islerle fazla mesgul olmayip kendilerine gözü kapali
inanacaklarini bilirler.
Öte yandan hastaligin müslüman kisileri Cennet'e götürdügüne ve
hastalik atesi ne kadar yüksek olursa günah dökmenin o kadar kolay olduguna,
hastaliklarin müslümanlari Tanri indinde derece bakimindan yükselttigine,
sifa'nin sadece Tanri'dan geldigine, ve hastaliklarin (örnegin sarilik
hastaliginin) "üfürük" ve "okutmakla" iyilestirilecegine, tükürük ve toprak
karistirilarak en iyi sifa yolunun saglanacagina dair "peygamber hükümlerini"
ögretmekten geri kalmazlar 100. Biraz ilerde bu konuya kisaca tekrar dönecegiz.
Fakat burada suna deginelim ki Veba hastaliginin müslüman kisiler bakimindan
"sahadet mesabesinde" olup Veba'dan ölenlerin Tanri yolunda ölmüs
sayilacaklarina dair hükümleri, ve örnegin Muhammed'in su tür Hadis'lerini
insanlarimizin beynine sokusturmaktan geri kalmazlar: "(Enes Ibn-i Malik'...den,
Nebi...'in) : Veba (ile ölüm) her müslüman için sehadettir (Allah yolunda ölüm
derecesindedir) buyurdugu rivayet olunmustur" 101.
Öte yandan Buhari 'nin Sahih 'inde ve Imam Malik 'in Muvatta adli
yapitinda yer alan Kur'an ve Hadis hükümlerine göre sadece Veba'dan degil fakat
"Karin hastaligi" ve "Zatü'l-cenb" gibi hastaliklardan ölenlerin, ya da "Bina
altinda can verenlerin", ya da "Suda bogulanlarin" , ya da "Karninda çocukla
ölen kadinlarin" dahi "Tanri yolunda sehid düsenler" gibi islem görerek Cennet'e
kabul edileceklerini ögretirler 102. .
Hemen belirtelim ki din adaminin bu sekilde egittigi kisiler için: "-Pek iyi
ama hoca efendi, karin hastaligindan ya da zatü'l-cenb'den vs ölenler sehid
sayiliyor da diger hastaliklardan, örnegin Verem'den ölenler neden sayilmiyor?
Suda bogulanlar sehid sayiliyor da basi tasa çarpip ölenler niye sayilmiyor? "
seklinde soru sormak söz konusu olmadigi gibi (çünkü kisi ne bunu soracak zeka
yeterligindedir ve ne de bu cesarete sahiptir) hastalik ya da hastaliktan
korunmak dahi hiç önemli bir sey degildir; tipki yoksulluk gibi hastaligin da
"Tanri'dan gelme nimet" olduguna inandirildigi için kendisini, çözümlenmesi
gereken bir sorunla karsi karsiya bulmaz. Nitekim Türk köylüsünün bu konudaki
tutum ve davranislariyle ilgili incelemeler göstermistir ki saglik, hastalik,
yoksulluk, ve egitim gibi sorunlar, halkimiz için önemli ve üzerinde durulmak
gereken seylerden degildir 103
Animsamakta yarar vardir ki tas devri ya da orta çag insanlari için hastalik
ve yoksulluk gibi seyler, din adamlarinin büyük bir kurnazlikla "fazilet" ve
"Tanri'dan gelme nimet" seklinde tanimladiklari seyler olmustur. Onlarin
söylemesine göre Tanri'ya layik olmak için bunlara katlanmak gerekirdi. Eski çag
inanislarina göre hastaliklar, bilinmeyen güçlerin ya da Tanri'nin gazaba
gelmesiyle olusan seylerdi. Klise bu eski inanislari, kendi otoritesini ve
etkisini güçlendirmek ve halk yiginlarini uyutmak ve sömürmek için kullanirdi.
Öte yandan Dogu dünyasindan gelme inanislar arasinda insan
varliginin "aciz" ve "zavalli" ve "yoksul" durumlarda bulunmasinin Tanri indinde
"tevazu" anlamina geldigine ve özellikle yoksullugun "fazilet" demek olduguna
iliskin olanlari vardi. Insan, Tanri karsisinda ne kadar küçülürse Tanri'nin
gözünde o kerte degerli sayilirdi. Klise bu inanislari da kendi çikarlarina
yontmaktan geri kalmamisti. Hem de öylesine ki, kötü hastaliklarin seytan
tarafindan gönderildigini ve bu hastaliklarin cadilar ya da Yahudiler
araciligiyle Hiristiyanlara geçtigini söyleyerek din saliklerini fanatizme
sürüklerdi. Bundan dolayidir ki Tanri'yi hosnud etmek için Avrupa'nin her
tarafinda Yahudilere saldirilar tertiplenirdi 104.
Ancak ne var ki Bati'da, hem de Orta Çag karanliklarinda, bu ilkel
zihniyete karsi sesini yükseltenler, dikilenler görülmüstür. Örnegin
16. ve 17.Yüzyillarda Roger Bacon ve Robert Boyle gibi (ve daha nice) cesaret
örnekleri hastaligin Tanri'dan ya da seytan'dan gelme olmayip pislikten ve kötü
yasam kosullarindan ve bakimsizliktan dogdugunu söyleyerek din adamlarina meydan
okumuslardir. Daha sonraki dönemlerde tib ilmini akil ve deney usulleriyle
gelistirenler de hep din adamina ve din hükümlerine karsi cephe almak suretiyle
halki aydinlatmislardir 105. Oysa ki islam ülkelerinde din adamina kafa tutup
seriat hükümlerini akil kistasina vuran çikmamistir.
B) Din adami'nin eline terkedilen insanlarimiz "seytan'lar",
"cin'ler, "peri'ler", "melek'ler" alemi'nin "bilgileriyle!" egitilmis olarak
çocuk zekali kalirlar:
Daha önceki sayfalarda belirttigimiz gibi müslüman kisinin tüm davranislari,
en ince ayrintisina varincaya kadar Tanri ve Peygamber emirleriyle ayarlanmis ve
kisi'ye ayrica düsünme olasiligi birakilmamistir. Bu emirlere uymayanlarin
Islama aykiri is görmüs olacaklari ve dolayisiyle seytanlarin, cinlerin hücumuna
maruz kalacaklari ya da Tanri'nin gazabina ugrayip Cehennem'e atilacaklari
anlatilmistir. Daha baska bir deyimle kisinin hiç bir davranisi akilci bir izaha
baglanmamis, her sey akil disi usullerle, seytan ve cinler araciligiyle,
Cehennem korkutmalariyle yaptirilmak istenmistir.
Evet ne yazik ki 21.yüzyila girmek üzere bulundugumuz bu dönemde din
adamlarimizin uyguladiklari egitim sistemine hala Iblis'lerin, cin'lerin,
peri'lerin "gayb" bilgileri egemendir. Islam toplumlari 1400 yil boyunca bu
ilkel ve akil disi usullerle egitildikleri içindir ki gelisememislerdir. Biz bu
tür egitime Atatürk sayesinde son verebilmis iken 1950'den bu yana hortlayan
gericilik girisimleri nedeniyle yine ayni çagdisi noktaya dönmüsüzdür. Nitekim
bugün Türkiyemizde onbinlerce cami'de ve din okullarinda milyonlarca insanimiza
ve yeni kusaklara: "Melekler cismani-nurani varliklardir, çesitli güzel
sekillere girebilirler... Cinler cismani latif varliklardir; bunlarin mü'min ve
kafir olanlari da vardir. Melekler gibi muhterem degil hakirdirler. Cin ve
seytanlar insanin içine, damarlarina girebilecek kabiliyete sahiptirler.
Seytanlar cismani-latif yaratiklardir; reisleri Iblis'tir. Hepsi kafirdir"
seklinde akla ve çagcil uygarliga ters düsen seyler belletilmektedir 106.
Özellikle su ögretilmektedir ki tüm tutum ve davranislari vesilesiyle
kisi'nin yaninda her daim melekler, cinler ve seytanlar bulunur: yemek yerken,
su içerken, giyinip soyunurken, esnerken, aksirirken, iserken, abdest ederken,
pisligini temizlerken, yürürken, hamama girerken, namaz kilarken, cinsi
münasebette bulunurken vs..., evet her isini görürken kisi, cin'ler, melek'ler
ve asil seytan'larla bas basadir. Diyanet Isleri Baskanligi ve din adamlari
bunun böyle oldugunu, basta Kur'an'in: "Seytan süphesiz sizin düsmaninizdir; siz
de onu düsman tutun" (K. 35 Fatir 6) seklindeki ayet'ler olmak üzere, nice
seriat hükümlerini sergileyerek ortaya vururlar. Maverdi gibi ünlü kaynaklarin
tanimina uyarak seytan'i, Iblis'in oglu ve Iblis'in de "ruhani" nitelikte bir
varlik oldugunu söylerler ve söyle derler: "Iblis ruhani sahistir, Nar-i
semhumdan (isabet ettigi sey'i zehirleyen atesten) yaratilmistir; cinlerin,
seytanlarin babasidir; hilkat mayasi sehvetle yogurulmustur" 107.
Yine bu dogrultuda olmak üzere Muhammed'in biraktigi sayisiz hadis'leri
belletirler ki bunlar arasinda: "Sizden biriniz sol eliyle yemesin ve içmesin.
Çünkü seytan sol eliyle yer ve içer" 107 a; ya da "Allah aksirmayi
sever, esnemeyi çirkin görür.. .esnemek... seytandandir... Sizden biri esnedigi
zaman seytan ona güler" 107 b; ya da "Teganni ile sesini yükselten kisiye Tanri
iki seytan musallat eder" 107 c. ; ya da "Seytan, insan vücudunda (deveran eden)
kan mesabesindedir" 108, ya da "Seytan her isinizde... yaninizda bulunur.
Birinizin lokmasi elinden düserse onu alip yesin, seytana birakmasin"; ya da
"Sizin biriniz uykusundan uyanip da abdest aldiginda burnundaki nesneyi
nefesiyle üç def'a disariya çikarsin, çünkü seytan uyuyanin genzinde gezer" 109
seklinde olanlari ve daha niceleri vardir.
Yine Tanri'nin ve Muhammed'in sözleridir diye, seytanlarin aksam namazi ile
yatsi namazi arasinda etrafa yayildiklarini ve dolayisiyle bu vakitlerde hamama
gitmenin yasaklandigini; ya da seytanlarin uzayan tirnaklar arasinda yuva
kurduklarini ve bu nedenle tirmaklarin kirptirilmasini; ya da esneme'nin
seytan'dan oldugunu ve esneyenin agzina seytanlarin girecegini ve bu nedenle
esnememek gerektigini; cinsi münasebet sirasinda "Allah'im beni seytan'dan,
seytani da bize takdir ettigin çocuktan uzaklastir" diye dua edilmesini, aksi
taktirde dogacak çocugun sasi olacagini; seytan'in kulak hirsizi oldugunu ya da
insani namazdan alikodugunu ve bu nedenle serrinden Allah'a siginmanin sart
bulundugunu 110, ya da seytanlarin temiz gönüllere süphe attiklarini 111 ve daha
buna benzer nice hususlari halkin kafasina yerlestirip insan zekasini ve aklini
körletmenin yollarini bulurlar.
Islami egitim sistemi geregince din adami her seyi akil disi yollar ve
usullerle, ve çogu kez cin'ler, melek'ler, iblis'ler araciligiyle müslüman
kisinin kafasina yerlestirdigi içindir ki müslüman kisi de her isini, akil ve
mantik yolu ile degil fakat bu tür dürtmelerle görür. Örnegin din
adami, Tanri ve Peygamber emridir diye "Cuma günü mescidin kapisinda melekler
bulunur. Onlar mescide gelenlerin birinci, ikinci, üçüncü sirasina göre
yazarlar. Hatip minbere oturunca sahifeleri dürerler ve saflar arasina gelerek
hutbeyi dinlerler" der ve müslüman kisileri bu kandirmalarla mescide getirmege
çalisir 112. Çünkü insanlari mescide getirmenin daha etkili ve daha
akilli bir yolu olabileceginden habersizdir. Onun bu tür hükümlerle kafasini
dondurdugu ve islemez hale soktugu kisi de, meleklerin ilgisini çekecegim ve bes
vakit namaz farizesini yerine getirecegim diye, günün olmadik saatlerinde isini
gücünü birakip mescide gider. Ev bark geçindirmek zorunda bulundugunu ve günün
en verimli saatlerinde isi terketmekle kazancindan olacagini düsünmez.
Yine bunun gibi müslüman kisi, abdest ya da çis etmek için hela'ya
gittiginde: "Tanri beni disi ve erkek seytanlardan korusun" seklinde dua eder,
hela'dan çiktiginda da "Tanri'ya sükürler olsun" diyerek Tanri'nin adini
bilhassa tekrarlar. Çünkü din adamindan ögrendigi o'dur ki eger böyle
yapacak olursa seytan'lardan ve cin'lerden korunmus olacaktir.
Öte yandan da eger evine seytan'larin ayak basmasini istemiyor ve
sadece meleklerin ziyaret etmesini dileyor ise, bu taktirde evinde resim ya da
köpek gibi seyleri bulundurmamalidir, çünkü din adamindan ögrendigine göre
Muhammed böyle emretmistir 113. Bundan dolayidir ki müslüman kisilerin evlerinde
resim bulunmaz, köpek olmaz.
Yemek yerken sag el ile baslamak ve parmaklardan baska bir sey (çatal, biçak
gibi) kullanmamak hususundaki seriat emirlerinin gerekçelerini de din
adamlarimiz, yine seytan'lar ve cin'ler bilgisine göre belletirler.
Örnegin çorba içerken kasenin kenarindan içmek gerektigini, aksi
taktirde seytanlarin mideye ineceklerini seriat hükmü olarak kafalara
tikarlarken Muhammed'in söyle dedigini söylerler : "Tanri'nin inayetleri çorba
kasesinin ortasinda degil fakat kenarindadir; kasenin ortasindan baslanacak
olursaniz Tanri'nin inayetine erisemezsiniz" 114 . Sofraya gelen pilav ve diger
yemekleri de ayni sekilde, yani kabin kenarindan baslamak suretiyle yemek
gerektigini, ayni gerekçeye göre belirtirler. Yemek kaplarinin üstü kapali
tutulmayacak olursa cinlerin gelip yemekleri yiyeceklerini eklerler 115.
Yine ayni sekilde aksirma'nin "Tanri'dan" ve esnemenin "seytandan" olduguna
dair Muhammed'in emrini de söyle belirtirler: "Allah aksirani sevmez... esnemek
seytandandir... sizden birisi esnedigi zaman seytan ona güler" 116. Ya da namaz
kilarken saga-sola bakmanin günah oldugunu ve çünkü Muhammed'in bunu: "Kulun
namazindan seytanin kapip kaçtigi bir seydir" diye tanimladigini hatirlatirlar
117. Ya da üç kisi'nin bir araya gelip fiskos etmelerinin, Islam'a göre yasak
seylerden oldugunu ve çünkü Muhammed'in bu tür gizli konusmalari seytan'dan
saydigini bildirirler 118.Ya da kisi'yi, gece uyku'da iken kalkip Kur'an okusun,
abdest alsin ve namaz kilsin diye, yine Muhammed'in seytanlari araç edinen su
sözleriyle ikaz ederler: "Sizin biriniz (gece) uyuyunca Seytan onun boyun köküne
dügüm dügümler. her dügüm (yerine): -'Senin icin uzun bir gece vardir, rahat
uyu-' (diyerek eliyle ) vurur. O kimse uyanip (Kur'an okuyarak , tesbih ve
tehlil 119 ederek) Allah'i anarsa, bir dügüm çözülür. abdest alirsa, bir dügüm
daha çözülür. Namaz da kilarsa, Seytanin dügümlerinin hepsi çözülür. Artik o
teheccud sahibi (yani uyku uyumayip namaz kilan kisi) dügümü çözük ve gönlü hos
ve nes'eli bir halde sabaha dahil olur. Fakat zikretmez ve abdest alip namaz
kilmazsa gönlü kirli ve uyusuk bir halde sabaha girer" 120
Kisi'yi gece uykusundan kaldirip Kur'an okumaga, abdest almaga ve namaz
kilmaga zorlamak maksadiyle din adami bir de su hadis hükmünü hatirlatir:
"Abdullah (Ibn-i Mes'ud)... demistir ki: Nebi..'in huzurunda birisi anildi. Ve
bu adam sabaha kadar uykuya dalar, namaza kalkmaz denildi de , Resulullah:
-'Öyle ise bunun kulagina Seytan isemistir-' buyurdu" 121
Öte yandan müslüman kisi'nin din sorunlarina akilci yoldan
yaklasmasi ve örnegin: "Madem ki seytan bu kadar kötüdür ve Tanri'nin müslüman
etmek istedigi kisileri ayartmakta ve böylece Tanri ile adeta güç yarismasina
çikmistir, o halde neden o her seye kadir oldugu söylenen Tanri bu kötü yaratigi
yok etmez de onun kaprislerine boyun eger?" seklinde soru sorma olasiligini
tamamen yok etmek üzere din adami'nin uyguladigi bir formül vardir ki o da
Muhammed'in su tavsiyesidir (Diyanet yayinlarindan harfi harfine alinmistir):
"Sizden her hangi birinize seytan gelir de: (Sunu) böyle kim yaratti? (Sunu)
böyle kim yaratti?. En sonu: Rabbi'ni kim yaratti? d(iye vesvese ver)ir. Imdi
seytanin vesvesesi Rabb'iniza kadar erisince o vesveseli kisi hemen: -'Euzü
bi'llahi mine's-seytani'r-recim-' di(yerek Allah'a sigin)sin! Ve vesveseye son
versin" 122.
Bu yukardakilere eklenebilecek daha nice örneklerden anlasilan o'dur ki din
adamlari, her seyi akil disi yollar ve usullerle belletmeyi san'at
edinmislerdir. Belletilmek gereken seyleri akilci bir açiklamaya baglatacak
yerde, akli hiç islemez halde tutmak ve kisi'yi akilsiz kilmak hususunda
uzmandirlar: "Yemek kaplarinin üstü açik birakilacak olursa yemeklere sinek,
toz, mikrop vs girer", ya da "çorba kasesinin ortasi sicak, kenari ise ortasina
nazaran daha az sicaktir; bu nedenle kasenin ortasindan baslarsaniz diliniz
yanar" seklinde akilci gerekçelere basvurarak insanlari akil ve düsünce yolu ile
egitmek varken akilciliga hiç yer vermezler, her seyi sadece seytan'lar,
cin'ler, v.s... gibi beyni dumura ugratan usullerle ögretirler. Bütün bunlar
Muhammed'in emirleri oldugu için kendilerini baska türlü hareket etme
olasiliginda bulmazlar. Ve iste bu böyle oldugu içindir ki müslüman halklar, din
adamlarinin elinde, iblis'ler, seytan'lar, cin'ler, peri'ler ve benzeri
uydurmalarla dolu bir egitim yolu ile fikir ve zeka gelismezligi içerisinde pek
zavalli, pek acinacak ve pek ilkel kertede birakilmislardir.
Search
| Bookstore
| What's
new? | Send
Feedback | Disclaimer |
Support the Secular
Web Copyright ©Internet
Infidels 1995-2000. All rights
reserved.