I) "Aydin" din adami yetistirme hayalleri:
III) Gerçek anlamda "aydin" olmayan din adami, halkin da aydinlanmasini istemez.
V) Aydinlanmis halk daima din adami'nin kötülüklerine karsi çikar ve onu gelismeye zorlar:
VI) Devlet'i yeniden din adami'nin (ve din'in) destegi haline getirenlerimizin suçu
Atatürk'ün seriat karanliklarindan ve din adami'nin tasalludundan kurtarip akilci egitim sayesinde aydinliklara çikardigi Türk toplumu, yeniden seriat batakligina sürüklenmekte, yeniden din adami'nin o "çag disilik" kokan ellerine terkedilmektedir. Son bin yillik tarihimiz söyle derinlemesine elestirilebilse, kazanilan askeri savaslar ve fethedilmis ülkeler öyküsü disinda Türk'ün bilim ve kültür alanlarinda basarisizliklari söyle ciddi ve cesur bir arastirma konusu yapilabilse görülecektir ki bütün bunlarin nedeni seriat egitimi ile yogurulmus ve din adaminin elinde birakilmis, dolayisiyle özgür düsünceden, yaratici güç'ten yoksun kalmis olmaktir. Atatürk'ün sagladigi laik ve müspet egitim sayesinde gerçekten ibret verici hamleler yapabilen toplumumuzun, seriat ortami içerisinde ve din adami'nin elinde nasil beyni islemez, fikren uyusuk ve cansiz bir külçe haline gelebildigini ancak böyle bir elestiri ortaya vuracaktir.
Biliyoruz ki bu görüsümüzü çürütmek isteyenler, geçmisteki islam uygarligini örnek vereceklerdir. Ancak ne var ki islam uygarligi denen sey, islam'in kendisinden dogma, ya da seriat egitimiyle yetismis kimselerin yaratmasi olmayip eski Yunan bilimlerinden yararlanma sonucu olusmus bir seydir. Bunun böyle oldugunu diger yayinlarimizda (özellikle Aydin ve 'Aydin' ve ayrica Teokratik Devlet Anlayisindan Demokratik Devlet Anlayisina adli kitablarimizda) belirtmis oldugumuz için burada durmayacagiz. Fakat sadece sunu tekrarlamakla yetinelim ki seriat malzemesi ve egitimi ile müspet kafa yapisinda, müspet ahlak anlayisinda insan yetistirmek mümkün degildir. Akilci düsünce'nin özgürlügüne ve bagimsizligina yer ve deger vermeyen, insan zekasina güven beslemeyen, akla aykiri ne varsa her seyi "gerçek" diye gösteren seriat düzeni ve zihniyeti içerisinde aydin din adami yetisemez.
I) "Aydin" din adami yetistirme hayalleri:
Her vesile ile tekrarladigimiz gibi Bati'nin fikirsel gelismesinde rol
oynayan sey, aydin sinifin bir yandan insan aklini baski altinda tutan din
kurulusuna ve diger yandan da din adamlarina karsi savasim vermis olmasidir.
Bati'da özgür düsünce'nin egemenligini saglayanlar, insan aklini hem din
cenderesinden, hem de din adami'nin pençesinden kurtarmislardir. Akil
Çagi'nin olusumunda en önemli rol oynayan Fransa, din adamina karsi
en amansiz savasim veren bir ülkedir. 1789 Ihtilali dinsel zihniyete ve egitime
oldugu kadar din adamlarina karsi girisilmis bir savasimdir. Bu ihtilal, Fransiz
halkini, din adami'nin sahteliklerine, yalanlarina ve saltanatina karsi
baskaldirma gelenegine yöneltmistir. Bu dönemde Aydin'in baslica düsüncesi
toplumu din adami'nin sömürüsünden ve etkisinden kurtarmak olmustur. Fransiz
Ihtilali, bu düsünceyi gerçeklestirme alanina sokan en önemli bir girisimdir.
Ihtilal liderleri, din adamlari sinifini sadece siyaset'ten uzaklastirmak,
sadece dünya islerine karismaktan alikomak degil fakat asil kisi ile iliskisini
kesmek, ve daha dogrusu yok etmek istemislerdir. Kliselerin kapatilmasi ve din
adamlarinin hapislere atilmalari hep bu düsüncenin sonuçlari olarak ortaya
çikmistir.
Bununla beraber bu kadar asiri gitmek istemeyenler, din ve dünya islerini
birbirinden ayirmak ve din adamlarinin sadece "uhrevi" alanda is görmelerine
izin vermek sikkini seçmislerdir. Bir yazar söyle der: "(Tarihin ögrettigi o'dur
ki) eger bir millet mutluluga yönelmek umudunda ve karsilikli sevgi ve saygi ve
refah yoluna çikmak düsüncesinde ise, bu taktirde din adami'nin elinden her
türlü dünyevi yetkiyi (almak gerekir). Sunu aklimizdan çikarmayalim ki insanlik
tarihinin baslangicindan bu yana kisi özgürlükleri ve insan zekasi bakimindan
zararli hiç bir davranis (akilci egitim veren ögretmenlerden) gelmemistir; buna
karsilik her devirde din adamlari insan varliginin en kararli, en kötü , en
acimasiz düsmanlari... olmuslardir" 613.
Bu yazarlar Hiristiyan dini'nin "Sezar'in hakkini Sezar'a, Isa'nin hakkini
Isa'ya" ilkesine dayali olarak din ve devlet islerini birbirinden ayri tutmaga
yönelik özelliklerini ele alarak, din adamlarinin siyasetten uzak kalip sadece
"uhrevi" sorunlarla ugrasmalari halinde zararsiz duruma gireceklerine
inanmislardir. Bir yazar söyle der: "Din adami'nin elinden dünya islerini ve
siyasal yetkileri alip onu sadece (ibadet) isiyle ugrasir kiliniz, iste o zaman
onu zararli olmaktan çikarabilirsiniz"
Öte yandan Batili aydinin tutumu genellikle su olmustur ki toplumda
"egemen" olmak gereken tek güç akil olmalidir. Toplumu sadece akil gücü
sürüklemelidir. Bu da din adami'ni dünyevi islerin ve siyasetin disinda
birakmakla mümkündür.
Oysa ki islam ülkelerinde böylesine bir bilinçlenme görülmez. "Aydin" diye
bilinen siniflar, eskiden oldugu gibi bugün dahi geri kalmislik nedenlerini
seriat dininde degil fakat din adamlarinin "cehaletinde" aramak gerektigini
söylerler. Onlara göre Seriat'in özü "iyi" ve her türlü bilimsel gelismeye
olasilik verecek yeterliktedir; eger din adami iyi bir din egitiminden
geçirilecek olursa her sey düzelecek, islam halklari uygarliga eriseceklerdir.
"Aydin" din adami yetistirmek hevesiyledir ki ülkemizde, son 30 yil boyunca
görülmemis bir bilinçsizlikle din okullari (Imam-Hatip okullari, Islam
Enstitüleri, vb...) ve ilahiyat fakülteleri açma rekorlari kirilmis ve bu kisa
süre içerisinde neredeyse yarim milyona yaklasik "medrese kafasi" üretilmistir.
Bu kafalar devletin bütün kilit noktalarini ele geçirerek yakinda Türk
toplumunun tüm kaderine egemen olacaklardir.
Ancak ne var ki "suç din adaminin cehaletindedir" demekle ve yüzbinlerce
imam-hatipli yetistirmekle hiçbir sey çözümlenmis olmaz, çünkü din adamini
"cahil" ve "çag disi" yapan sey dogrudan dogruya seriat'in kendisidir. "Dogal
hak'lara ve özgürlüklere", "sosyal esitliklere", "laik'lige", "demokratik
ilkelere", "hosgörü'ye", "akilci" gelismelere ve "müspet ahlak anlayisina" ters
düsen seriat verileriyle "aydin" din adami yetistirmek mümkün degildir. Nitekim
Imam Hatip okullarindan, Islam Enstitüleri'nden, Ilahiyat Fakülteleri'nden ve
sair din okullarindan mezun olmus din adamlari, zihniyet, dünya görüsü ve
insanlik anlayisi bakimindan, "egitim görmemis" diye küçümsenenerek "cahil"
bilinen din adamlarindan pek farkli degillerdir. Çünkü onlar da
bunlar da, ayni seriat malzemesiyle yetistirildikleri için, ayni inançlara
saplanmis olup ayni kafa yapisindadirlar. Daha önceki bölümlerde siraladigimiz
ve aklin ve havsalanin kavrayamayacagi nitelikteki seriat hükümlerini, sadece
"cahil" dedigimiz din adamlari degil fakat Ilahiyat Fakülte'lerinden yetismis,
"Profesör" ve "Doçent" gibi unvanlara sahip din adamlarimiz dahi ayni
"kutsallikta" bulurlar: "Ölü insan vücudu ile ya da hayvanla cinsi
münasebette bulunan oruçlu kisi'nin orucu bozulur, kaza orucu tutmasi gerekir
(kefaret orucuna gerek yoktur)" seklindeki seriat hükmünü "Hadis'i serif" olarak
belleyen ve halkimiza belletenler, sadece "cahil" din adamlari degil fakat
Ilahiyat Fakülte'lerinde ya da Diyanet Islerinde görevli ve "Profesör" ya da
"Doçent" unvanli din adamlaridir 614. Hayvanla cinsi münasebetin "zina" suçu'nu
olusturdugunu, münasebette bulunan erkege verilecek ceza'da üç ayri görüsün
geçerli oldugunu, cinsi münasebette bulunulan hayvan'in neden dolayi öldürülmesi
gerektigini söyleyenler yine "aydin" diye bilinen din adamlaridir 615. "Yemege
ve içecege düsen sinegin bir kanadinda hastalik, digerinde sifa vardir ve sinek
sifa kanadini disarda birakir (bu nedenle) sinegin disarda kalan kanadini iyice
batirin, sonra çikarip atin", ya da "Horoz melek görünce öter, merkep seytan
görünce anirir" seklindeki hükümleri kutsal birer seriat hükmü seklinde belleyen
ve insanlarimiza belletenler sadece "cahil" din adamlari degil fakat Diyanet
Isleri Baskanligi'nda is gören ve Ilahiyat Fakültesini bitirmis, "profesör" ve
"doçent" unvanli din adamlaridir. "Fare'nin önüne deve sütü koyarsaniz içmez,
ama koyun sütü koyarsaniz içer" seklindeki bir hadis hükmünü "Çünkü
vaktiyle Beni Israil'den bir kavmi Tanri cezalandirmak için fare'ye dönüstürdü,
o kavim deve sütü içmez oldugu için fareler deve sütü içmez oldular" seklindeki
dinsel bir gerekçe ile köylümüzün kafasina sokanlar sadece "cahil" din adamlari
degil fakat Profesörlüge yükselmis din adamlaridir 616. "Seytan her isinizde,
hatta yemek yerken dahi yaninizda bulunur. Birinizin lokmasi elinden düserse onu
alip yesin, seytana birakmasin" seklindeki, ya da "Esnemek seytandandir...
Biriniz esneyip (ha) diye agzini ayirinca onun gafletine seytan güler" diyerek
insanlarimizi "seytanlar ilmi" ile egitenler Diyanet Isleri Baskanligi'nin ayni
"yüksek" egitimden geçmis unsurlaridir 617. Medine mescidinde minber isini gören
bir hurma kütügünün, minberlikten çikarildigi için aci aci inlemege, halkin
gözleri önünde hüngür hüngür aglamaga basladigini söyleyenler sadece cahil din
adamlari degil fakat "Profesör" unvanli ve hem de Ilahiyat Fakültesinde dekanlik
yapan Üniversite mollalaridir 618. Müslüman kadinlarin, müslüman
olmayan erkeklerle evlenmelerinin Islam'a aykiri oldugunu söyleyerek hem insan
haklarini çigneyen ve hem de mutlu yuvalari yikmak isteyenler sadece "cahil"
diye damgaladigimiz din adamlari degil fakat yine Ilahiyat Fakülte'lerinde
ögreticilik yapan "profesör" unvanli din adamlaridir 619. Kadin sinifini: "Aklen
ve dinen dun yaratiklar" seklinde tanimlayip her bakimdan asagilatanlar, ve
örnegin "Mukadderatini bir kadinin eline veren millet felah bulmaz" sözlerine
dayanarak: "Islam hukukunda amme velayeti denilen teskilati riyaseti ancak erkek
bir vatandas tarafindan temsil olunur. Bu, millet otoritesini temsil edecek
mevkie kadin intihap edilemez. Çünkü kadinin fitrati bir çok
cihetlerden bu çok agir vazifeyi deruhte etmege müsait degildir.. Bunun için
Islam hukukunda ... devlet riyasetine intihap olunabilmesi hususunda kadin için
bir hak kabul edilmemistir" seklindeki yorumlarda bulunanlar sadece "cahil" din
adamlari degil fakat Diyanetin "büyük" unvanlara sahip yetkilileridir 620 .
Cumhuriyet rejimini "zindik düzeni" diyetanimlayip devletin temellerini
kundaklayanlar sadece cahil dedigimiz imamlar degil fakat "Doçent" ve "Profesor"
kilikli din adamlarimizdir 621. Islam'dan baska gerçek din olmadigini ve baska
dinlere yönelenlerin sapik sayildigini söyleyenler ya da "Babalarinizi,
kardeslerinizi (-eger farkli din ve inançta iseler) dost edinmeyin" diyenler ve
böylece insanlarimizi bagnaz duygularla yetistirenler sadece imamlar degil fakat
Diyanet Isleri Baskanligi'nda is gören ya da Ilahiyat Fakültelerinde hocalik
yapan ve "Profesör", "Doçent" vb... unvanli din adamlaridir 622. Kadina dayak
atma konusunda: "Eger Kur'an 'dövülecek' diyorsa kadin dövülür, ama dövme kadina
hakaret olsun diye degil, onu yola getirmek, aile yuvasini kurtarmak için"
diyenler sadece "cehalet" içerisinde olduklari kabul edilen köy imamlari degil
fakat Diyanet Isleri Baskanligi görevinde bulunanlardir 623. Islam'a uygun yasam
sürenlerin Cennet'e gideceklerini söylerken: "Her kim Cennete giderse o kisi
4000 bakire, sekiz bin dul ve 100 hüri ile evlenir" seklindeki seriat
hükümlerini belletenler ve böylece erkek kisi'nin Cennet'de on iki bin yüz adet
kadinla cinsi münasebette bulunacagini müjdeleyenler, sadece "cahil" bildigimiz
din adamlari degil fakat Diyanet Isleri Baskanliginda bulunmus kimselerdir 624.
"Yüksek ögrenim" görmüs ve "Profesör'lüge" erismis bu tür din adamlari, çag
disi zihniyete saplanmis olmaktan dogma bilinç altbir itisle, çogu kez aydin
görüslü ve kültürlü ve Bati uygarligini derinlemesine biliyormus görünmek gibi
bir özleme saplanmaktan da geri kalmazlar. Örnegin Aristo , ya da
Nietche ya da Dostoyevski' vb... gibi yazar ve düsünürlere hayranlik
duyduklarini söyleyip görüs sergilemege çalisanlar ya da "hümanizm'e" yönelikmis
gibi davrananlar vardir aralarinda. Ancak ne var ki bu özlem onlari, çogu zaman
farkina varamayacaklari bir gaflete düsürür. Nitekim Kur'an disinda Islam
tanimayan ve "dogru" yola ancak Kur'an ile girilebilecegine inanan ve üstelik
Diyanet Isleri Baskanligi'ni dahi "hurafe satiyor" olarak tanimlayip gericilikle
suçlayan bir seriatçi "profesörün", Dostoyevski'ye hayranlik duymasi ve bu
hayranligini gazete sütunlarinda haykirmasi bunun nice kanitlarindan biridir:
"... kendisine bakarak güç, güven ve ask tazeledigim Dostoyevski'yi sonsuzluk
dostu olarak aniyor ve selamliyorum" derken 625, bu hayranlik duydugu
Dostoyesvki'nin Islam'a (özellikle Kur'an'a) ters düstügünden habersizdir. Yarim
yamalak onun yapitlarini muhtemelen okumustur ama nüfuz edememistir.
Çünkü Dostoyevski, Kur'an'i benimsemek ya da Kur'an'daki Tanri
anlayisina katilmak söyle dursun fakat Tanri'nin varligindan bile süphe ettigini
ortaya vuran ya da Avrupa'nin ve dolayisiyle dünya ülkelerinin ancak Ortodoks
kilise'sinin rehberligiyle kurtulusa çikacagina inanmis ve bu inancin
havariyunlugunu yapmis olan bir kimsedir 626. Eger bizim Üniversite
molla'mizin bundan haberi var ise bu takdirde Kur'an'dan vazgeçip Rus Ortodoks
kilisesine katilmakla, Dostoyevski'ye hayranligini çok daha gerçek bir sekilde
ifade etmis olacagi muhakkaktir. "Profesör" unvanli bu ayni din adami'nin, bir
baska vesileyle Bosna-Hersekli müslümanlarin baskani olan Izzetbegoviç'i "imanda
gönüldasim" di yerek "saygi ve hayranlikla" selamlarken de benzeri bir gaflete
düstügüne kitabimizin ilk bölümlerinde deginmis ve Izzetbegoviç'in Atatürk
devrimlerini tüm olarak "Barbarlik" diye tanimlarken Atatürk Türkiyesinin bir
numarali düsmani olduguna deginmistik 627. Bizim kendi takunyali
seriatçilarimiza bile tas çikartacak kadar koyu bir Atatürk (ve "Atatürk
Tükiyesi") düsmanini "aydin" sanilan din adamlarimizin "imanda gönüldasim"
diyerek baslarina taç etmeleri sunu gösterir ki onlar için "iman" disinda kutsal
ve degerli olan hiç bir sey yoktur: ne insan sevgisi, ne vatan sevgisi, ne ana
ya da baba sevgisi, ne "millet" sevgisi, ne adalet sevgisi... evet seriat
disinda hiç bir sevgi!
Humanizm'e yönelikmis gibi görünen "Profesör" unvanli din adamlarimizin
627(a) saplandiklari gaflet ise "Hümanist" (hümanizma) sözcügü ile "Humaniter"
sözcügü arasindaki farki bilmemekten dogmaktadir. Aydin ve "Aydin" adli
kitabimda da degindigim gibi humanizm'a, insan sorunlarinin din verileriyle
(kitaplariyle) degil fakat beseri verilere (insan yapisi kanunlara) göre
çözümlenmesini öngörür. Oysa ki bizim "aydin" geçinen "Profesor", "Doçent"
unvanli din adamlarimiz için seriat disinda (hiç degilse Kur'an disinda) çözüm
aramak söz konusu degildir.
Öte yandan bu kisilerin "Hümaniter" görünmege heveslenmeleri de
yapmaciktir, çünkü bu sözcük, basta din ve inanç olmak üzere hiç bir ayirim
gözetmeksizin insanlar arasi sevgi ve saygi duygularini içerir. Farkli din ve
inançta olanlara karsi saldiri ve savas diye bir sey kabul etmez.
Oysa ki bizim "aydin" din adamlarimiz, farkli din ve inançta olanlari "kafir"
ve "düsman" bilirler, çünkü seriat dini, daha önceki bölümlerde de gördügümüz
gibi, Islam'dan gayri bir dine yönelik olanlari (hatta Islam olupda munafik
sayilanlari) "sapik", ya da "kafir" olarak tanimlamak bir yana (örnegin: K.
Imran 85), fakat yer yüzünü "Dar'ül-Islam" (müslümanlarin yasadiklari yerler) ve
"Dar'ül-harb" (Kafirlerin yasadiklari yerler) diye ikiye ayirip birincileri
ikincilere karsi savastiran, "müsriklerin" öldürülmelerini zorunlu kilan bir
din'dir (örnegin: Tevbe 5, 29; Bakara 193 vb...). Baska din'den olanlara
(örnegin Yahudilere ve Hiristiyanlara) karsi olumlu davranmayi savunuyormus gibi
görünenler dahi, bunu insan sevgisi itisiyle yapmazlar; sadece Tanri'nin
Islam'dan baska bir din ve baska din'den peygamber göndermedigini ve çünkü
Kur'an'in böyle dedigini düsünerek yaparlar.
Evet, ne yazik ki seriat egitimiyle akilci ve çagcil düsünce yapisinda ve
insanlar arasi sevgi duygusuna bagli din adami yetistirme olasiligi yoktur ve
olmadigini kanitlar nitelikteki örnekleri sonsuza dek uzatmak kolaydir! Diyanet
Isleri Baskanligi'nin ya da "Profesör" ya da "Doçent" unvanli din adamlarimizin
halkimiza bellettikleri (ve bu kitapda bazilarina deginmis oldugumuz) seriat
verilerini söyle bir gözden geçiriniz: akli basinda olanlarimizi dehset ve
saskinliga sürükleyecek olan bu hükümlerin "aydin" diye tanimladigimiz bu din
adamlari tarafindan "kutsal" sayildigini görmekle sasirir ve "cahil" din adami
ile "okumus" din adami arasinda neden dolayi fark olamayacagini anlarsiniz.
Fakat "aydin" diye ortaya çikan (özellikle "Profesor" ve Doçent" unvanli) din
adamlarimizin bu topluma karsi giristikleri asil büyük yikicilik, Atatürk
sayesinde akilcilik rayina oturtulmus bir toplumu, bu raydan çikartip Kur'an
disinda gerçek yokmus inancina dogrultmak, Kur'an'i tüm yasamlarimizin rehberi
yapmaga çalismaktir. Bunlar arasinda "Kur'an'daki Islam" parolasina sarilip
kendisini "havari" lerden sananlar vardir. Içinde yetistikleri seriat egitimi
yüzünden sapli bulunduklari zihniyet nedeniyle sundan habersizdirler ki çagdas
uygarlik, kisi'yi din kitaplarinin rehberliginden uzaklastirip aklin
egemenligine ve rehberligine ulastirmakla saglanmistir. Bati dünyasi, 17ci
yüzyildan bu yana, insan zekasini ancak bu yoldan yaraticiliga kavusturmus ve
ancak bu yoldan insan varligini sinirsiz bir gelisme olasiligina dogrultmustur.
Konuyu Aydin ve "Aydin" adli kitabimda inceledigim için burada daha fazla
durmayacagim.
Ancak sunu tekrarlamaliyim ki bizim için bütün sorun, genel olarak din
adami'ni çag disi zihniyet içerisinde tutan seriat'in özü'nde yatmaktadir. Asil
savasilmak gereken sey de bu öz'dür. Bu özü olusturan veriler, bundan 1400 yil
önce yerlestirilmis seylerdir; Insan varligini eziklik içerisinde tutan ve
sömürten bu özü akil tornasindan geçirmedikçe ve din adami sinifini "akilci
düsünce insanlari" haline sokmadikça uygarliga çikis yolu bulunamayacaktir.
II) Atatürk'e gelinceye kadar Islam devletlerinin hiç birinde
"özgürlük", "insan haysiyeti" ve "insan sevgisi" adina din adami'na karsi
savasan ve toplumu din adami'nin kötülüklerinden kurtaran olmamistir.
Biz aydinlar, akil yordami ile seriat'in insan hak ve özgürlüklerine ters
düsen yönlerini ortaya vurup insanlarimizi bilinçlendirmekle ve onlari din
adaminin yalanlarina ve kötülüklerine karsi savasim verebilecek duruma
getirmekle görevliyiz. Nasil ki Bati'da aydin siniflar, bir yandan din
kurulusunu elestirip akla ve vicdana aykiri din verilerini gidermege çalisirken
diger yandan din adami'ni dünya islerine karistirmamak, halk yiginlarini din
adami'nin baskisindan kurtarmak bakimindan kendi toplumlarina yararli
olmuslarsa, bizler de bu ülkeyi uygarliga çikarmak için öyle yapmak zorundayiz.
"Aydin kisi" olma niteligi bizi bu zorunluga, yani din kurulusunun ve din
adamlarinin olumsuz yönlerine karsi savasima sürüklemelidir.
Ne hazindir ki Islam tarihinde bu tür bir savasim olmamistir. Din ve devlet
ayriligi diye bir sey olmadigi için, "dünyevi" ve "uhrevi" iktidar'in destekçisi
isini gören din adamina karsi direnis pek görülmemistir. Geçmiste bazi
yazarlarin din adami'nin kötülüklerine ve bilgisizliklerine karsi tepki
gösterdikleri söylenebilirse de, bu hem yetersiz ve hem de etkisiz kalmistir.
Örnegin Sirazli Hafiz, hemen her siirinde, kapali bir dil ile de olsa,
din adaminin sahteliklerini dile getirmistir 628. Gülistan adli kitabinda sair
Sa'adi'nin ayni seyi yaptigi görülür. Din adamina karsi en fazla düsmanlik
duyanlardan biri Ibn Rüsd'tür; Eflatun'un "Cumhuriyet" adli kitabini yorumlarken
"Bütün istibdat'lar içerisinde en korkunç, en kötü olani din adamlarinin
istibdadir" diyebilmistir 629. Ibn Rüsd' ü bu düsmanlikta kararli kilan sey,
Endülüs saltanati döneminde, daha dogrusu Halife Hakem II zamaninda (yani 10.
yüzyilda), olusan hosgörü ve uygarlik ortamina karsi din adami'nin olumsuz
tutumudur. Hacib al-Mansur'un, Halife Hisam saltanatina son verip iktidari ele
geçirmesinde, fikir ve düsünceye zincir vurmasinda din adaminin rol oynamasinin
da onu rahatsiz ettigi muhakkaktir. Buna benzer olaylar sonucu Ibn Rüsd sunu
iyice anlamistir ki din adami, her türlü degisikligi ve yeniligi "dinsizlik"
bilir ve önlemek için her kötülügü yapmaga hazirdir.
Yukardaki listeyi uzatmak ve din adamlarina bagli imis gibi görünüp onlarin
söylediklerine fazla aldiris etmeyen Alparslan gibi hükümdarlardan örnekler
vermek mümkün.
Yakin dönem tarihimiz içerisinde Tevfik Fikret ya da sair Esref ve Neyzen
Tevfik gibi bazi yazarlarin bu seriyi tamamladiklari da dogrudur. Dürüstlük
timsali Tevfik Fikret, o güzel ve etkili kalemiyle, din hocalarina gereken dersi
vermesini bilmistir. Yalan ve iftira usulleriyle temiz insanlara saldirmayi
ma'rifet sayan din adamlarini hallaç pamugu gibi atmasini becermistir. Selahi
Dede adindaki bir hoca için yazdigi su satirlar bunun nice örneklerinden
biridir:
Bu satirlari yazmasinin nedeni kendisinden is isteyipde olumsuz karsilik alan
bu din adami'nin: "Tevfik Fikret -'Kur'an'in kara sayfalari yirtildi artik-'
dedi" diyerek iftirada bulunmasidir 630.
Sair Esref ise, kaba bir dil ile de olsa, o veciz satirlariyle din adamlarini
bir hayli hirpalamistir.
Insan sevgisi ve özgürlük duygusu ile dolu Neyzen Tevfik'e gelince o, din
adamlarinin baslica düsmanlarindan biridir. Kendisi medrese egitiminden geçmis
olup molla'liktan geldigi için din adamlarinin iç yüzünü herkesten iyi bilirdi.
Bundan dolayidir ki onlarin tiynetini ortaya vuran siirler yazmistir. "Aygir
Imam" baslikli bir siir'inde din adamlarinin para'ya düskünlüklerini, zayif'lari
ezmek hususundaki becerikliklerini ve güçlü olanin karsisinda küçülmüslüklerini,
hilelerini vb... dile getirmek üzere söyle der:
"Hoca" adli bir siirinde din adam'inin bir baska yönünü söyle dile getirir:
Fakat su muhakkak ki Atatürk'e gelinceye kadar din adamini kötülük
yapabilecek durumdan çikaran ve insanlarimizi din adami'nin pençesinden kurtaran
olmamistir. Din adami'nin farkli inançtakileri "kafir"likle suçlayip seriat'in
"Cihad" hükümlerini seferber edebilen olumsuz zihniyetine karsi, inanç farki
gözetmez bir insanlik sevgisiyle dikilen çikmamistir. Denilebilir ki Atatürk,
1400 yillik Islam tarihi icerisinde din adami'na karsi en etkili bir sekilde
savasabilen ilk ve tek insandir. Eger istemis olsa din adamini kendisine destek
kilip, halki onun araciligiyle sömürebilecek ve rahat bir yasam sürebilecek iken
bunu yapmamistir. Yapmis olsa muhtemelen kendisini tehlikelere sürüklemez ve
bugün softa yiginlarca lanetlenmezdi. Fakat o her seyi göze alarak din adamina
karsi amansiz bir savasim açmistir. Çünkü din adamini Türk toplumu
için en büyük bir bela olarak görmüstür. Bundan dolayidir ki din adamlarini
sevmez ve sevmedigini açikca söylemekten çekinmezdi. Subat 1923 tarihli bir
konusmasinda söyle der:
"Eger onlara (din adamlarina) karsi benim sahsimdan bir sey anlamak
isterseniz derim ki ben sahsen onlarin düsmaniyim. Onlarin menfi istikamette
atacaklari bir hatfe (adim), yalniz benim sahsi imanima degil, yalniz benim
gayeme degil, o adim benim milletimin hayati ile... , o adim milletimin kalbine
havale edilmis zehirli bir hançerdir. Benim ve benimle hemfikir arkadaslarimin
yapacagi sey, mutlaka o adimi atani tepelemektir. Sizlere bunun da fevkinde bir
söz söyleyeyim. Farz-i muhal bunu temin edecek kanunlar olmasa, bunu temin
edecek Meclis olmasa, öyle menfi adim atanlar karsisinda herkes çekilse ve ben
kendi basima yalniz kalsam, yine de tepelerim!"634.
Bu tarihten bir ay kadar sonra, 16 Mart 1923 tarihinde Adana'da sunlari
söyler: "Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz... görürsünuz ki milleti mahveden, esir
eden, harabeden fenaliklar hep din kisvesi altindaki küfür ve melanet''ten
gelmistir. Onlar (din adamlari) her türlü hareketi dinle karistirirlar" 635.
Bu ülkede aydin sayilabilecek bir tek insan gösterilemez ki bu sözleri
içtenlikle benimsemesin ve bu duygulari paylasmasin. Din adami'nin yüzyillar
boyunca sürüp gelen sevimsizligi, bilgisizligi, fikirsel miskinligi, yalana
düskünlügü ve her alandaki olumsuzlugu, bu toplumun uygar düsünceye sahip
insanlarinin her zaman için tiksinti ile izledikleri bir gerçektir. Aydin sayisi
çogaldikca bu duygularin yayginlasacagi muhakkaktir. Seriat malzemesi ve seriat
egitimiyle din adamini daha iyi, daha bilgili, daha ahlaki yetistirmek mümkün
olamayacagina göre ülkemiz insanlarinin okumusluk ve uyanmislik seviyesi
gelistikçe din adaminin bu toplumda tutunmasina, kendisini kabul ettirip
sevdirmesine olanak kalmayacaktir. Hele bu millete bin yil boyunca yaptigi
kötülüklerin, düsmanliklarin, ihanet'lerin gün isigina çikarilmasi ve bütün
bunlarin biraz olsun akli isleyenlerimizce anlasilmasi sonucunda din adami Türk
toplumunun samarini, hem de en güçlü sekliyle, bir gün mutlaka suratinda
bulacaktir.
Eger din adami bu durumlara düsmek istemiyor ve kendi sonunu düsünüyor ise
Bati'nin gelisme tarihini, özellikle akil çagina girisini inceler ve ders alir.
Voltaire, Bayle, Diderot, Rousseau vs... gibi ve daha nice Akil Çagi
mimarlarinin itisiyle gelistirilen "din adami düsmanligi"nin Bati'da, özellikle
1789 ihtilalinden sonra Fransa'da, ne gibi boyutlara ulastigini ve ne gibi
sonuçlar dogurdugunu gözden geçirir . Eger bu topraklar üzerinde yasayan
insanlarin gelecegini tehlikeye düsürmek istemiyor ise bilinçsiz gidisine son
verir ve gerçeklere giden tek yolun akilcilik oldugunu kabul edip laik'lik
ilkesine bürünerek kösesine çekilir. Asil görevi'nin, seriat düzeni'nin yok
olmasini saglayici zemini hazirlamak oldugunu bilerek, kendisinden son bekleneni
yerine getirir.
III) Gerçek anlamda "aydin" olmayan din adami, halkin da
aydinlanmasini istemez.
Yukardaki bölümlerden çikan sonuç sudur ki günümüzde din adami, bütün
okumusluguna, diplomalarina ve unvanlarina ragmen yine de çagcil ve akilci
zihniyete sahip olmaktan uzaktir. Bundan dolayidir ki halkin aydinlanmasina,
akilci egitim almasina ve laik'lige karsidir. Çünkü bilir ki elinde
bulundurdugu yalanlar malzemesini, akilci egitimle yetismis insanlara
sokusturmak mümkün olamayacaktir. Bilir ki seriat verilerini "gerçeklerin ta
kendisidir" diye belletmeye kalkistigi her kez karsisinda, bunlari akil ve zeka
gücüyle çürütecek insanlari bulacaktir. Örnegin bilir ki "Islam seriati
hosgörü dinidir; Din'de zorlama yoktur" diye konustugu zaman karsisindaki aydin
kisi ona bu ayni seriat'in: "Müsrikleri nerede görürseniz öldürün" (K. 9 Tevbe
5) seklindeki emirlerinden baslayip "(Allah katinda Islam'dan gayri din yoktur)
Kim islamiyet'ten gayri bir dine yönelirse sapiktir!" (K. 5 Imran 19, 85) ya da
"Ey inananlar! babalarinizi, kardeslerinizi -eger küfrü imana tercih
ediyorlarsa-dost edinmeyin" (K. Tevbe 23) seklinde olan ve ayrica müslümanligi
terkedenlerin öldürülmelerini emreden ya da "Kafirlere" karsi cihad'i öngören
hükümlere varincaya kadar, hosgörü duygusunu insan kalbinden silen verileri
gösterecektir. Yine bunun gibi bilir ki "Seriat dini esitlik dini'dir" dedigi
zaman karsisindaki aydin ona seriat'in esitsizlik yaratan nice verilerini ve bu
arada köleligi dogal bir kurulus gibi tanimalayan: "... bir tarafta... bir köle,
bir tarafta da bol rizik verdigimiz... birisi olsa, bu ikisi esit olur mu? Sükür
Allah'a ki esit degildir" (K. 16 Nahl 75) seklindeki hükümlerini ve benzerlerini
gösterecektir. Buna karsi "Kölelik eski Cahiliyye döneminin benimsedigi bir
kurulustu; bu nedenle o an için köleligi kaldirma olanagi yoktu; kölelik
kaldirilmis olsa idi halk ayaklanirdi. Bu nedenle Tanri köleligi yekten
kaldirmadi fakat tedricen kaldirilmasini uygun buldu" seklinde bir yanit vermege
kalkistigi zaman karsisindaki aydin kisi, akilci bir mantikla kendisine: "Pek
iyi ama, her seyi diledigi gibi yaratacak güçte olan bir Tanri neden halkin
ayaklanmasindan korksun ve taviz yoluna basvursun?" diyecektir. Yine bilir ki
"Seriat dini kadin haklarina saygilidir, kadin erkek esitligini saglamistir"
seklinde konustugu zaman karsisindaki aydin kisi ona "Kadinlar aklen ve dinen
dun yaratiklardir" seklindeki hükümlerden baslayip "Iki kadinin tanikligi bir
erkegin tanikligina bedeldir" (K. Bakara 282) , "(Miras paylasiminda) Erkegin
payi... iki disinin payi kadardir... Erkege kadina nispetle iki pay verilir" (K.
Nisa 11,176) seklindeki kadin erkek esitsizligini öngören, ya da "Namazi (bozan)
seyler esek, domuz ve kadin'dir", "Cehennem'in çogunlugunu kadinlar olusturur"
seklinde insan sahsiyetinin haysiyetini rencide eden nice hükümleri
siralayacaktir.
Bu örnekleri çogaltmak kolay. Kolay olmayan sey, din adamina, bu toplumda
artik düsünebilen beyinler oldugunu ve su durumda akil ve mantik disi seriat
verileriyle is görmenin yararsiz bulundugunu anlatmaktir.
IV) Aydinlanmayan ve aydinlatilmayan halk, daima din adami'nin
yaninda ve fakat daima da onun kötülüklerine kurbandir.
Toplumumuzun baslica özelliklerinden biri kendisine en büyük kötülükleri
yapanlara, kendisini sömürüp yoksul, zavalli ve mutsuz birakanlara, özellikle
din adamlarina karsi bilinçsizce baglilik duymasi, her vesile ile destek
olmasidir. Her ne kadar bu olumsuzluk seriat toplumlarinin ortak bir yönü
olmakla beraber bizim kendi toplumumuz bakimindan ayri bir özellik tasir.
Çünkü yeryüzünde bir baska toplum yoktur ki, kendi benligini, milli
geleneklerini, tarihini, dilini ve her seyini din adami yüzünden yitirsin de
buna ragmen din adamina bagli kalsin. Kuskusuz ki bu baglilik "korku" ve
"bilgisizlik" gibi ogelerden kaynaklanmaktadir.
Ne hazindir ki halkimiz, geçmis dönemler boyunca din adamina, hep olumsuz
yönleri itibariyle baglilik göstermistir. Örnegin hangi din adami ki
"kafirlere" karsi seriat'in öngördügü insafsiz hükümleri uygulamada usta
olmustur, ya da hangi din adami ki "kafirlere" karsi "Cihad'a girisilmesi" için
etkili olmus, öncülük yapmistir, ya da hangi din adami ki farkli din ve inanca
yönelenleri sapiklikla suçlamistir, ya da hangi din adami ki tüm insanlar arasi
sevgi fikrinden ve duygusundan yoksun kalmistir, iste o, halk tarafindan en
degerli, en büyük insan sayilmistir. Kanuni Sultan Süleyman ve Selim II
zamaninda Seyhülislamlik yapmis olan Ebu'suud Efendi ki, kendisine boyun egmeyen
ve "Vahdet-i Vücud" nazariyesine inanan kisilerin öldürülmesinden tutunuz da
"hülle" ugruna aile yuvalarinin yikilmasi sonucunu doguracak kararlara varincaya
kadar her türlü ahlak disiliga ve insafsizliga yönelmekten geri kalmamistir,
halkimizin ve hatta aydin'larimizin bugün dahi "esine az rastlanir din adami"
olarak kabul ettikleri bir kimsedir.
Seriat dünyasi halklarinin tarihi hep bu tip din adamlarinin yüceltildigine
kanit örneklerle doludur.
Kuskusuz ki her ülkede ve her toplumda din adamlarinin kötülüklerinden söz
etmek, örnekler vermek mümkündür. Fakat kendi içinden çiktigi ve kendisini
besleyen topluma karsi olumsuz davranmak bakimindan Türk din adami ile
yarisabilecek olanini bulmak güçtür. Arap'in din adami bile, bütün ilkelligine,
bilgisizligine, kötülügüne ragmen yine de kendi ümmetini "Arap benligi" ile
yetistirmesini bilmis, kendi geleneklerini, kendi dilini yüceltebilmistir. Oysa
ki bizim din adamimiz, Türk'ü milliliginden, kendi öz dilinden, eski
geçmisinden, geleneklerinden ve zengin tarihinden, daha dogrusu Türklükle ilgili
ne varsa her seyinden yoksun etmis, hatta onu kendi atalarini lanetler durumlara
getirmis, "Türk'ün tarihi islam ile baslar" diyerek, en azindan 2500 yillik Türk
tarihini su son bin yillik zamana sigdirmak istemis, kisacasi Türk'ü
"Türklügünden" ariyip ruhen ve ahlaken Araplastirmistir.
Su muhakkak ki Türk halki, aydinlandigi ve aydinlatildigi an bu yalanlar ve
melanet son bulacaktir. Bati'da fikren gelisen halkin yaptigi gibi Türk toplumu
da bir gün gelecek, kendisini zavalli hallere düsüren, ilkelliklere iten,
kendisine ihanet eden din adaminin karsisina geçip ona haddini bildirecektir.
Kuskusuz ki Türk'ün basina gelen bütün bahtsizliklar, halkin akilci egitimden
uzak kilinip seriat hamuru ile yogurulmasindandir. Yine tekrar edelim ki halkin
bilgisiz kalmasinin sorumlulugu "din adamlari" ile "aydin" diye bilinen
siniflarin omuzlarinda yatar. Halki "çocuk" nitelgginden yukari görmeyen bu
siniflar, aslinda kendileri de çocuk zekali olmakla beraber, yalan ve kurnazlik
san'atinda usta olmalari sayesinde, yüzyillar boyunca oyunlarini pek etkili bir
sekilde oynayabilmislerdir. Bu oyunlara son veren Atatürk olmustur. Ancak ne var
ki din duygularinin sömürülmesine yeniden baslanildigi 1950 yilindan bu yana ve
hele 1960'lardan sonra sayilari giderek artan din adamlari araciligiyle uygarca
yasamlari dinsizlik, ya da Islam'a aykirilik gibi gösteren kara bir zihniyet
türemistir ki Türk toplumunu her gün biraz daha birbirine düsman iki kampa
ayirmis gibidir. Atatürk düsmanligini ve laik'lik düsmanligini körükleyen
davranislar hep din adami ile halk'in cahil siniflarinin is birligi sayesinde
ortaya çikmistir. Istanbul'da, Beyazit cami'inde Hoca efendi'nin vaazini
dinledikten sonra sokaga firlayan halk, Üniversite binasini basmis,
ögretim üyelerinin odalarina girerek tehditlerde bulunmus, Fakülte Kitapligina
giderek: "Bu kitaplar yakilacak, buraya Kur'an'dan baska kitap konmayacak" diye
bagirip cosmustur. Diyanet Isleri Baskanligina getirilen yüksek diplomali (!)
din adamlarimiz, bu uygarlik çaginda kadina hala dayak atmak'tan tutunuzda,
Cennete gidecek olan müslüman erkeginin 4000 bakire, 8000 dul ve 200 huri ile
evlenecegine dair müjdeler vermege varincaya kadar güldürücü fetvalar vermekle
mesguldürler.
Gerilerde biraktigimiz yüzyillar içerisinde nice aci örnekler vardir ki cahil
halkin din adami ile el ele ve ayni safta olmak üzere "aydinliga" karsi
ayaklandigini gösterir. Çok gerilere gitmeye gerek yok, fakat
Cumhuriyet dönemimizin baslarinda tanik oldugumuz olaylara göz atmak yeter.
Menemen olayi devrim düsmani din adaminin cahil halk'in destegi ile ne gibi
cinayetlere girisebileceginin en yeterli bir örnegidir. Resmi kayitlardan
okumaktayiz ki devrimlere ve uygarlik fikrine karsi ayaklanan ve kendilerini
"mehdi" olarak gösteren hoca'lar, devrim temsilcisi genç subay Kubilay'in
kafasini kör biçakla keserlerken halk arasindan kendilerine gönüllü yardimci
bulmuslardir. Bir yazarimiz söyle diyor: "Mehdi, elinde Kubilay'in kanli basi
ile dolasiyor. Bu arada katillere sigaralar ikram edilmekte, kesik basi direge
baglamak için halk arasinda haril haril ip aranmaktadir. Ve bütün bu destege
sebeb -'Seriat'in, Padisahlarin, din'in geri gelecegi'- vaadidir. Halk bilinçsiz
sekilde bir seye tepki göstermek gerektigini düsünürken bu tepkiyi katillere
yardim etmek biçimine dönüstürmüstür. Halkin tutumu budur ve bu sadece
Menemen'de degil, diger devrim aleyhtari davranislarda da ayni olmustur... Fakat
gerçek, (bütün) bu olaylarda halkin, bazan küçük bazan da büyük gruplar halinde
suçlulari destekledigidir". 636
Animsatalim ki Kubilay, halkin içinden çikma bir devrimcidir; Atatürk
devrimlerini savunan bir insandir. O devrimler ki yüzlerce yil geri kalmis bir
toplumu uygarliga çikarmak için yapilmistir. Oysa ki halk, kendisini devrim
düsmani olarak hazirlayan din adaminin yaninda ve desteginde olarak kendi
içinden çikan ve kendisine yardimci olmaga çalisan bir insani yok etmistir. Iste
bugün yine din adaminin pençesine teslim ettigimiz halk, muhtemelen pek
yakinlarda yeni Menemen olaylarina heves duyan ve aydin kisilerin kesik
baslarini elinde tutacak olan din adamlarini alkislamaga alistirilmaktadir.
Sivas vahseti bunun ilk denemelerindendir.
Gerçekleri balçikla örtmeye ve örnegin cahil yiginlari "Devrimci halk" ya da
"Çarikli erkan-i harb" ya da "Akilli ve zeki halk" gibi göstermeye
çalismak gereksizdir. Batil inançlara saplandirilmis cahil yiginlara övgüler
yagdirmak millete hizmet degil ihanettir. Gerçek hizmet, gerçek yurtseverlik,
halkin yüzüne gerçekleri haykirmak, onu bin yillik uykusundan uyandirmaktir.
Halk'in suratina haykirilmak gereken ilk gerçek ise, din adami'na kanmanin ve
onun yaninda yer almanin felaket yarattigi ve yaratacagidir.
V) Aydinlanmis halk daima din adami'nin kötülüklerine karsi
çikar ve onu gelismeye zorlar:
Bati ülkeleri örnegi sunu kanitlamaktadir ki biraz olsun aydinlatilan, fikren
gelistirilen halklar, din adami'nin kandirmalarina ve melanetine karsi daima
direnebilmislerdir. Din adami ise, aydinlanmaga baslayan halkin kendisine düsman
kesilecegini ve ilk firsatta hinç çikarmak isteyecegini bildigi an, kendisine
çeki düzen verebilmis, insaf yoluna girmis, aydinliga yönelebilmistir. Nice
örneklerden biri olmak üzere Fransa'da, geçen yüzyilin sonlarina rastlayan
Ernest Renan olayini özetleyelim. Ernest Renan büyük bir düsünürdür. "La Vie de
Jesus" adli adli yapitiyle ve milliyetcilik anlayisini insancil ögelere dayatan
görüsleriyle ün salmistir. Kendisi aslinda bir din adami oldugu halde Kilise'nin
ve din adamlarinin tutucu ve olumsuz davranislarini elestirdigi için onlarin
hücumuna ugrar, dinsizlikle suçlandirilir. Öldügü zaman Kilise,
Renan'in dini merasimle gömülmesini yasaklar ve diledigi yere gömülmesine engel
olur. Fakat halk, Renan'in bilimsel degerini ve aydin fikirlerini takdir
edebilecek kerteye erismis bulundugu için, Kilise'nin bu tutumuna karsi büyük
bir tepki gösterir ve muhtesem bir merasimle onu diledigi yere gömer.
Hemen ekleyelim ki Bati'da, Kilise'nin ve din adami'nin kötülüklerine karsi
halk ayaklanmasi olaylari çok gerilere iner. Ingiltere'de, daha Henry VIII
döneminde ( 11. yüzyil), manastirlarin kaldirilmasi konusunda halktan gelme
istekler belirmistir. Din adamlarinin siginagi sayilan manastirlari halk, kendi
zavalliliginin ve yoksullugunun kaynagi gözü ile bakmaktaydi. Din adamlarinin
kepazeliklerle dolu yasamlari, ahlak disi davranislari, din perdesi altinda
halki soymalari, sehevi azginliklari, halk indinde tiksinti uyandirmakta,
sikayetlere yol açmaktaydi. Günah çikartmak için din adamlarina basvuranlarin
kandirilmalari, soyulmalari, suç isleyenlerin dahi para karsiliginda günah
çikartmalari, cinayet isleyenlerin ayni sekilde afv olunmalari, günah çikarma
sirasinda sirlarini veren kadinlarin din adamlari tarafindan santaj yolu ile
igfal edilmeleri ve buna benzer seyler, din adami düsmanliklarini biraz daha
arttirmistir.
Söylendigine göre 13. yüzyil'dan bu yana din adami düsmanligi yüzünden
baslica dört büyük halk ayaklanmasi olmustur ki bunlardan ilki Fransa'da
"Albigensian" lerin, ikincisi 14. yüzyilda Ingiltere'de Wyckliff taraftarlarinin
giristikleri ayaklanmalar, üçüncüsü 16. yüzyilda olusan Reformasyon hareketleri
ve nihayet dördüncüsü de 1789 tarihli Fransiz ihtilali'dir 637 .
Albigension ayaklanmasi, Fransa'da "Albigeois" bölgesindeki Kilise'nin ve din
adamlarinin ahlaksizliklarina ve cinayetlerine karsi olusan bir olaydir. Daha
12. yüzyildan itibaren halkta, din adamlarinin tiynetsizligine karsi öylesine
bir tiksinti duygusu yerlesmeye baslamistir ki, kötülük ölçüsü olarak "Rahip'ten
bile daha kötü, daha adi" ("plus vil qu'un pr^tre") deyimi yerlesmistir.
Ingiltere'de 14. yüzyilda Wyckliff taraftarlarinin din adamina karsi
ayaklanmalari diger ilginç bir olaydir. Wycklif, halkin kültür seviyesini
yükseltmek, din kitaplarini halk diline çevirip, halkin anlayabilecegi sekle
sokmak, akil süzgecinden geçirmek için çalisan bir din adami idi. Hem din
anlayisindaki olumsuzluklara, hem din verilerinin akla meydan okur nitelikteki
yorumlarina ve nihayet hem de Papa'ligin, Klise'nin ve din adamlarinin
rezilliklerine, cinayetlerine, hirsizliklarina, sahtekarliklarina karsi savasimi
göze almisti. Bir yandan "Tanri hiç kimseyi anlamadigi ve inanamayacagi seyleri
kabule zorlamaz" diyerekten Hiristiyanligin akil ve mantikla bagdasmaz
temellerine dinamit yerlestirirken diger yandan da Incil'i halkin anlayacagi
dile çevirerek kisileri din adami'nin kötülüklerine karsi direnebilecek duruma
getirmekle mesguldu 638. Ingiltere'de halk yiginlarinin fikren ve zihnen
gelismesinde Wyckliff'in rolü ve etkisi büyük olmustur.
Bu etki sadece Ingiltere'ye inhisar etmemis, Avrupa'nin diger ülkelerine de
siçramistir. Huss olayi bunun ilginç örneklerinden biridir. Jean Huss
Çekoslavakyali bir din reformcusudur; Wycklif'in görüslerinin
Avrupa'daki yayicilarindandir. Bu yüzden papa'nin emriyle yakalatilmis ve diri
diri yakilmistir. Yakilan vücudunun külleri rüzgara tutularak savrulmustur;
savuranlar sanmislardir ki Huss'ün görüsleri tarihe kavustu. Oysa ki böyle
olmamistir; din adamlarinin kötülüklerine karsi Huss' ün giristigi savasim yavas
yavas halk tabakalarini etkileyerek ayaklandirmistir.
Luther'in olusturdugu "Reformasyon" hareketleri din kitaplarinin halk
tarafindan okunup anlasilmasi ve din adamlarini denetleyebilecek duruma
gelmelerini saglamistir. Bu sonuç Papaliga pahaliya mal olmustur, çünkü halk
ayaklanmalari sonucu olaraktir ki Papalik Avrupa ülkelerinin pek çogunu
(özellikle Kuzey Avrupa'yi) kaybetmistir.
Wyckliff'in 14. yüzyilda Ingiltere'de baslattigi ve bir kisim Avrupa
ülkelerinin 15.yüzyilda benimser olduklari "din adami düsmanligi" siyaseti 16.
yüzyilda Ingiltere'de yeniden alevlendi. Kamuoyu din adami'nin sahteliklerine
karsi daha da hassas ve tepkili sekilde direnir oldu. Bunun sonucu olmak üzere
Parlamento ise el koydu. 1529 yilinda Avam Kamarasi, Parlamento'nun toplantiya
çagirildigi gün, "Ruhban" sinifini suçlar nitelikte karar aldi ve kararini
kiral'a bildirdi. Bu bildiride, toplumu kötü yola sürükleyenlerin genellikle din
adamlari oldugu, bunun baslica nedenlerinin de din ve devlet islerinin birlikte
yürütülmesinden dogdugu, Kilise ile Devlet'in yargi islerini birlikte
görmelerinin sakincali bulundugu, yoksul kimselerin dini mahkemelerde hiç bir
hukuki gerek olmadan yargilanmalarinin, hapse atilmalarinin utanç verici bir sey
oldugu, Kilise'nin para karsiliginda ruhani ayinler yapar olmasinin halka hizmet
saglamadigi, saf ve temiz kisilerin din adamlari tarafindan sebebsiz yere
dinsizlikle suçlandirilip hapislere atildigi, Kilise'ye rüsvet vermeyen
yurttaslarin eziyet ve iskenceye sokulduklari ve buna benzer hususlar yer
almistir. Avam Kamarasi'nin bu bildirisini Kiral Klise'ye ve din adamlarina
yansitmis ve onlardan yanit bekler oldugunu açiklamistir. Bundan sonraki çekisme
Avam kamarasi ile din adamlari arasinda baslar. Bu çekisme boyunca Avam
Kamarasi, din adamlarina karsi fevkalade sert, saldirgan bir tutum takinarak
"Clergy Discipline Acts" (Din adamlarinin Disipliniyle Ilgili Kanun) adli bir
kanun geçirir. Bu kanun, din adamlarinin gelir kaynaklarinin denetim altina
alinmasini, din hizmetleri karsiligi alinacak ücretlerin saptanmasini, ölenlerin
defnedilmesi vesilesiyle ücret alinmasinin yasaklanmasini , ayrica da din
adamlarinin yapamayacaklari islerin tanimlanmasini (örnegin o zamana kadar
çifçilik, içki imali ve satisi, hayvancilik gibi islerle mesgul olmak din
adamlari için mümkün iken, bu kanunla birlikte yasaklanir) hükme baglamistir
639.
Parlameto'nun bu tepkisi karsisinda din adamlari küstah bir tutum takinirlar.
Gerek Kilise'de verdikleri va'az'larla ve gerek Kilise disindaki eylemleriyle
Avam Kamarasi üyelerine karsi saldiriya geçerler ve onlari dinsizlikle,
zindiklikla, tanrisizlikla suçlamaga baslarlar. Bu saldirilar Avam Kamarasini
üyelerini korkutmaz; aksine Kiral nezdinde girisimlerde bulunarak din adamlarina
karsi daha da yogun bir savasima geçerler. Bu direnis din adamlarini yola
getirir. O kadar ki Avam Kamarasi Baskani'ni (Speaker) "kafirlikle" suçlamis
olan Rochester papazi, Avam kamarasindan özür dilemek zorunda kalir. Bundan
sonra Ingiliz halki, Kiral ve Parlamento ile isbirligi ederek manastirlarin
kaldirilmasini saglar. Ruhban sinifinin görev ve hizmetleri ile ilgili olarak
Parlamento'nun geçirmis oldugu kanunlarin uygulanmasini da halk ayni
isbirligiyle sürdürür. Bu isbirliginin kendi aleyhinde daha da vahim sonuçlar
dogurabilecegini anlayan Kilise, 1532 yilinda, kamu oyu'nun istekleri
dogrultusunda is görecegini ve reform yoluna girecegini ilan eder. Bu bildiri
ile birlikte Ingiliz Kilise'si, yine Ingiliz halki'nin dileklerine tercüman
olarak artik Papa'nin otoritesini tanimadigini açiklar. 1555 yilinda Ingiliz
Kirali, Kilise'nin ve din adami'nin yüzyillar boyunca sahip olduklari yetkileri
ve imtiyazlari kökünden kazimis, "uhrevi" iktidari "dünyevi" iktidara boyun
egmeye ve onun denetimi altina girmege zorlamis olacaktir. Böylece bu tarihten
itibaren Ingiltere'de din adami'nin gücü ve etkisi giderek azalmistir. Din
isleriyle ugrasip dünya islerine burunlarini sokamayacaklarini, siyasetle
ugrasamayacaklarini anlamislardir. Her ne kadar Ruhban sinifi'nin bazi
temsilcileri Lordlar kamarasi'nda yer almaga devam etmis ise de, görevleri
"sembolik" olmaktan ileri geçememistir. Söylemeye gerek yoktur ki bütün bunlar
halkin aydinlatilmasindan dogan sonuçlardir.
Fikren aydinlanmis halk din adamini hizaya getirmekle kalmamis, fakat ondan,
kötülüklerinin hesabini da sorar olmustur. Örnegin 1789 ihtilalinden
sonra Fransa'da halkin din adamlarina karsi takindigi tutum bu olmustur. Halki
bu kerteye getiren gelismelerin baslangici bir hayli gerilere, ta Saint
Barthelemy olaylarina iner. Hatirlatmak gerekir ki Fransa'da, 24 Agustos 1572
tarihinde olusan ve din adami'nin kiskirtmasi yüzünden bir tek gecede altmis bin
Protestan'in Katolik'ler tarafindan bogazlanmasiyle sonuçlanan bu olay insanlik
tarihinin en utanç verici olaylarindan biri olarak kabul edilir. Din adamlari
elinde bagnazlik fiçisina sokulmus ve beyni yikanmis halk yiginlari, farkli
inançtaki hemcinslerini, yani Protestan'lari ve özellikle genis kültürleriyle,
uygar yasamlariyle taninmis ve bu nedenle "dinsiz" (zindik) diye damgalanmis
olan "Huguenots" lari yok etmek için yakmislar, asmislar ve kesmislerdir.
Paris'te kan gövdeyi götürmüs, sokaklar kan deresine dönmüs, Sein nehri
Huguenots'larin cesetleriyle dolup tasmistir 640. Bu olay tarihe "Saint
Barthelemy" olayi olarak geçmis ve Fransa tarihinin en karanlik günü olarak
bilinmistir. Fakat her sey ragmen bu korkunç olayin olumlu bir sonucu olmustur
ki o da halki bu tür vahsete hazirlayan din adamlarina, ve onlarin ilkel ve
bagnaz zihniyetine karsi aydin sinifin idealist bir savasim cephesi kurmus
olmasidir. Bu aydin ellerde halk, egitile egitile din adamini insancil yola
sokmus, kan ve dehset saçar olmaktan çikarmistir. Aydinliga ve fikir
özgürlügünün nimetlerine ulasan halk, kendisini yüzyillarca bagnazlik uykusunda
tutan, din kisvesi altinda aldatan din adamina haddini bildirmis ve onu, bir
daha Barthelemy olayina benzer vahsete sebeb olamaz hale getirmistir. 1789
ihltilali, akli her seyin üstünde bir güç, bir deger haline getiren aydin
sinifin yetistirmesi olan halklarin din adamina karsi zaferidir. Söylendigine
göre Fransiz toplumunu 1789 ihtilaline sürükleyen felsefenin temelleri Saint
Barthelemy vahsetinin yarattigi utanç duygusu'na dayalidir 641.
18ci yüzyildan itibaren Bati halklarinin fikirsel gelismesi birden bire büyük
bir ilerleyis kaydeder. Halk akilci egitimden geçtikçe ve gelistikçe din adami,
kolay kolaya kandiramayacagi, sömüremeyecegi yiginlari bulur karsisinda. Böyle
bir gelismenin bir bakima kendisinin sonu demek olacagini farkederek olumlu bir
seyler yapmak gerektigini düsünür ve "kötülük", "çikarlar" siyasetini
terketmekten gayri yol kalmadigini görür.
Bu gelisme içerisinde Bati'nin benimsedigi temel ilke su olmustur ki din
kurulusu ve din adamlari, devletin destegine el açtiklari, devletin yardimina
mazhar olduklari sürece topluma yararli olamazlar. Din, ancak kendi salikleri
tarafindan desteklendigi, kendi saliklerinin yardimi ile beslendigi ve sirtini
Devlete dayamaktan vazgeçtigi taktirde kötülük yapma gücünü yitirir; din
adamlari için de durum budur. 18ci yüzyildan sonra Bati'daki uygulama,
"laik'lik" adi altinda bu olmustur. Bati ülkeleri bu uygulama sayesinde
uygarlasmislar, yer yüzünün egemeni olmuslardir 642. Bu ülkelerde gerçek
dindarlar ve hatta din adamlari din kuruluslarinin birer dilenci gibi Devlet'e
el açmalarini, Devlet'ten yardim beklemelerini utanilacak bir sey gibi
görmüslerdir 643.
Hiristiyanlik tarihini yazanlardan pek çogu, Hiristiyanligin ilk baslangiçta
kiliç ve silah yolu ile degil fakat ikna yolu ile ve Devlet destegi olmaksizin
ortaya çikip yerlestigini ifihar vesilesi yaparlar. Isa'dan sonra üç yüz yil
boyunca Hiristiyanligin Devlet'ten ayri ve ona karsi bagimsiz kaldigini, bu
dönem boyunca en özlü, en temiz ve dürüst niteligiyle uygulandigini
hatirlatirlar. Fakat su hususun da tarihi bir gerçek oldugunu anlatirlar ki
Hiristiyanlik, Devlet dini oldugu ve Devlet'in destegine, yardimlarina kavustugu
andan itibaren (ki bu üçüncü yüzyildir) din adamlari gerçek din anlayisindan
uzaklasmislar, cinayetler, sahtelikler ve yalanlarla dolu bir tarihin (ki "Orta
Çag" ya da "Karanlik Çag" diye bilinir) baslamasina sebeb
olmuslardir.
Dinler tarihinin ve yine Bati'daki dinsel gelisme dönemlerinin ortaya vurdugu
diger bir gerçek de sudur ki Devlet'in destegine muhtaç ve devlete sirtini
dayamis bir din ve bu dinin uygulayicisi olan din adamlari samimi, dürüst,
uyanik, genis görüslü ve insancil nitelikte olamazlar. Ingiliz Kilise'sinin
geçmisini elestiren bir yazar, William Howitt, devletin yardimiyle ayakta duran
bir dinin ve bu dine mensup din adamlarin toplumu bilgisizlikler ve
ahlaksizliklar içerisinde tutacaklarini, bunun her yerde ve her dönem itibariyle
böyle oldugunu, bu tiynetteki din adamlarinin "çoban" ve insanlarin "sürü"
sayildigi toplumlarda ataletin, cehaletin, yoksullugun, meskenetin ve ahlak
yoksunlugunun hiçbir zaman sona ermeyecegini söyler. Bu atalet ve cehaletin
sadece din adamlarina ve kisilere degil fakat ayni zamanda iktidar sahiplerine
de özgü bir sey oldugunu belirten yazar, din adaminin fetvasiyle is gören
yöneticilere halkin haysiyetsizce boyun egmesinin nasil felaketli sonuçlar
yarattigini da ekler. Ayni konuya egilen yazarlarin ortak görüsleri sudur ki din
ile devlet'in birbirlerine destek iki kurulus halinde is gördükleri toplumlarda
din adamlari, zehirli yilanlar gibi, iktidar sahiplerini büyüleyip
canavarlastirirlar; tabiaten iyi kalpli, iyi ruhlu ve iyi niyetli hükümdarlari
dahi kendi halklarina karsi gaddar, insafsiz ve müstebid hale sokarlar 644.
VI) Devlet'i yeniden din adami'nin (ve din'in) destegi haline
getirenlerimizin suçu
Türk'ün tarihi, yukardaki görüslerin dogrulugunu kanitlayan örneklerle
doludur. Arap ordularinin kiliç darbeleriyle Islam'a zorlanisindan önce Türk
toplumlari hosgörü duygusuna sahip, kadina saygili ve akilci yasamlara bagli
idiler. Türk hükümdarlari ve Türk yöneticileri halkin refah ve mutluluguna önem
veren, akilli, insafli, dürüst, adil kimselerdi. Fakat din adaminin fetvasiyle
is görür olmaga basladiktan itibaren degismisler, örnegin halki "koyun" ya da
"köpek" sürüsü seklinde görür olmuslardir. Din adami'nin elinde insan kani
dökmekten zevk alan birer vahsi yaratik haline gelmislerdir. Yavuz Sultan
Selim'in 1517'de halifeligi ele geçirmesiyle birlikte de Osmanli Padisahlari,
tipki Arap Halifeler gibi, din adaminin fetvasiyle kan döktürmek ve kelle
kestirmek san'atinda birbirleriyle yarismislardir. Bundan dolayidir ki Atatürk,
29 Ekim 1923 tarihli bir konusmasinda: "Menselerimizi hatirlayiniz. tarihimizin
en mutlu dönemi, hükümdarlarimizin Halife olmadiklari zamandir" demistir.
Gerçekten de Islam'da devlet denilen kurulus, daha ilk baslangiçta din ile
birlikte ortaya çikmistir; dini yasatan devlet, devleti yasatan da din olmustur.
Devlet destegi, devlet gücü olmadan Islam'in yasamasi ve yayilmasi mümkün
olamadigi gibi, ayni sekilde devlet'in ayakta durmasi ve varligini sürdürmesi de
islamsiz olamaz sayilmistir. Halki iktidara boyun egdirtmek için kiliç, din'in
araci fakat din de kiliç'in yardimcisi olmustur: "Egemenlik Allah'a ait'tir;
sahib-ül mülk Allah'tir, Allah bu mülkü diledigine verir" seklindeki hükümler
yaninda, halife'ye, (velev ki halife istibdat yapsin) itaat etmenin Tanri'ya ve
Peygambere itaat demek oldugunu öngören emirlerle bu isbirligi saglanmistir.
Bundan dolayidir ki islam ülkelerinde halk yiginlari ne dünyevi iktidarin ve ne
de uhrevi iktidarin kötü yönetimine karsi direnememislerdir.
Türk toplumu Atatürk sayesinde bu gelenegi yikmis ve laik'lik ilkesine
sarilarak dini ve din adamini dünya yasamlarina etkili olmaktan
uzaklastirmistir. Atatürk'ün çok zamansiz ölümünün aci bir cilvesi olarak din
adami, özellikle 1950 seçimlerinden ve Demokrat Parti'nin iktidara gelisinden
sonra, yeniden hortlamis ve siyaset adaminin destegi ile, toplumu yeniden eline
geçirme firsatlarini yakalamistir.
Her vesile ile tekrarladigimiz gibi Bati'da insan'a ve insanliga düsman pek
çok din adami çikmistir; toplumun gelismesini istemeyen, her türlü yenilige
karsi direnen, din kitap'lari disinda gerçek kabul etmeyen, özgür düsünce
sahiplerini ateste çevirten, farkli inançtakilere karsi savaslari körükleyen
nice papazlar ve papa'lar çikmistir. Fakat bütün bu vicdan sizlatici davranislar
yaninda din verilerini akil kistasina vuran, kendi toplumunu özgür düsünceye
dogrultan, insanliga asik ve inanç farki gözetmeden bütün insanlari kardes
sayan, ölümü göze alircasina her türlü zorbaliga ve siddete karsi ayaklanan nice
din adamlari ve aydinlar da çikmistir. Din adaminin kötülüklerine karsi savasan,
ya da din kurulusunun samimi ve dürüst bir düzeyde is görebilmesi için din ve
devlet ayriligini savunan din adamlari görülmüstür.
Her ne kadar kendi tarihimiz içerisinde, tek tük de olsa, olumlu davranisa
sahip bazi din adamlarina, örnegin Hiristiyan tebaa'nin katledilmesini önleyen,
ya da vergi islahati, nufus sayimi vs gibi belli konularda fetva veren
Seyh'ülislam'lara rastlanmamis degilse de, bunlarin davranislarini "idealist",
"insanlik sevgisine yönelik" nitelikler içerisinde tanimlamak mümkün degildir.
"Insan degeri" ve gerçek anlamda "Insan sevgisi" kavramina ulasmis din adami
tipine örnek bulmak güçtür. Turan Dursun gibi emsalsiz bir insan bu güc bulunan
örneklerin basinda gelir. Parmakla gösterilebilecek kadar az sayida olan bu
kisiler, kendilerini seriat zihniyetinin çok üstüne yükseltebilmisler ve
yükseltebilmek için de kendilerini insanlik sevgisi denizine atabilmislerdir.
Atatürkçülügün ve Atatürk devrimlerinin kurtariciligina inanmislardir.
Kendilerine Tanri ve Peygamber emirleridir diye belletilen esaslarin akil
yordamiyle elden geçirilmesi, müspet ahlak ve müspet bilim temeline oturtulmasi
geregini anlamislardir. Çogu kez kendilerini, seriatçinin yarattigi
bagnaz ortam içerisinde "din adami" olarak görmezler ve, gerçegi söylemek
gerekirse, "din adami" diye çagirilmak da istemezler.
Search
| Bookstore
| What's
new? | Send
Feedback | Disclaimer |
Support the Secular
Web Copyright ©Internet
Infidels 1995-2000. All rights
reserved."Hacce-i haç der -bagal'i hulheves,
Simdi sarik, simdi
külah, simdi fes,
Ac basini söyle nesin hey teresi teres"
"Paraca pulca bu yil hayli kalinlastin
ha,
Din adami'nin bilgisizligini, kana susamisligini ve halki
yoksulluk ve kader felsefesi ile yetistirme gayretlerini sergilemek için söyle
der:
..................................................................................
Pek
zebun-küs (düsman öldüren) diyemem amma ezersin zayifi
Lüpe geldi mi
taparsin semize Aygir Imam, 631
"Gece basti kara kapli kitap-oldu hakim,
Anirirken tepisen
bunca ... (imam) hep alim!
Hepsi de kendisinin gittigi yol dogru
sanir,
Razidir yaptigina az buçuk elden utanir!
Utanirken garazim
menfaatinden korkar,
Yoksa her seye müsait o sarik, kanli yular" 632
"On üç yasinda bir kizi nikah ederek,
Alir ve kendisi
altmis yasindadir, bu .(!)..,
Imam degil mi ya? Bunlar seriat icabi,
Mahallede ileri kim gelirse ahbabi!" 633