Ermeni meselesine genel bakış (sunu)

Performans

Çalışkan Üye
Üye
Katılım
26 Ocak 2007
Mesajlar
523
Puanları
63
Konum
TÜRKİYE



Ermeni Meselesi
ERMENİ MESELESİNE GENEL BİR BAKIŞ Ermeniler Kafakasya'da ve bazı Anadolu şehirlerinde bölgeye hakim muhtelif devletlere bağlı olarak dil, örf ve milli varlıklarını korumak için mücadele vermişlerdir. Devamlı bir geçit ve hakimiyet alanı olan bu bölgede kültürlerini geliştirme ve yayma imkanı bulamamışlardır. Bölgenin jeopolitik ve jeostratejik önemi yüzünden, küçük bir milletin buraya yerleşmesinin imkansızlığı yüzünden zaman zaman batıya göç etmek zorunda kalmışlardır. Selçuklular zamanında ise daha batıya göç ederek Müslümanlarla Haçlılar arasındaki savaşlardan faydalanarak küçük bir prenslik halindeki başka devletlerle uydu olarak yaşayabilen Klikya Ermeni Baronluğunu kurmuşlardır. Osmanlı Devleti'nin ilk kuruluş döneminde Ermeniler çoğunlukla Doğu Anadolu ve Kafkasya'da gruplar halinde dağınık bir vaziyette İran, Bizans, Gürcü, Selçuklu Devletleri ve değişik küçük devlet ve beyliklere bağlı olarak yaşamaktaydılar. Osmanlılara ilk ilişkileri, Ermenilerin çok azınlıkta oldukları Batı Anadolu'da başlamıştır. Çukurova'dan Karaman ve Kütahya'ya gelmiş olan Ermeniler, Osman GAZİ'nin 1324 tarihinde Bursa'yı devlet merkezi yapmasıyla Ermeni ruhani reisliği Bursa'ya taşınmıştır. Tarihte Ermenilerin talihi Fatih'in İstanbul'u fethetmesiyle başlamıştır. Şayet İstanbul fethedilmeseydi ve Ermeniler buraya yerleştirilmeseydi, günümüzde ermeni mevcudiyetinden bahsetmek bile hayal olurdu. Fatih'in dahili siyaseti; bütün vatandaşların din, dil, ırk ve mezhep farkı gözetmeksizin hepsinin sevgi ve teveccühünü kazanmak olmuştur. Babasının vefatı dolayısıyla Edirne'den Bursa'ya geldiğinde buradaki Ermenilerin içtimai durumlarını öğrenmek maksadıyla ruhani reisleri ile tanışmak istemiştir. Fatih İstanbul'u aldıktan sonra, sıf kendi teşebbüsü ile Ermenilerin Bursa'daki ruhani reisleri Hovakim'i İstanbul'a getirerek, Rum Patrikliği'nin yanında, bir de Ermeni Patrikliği kurdu (1461) ve Ermenileri de bu patriklik ile idare etti. Fatih Sultan Mehmed, Bosna'yı fethettiği zaman Osmanlı devlet politikasının sonucu olarak bölge halkına dini serbestlik getirmiştir. Fatih Sultan Mehmed'in buradaki latin papazlarına verdiği 883 (1478) tarihli ferman suretinde; "Nişanı-ı hümayun şu ki Ben ki Sultan Mehmed Han'ım; üst ve alt tabakada bulunan bütün halk tarafından şu şekilde bilinsin ki, bu fermanı taşıyan Bosna rahiplerine lütufta bulunup şu hususları buyurdum: Söz konusu rahiplere ve kiliselerine hiç kimse tarafından engel olunmayıp rahatsızlık verilmeyecektir. Bunlardan gerek ihtiyatsızca memleketimde duranlara ve gerekse kaçanlara emn ü aman olsun ki, memleketimize gelip korkusuzca sakin olsunlar ve kiliselerinde yerleşsinler; ne ben, ne vezirlerim ne de halkım tarafından hiç kimse bunlara herhangi bir şekilde karışıp incitmeyecektir. Kendilerine, canlarına, mallarına, kiliselerine ve dışardan memleketimize getirecekleri kimselere yeri ve göğü yaratana Allah hakkı için, Peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.) hakkı için, yedi Mushaf hakkı için, yüz yirmi dört bin peygamber hakkı için ve kuşandığım kılıç için en ağır yemin ile yemin ederim ki, yukarda belirtilen hususlara söz konusu rahipler benim hizmetime ve benim emrime itaatkâr oldukları sürece hiç kimse tarafından muhalefet edilmeyecektir." Bu ferman suretinde de görüldüğü gibi azınlıklar tam bir hürriyet ortamı içinde hayatlarını sürdürmüşlerdir. Kaynak: Ermeni İddiaları ve Gerçekler. Hovakim'i patrik tayin ederek Ermenilere patriklik verme hususundaki ferman halen Kumkapı Ermeni Patrikhanesi'nde muhafaza edilmektedir. Bu fermanla Rum patriğine verilen haklar aynen Ermeni patriğine de verilirken ilave olarak İstanbul ve bilumum Osmanlı İmparatorluğu dahilinde bulunan bütün Ermenilerin ve hatta Rum olmayan bütün reayayı da kapsıyordu.İstanbul'u fethi Türkleri sevindirdiği kadar Ermenileri de sevindirmiştir. Kayseri, Sivas, Diyarbakır, Erzurum, Erzincan, Bayburt ve Divrik eyaletlerinden özellikle Ermeni sanat ve ticaret erbabı payitahta gelerek muhtelif semtlere yerleşmişlerdir. Fatih'in Karaman'ı fethetmesiyle buraya Çukurova'dan gelme çok sayıda Ermeni'yi İstanbul'a getirerek Samatya'ya yerleştirmiştir. 1954 tarihinde Yavuz Sultan Selim Tebriz'den, 1534 tarihinde Kanuni Van ve havalisinden kuyumcu, sarraf, kalfa, mimar ve fikir adamı birçok :Ermeni'yi alarak İstanbul'yerleştirmiştir.Ermenilerin memlekette bağlılıklarını fiilen gören ve kendilerine verilen işleri başarı ile bitirdiklerini müşahede eden hükümet adamları, bu sadık vatandaşlarını (tebaa-ı sadıka veya millet-i sadıka) sevmeye ve kayırmaya başlamışlardır. Bu sayede Ermeniler arasında şu söz adeta bir darb-ı mesel haline gelmiştir. “Türkün itimat ve teveccühünü bir kere dahi olsa kazanacak olursan, kafirdir. O sana bütün varlığı ile bağlanır. Çünkü ondan takdir kudreti mevcuttur. İstanbul'un fethinden itibaren günden güne çoğalan Ermeniler 180 senelik ikametten sonra İstanbul'un yerlisi olmuşlardır. Bundan sonra gelen Ermeniler yeni gelme sayılarak yerliler tarafından hoş karşılanmamışlar ve aralarında yıllar sürecek olan mücadele başlamıştır. Doğulu veya Çukurovalı olmak yüzünden Gregoryan Ermenlerle Katolik ve Ortodoks Ermeniler arasındaki bu mücadele devam ederken hiçbir ırk veya dinin hiçbir memlekette vermediği hoşgörüyü ve hakkı Osmanlı yönetiminde bulmuş ve yaşamışlardır. Ermeniler kamu hizmetlerinde önemli yerlere de gelmişlerdir. Osmanlı tarihi Ermenilerden 29 Paşa, 22 Bakan, 33 Milletvekili, 7 Büyükelçi, 11 Başkonsolos ve Konsolos, 11 Üniversite Öğretim Üyesi ve 41 Yüksek Rütbeli Memur kaydetmektedir. Hatta bunlardan bazıları Dışişleri, Maliye, Ticaret ve Posta Bakanlığı gibi önemli görevlere getirilmişlerdir. 1753-1853 yılları arası Ermenilerin altın devridir. Ermeniler bu devirde her sahada ileri gitmişlerdir. Hata birçok sahada Rumları bile geçmişlerdi. Bilhassa sanatlarını geliştirmek için meydanı oldukça müsait bularak bu sayede az zamanda büyük servet sahibi olmuşlardır. Hatta denebilir ki, II.Mahmud'un nimetlerinden en fazla faydalananlar Ermeniler olmuşlardır. Darp hane gibi devletin en fazla hassasiyet gösterdiği bir müessesenin idaresi bile ta ilk zamanlardan beri Ermenilerin idaresine verilmiştir. Osmanlı Ermenileri Türkiye'de sakin bir hayat sürüyorlar ve hallerinden tamamen memnun yaşıyorlardı. Askerlikten ayrı tutulmaları nedeniyle de nüfusları artmış ve sosyal durumları oldukça gelişmiştir. Ne kadar tuhaftır ki, pek memnun oldukları askerlik muafiyetini asırlardır bir ayrıcalık olarak kabul eden Ermeniler, özellikle XIX.yy'da bu kendilerinden esirgenen bir hak olarak ileri sürmüş, bu hakka sahip olduktan sonra da devletin verdiği silahla Devlete baş kaldırmışlardır. Çarlık Rusyası Balkanlar'da Osmanlı İmparatorluğu'na karşı birçok ayaklanma başlatmıştır. 1854 Kırım Seferi'nde Türklerle Batı memleketleri Rusya'ya karşı birleşmiş olduklarından Rusya'nın Türkiye'deki Hıristiyan azınlıklara karışması ve etkisi bir süre durmuştur. Fakat bu defa da macerası teşvikçiler ortaya çıkmış ve ilk ciddi ayaklanma 1868'de Zeytun'da başlamıştır. Rusya Türkiye'deki azınlıklara bağımsızlık verilmesini isterken Rusya'daki azınlıkların durumu Türkiye'dekilerle mukayese edilemeyecek kadar kötüydü. 1870-1871 alman-Fransız savaşından sonra Rusya yine meydanı boş bularak Osmanlı Devleti'nin içişlerine karışmaya başlamıştır. 1876'da Birinci Meşrutiyet ilan edilerek durumdan Ermenilerin de çok memnun olduğunu ve bu sonucun Ermenilere “Ermeni İstikal İdealini” unutturacağını hesaba katan Rusya, yine Ermenileri kışkırtmış ve Balkan Devletleri'ne tanınan haklardan kendilerinin de istifade etmeleri için Ermenilerin içine fitne sokmuştu. Bu tarihten sonra çeşitli amaçlar güden, fakat, gerçekte Avrupalıların ve Rusların yardımıyla istiklallerine ulamayı hedefleyen bir sistem içerisinde çalışmak üzere dernekler kurmaya başlamışlardır. Oysa Ermeniler durumu Balkanlar'daki diğer milletlere hiç benzemiyordu. Ermeniler daha Osmanlılar Anadolu'ya yerleşmeden önce Anadolu'ya yerleşmeden önce Anadolu'ya yayılmış, hiçbir şehirde çoğunluk olmayan bir azınlıktı. Türkiye'de yaşayan Ermenilerin çoğu İran ve Kafkasya gibi değişik ülkelerden değil, onlara hakim olan başka devletlerden almışlardır. Ermenilerin çoğunluk, Türklerin azınlık olduğu hiçbir şehir veya vilayet yoktu. Bu defa Patrikhane de işe karışmıştı. 1876'da Patrikhane tarafından hazırlanan bir memorandum İngiliz Hariciye Nazırı'na sunulmuştur. Yine Patrikhane bu memorandumdan sonra Anadolu'daki Ermeni cemaatına tesir ederek bu memorandumu destekler mahiyette şikayette bulunmalarını istemiştir. Din kisvesi içinde politika yapmak suretiyle insanları birbirine düşürmekte dünyada hiçbir dinin kabul etmeyeceği bu faaliyeti Ermeni din adamları yürütmüşlerdir. Osmanlı Ermenileri arasında ilk milli hareketin başlama tarihi 1860'dır. Bu tarihlerde sosyal amaçlarla kurulmaya başlayan dernekler, sonradan kurulan ve dış teşvik ve yardımlarla Türk Ermenilerini devlete karşı ayaklandıran komitelerin ilk çekirdekleri olmuştur. Bu yüzden komitelerden evvel bu dernekleri bilmek gerekmektedir.Bu konuda ilk teşebbüs Adana bölgesinde 1860 yılında kurulan “Hayır sever Cemiyeti”dir. Bunu “Fedakarlar Cemiyeti” takip etmiştir. Van bölgesinde kurulan “Araratlı”, merkezleri Muş'ta bulunan “Mektep Sevenler”, “Şarklı”, “Kilikya“ Cemiyetleri kurulmuş, bunlar daha sonra birleşerek “Ermenilerin Muttehid Cemiyeti” adını almıştır. 1880 yılında Erzurum'da “Silahlılar Cemiyeti”, “Milliyetperver Kadınlar Cemiyeti”, “Ermenistan'a Doğru Cemiyeti”, 1872'de Van'da “İttihat ve Halas Cemiyeti”, 1882'de yine Van'da “Karahaç Cemiyeti” kurulmuştu.İstanbul'da “ermeni Vatanperver İttihadı”, Erzurum'da “Müdafaa-ı Vatandaşlar Cemiyeti” kurulmuştur. Bilhassa bu cemiyet Erzurum'da düzenli askeri eğitim yapan çeteler yetiştirmiş silah ve askeri depolar yaptırmıştır. Bu cemiyetlerin çoğunluğunun kurucusu Kafkasya'lı ve Rus vatandaşı olan Ermenilerdi. Çarklı Rusyası'nın yönlendirilmesiyle yapılan nu çalışmalar sonucunda önce HINÇAK Komitesi kurulmuş, daha sonra da bu komitenin ikiye bölünmesiyle Kafkasya'daki “Genç Ermenistan”e diğer adlar altında çalışan komiteler birleşmiş ve TAŞNAKSUTYUN (TAŞNAK) Komitelerini kurmuşlardır. Bu iki komiteden ayrı tamamen siyasi gaye ile kurulmuş RAGAVAR partisi de mevcuttur. 19.yüzyılda “Şark Meselesi”ni kendi menfaatleri istikametinde halletmek isteyen emperyalist devletlerin tahrik, teşvik ve yardımları ile Ermeni isyanlarına hazırlık olmak üzere pek çok “cemiyet” kurulmuştur.Bu cemiyetler özellikle Rusya'dan büyük yardım görmüş, Ermeni din adamları ise bu cemiyetlerin başkanı ve çalışan üyeleri olmuştur. Hemen her yerde çıkan Ermeni ayaklanmalarında papazlar isyanların çıkmasında bizzat çalışmış, çoğu zaman bu ayaklanma ve katliamları kendileri yönetmişlerdir. Ermeni ruhani reisleri dini görevlerini bir yana bırakıp işi tamamen politikaya dökmüşlerdir. Türkiye'deki Ermeni ayaklanmalarının dışardan destek gören çeteler kadar, Osmanlı Devleti'nin Ermenilere verdiği fazla serbestiden, yabancıların karışması ile suçluların cezalandırılmasından ve maceraperestlerin bu tutumdan cesaret almalarından ileri geldiğini kabul etmek lazımdır.1882 tarihinden 1909 tarihine kadar geçen zaman zarfında adından bahsedilmeye değer 38 isyan çıkarmışlar, bu isyanlardan 30 kadarı 1895 ile 1909 yılları arasında gerçekleşmiştir. Bu sayı komitelerin isyan çıkarma hususundaki faaliyetleri hakkında bize bir fikir vermektedir. Berlin Kongresi'nden sonra İngiltere ve Rusya'nın inisiyatifinde hazırlanan “Islahat Meselesi” ni yürütecek heyet henüz göreve başlamadan Osmanlı Hükümeti 31 Aralık 1914 tarihinde savaşa girdiği için bu işe son verilmiştir. Bu sayede “Islahat” bahanesiyle canlı tutulan Ermeni meselesi, Ermeniler ve Batılı yazarlarca “Ermeni katliamı” şeklinde çevreye takdim edilmiştir. Savaş başlar başlamaz Ermeniler mevcut durumu fırsat bilerek İtilaf Devletleriyle işbirliği içerisine girmişler ve İtilaf Devletleri tarafından silahlandırılmışlardır. Osmanlı Devleti ise ıslahat baskılarına karşılık, Ermenilerin cephede ve cephe gerisinde başlattıkları terör hareketlerini etkisiz kılmak, hem Türk hem de Ermeni tebaasını bunlardan korumak amacıyla başka bölgelere nakletmek ve birçok cephede İtilaf Devletleriyle savaşmak zorunda kalmıştır. 1914-1915 yıllarında Ermenilerin Süleymanlı'da, Kayseri'de, Bitlis'te, Sivas'ta, Trabzon'da, Ankara'da, Adana'da, Urfa'da, İzmit ve Adapazarı'nda, Hüdavendigar ( Bursa)'da, Van'da, Musa Dağı'nda, Diyarbakır ve Ma'muratü'l-Aziz'de birçok olay çıkararak insan akıl ve mantığının kabul edemeyeceği vahşetler sergilemişlerdir. Osmanlı Hükümeti'nin bütün iyi niyetine rağmen olayların giderek yoğunlaşması, değişik cephelerde Avrupa'nın en güçlü devletleriyle savaş halinde iken bu isyanların bir ihanete dönüşmesi karşısında devlet, hem cephenin ve hem de cephe gerisinin emniyet alınarak yüzbinlerce Müslüman'ın göz göre göre ölüme itilmesini önlemenin bir zaruret haline geldiğini görmüş ve bunun üzerine bir takım kesin tedbirler almıştır. Bunlardan ilki 24 Nisan 1915 tarihinde İçişleri Bakanlığı tarafından olumsuz faaliyet içerisinde olan Ermeni komite merkezlerinin kapatılması konusunda valilik ve mutasarrıflıklara gönderilen emirnamelerdir. Aynı gün Talat imzasıyla Dördüncü Ordu Kumandanına Süleymanlı ve Maraş civarındaki faaliyetlerinden dolayı bazı Ermenilerin güneye sevk edilmelerini ve Ayaş'a gönderilecek Ermeni tutuklular için de askeri deponun hazırlanmasını ihtiva eden emirname gönderilmiştir.Komitelerin kapatılması, elebaşılarının ve bazı teröristlerin tutuklanması, olayları yatıştıracak yerde daha da şiddetlendirmiştir. Teşkilatlanma ve silahlanmalar şehirlerden en küçük yerleşim yerlerine kadar götürdüğü ve Ermeniler birçok dış vaatlerle kandırıldığı için kanlı faaliyetler daha da artmıştır. Bire taraftan Osmanlı ordusunu, diğer taraftan sivil halkı emniyet altına almak maksadıyla Osmanlı Hükümeti nihayet son insani çare olarak savaş bölgelerindeki halkın “sevk ve isyanına” karar vermek zorunda kalmıştır. 27 Mayıs 1915 tarihli bu kanun “vakt-i seferde icraat-ı hüküme karşı gelenler için cihet-i askeriyyece ittihaz olunacak tedabir hakkında kanun-i muvakkat” adını taşımakta ve burada Osmanlı Devleti'ne karşı casusluk ve hıyaneti görünenlerin ayrı ayrı veya birlikte savaş alanlarından uzak yerlere gönderilmesi istenmektedir. Kanun metni oldukça genel olup Ermenilerden söz edilmiştir. İhanetleri açık olan ve Anadolu'yu kana bulayan Ermenilere Osmanlı Hükümeti seferberlik ilan ettikten sonra da açık ihanetleriyle karşılaşmasına ve savaş durumunda olmasına rağmen 9-10 ay daha tahammül etmiş ve mahalli tedbirlerle önlemeye çalışmıştır. Artık isyancıların ıslah olmayacağını, düşmanla açıktan işbirliği yaptıklarını ve büyük bir felakete doğru gidildiğini gördükten sonra Ermenileri cephe gerisine sevk ve iskan etmiştir. 1915 Mayısından 1916 Ekimine kadar yaklaşık 1,5 yıl devam eden göç ve iskan olayında göçmenlerin can ve mal emniyetlerini çıkardığı talimatnamelerle ve mahalli tedbirlerle sağlamıştır. Hükümet günün şartları ve savaş haline rağmen bu duruma son derece titizlik göstermiş, yeni bir cephe açılmış gibi idari, mali ve askeri bir külfete girmiştir. Halbuki, Kafkasya'daki bir milyona yakın Müslüman'ı Anadolu'ya süren Rusya gibi, basit, külfetsiz ve tehlikesiz bir yol izleme imkanı varken buna tevessül etmemiştir. Devlet göçün emniyet içinde yürütülmesine gayret sarf ederken bu konuda ihmali veya dahili görülenleri cezalandırmaktan idam etmekten geri kalmamıştır. Ermeniler, Ermeni davasını savunmak için Lozan'a bir delegasyon göndermişler, İngiltere ve Fransa'dan yardım istemelerine rağmen tatmin edici bir cevap alamamışlardır. Bunun üzerine Lozan Konferansı'na Türkiye'den toprak isteklerini ihtiva eden bir memorandum sunmuşlardır. Ermeni işi Lozan da azınlıklar problemi arasında görülmüş. Böyle bir problemin Lozan görüşmelerin de ele alınması kesinlikle yolsuzluktur. Bugün Misak-ı Milli sınırları içinde 60 milyon Türk arasında 40 bin kadar Ermeni asıllı Hıristiyan yaşamaktadır. Türkler'le aynı haklara sahip olarak Türkiye Cumhuriyetinin bütün nimetlerinden faydalanmaktadırlar. Arzu ettikleri vatandaşlık hak ve vecibelerine riayet ettikleri müddetçe de faydalanmakta devam edeceklerdir. Bunun aksini kimse iddia edemez.Dünyada mevcut birçok devlet Türkiye'den daha çok imkanlara sahip olduğu halde tebaasına eşit haklar vermemekte ısrar etmektedirler. Ama onlar kendi kusurlarını görmezlikken gelerek istikbale ait istismar planlarını gerçekleştirmek için şu ve ya bu milletin maceraperestlerini kendi çıkarlarına alet ederek, alışkanlıklarını inatla devam ettirmektedirler. Özellikle II. Dünya savaşından sonra, başlayan aynı konudaki tahrik ve teşvik politikası, günün politik durumuna uygun olarak bazen azalmakta ve bazen de artarak düzenli devam ettirilmektedir.
 

sevimli

"İyilik büyüktür, küçükte olsa"
Üye
Katılım
2 Mar 2007
Mesajlar
557
Puanları
28
Konum
DENİZLİ
Ermeni meselesine genel bakış (sunu)

saolun öğretmenim
 

fd10

Çalışkan Üye
Üye
Katılım
11 Mar 2007
Mesajlar
105
Puanları
16
Konum
bursa
Ermeni meselesine genel bakış (sunu)

teşekkürler
 
Üst