Cumhuriyet Dönemi

erkanisanmaz

Site Yöneticisi
Yönetici
Admin
Katılım
21 Ocak 2007
Mesajlar
8,558
Puanları
683
Yaş
48
Konum
Denizli
Web sitesi
www.sosyalbilgiler.biz
İNKILÂP KAVRAMI
İnkılâbın Tanımı
İnkılâp; Halk hareketiyle, mevcut düzenin yıkılması ve yerine yeni bir düzenin kurulmasıdır. İnkılâp, bir devletin dayandığı temel ilkelerin ve toplum düzeninin hızla ve ileriye dönük bir şekilde değiştirilmesidir.
Not: İnkılâp, ulusun her yönden ilerlemesini amaçlar.
İnkılâbın Özellikleri
1-İnkılâp, halk hareketidir.
2-Mevcut düzeni yıkma hareketidir.
3-Yıkılan düzenin yerine yeni bir düzen kurma hareketidir.
İnkılâbın Aşamaları
1-Fikri hazırlık aşaması.
2-İhtilal (mücadele, aksiyon) aşaması.
3-Yeni düzenin kurulması aşaması.

Atatürk-ün İnkılâp Tanımı
-İnkılâp; Türk Milletini son asırlarda geri bırakmış olan kurumları yıkarak yerine milletin en yüksek medeni ihtiyaçlarına göre ilerlemesini sağlayacak yeni kurumları kurmaktır.-

Atatürk İnkılâplarının Amaçları
-Toplumsal eşitliği sağlamak
-Türk kültürünü geliştirmek
-Demokrasinin Türkiye-de yerleşmesini sağlamak
-Türkiye-yi çağdaş ülkeler düzeyine ulaştırmak
-Milli egemenlik anlayışını gerçekleştirmek
- Eskimiş ve çağın gereklerini karşılayamayan kurumların yerine yeni kurumları kazandırmak
-Laik devlet anlayışına geçmek

Yapılan İnkılâpların Bölümleri:
1-Siyasal alanda yapılan inkılâplar
2-Hukuk alanında yapılan inkılâplar
3-Eğitim alanında yapılan inkılâplar
4-Toplumsal hayatın düzenlenmesi için yapılan inkılâplar
5-Ekonomi alanında yalpan inkılâplar




SİYASAL ALANDA YAPILAN İNKILÂPLAR

Saltanatın kaldırılması ( 1 Kasım 1922)
Ankara-nın başkent olması (13 Ekim)
Cumhuriyetin ilanı (29 Ekim 1923)
Halifeliğin kaldırılması (3 Mart 1924)
Siyasi Partiler kurulması.

Saltanatın Kaldırılması (1 Kasım 1922)
TBMM Hükümeti-nin Kurtuluş Savaşı-nı kazanması üzerine İtilaf Devletleri, asıl barış şartlarını görüşmek üzere TBMM Hükümeti-ni Lozan-a çağırdılar. Bu arada İtilaf Devletleri barış görüşmeleri sırasında ikilik çıkarmak ve bu durumu mümkün olduğu kadar kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak amacıyla İstanbul Hükümetini de Lozan-a çağırdılar.
TBMM derhal Türk milletinin aleyhine olacak bu tutuma son vermek istedi. Zaten, milleti temsil eden TBMM-nin kurulması ve -Egemenlik milletindir- ilkesinin benimsenmesiyle padişahlık yönetimi reddedilmişti. TBMM, 1 Kasım 1922de oy birliğiyle kabul ettiği bir kanunla saltanatı kaldırmıştır.
Saltanatın kaldırılmasıyla
623 yıldır devam eden Osmanlı Saltanatı sona erdi.
TBMM, ülkenin tek temsilcisi haline geldi.
Laikliğe geçişin ilk aşaması gerçekleştirildi.
İtilaf Devletleri-nin ikilik çıkartma planları sonuçsuz kaldı.
Cumhuriyetin ilanı için zemin hazırlandı.
6.Demokratikleşme yolunda önemli bir adım atılmış oldu.

ANKARA-NIN BAŞKENT OLMASI (13 Ekim 1923)
Lozan Antlaşması-ndan sonra İstanbul İtilaf Devletlerince boşaltılmış ve Türk ordusu İstanbul-a girmiştir, bunun üzerine başkentin neresi olacağı tartışılmıştır. Milletvekillerinin bir kısmı İstanbul-un başkent olmasını istemiştir.
İsmet Paşa, Ankara-nın başkent olması için tek maddelik bir kanun teklifi sunmuştur.
Madde kabul edilmiş ve Ankara başkent ilan edilmiştir (13 Ekim 1923).
Ankara-nın Başkent Olmasında;
1-Ankara-nın Türkiye-nin ortasında; askeri ve siyasi yönden güvenli bir konumda bulunması,
2-Yurdun her tarafı ile ulaşım ve haberleşmenin kolay olması,
3-TBMM-nin Ankara-da bulunması ve Kurtuluş Savaşı-nda idari merkez olması etkili olmuştur.
Aslında Ankara Türk insanına milli mücadeleyi hatırlatmaktaydı ve verilen mücadelenin büyüklüğünün simgesi olmuştu. İstanbul ise Osmanlı-yı hatırlatmaktaydı.
Not: 1924 Anayasası-nda ülkenin teşkilatlanmasında Ankara-ya yer verilmiş, anayasanın 89. ve 105. Maddelerine göre ülke şöyle teşkilatlanmıştır.

Ankara (Merkez)
İdari Birim Yönetici
İl Vali
İlçe Kaymakam
Bucak Bucak Müdürü
Köy Köy Muhtarı

CUMHURİYETİN İLANI – 29 EKİM 1923
Cumhuriyet; devleti yönetme (egemenlik) hakkının millete ait olduğu ve milletin de bu hakkını belirli bir süre için seçtiği temsilciler aracılığıyla kullandığı yönetim şeklidir.
Amasya Genelgesi-nde ya¬yınlanan -Milletin geleceğini yine milletin azim ve kararı belirleyecektir.- maddesi aslında milli ege¬menliğin amaçlandığını göstermiştir. Fakat bağım¬sızlığın kazanılmasına kadar her görüşten insanın birlikte hareket edebilmesini sağlamak amacıyla, Cumhuriyet yönetiminden açık bir şekilde bahsedil¬memiştir.

Cumhuriyet-in İlanının Nedenleri
Saltanatın kaldırılması nedeniyle ortaya çıkan dev¬let başkanlığı sorununu çözümlemek
Ulusal egemenliği ve demokrasiyi daha iyi uygula¬yabilmek
Yeni Türk Devleti-nin rejimini belirlemek ve bu konudaki tartışmalara son vermek
1923 seçimlerinden sonra çıkan, -Meclis Hükümeti Sistemi-nden doğan- problemleri gidermek
Yönetimdeki yetki ve sorumlulukları tam olarak belirlemek

Mustafa Kemal, bu etkenler üzerine 28 Ekim akşamı verdiği bir yemekte -Arkadaşlar Cumhuriyeti yarın ilân edeceğiz- diyerek, destek verilmesini istemiş ve Anayasanın değiştirilmesi için bir kanun hazırlatmıştır.
1-Türkiye Devleti-nin hükümet şekli cumhuriyettir.
2-Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisi tarafından yönetilir.
3-Türkiye devleti, hükümetin böldüğü idari birimleri Bakanlar kurulu aracılığıyla yönetir.

Yönetim şekli ile ilgili son karar 29 Ekim 1923-te Meclis-te kabul edilmiş ve -Türkiye Devleti-nin yönetim şekli Cumhuriyettir.- maddesi Anayasa-ya eklenmiştir.

Cumhuriyet-in ilanının Sonuçları
Yeni Türk Devleti-nin yönetim şekli (rejimi) açıklanmıştır. Tartışmalar sona erdirilmiştir.
Milli Mücadele-nin basından beri amaçlanan milli egemenliğin sağlanması yönünde en önemli adımlar¬dan biri daha atılmıştır.
-Meclis Hükümeti Sistemi- terk edilip, -Kabine Sistemi-ne geçilmiştir. Böylece hükümet politikalarının da¬ha uzun ömürlü olması sağlanmıştır.
Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı ve Başbakan-ın yetkileri birbirinden ayrılarak yönetim kadroları yeni¬den düzenlenmiştir.
Mustafa Kemal Paşa-nın Cumhurbaşkanı seçilmesi, devlet başkanlığı sorununu ortadan kaldırmıştır.
Yürütme işlerinin daha hızlı yapılması sağlanmıştır.
Yeni Türk Devleti-nin ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa, ilk Meclis Başkanı Fethi Okyar, ilk Baş¬bakanı ise İsmet İnönü olmuştur.

HALİFELİĞİN KALDIRILMASI (3 Mart 1924)
Halife; Peygamber efendimizin ölümünden sonra Müslümanların Din ve Devlet işlerinde başkanlığını yapan kişilere -Halife- denir.
Dört halife döneminde; Halifeliğin, Din ve Devlet Başkanı olma özelliği belirgin bir şekilde gözlenirken, Emeviler, Abbasiler ve Osmanlılar Döneminde Halifelerin Devlet başkanı özelliklerinin daha ön plana çıktığı görülmektedir. Dini işler için ayrıca görevliler vardır (Şeyh-ül İslam).
Saltanatın kaldırılması ve Vahdettin-in ülkeyi terk etmesinden sonra Abdülmecit Efendi Halife olarak seçilmişti.

Halifeliğin Kaldırılmasının Nedenleri
TBMM tarafından halifeliği onaylanmış olan Abdülmecit Efendi-nin devlet başkanıymış gibi davranması
Saltanatın kaldırılıp Cumhuriyet-in ilan edilmesinden sonra, halifeliğin yetkilerinin belirlenme ihtiyacının doğması ve halifeliğin bir sembol haline gelmiş olması
Halifelik makamının TBMM-nin üzerinde gibi hare¬ket etmesi ve görünmesi
Yeniliklere karşı olan muhalefet grubunun en önemli dayanağının halifelik makamı olması
Halifeliğin Cumhuriyet rejimine ve laikliğe aykırı bir kurum olması
Bu nedenlerden dolayı halifelik makamı tartışmaya açılmıştır. Halifeliği TBMM-nin bünyesinde tutabilme¬nin mümkün olmadığı görülünce, kaldırılması karar¬laştırılmıştır. 3 Mart 1924-te alınan bir kararla halifelik kaldırılmış, buna bağlı olarak bazı düzenlemeler gerçekleştirilmiştir.

Halifeliğin kaldırıldığı 3 Mart 1924 günü gerçek¬leştirilen diğer düzenlemeler şunlardır:
Osmanlı hanedan üyelerinin Türkiye Cumhuriyeti sınırlarının dışına çıkarılması kararlaştırılmıştır.
Şer-iyye ve Evkaf Vekâleti kaldırılarak -Diyanet İşleri Başkanlığı- ve -Vakıflar Genel Müdürlüğü- kurulmuştur. Böylece laiklik alanında önemli bir adım daha atılmıştır.
Erkan-ı Harbiye Umum Vekâleti kaldırılarak -Ge¬nel Kurmay Başkanlığı- ve -Milli Savunma Ba¬kanlığı- kurulmuştur. Böylece ordunun siyasetten ayrılması yönünde önemli bir gelişme sağlanmıştır.
-Tevhîd-i Tedrisat Kanunu- çıkarılarak eğitimde birlik sağlanmış ve eğitimin laikleşmesi yolunda önemli bir adım atılmıştır.

Halifeliğin Kaldırılmasının Sonuçları
Milli egemenlik anlayışı güçlenmiştir. Eski rejime dönüş yolları kapatılmıştır.
Saltanatın kaldırılmasına rağmen hala etkisini sürdürmeye çalışan Osmanlı hanedanının son dayanak noktası da kaldırılmıştır.
Laikliğe geçiş süreci hızlanmıştır ve yapılacak diğer inkılâpların gerçekleştirilmesi kolaylaşmıştır.
Halifeliğe bağlı kurumlarda yeni düzenlemeler gerçekleştirilerek bu kurumların TBMM-nin denetimine girmesi sağlanmıştır.

1924 ANAYASASI (20 Nisan 1924)
Olağanüstü bir dönemde yapılan 1921 Anayasası ve İmparatorluk döneminden kalan yasalar Türk balkının ihtiyaçlarına bütünüyle cevap veremiyor¬du. Bu nedenlerden dolayı 20 Nisan 1924te Yeni Türk Devleti-nin ikinci anayasası kabul edilmiştir.

1924 Anayasası-nın Önemli Maddeleri
Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.
Devletin yönetim şekli Cumhuriyettir.
Devletin dini İslam, başkenti Ankara, dili Türk¬çe-dir.
Yasama, yürütme ve yargı yetkisi Meclisin kontrolündedir. Meclis, yürütme yetkisini hükümet aracılığı ile kullanır. Yargı yetkisini ise, bağımsız mahkemeler kullanır.
TBMM üyeleri 4 yılda bir seçilir, seçme yaşı 22, seçilme yaşı ise 30-dur.
Cumhurbaşkanı 4 yıllık bir süre için Meclis içinden ve Meclis tarafından seçilir.
Seçme ve seçilme hakkı sadece erkekler tara¬fından kullanılır.
Bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları kanun önünde eşittir.

1924 Anayasası 27 Mayıs 1960 yılma kadar yü¬rürlükte kalmış ve 1961-de yeni bir anayasa ya¬pılmıştır.
1924 Anayasası-nda yasama ve yürütme yetkisi Meclise, yargı yetkisi ise bağımsız mahkemelere bı¬rakılmıştır. Bu durum anayasanın yargı kuvvetine verdiği önemin göstergesidir. Ayrıca bu anayasa ki¬şi hak ve özgürlüklerine geniş yer vermiştir.

1924 Anayasası-nda yapılan değişiklikler şunlardır:
© 1928 yılında anayasadan -Türkiye Cumhuriyeti-nin dini İslam-dır.- maddesi çıkarılarak anaya¬sa laikleştirilmiştir.
© 1930-da kadınlara belediye seçimlerine, 1934-de milletvekili seçimlerine katılma hakları verilerek Türkiye-de siyasal ve egemenlik alanlarında ka¬dın - erkek eşitliği sağlanmıştır.
©1937 yılında Atatürk ilkeleri anayasaya girmiştir. Bu değişiklikle anayasada devletin nitelikleri;
-Türkiye Devleti Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Devletçi, Laik ve İnkılâpçıdır.- şeklinde belirtil¬miştir.
© 1945-de anayasanın dili öz Türkçeleştirilmiş, an¬cak 1952-de yeniden eski haline çevrilmiştir.

ÇOK PARTİLİ HAYATA GEÇİŞ DENEMELERİ
Türk İnkılâbı ve Demokrasi
Halk egemenliğinin geçerli olduğu siyasal rejimlere demokrasi denir. Bu sistemde halk, kendi temsilci¬lerini hür iradesi ile seçer. Böylece belli bir yasa ula¬şan vatandaşlar devlet idaresine katılarak ulusal egemenliğin ortaya çıkmasını sağlarlar.
Demokrasinin gerçekleşmesi için bağımsızlık, ulu¬sal egemenlik, düşünce özgürlüğü, örgütlenme, seçme ve seçilme haklarının eşit olarak vatandaşlara verilmesi, çoğunluğun kararlarına uyma ve azın¬lıkta kalanların haklarının korunması gibi şartlar ge¬reklidir.
Demokrasi çeşitli görüşlere sahip kişilere bir araya gelip teşkilatlanma imkânı tanır. Bu tür teşkilatlan¬mış gruplara siyasal partiler denir. Demokratik mü¬cadele ancak siyasal partilerle yürütülebilir. Bu ne¬denle Atatürk, siyasal partilerin kurulmasını sağla¬mış ve sağlığında iki defa çok partili hayata geçmek için deneme yapmıştır. Ancak çok partili hayata geçmek için ortamın oluşmaması, inkılâpların, mo¬dernleşme çalışmalarının ve ulusal egemenliğin en¬gellenme safhasına gelinmesi bu denemelerin sona ermesine neden olmuştur.

Cumhuriyet Halk Fırkası
Mustafa Kemal Paşa, ilk TBMM-nin kapanmasından sonra seçim hazırlıklarını yürütürken, yenilikçi kişileri etrafında toplayıp birlikte hareket etmiştir. Bunun sonucunda Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu-nun adayları 2. Meclis-te çoğunluğu sağlamışlardır.
Mustafa Kemal Paşa, Halk Fırkası-nın programını hazırlayarak 9 Eylül 1923te kuruluşunu resmen ilan etmiştir. Halk Fırkası 1924te Cumhuriyet Halk Fırkası, 1935te ise Cumhuriyet Halk Partisi adını almıştır.
Cumhuriyet Halk Fırkası, Türkiye Cumhuriyeti-nin ilk siyasi partisidir. Yapılan inkılâplar bu parti tarafından hazırlanıp yürürlüğe konulmuştur. 2. Meclis-in bütün milletvekilleri doğal olarak Cumhuriyet Halk Fırkası-nın milletvekili olmuşlardır. 1924 ve 1930 yıllarında Atatürk-ün de izni ve desteği ile çok partili hayata geçmek için yeni partiler kurulmasına rağmen, bunlar uzun süreli olamamıştır. Halkın henüz bu yenilikleri özümseyememiş olması nedeniyle bu partiler kısa sürede kapanmışlardır. Bu nedenle Cumhuriyet Halk Fırkası, 1946 yılına kadar seçimlere tek parti olarak katılmıştır, 1950 yılına kadar 27 yıl iktidarda kalmıştır.
Cumhuriyet Halk Fırkası, sosyal alanda -Halkçılık- ilkesine uygun ve büyük yenilikleri içeren bir parti programı oluşturmuştur. Ekonomik alanda -Devletçilik- prensibini savunurken, yönetim alanında da laiklik ilkesini savunmuştur.
Mustafa Kemal Atatürk, 1938e kadar Cumhuriyet Halk Fırkası-nın başkanlığını yapmıştır. Atatürk-ün ölümünden sonra ise, bu görevi 1950-ye kadar İsmet İnönü yerine getirmiştir.

Ordunun Siyasetten Ayrılması
Kurtuluş Savaşı-nın tanınmış komutanlarının birçoğu aynı zamanda, 23 Nisan 1920de açılmış olan TBMM-de de milletvekili olmuşlardı. İlk meclisin olağanüstü bir durumda çalışıyor ve savaşların hala devam ediyor olması, bu durumun kabullenilmesinde etkili olmuştu.
Fakat 11 Ağustos 1923te açılmış olan 2. TBMM-de savaş ortamının olmaması ve aynı zamanda milletvekili de olan bazı komutanların yeniliklere karşı tavır takınmaları ordunun siyasetten ayrılmasının gerekliliğini bir kez daha göstermiştir. Yeniliklere karşı olan Kazım Karabekir Paşa, Ali Fuat Paşa ve Refet Paşa ordudan ayrılarak bundan sonra milletvekili olarak hayatlarını devam ettirmek istediklerini bildirmişlerdir. Fakat iç karışıklıkların devam ettiği bir sırada komuta ettikleri orduların başsız bırakılmasının sakıncalı olduğu görüldüğü için bu kararları hemen kabul edilmemiş ve yerlerine atanan yeni komutanların görevlerini resmen devralmadan Meclis-e gelemeyecekleri bildirilmiştir.
Aslında Kazım Karabekir Paşa ve diğer arkadaşlarının, ordu üzerindeki etkilerini kullanarak mecliste yeniliklere karşı bir tavır takınmak için siyasi hayata dönmek istediklerinin anlaşılması, bu şekilde bir tavır takınılmasına neden olmuştur.
Bu sırada Mustafa Kemal Paşa, kendisine bağlı komutanların milletvekilliğinden ayrılarak komutanlık görevlerine geri dönmelerini sağlamıştır. Böylece, ordu üzerinde kendi arkadaşlarının etkili olmasını sağlamıştır. Daha önce, 3 Mart 1924-te kabul edilmiş olan bir yasayla, hükümette yer alan Genel Kurmay Başkanlığı siyaset dışında bırakılmıştı.
TBMM, 19 Aralık 1924-te aldığı bir kararla, askerlerin görevleri devam ederken milletvekili olamayacaklarına dair bir yasayı kabul etmiştir. Böylece, ordunun siyaset ile bağlantısı kesin olarak önlenmiştir.

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası
1924 yılında meclisin tek partisi olan Halk Fırkası içinde, muhalefet yanlıları, yapılan yeniliklere karşı çıkmaya başlamışlardır. Özellikle inkılâpçılık ve laiklik konularında farklı fikirler savunulmaya başlanmıştır. Ordudan ayrılan Kazım Karabekir Paşa, Ali Fuat Paşa gibi tanınmış kişilerin de katılımıyla parti içi muhalefet, yeni bir parti olarak ortaya çıkmıştır. 17 Kasım 1924-te, Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele, Rauf Orbay, Adnan Adıvar gibi isimler bir araya gelerek Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası-nı kurduklarını ilan etmişlerdir. Fırkanın başkanlığına Kazım Karabekir seçilmiştir.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası-nın parti programında -Cumhuriyet ilkesini, liberalizmi, demokrasiyi benimsedikleri ve dini inançlara saygılı oldukları- belirtilmiştir.
Mustafa Kemal Paşa, bu partinin kurulmasını memnuniyetle karşılamıştır. Çünkü demokratik düzenin sağlıklı işlemesi için çok partili demokrasinin gerekli olduğuna inanmaktaydı. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası-nın kurulması ile ilgili olarak; -Bırakınız, karşımıza çıksınlar, memleket işlerini münakaşa edelim. Bizim meclisimizde de iki parti olmalı, hükümeti denetleme sistemi kurulmalı ve medeni ülkelerin parlamentolarına benzemeliyiz.- demiştir.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası-nın meclisteki tartışmaları sertleştirmesi havayı gerginleştirmiştir. Bu sırada Doğu Anadolu-da Şeyh Sait isyanı-nın çıkması toprak bütünlüğünün ve iç güvenliğin tehlikeye düşmesine neden olmuştur. İsyan nedeniyle Takrir-i Sükûn Kanunu kabul edilmiş ve İstiklal Mahkemeleri yeniden kurulmuştur. Suçluların yargılanması sırasında Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası-nın isyanı kışkırtmış olma ihtimali ortaya çıkınca, 3 Haziran 1925-te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatılmış ve yöneticileri yargılanmıştır.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası-nın faaliyetleri, rejimin henüz çok partili sistem için hazır olmadığını göstermiştir. Bu nedenle 1930-a kadar ikinci bir muhalefet partisi kurulmamıştır.

Şeyh Sait isyanı (13 Şubat 1925)
İsyanın Nedenleri
Yapılan inkılâpların halk tarafından tam olarak anlaşılamaması ve Halifelik - Saltanat yanlılarının bunu kullanması
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası-nın meclisteki tavırlarının, eski rejim yanlılarını cesaretlendirmesi
İngilizlerin Şeyh Sait ve yandaşlarını kışkırtarak Musul Sorunu-nun İngiltere lehine sonuçlanmasını sağlamak istemeleri
Güneydoğu Anadolu bölgesinde İngiltere destekli bağımsız bir Kürt devleti kurulmak istenmesi
Lozan Antlaşması-nda İngiltere ve Türkiye arasındaki ikili görüşmelerle çözümlenmesi kararı alınan Musul Sorunu 1925-te İngiltere ile ilişkilerin gerginleşmesine neden olmuştur. Bu nedenle Türkiye-nin askeri bir harekâta hazırlandığı bir sırada, Şeyh Sait 13 Şubat 1925te isyan çıkarmıştır
Kısa sürede Elazığ, Bingöl ve Diyarbakır-a kadar genişleyen bu isyana karşı zamanında gerekli önlemler alınmadığı için isyan kısa sürede bastırılamamıştır. Başbakan Fethi Okyar, görevinden ayrılmış, İsmet Paşa başkanlığındaki yeni hükümet göreve gelmiştir.
İsmet Paşa, 4 Mart 1925-te Takrir-i Sükûn Kanunu-nu çıkartarak olağanüstü hal ilan etmiştir. İstiklal Mahkemeleri yeniden kurmuştur. İsyanın bastırılmasından sonra yakalananlar bu mahkemelerde yargılanarak cezalandırılmıştır. İsmet Paşa, isyanı bölge sel bir isyan olarak görmeyip, rejimi tehdit eden büyük bir ayaklanmanın başlangıcı olarak algılanması gerektiğini belirterek aldığı sert önlemlerle isyanın bastırılmasını sağlamıştır.
İsyanın Sonuçları
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası-nın isyanın çıkmasında etkili Olduğu belirlenmiş ve bu parti 5 Haziran 1925-te kapatılmıştır. Böyle çok partili hayata geçişin ilk denemesi başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
Doğu Anadolu-da ortaya çıkan huzursuzluk ortamını gidermek amacıyla 4 Mart 1925te Takrir-i Sükûn Kanunu yayınlanmış ve bu kanun 4 Mart 1929a kadar yürürlükte kalmıştır.
Hükümet değişikliği nedeniyle İsmet Paşa, başbakan olmuştur.
İstiklal Mahkemeleri yeniden kurulmuştur.
İngiltere bu isyanı kullanarak Musul Sorunu-nun Türkiye aleyhine çözümlenmesini sağlamıştır.
Şeyh Sait İsyanı Cumhuriyet rejimine yönelik bir isyandır.

Atatürk-e Karşı Suikast Girişimi
Yenilik karşıtları yeni rejimi yıkmak için Mustafa Kemal Paşa-yı öldürmeyi planlamışlardır. 16 Haziran 1926-da İzmir-e gidecek olan Mustafa Kemal Paşa-ya bir suikast tertiplemişlerdir. Fakat planın haber verilmesi üzerine suikastçılar yakalanmış ve İstiklal Mahkemesi-nde yargılanarak cezalandırılmışlardır. Suikastçıların arasında, kapatılmış olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası üyesi kişilerin bulunması nedeniyle, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası yöneticilerinin alakaları olmadığı anlaşılınca serbest bırakılmışlardır.
Böylece, rejim karşıtlarının bu çabaları da boşa çıkmıştır.
Mustafa Kemal Paşa bu suikastla ilgili olarak şunları söylemiştir:
-Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır; fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet (sonsuza dek) payidar kalacaktır (sürecektir). Türk milleti emniyet ve saadetini sağlayacak prensiplerle medeniyet yolunda tereddütsüz yürümeye devam edecektir.-

Serbest Cumhuriyet Fırkası
1924-te kurulmuş olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası-nın 1925-te kapatılması, çok partili hayata geçişin daha dikkatli gerçekleştirilmesini gerekli kılmıştır. Bu nedenle 1930-a kadar yeni bir muhalefet partisi kurulmamıştır. Fakat demokrasinin daha iyi uygulanması ve Cumhuriyet Halk Fırkası-nın denetlenmesi için bir muhalefet partisini gerekli hale gelmiştir.
Serbest Cumhuriyet Fırkası-nın Kurulmasının Nedenleri
Ulusal egemenliği daha iyi uygulayabilmek.
Halkın her kesiminin görüşlerini mecliste yansıtabilmek
Hükümeti denetleyerek daha sağlıklı çalışmasını sağlamak. Böylece 1929-da başlayan dünya ekonomik krizinin etkilerini ortadan kaldırabilmek
Mustafa Kemal Paşa, yakın arkadaşı Fethi Okyar-dan yeni bir parti kurmasını istemiştir. Mustafa Kemal Paşa-nın da desteğiyle Türkiye Cumhuriyeti-nin ikinci muhalefet partisi olan Serbest Cumhuriyet Fırkası 12 Ağustos 1930-da kurulmuştur.
Serbest Cumhuriyet Fırkası ekonomide liberalizmi savunmuş ve ekonomik faaliyetlerde devletin rolünün belirlenmesinden, halka toplumsal ve siyasi alanda daha fazla haklar tanınmasından yana olmuştur. Serbest Cumhuriyet Fırkası-nın parti programı bazı yönleriyle Cumhuriyet Halk Fırkası-ndan daha yenilikçi bir parti olduğunu göstermektedir. Kurucuları Cumhuriyetçi, inkılâpçı ve laik kişilerdir.
Fakat Serbest Cumhuriyet Fırkası-nın yurt içindeki teşkilatları giderek inkılâp karşıtlarının bu parti içinde örgütlenmesini sağlamıştır. Fethi Okyar, yaptığı yurt içi gezilerinde bu durumu fark edince yeni bir isyana neden olmamak için 17 Aralık 1930-da partiyi feshettiğini (kapattığını) ilan etmiştir.
Serbest Cumhuriyet Fırkası-nın kendi kendisini kapatma kararını alması nedeniyle, çok partili hayata ikinci kez ara verilmek zorunda kalınmıştır. Bundan sonra Atatürk döneminde yeniden çok partili hayata geçme çalışması yapılmamıştır.
Serbest Cumhuriyet Fırkası-nın kapatılmasından bir hafta sonra çıkan Menemen İsyanı, Fethi Okyar-ın kuşkularının doğru olduğunu göstermiştir.

Menemen Olayı (23 Aralık 1930)
23 Aralık 1930da İzmir-in Menemen ilçesinde bir camiye gelen Derviş Mehmet ve arkadaşları, insanları Cumhuriyet rejimine karşı isyan etmeye çağırmışlardır. Derviş Mehmet-in konuşmasını engellemek isteyen ve aynı zamanda öğretmen olan Yedek Subay Kubilay, isyancılar tarafından şehit edilmiştir. Olay daha fazla genişlemeden, duruma müdahale eden askeri birlikler isyancıları ve destekçilerini yakalamış ve yeniden kurulan İstiklal Mahkemesinde yargılanmalarını sağlamışlardır.
Menemen Olayı nedeniyle bölgede sıkıyönetim ilan edilmiştir. Ancak, Menemen Olayının organize bir faaliyet olduğunun ve Cumhuriyeti yıkmayı amaçladığının anlaşılması üzerine yurt çapında yapılan aramalarla isyana destek verenler yakalanmış ve cezalandırılmıştır.
Şeyh Sait İsyanı ve İzmir Suikastı-nda olduğu gibi, Menemen İsyanı-nda da Cumhuriyet düşmanlarının faaliyetleri bir kez daha önlenmiştir. Fakat bu olaylar Türkiye-de çok partili demokrasinin uygulanmasını geciktirmiştir.

TÜRKİYE-DE ÇOK PARTİLİ HAYATA GEÇİLMESİ
Son olarak 1930-daki denemede de başarısız olunan çok partili hayata geçme girişimleri, II. Dünya Savaşı-ndan sonra da devam etmiştir. Türkiye-nin uluslararası alanda saygınlığının artması ve II. Dünya Savaşı-ndan sonra kurulan Birleşmiş Milletler Teşkilatı-nda faaliyette bulunabilmesi için de çok partili parlamenter sisteme ihtiyaç vardı. Bu nedenle İsmet İnönü-nün izniyle 1946-da Demokrat Parti kurulmuştur.
II. Dünya Savaşı sırasında ve savaşın bitmesinden sonraki dönemde Cumhuriyet Halk Partisi-nin çalışmalarına karşı muhalefet eden Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleri Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan, Cumhuriyet Halk Partisi-nden ayrılarak Demokrat Partiyi kurmuşlardır.
1946-da yapılan genel seçimlere katılan Demokrat Parti -açık oy, gizli sayım- olarak adlandırılan seçim şekli sonunda muhalefet partisi olarak Meclis-e girmeyi başarmıştır. Böylece Türkiye Cumhuriyeti-nde çok partili genel seçimler ilk kez başarıyla yapılmıştır. -Gizli oy, açık sayımlı- 1950-deki seçimler sonucunda ise Demokrat Parti iktidar olmuştur.
Türkiye-de çok partili demokrasi 1960 ve 1980-deki askeri darbeler nedeniyle geçici olarak kesintiye uğramasına rağmen Cumhuriyetin en iyi uygulama şekli olarak hala devam etmektedir.




A) HUKUK ALANINDAKİ İNKILÂPLAR
Hukuk:
Toplumun barış içinde ve bireylen arasında karşılıklı saygı prensibiyle yaşayabilmesi için oluşturulan kurallara hukuk denir. Hukuk kuralları fertler arasındaki ilişkileri düzenlediği gibi, devletin saygınlığını artıracak ve ülkenin kalkınmasını sağlayacak özellikler de içerir.
Osmanlı Devleti-nde Hukuk:
Osmanlı Devletinde hukuk sisteminin temeli İslam dinine dayanmaktaydı. Osmanlı padişahları, din adamlarına ve yargı yetkisini elinde bulunduran kadılara toplum içinde saygınlıklarını artırmak için bir çok ayrıcalıklar tanımışlardır. İslam dininin esasları bütün hukuk sisteminin temeli olmuştur, buna Şer-i Hukuk denirdi.. Ekonomik, sosyal, askeri ve idari konularda İslam hukuku temel olarak alınmış, eski Türk gelenekleri ise İslam hukukuyla çelişmiyorsa -örfi hukuk- adı altında uygulanmıştır.
Bununla birlikte, ülkede yaşayan gayrimüslimler, dini konularda (evlilik, miras vb.) bağlı bulundukları dini kurumlar tarafından yargılanabilmekteydi. Bu nedenle Osmanlı Devletinde hukuk birliği yoktu.
Osmanlı Devleti, Tanzimat Dönemi-nden itibaren Osmanlı ülkesindeki gayrimüslimlerin haklarının genişletilmesini isteyen batılı devletlerin baskıları nedeniyle XIX. yüzyılda hukuk alanında düzenlemelere girişilmiştir. Bu dönemde batı tarzında mahkemeler açılmış, gayrimüslimlerin yargı ayrıcalıklar tanınmıştır. Fakat bu durum ülkede yaşanan hukuk kargaşasını daha da artırmıştır.
XIX. yüzyılın son çeyreğinde İslami kanunları çağın ihtiyaçlarına göre yeniden şekillendirmek amacıyla Mecelle denilen bir hukuk kitabı oluşturmak için çalışmalar başlatılmıştır.
Mecelle, İslam Hukuk Tarihinin medeni kanunudur. Fakat onda yeni hükümlere değil, asırlar boyunca tatbik edilen şer-i hükümlere yer verilmiştir. Mecelle, 16 kitaptan meydana gelen 1851 maddelik bir kanundur.
Osmanlı Devleti-nin XIX. yüzyılda hukuk alanında yaptığı en köklü değişiklikler Tanzimat ve ıslahat Fermanları-nın yayınlanması, Avrupa tarzı mahkemelerin açılması ve 1876-da Kanun-ı Esasi denilen ilk anayasanın kabul edilmesidir. Fakat bütün bu çalışmalar amacına ulaşamamış, ülkede yaşanan hukuk kargaşasını daha da artırmış ve çok hukukluluk içinden çıkılmaz bir hal almıştır.
Bu nedenle yeni Türk Devleti, çağdaş ve laik bir hukuk sistemini getirmek amacıyla köklü yeniliklere gitmek zorunda kalmıştır.
1. Hukuk Alanındaki inkılapların Amaçları
1- Laik hukuk anlayışını uygulamak ve ülkede hukuk birliğini sağlamak
2- Modern yaşam tarzının ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir hukuk sistemi oluşturmak
3- Kadın - erkek eşitliğini sağlamak
4- Her alanda akılcılık ve bilimselliği öncelikli olarak yaşatmak

Laikliğin Aşamaları
1- 1 Kasım 1922-de Saltanatın kaldırılması, laiklik alanındaki ilk adımdır. Böylece padişahlık makamının elindeki siyasi yetkilere kesin olarak son verilmiş ve ülkede tek yetkili siyasi kurumun TBMM olduğu belirtilmiştir.
2- 3 Mart 1924-te halifeliğin kaldırılması ile, TBMM-nin üstünde dini bir kurumun olamayacağı ispatlanmıştır. Bu inkılap, daha sonra laiklik alanında gerçekleştirilecek bütün yeniliklere de zemin hazırlamıştır.
3- 3 Mart 1924-te, Şer-iyye ve Evkaf Vekaleti kaldırılmıştır. Bunun yerine tamamen TBMM-nin denetimi altında bulunan Diyanet işleri Başkanlığı ve Vakıflar Genel Müdürlüğü adıyla iki yeni kurum oluşturulmuştur.
4- 3 Mart 1924-te Tevhid-i Tedrisat Kanunu kabul edilmiştir. Böylece çağdaş eğitimin temelleri atılmış ve laik eğitim anlayışı benimsenmiştir. Laik eğitimin bir gereği olarak medreseler kapatılmış yerine din adamı yetiştiren çağdaş okullar açılmıştır.
5- 30 Kasım 1925-te Tekke, Zaviye ve Türbeler kapatılarak halkın dini duygularının sömürülmesi önlenmiştir.
6-17 Şubat 1926-da Medeni Kanun kabul edilerek hukuk alanında laikliğe geçilmiştir.
7- 1928-de Anayasa-dan -Türkiye Cumhuriyeti-nin resmi dini İslam-dır.- maddesi çıkarılarak Anayasa-nın dini konulardaki bağlayıcılığı sona ermiş ve anayasa laikleştirilmiştir.
8- 1937-de Atatürk-ün altı temel ilkesiyle birlikte -Laiklik ilkesi- de Anayasa-ya eklenmiş ve Türkiye Cumhuriyeti-nin laik bir devlet olduğu resmen açıklanmıştır.

Medeni Kanun-un Kabulü (17 Şubat 1926)
Osmanlı Devleti kanunlarında erkeğin üstünlüğüne dayanan bir düzen vardı. Aile hayatında, mirasta, şahitlikte ve bunun gibi bir çok konuda erkeklerin daha fazla hakkı vardı. Laik hukuk anlayışı ise bu farklılıkları kabul edemezdi. Bu nedenle, dini kurallara göre düzenlenmiş olan Mecelle adlı kanun kitabı, Türkiye Cumhuriyeti-nin medeni kanununu oluşturamazdı. Bu amaçla, Avrupa ülkelerinde uygulanmakta olan medeni kanunlar incelenmiş ve İsviçre Medeni Kanunu, tercüme edilip düzenlenerek Türk Medeni Kanunu olarak kabul edilmiştir.
a) İsviçre Medeni Kanunu-nun Seçilmesinin Nedenleri
1- Avrupa-da hazırlanan en son Medeni Kanun olması ve her türlü yenilikleri içermesi
2- Sorunlara akılcı ve pratik çözümler getirmesi
3- Demokratik olması
4- Kadın - erkek eşitliğine dayanması
5- Laik bir anlayışla düzenlenmiş olması
b) Medeni Kanun-un Kabulünün Sonuçları
1- Resmi nikah zorunlu hale getirılmiştır. Böylece evlilik devlet kontrolü altına alınmıştır
2- Kadınlara istedikleri işte çalışabilme hakkı tanınmıştır. Böylece kadın ve erkekler arasında ekonomik ve sosyal alanlarda eşitlik sağlanmıştır.
3- Tek eşle evlilik zorunluluğu getirılerek Türk ailesi modern bir yapıya kavuşturulmuştur.
4- Mirasta kız ve erkek çocukların eşit pay almaları sağlanmıştır.
5- Boşanma hakkı düzenlenmiş ve kadınlara da bu konuda haklar tanınmıştır.
6- Toplumsal hayatın çağdaş kurallara göre düzenlenmesinin sağlanması, Türkiye-de yaşayan gayrimüslim halkı da etkilemiştir.
(Müslüman olmayan halk. Lozan Antlaşması-nın kendilerine tanıdığı haklardan vazgeçerek, Türk Medeni Kanunu-na uymak istemişlerdir. Bu istekleri kabul edilmiştir.)
7- Patrikhane ve konsoloslukların yargı yetkileri sona ermiştir.
8- Türkiye-de hukuk birliği sağlanmıştır.
9- Laik hukuk anlayışı toplumun her kesiminde uygulanır hale gelmiştir.

Hukuk Alanındaki Diğer Düzenlemeler
Türkiye Cumhuriyet-ine her alanda laik hukuk sistemini kazandırmak için diğer konularda da Avrupa-da uygulanmakta olan hukuk sistemleri incelenmiş ve Türkiye için uygun olanlar belirlenerek düzenlendikten sonra Türk hukuk sistemine kazandırılmıştır.
Böylece:
1- İsviçre-den Borçlar Kanunu 8 Mayıs 1928de,
2- Almanya-dan Ticaret Kanunu 10 Mayıs 1 928de,
3- İtalya-dan Ceza Kanunu 1 Temmuz 1928de alınarak uygulanmaya başlanmıştır.



EĞİTİM VE KÜLTÜR ALANINDAKİ İNKILÂPLAR
Avrupa-nın skolâstik düşünce sisteminden sıyrılarak modernleşmesinin temelinde aydın görüşlü ve iyi eğitim görmüş düşünürlerin payı çok büyüktür. Eğitim kurumlarına verilen önem sayesinde Avrupa, kısa sürede ekonomik ve teknik alanlarda yetişmiş insan gücü sayesinde Osmanlı Devleti-nden daha üstün bir duruma gelebilmiştir.
Osmanlı Devleti-nde özellikle XVII. yüzyıldan itibaren eğitim sisteminde büyük bir yozlaşma başlamıştır. Okullarda teknik bilgilerin öğretilmesi göz ardı edilmiş ve teknik alanlarda gelişmelerin önün geçilmiştir. Sonunda, bu alanlarda düzenlemeler yapmak amacıyla Avrupa-dan teknik adamlar ve subaylar getirtilmek zorunda kalınmıştır.
XIX. yüzyıla gelindiğin toplumun genelinde eğitim seviyesinin çok düşük olduğu görülmüş ve düzenlemelere gidilmiştir. II. Mahmut döneminde, kız ve erkeklere ilköğretim zorunluluğu getirilmesine rağmen, başarıyla takip edilememiştir. Eski eğitim kurumlarına alternatif olarak Avrupa tarzı eğitim veren okullar açılmış, yabancı devletlerin Osmanlı ülkesinde okullar açmalarına izin verilmiş, fakat bunlar da eğitimde ikiliğin ve ülkede kültür çatışmasının doğmasına neden olmuştur.
Yeni Türk devletinde eğitimin gerçek anlamda çağdaşlaşması ve laikleşmesi için köklü değişikliklere ihtiyaç vardı. Bu nedenle Atatürk, eski eğitim kurumlarının tümü üzerinde büyük çaplı bir yenileşme hareketine girişmiştir.
Atatürk-ün Türk eğitim sistemindeki inkılâplarındaki temel amacı; -çağdaşlaşmak ve her alanda ilerlemek- olmuştur.

1. Eğitim Alanındaki İnkılâpların Amaçları
1- Laik, Bilimsel ve çağdaş eğitimi sağlamak
2- Eğitimde millileştirmeyi ve birliği sağlamak
3- Kız ve erkek çocukları arasında eğitim alanında eşitlik sağlamak
4- Her alanda teknik eleman yetişmesini sağlamak
5- Eğitimi kolaylaştırmak ve yaygınlaştırmak

2. Tevhîd-i Tedrisat Kanunu (3 Mart 1924)
Halifeliğin kaldırıldığı gün TBMM-nin aldığı bir kararla Tevhîd-i Tedrisat Kanunu da kabul edildi.
Böylece;
1- Azınlık okullarında ve yabancı okullarda dini ve si¬yasi amaçlı eğitim verilmesi önlendi.
2- Öğretim birleştirilerek bütün eğitim kurumları Milli Eğitim Bakanlığı-na bağlandı.
3- Yabancı okullardaki Türkçe, tarih, coğrafya ve fel¬sefe grubu derslerinin Türk öğretmenler tarafından, Türkçe olarak okutulması sağlandı.
4- Medreseler kapatılarak laik eğitim anlayışı etkili ha¬le getirildi.
3. Medreselerin Kapatılması
Tevhîd-i Tedrisat Kanunu-nda medreselerin kapatılması ile ilgili, açık bir ifade olmamasına rağmen, uy¬gulama sırasında çağdaş ve bilimsel eğitime geçilince medrese eğitimi de son bulmuştur. Daha sonra açılan İmam Hatip Okulları ve ilahiyat Fakülteleri ile toplumun ihtiyaç duyduğu din adamları yetiştirilmeye başlanmıştır.
4. Maarif Teşkilatı Hakkında Kanun (2 Mart 1926)
Ülkede ilkokul, lise ve yükseköğrenimin belli esaslara göre düzenlenmesi için 2 Mart 1926-da Maarif Teşki¬latı Kanunu (Eğitim Sistemi Yasası) kabul edildi. Devletin izni olmadan okul açılamayacağı belirtilerek, okullarda hangi derslerin ne şekilde okutulacağı be¬lirlendi.

5. Yeni Türk Harflerinin Kabulü (1 Kasım 1928)
Türkçenin kolayca okunup yazılabilmesi için Arap alfabesi yerine batılı devletlerin de kullandığı Latin alfabesinin kullanılması kararlaştırıldı. Böylece, yazı alanında da batılı devletlerle aynı temelde buluşul¬muş oldu.

Latin harflerinin kabul edilmesiyle;
1- Batılılaşma alanında önemli bir adım atılmış, Avrupa ile bilgi ve kültür aktarımı kolaylaşmıştır.
2- Avrupa teknolojisi kullanılarak basılan kitap sayısı artmış ve okuma - yazma kolaylaşmıştır.
Yeni Türk alfabesi, ilkokullarda hemen öğretilmeye başlanmıştır. Atatürk, 24 Kasım 1928-de bir grup öğrenciye yeni Türk alfabesini anlatmıştır. İlkokul çağını aşmış kişiler ise açılan halk mekteplerinde, yeni Türk alfabesini öğrenmişlerdir.

6. Türk Tarih Kurumu-nun Kurulması (15 Nisan 1931)
Osmanlı Devleti-nde yazılmış olan tarih kitapları, İslam Tarihi özelliklerini taşımakta ve İslamiyet-in kabulünden önceki Türk devletlerinden bahsetmemekteydi. Bu yönüyle Osmanlı Devleti-nde -ümmetçi tarih anlayışı- vardı.
Atatürk, Türk tarihinin İslamiyet-in kabulünden sonra¬ki dönemle sınırlandırılamayacağını ve daha önceki dönemlerde Türklerin binlerce yıllık bir geçmişi olduğunu ortaya koyarak, Türk tarihinin dini motiflere bağlı kalmaksızın bir bütün olarak incelenmesi gerektiğini belirtmiştir. Bu amaçla 15 Nisan 1931-de Türk Tarih Kurumu kurulmuştur.
Atatürk, çalışmalarına katılarak büyük önem ver¬diği Türk Tarih Kurumu-nun şu konuları aydınlat¬masını istemiştir:
1- Türk kültürünün en eski uygarlıklardan biri olduğunun ispatlanmasını
2- Türk tarihinin bir hanedan ya da din tarihiyle sınırlandırılmayıp, milli tarih anlayışıyla araştırılmasını
3- Türklerin dünya medeniyetine katkılarının belirlenmesini
4- Türk yurdu hakkındaki kuşkuların giderilmesi ve yabancıların Türk yurdu üzerindeki emellerinin önlenmesini
Atatürk, tarih anlayışındaki bu değişikliklerle ümmetçi tarih anlayışı yerine -milli ve laik tarih anlayışını- getirmiştir.
7. Türk Dil Kurumu-nun Kurulması (12 Temmuz 1932)
Türk tarihiyle birlikte, Türk dilinin de dünyadaki en es¬ki ve sistemli dillerden biri olduğunun ispatlanması için çalışmalar yapılmıştır. İslamiyet-in kabulünden sonra Arapça ve Farsçadan birçok kelime Türkçeye girmiş ve Türkçenin bazı kurallarının bozulmasına neden olmuştur.
Toplum hayatında kullanılan dilin, toplumun gerçek anlamda bağımsızlığının bir göstergesi olduğuna inanan Atatürk, Türk dilinin gelişmesini sağlamak için 12 Temmuz 1932-de Türk Dil Kurumu-nu kurmuştur.
Atatürk-ün isteğiyle kurulan Türk Dil Kurumu-nun Genel amaçları şunlardır:
1- Halk tarafından benimsenmemiş yabancı kelimele¬rin kullanımdan çıkarılarak Türkçe kelimelerin yay¬gınlaşmasını sağlamak 2- Yazı dili ile konuşma dilinin aynı olmasını sağlamak
3- Türkçenin zenginliğini ortaya koyarak Türk dilinin dünya üzerindeki saygınlığım artırmak
4- Türkçeyi bilimsel ve ekonomik alanlarda da etkili, zengin bir dil haline getirmek
Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu, Atatürk-ün Milliyetçilik ilkesi doğrultusunda kurulmuşlardır.
8. Eğitimle ilgili Diğer Yenilikler
1925-te, Türkiye-nin ilk yüksek okulu olan Ankara Hu¬kuk Mektebi açıldı.
Osmanlı Devleti-nin kurmuş oldu¬ğu Dar-ül Fünun kaldırılarak yerine 1933-te İstanbul Üniversitesi kuruldu.
Aynı yıl Ankara-da Dil, Tarih, Coğrafya Fakültesi ile Yüksek Ziraat Enstitüsü açıldı.
1924-te Sanayî-i Nefise Mektebi, Güzel Sanatlar Akademisi olarak düzenlendi.



TOPLUMSAL HAYATIN DÜZENLENMESİ
1. Toplumsal Alanda Yapılan İnkılâpların Amaçları
1- Türk toplumunu batılı toplumlarla aynı amaçlar doğ¬rultusunda yönlendirmek
2- Toplumsal alanda laikleşmeyi sağlamak
3- Soy veya mesleklerden doğan ayrıcalıkları kaldırmak
4- Resmi kayıtların daha düzenli tutulmasını sağlamak
2. Tekke, Zaviye ve Türbelerin Kapatılması (30 Kasım 1925)
Osmanlı toplumunda tekke, zaviye ve türbeler, önemli bir yer tutmaktaydı. Fakat bunların birçoğu, asıl görev ve amaçlarından uzaklaşmış, halkın duy¬gularım sömüren kişilerin eline geçmişti. Atatürk, top¬lumun akılcılığına gölge düşüren bu kurumların kal¬dırılmasıyla ilgili olarak -Türkiye Cumhuriyeti, şeyh¬ler, dervişler ve müridler memleketi olamaz. En doğru en gerçek tarikat (yol), medeniyet tarikatıdır.- -Ölüler¬den medet ummak (çare bulmak), çağdaş bir toplum için, bir lekedir.- diyerek yapılacak inkılâpların önünü açmıştır.
30 Kasım 1925-te alınan bir kararla tekke, zaviye ve türbeler kapatılmış, böylece toplumsal alanda laikleş¬me adına önemli bir adım atılmıştır.
Aynı gün kabul edilen bir başka yasa ile şeyhlik, der¬vişlik, dedelik, seyyitlik gibi unvanlar da yasaklanmış, böylece bu tür ayrıcalıklar kaldırılmıştır.

3. Kılık - Kıyafetin Düzenlenmesi
Osmanlı Devleti, çok uluslu ve çok dinli bir topluma sahipti. Her dinin mensupları ve her farklı millet, kendisine has kıyafetler giymekteydi. Bu yönüyle, top¬lumda genel bir kıyafet birliği yoktu.
Toplumunun görünüş olarak da çağdaş batılı toplumlara benzemesi amacıyla çeşitli düzenlemelere gidilmiştir.
25 Kasım 1925-te -şapka giyilmesi hakkında ka¬nun- kabul edilerek Türk erkeklerinin fes yerine baş¬lık olarak şapka giymesi kararlaştırılmıştır.
3 Aralık 1934-te dini kıyafetler hakkındaki kanun kabul edilerek, din ve mezheplerin temsilcilerinin dı¬şındakilerin mabedler ve ayinler dışında dînî kıyafet¬lerle dolaşmaları yasaklanmıştır. Sadece Diyanet İş¬leri Başkanı, Rum ve Ermeni Patrikleri ile Yahudi Hahambaşısı ne zaman isterlerse dini kıyafet giyebile¬ceklerde
Atatürk, Türk kadınının kıyafetine özel bir yasa çıkararak karışmamış ve bu konudaki değişimi doğal akışına bırakmıştır. Gerçekten de Türk kadını, zaman içinde modern ve uygar kıyafetleri kendiliğinden be¬nimsemiştir.
4. Soyadı Kanunu-nun Kabulü (21 Haziran 1934)
Osmanlı Devleti-nde soyadı kullanılmadığı için resmi işlemlerde büyük sıkıntılar yaşanmaktaydı. Aynı ismi taşıyan insanların nüfus işlerinde, tapu, alım - satım ve miras konularında büyük problemler ortaya çık-maktaydı. Bu nedenle, soyadı kanununun çıkarılma-sı batı ile yakınlaşmanın yanında, zaten toplumsal bir ihtiyaç haline gelmişti.
21 Haziran 1934-te Soyadı Kanunu çıkarılarak her¬kesin soyadı almaşı kararlaştırıldı. Böylece her aile bir soyadı alacak, soyadları Türkçe olacak, herhangi bir üstünlük ifade eden veya gülünç ya da ahlaka ay¬kırı kelimeler soyadı olarak kullanılmayacaktı.
24 Kasım 1934-te Meclis, aldığı bir kararla, Mustafa Kemal Paşa-ya Atatürk soyadını verdi.
Yine aynı yıl çıkarılan bir yasayla -ağa, hacı, hoca, hafız, hocaefendi, bey, paşa, hanım, hanımefendi- gibi unvanlar kaldırılmış, eski Osmanlı yöneticilerinin verdiği tüm nişan ve rütbelerin taşınması yasaklan¬mıştır.
5. Takvim, Saat ve Ölçülerde Değişiklik Yapılması
Toplumsal faaliyetlerde, tatiller ve ekonomik işlerde batılı devletlerle ilişkileri kolaylaştırmak ve geliştir¬mek amacıyla takvim ve ölçülerde düzenlemeler ya¬pılmıştır.
26 Aralık 1925-te Miladi Takvim-in kullanılması ka¬rarlaştırılmıştır. 1926-dan itibaren Avrupalı ülkelerde kullanılmakta olan Miladi Takvim Türkiye-de de kullanılmaya başlanmıştır. Böylece Rumi Takvim ve ala¬turka saat sistemi terkedilmiştir.
Miladi Takvim ve uluslararası saat ölçüleri 1 Ocak 1926-dan itibaren uygulanmaya başlanmıştır.
1 Nisan 1931-de uzunluk ve ağırlık ölçülerinde de değişiklikler yapılmıştır. Uzunluk ölçüşü olarak metre, ağırlık ölçüşü olarak da kilogram kabul edil¬miştir.
1935-te hafta sonu tatili düzenlenmiştir. Daha önce Cuma günü olarak ilan edilmiş olan hafta sonu tatili, Pazar gününe alınmıştır.
KADINKADIN HAKLARI
Ulu önder Atatürk-ü diğer liderlerden üstün kılan özelliklerden biri de , Atatürk inkılapları çerçevesinde kadına verdiği önemdir.
Atatürk, erkeğe olduğu gibi kadına da insancıl bir açıdan yaklaşarak, kadının da medenî, siyasî ve kültürel haklarda erkek ile eşit tutulmasını sağlayacak çağdaş atılımlar gerçekleştirmiştir. Çağdaş bir toplum olabilmenin ve çağdaş bir hukuk devleti kurmanın ilk şartı, kadının da bir vatandaş ve özgür bir insan olarak haklarını tanımak ve saygı göstermekti. Zira kadın ve erkek, insan kavramını birlikte oluşturmakta ve bu kavrama birlikte bir anlam kazandırmaktaydı. Bu anlayışla hareket eden Atatürk, Türk kadınına asırlardan beri ihmal edilen sosyal ve siyasal haklarını kazandırmıştır. Türk halkının varoluşunu belirleyen Kurtuluş savaşı öncesi ve süresince, Türk kadınının özverili katkılarını çok iyi değerlendiren büyük insan Atatürk , kadına kazanmayı hak ettiği haklarını vererek , onu, özlemini duyduğu toplum içindeki saygın statüsüne getirmiştir.

TARİHTE TÜRK KADINI
Türk kadını, tarih süreci içerisinde devreler halinde ele alınabilir. İncelenmesi gereken
ilk devre, Türkler-in İslamiyet-i kabul etmesinden önceki devredir.
Türk kadınına verilen özgürlük ve haklar, onun bir anlamda ırkının gerçek ruhuna dönüşüdür de diyebiliriz.
Orta Asya Türkleri-nin bilinen tarihlerine ve göçlerine girildiğinde, kadının daima güçlü mevkilerde olduğu görülmüştür. 7. yy. dan başlayarak, Orhun Kitabeleri-nde görülen, -devleti bilen kraliçeler- ya da -hakan ve hatunun buyruğu ile- gibi sözler, eski Türk kadınlarının eşitlik statüsünü koruduğunu göstermektedir [9]. Bu belgede, prenseslerin sosyal ve siyasal alandaki çalışmalarına değinilir. Türk ailelerinde bir kız evladın dünyaya gelişi mutsuz ve üzüntü verici bir olay sayılmaz, aksine sevinç kaynağı olarak kabul edilir. Çocuklar üzerinde babanın olduğu kadar annenin de hakları olduğu savunulur [10] .

SİYASAL ALANDA KADIN HAKLARI
Siyaset alanında kadınlara verilen hakları, eğitim ve hukuk alanında verilen hakların bir devamı, kaçınılma bir sonucu olarak düşünmemiz gerekir. Bu haklar, kadın-erkek eşitliğinin en somut kanıtıdır.
Siyaset alanında ilk yasa olarak 3 Nisan 1930 tarih ve 1580 sayılı kanun gösterilebilir. Bu kanunun 23 ve 24. maddeleri ile Türk kadınına ilk kez belediye seçimlerine katılma, seçme ve seçilme hakkı tanınmaktaydı. Bu, Atatürk -ün yıllardır yapmak istediği ve bu amaçla büyük bir kamuoyu oluşturduğu bir siyasi durum idi.
26 Ekim 1933 tarihli değişiklikle de Köy Kanunu-na, kadınların Köy İhtiyar Heyeti-ne ve muhtarlığa seçilme ve seçme hükmü konmuştu ki bu belki ilk siyasi yasadan çok daha temele hitap eden bir karardı.
Bu yasa değişikliğinden yaklaşık bir yıl sonra Atatürk ve arkadaşları, 5 Aralık 1934 tarihinde Teşkilat-ı Esasiye Kanunu-nun 10 ve 11. maddelerinin şu hale gelmesini oybirliğiyle sağlayacaklardır ;
10. madde ; 22 yaşını bitiren kadın-erkek her Türk, mebus seçme hakkına haizdir. 11. madde; 30 yaşını bitiren kadın-erkek her Türk mebus seçilebilir.
Atatürk bir kez daha ileri görüşlülük vasfını böylece kanıtlama olanağı bulabilmekteydi. Bilindiği gibi o tarihte, yani 1934-lerde birçok Avrupa ülkesinde kadın, bu iki haktan, ikisinden ya da seçilme hakkından mahrum bulunmaktaydı.



D) EKONOMİK ALANDAKİ YENİLİKLER
Türkiye Cumhuriyeti-nin kuruluş yıllarında özellikle ekonomik alanda büyük bir sıkıntı yaşanmaktaydı. XIX. yüzyılın sonundaki hiç bitmeyen savaşlar ve dış borçlanmalar, ülke ekonomisini içinden çıkılmaz bir duruma sürüklemişti. Yabancı ülkelere tanınmış olan kapitülasyonlar, yerli üretimin yok olmasına yol açmış ve ekonomik alanda Osmanlı Devleti-nin dışa bağım¬lı hale gelmesine neden olmuştur. Hammadde ve do¬ğal kaynaklar ya işletilemez hale gelmiş ya da yaban¬cı devletlerin işletmesine verilmiştir, l. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı da ulusal ekonomiyi büyük oran¬da sarsmıştır.
1. Ekonomik Alanda Yapılan Düzenlemelerin Amaçları
1- Devletin ekonomik bağımsızlığını sağlamak
2- Sanayiyi geliştirerek modem araçları ve tesisleri ülkeye kazandırmak
3- Ekonomide millîleşmeyi gerçekleştirerek yabancı sermayeye bağımlılığı ortadan kaldırmak
4- İktisadi girişimleri ve kurumları devletleştirmek
5- Sanayi dallarım devlet koruması altına almak
6- Girişimci çalışmaları (özel teşebbüsü) desteklemek
7- Batı-daki ticari düzenlemeleri Türkiye-ye kazandırmak
2. İzmir İktisat Kongresi (17 Şubat 1923)
Lozan Barış Görüşmeleri-nin 4 Şubat 1923-te anlaş¬ma sağlanamadan kesildiği sırada, Türkiye-de ekonomik alanda faaliyet gösteren her meslek grubundan temsilciler, Yeni Türk devletinin ekonomik durumunu görüşmek üzere İzmir-de bir araya gelmiştir. Çiftçi, sanayici, tüccar ve işçi kesimlerinden toplam - 135 kişinin katıldığı bu kongredeki görüşmelerin sonunda Misak-ı İktisadi (Ekonomik Yemin) kabul edil¬iştir.
İzmir İktisat Kongresi-nin açılışında bir konuşma ya¬sı Mustafa Kemal Paşa şunları söylemiştir:
-Siyasi ve askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsun ekonomik zaferlerle taçlandırılamazlarsa, kazanacak başarılar yaşayamaz, az zamanda söner.-
Misak-ı İktisadi-nin önemli kararları şunlardır
1-Yerli malı kullanılması sağlanmalıdır. Eğitim geliştirilmelidir.
2-Hammaddesi yurt içinde olan sanayi dalları kurulmalıdır.
3- Küçük imalattan büyük işletmelere geçilmelidir.
4- Özel teşebbüse kredi sağlayacak bir devlet bankası kurulmalıdır.
5- Özel teşebbüsün gerçekleştiremediği yatırımlar devlet eliyle gerçekleştirilmelidir.
6- Demiryolu inşaatı programa bağlanmalıdır.
7- Yabancıların kurduğu tekellerden kaçınılmalıdır.
8- İşçilerin durumu düzeltilmelidir.
İzmir İktisat Kongresi-nde alınan bu kararlar, TBMM-ye de yön gösterici olmuştur. 23 Nisan 1923-te başlayacak olan ikinci Lozan Görüşmeleri-nde kapitü¬lasyonların kaldırılması konusunda TBMM heyetine büyük bir destek sağlamıştır.
3. Tarım Alanındaki Düzenlemeler
Osmanlı Devleti-nin son dönemlerinde toplumun yak¬laşık dörtte üçü tarımla uğraşmakta olmasına rağ¬men, dünyada tarım alanındaki gelişmeler yakından izlenemediği için tarımsal üretim çok azdı. Buna rağ¬men alınan vergiler üretime göre çok ağırdı. Aşar vergisi, genel bütçe gelirinin yaklaşık % 40-ını oluşturmaktaydı. Üretici ürettiği mamulleri satamamakta ya da gerekli yerlere ulaştıramamaktaydı.
17 Şubat 1925-te çıkarılan bir kanunla Aşar Vergisi kaldırılarak yerine arazi vergisi konuldu.
Daha sonraki yıllarda, çiftçiye kredi sağlamak ama¬cıyla Ziraat Bankasında yeni düzenlemeler gerçek¬leştirildi.
Traktör kullanımı teşvik edildi. Tarım Kredi Koope¬ratifleri ve Yüksek Ziraat Enstitüleri kuruldu. Örnek devlet çiftlikleri kuruldu ve tohum ıslahı için ıslah is¬tasyonları açıldı. Böylece Türkiye-de tarımın gelişmesi için önemli hamleler gerçekleştirildi
4. Ticaret Alanındaki Düzenlemeler
30 Haziran 1930-da ticareti geliştirmek amacıyla Merkez Bankası kuruldu. Böylece ülkedeki sermaye¬nin akışı denetim altına alınmış ve piyasa güvenliği sağlanmış oldu.
1924-te işverenlere kredi sağlamak amacıyla İş Ban¬kası kuruldu.

5. Sanayi Alanındaki Düzenlemeler
Yeni Türk devletinin kalkınması için sanayileşmesi zorunluydu. Fakat Osmanlı Devleti-nden kalan sanayi birikimi yok denecek kadar azdı. İstanbul, İzmir ve Adana-da bir kaç dokuma fabrikası ve İstanbul-da bir askeri fabrika ülkenin sanayi varlığını oluşturuyordu.
28 Mayıs 1927-de Teşvik-i Sanayi Kanunu kabul edilerek özel teşebbüse destek verilmesi sağlandı.
1929 yılında, ithalat mallarından alınan gümrük tari¬feleri yükseltilerek, yerli üretimin ithal sanayi mamulleriyle rekabet etmesi kolaylaştırıldı.
Üç beyaz (şeker, un, pamuk) ve üç siyah (kömür, de¬mir, petrol) projesi olarak adlandırılan sanayileşme hamlesi istenen hızla gerçekleştirilememiştir. Bunun en önemli nedenleri şunlardır:
1- Özel sektörün elinde yeterli sermayenin olmayışı
2- Teknik bilgi ve eğitilmiş insan yetersizliği
3- Devletin 1929-a kadar yerli sanayiyi dışa karşı yeteri kadar koruyamaması
4- 1929-daki dünya ekonomik bunalımının Türkiye-yi de etkilemesi
Sanayileşmenin uzun bir zaman dilimi içinde, planlı bir şekilde sağlanabilmesi amacıyla 1934-te planlı ekonomiye geçildi. 1934 -1939 yılları arasını kapsa¬yan l. Beş Yıllık Kalkınma Planı uygulamaya konul¬du. Özel teşebbüsün gerçekleştiremediği yatırımlar böylece devlet eliyle yapılmaya başlandı. 1937-ye kadar demir, cam, kâğıt üretimi bir çok fabrika açılarak ithal mallar yüzde elli oranında azaltıldı. 1839-da kabul edilen II. Beş Yıllık Kalkınma Planı ise II. Dünya Savaşı-nın ortaya çıkardığı olağanüstü durum nedeniyle uygulanamadı.
1933-te kurulan Sümerbank ve 1935-te kurulan Etibank, sanayicilere kredi vererek yeni sanayi tesislerinin kurulmasında önemli görevler üstlenmişlerdir. 1935-te Maden Tetkik Arama Enstitüsü (MTA) ku¬rulmuştur.
6. Ulaşım Alanındaki Düzenlemeler
Demiryolları: XX. yüzyılın basında en önemli taşı¬macılık yolu, demiryollarıydı. Türkiye-deki demiryolla¬rının birçoğu yabancı ülkelere -yap, işlet, devret- sistemiyle inşa ettirilmiş olduğu için, Türkiye Cumhuriyeti-nin ilk yıllarında demiryollarının birçoğu yaban¬cı şirketler tarafından ticari amaçla işletiliyordu. Tür¬kiye Cumhuriyeti Devleti, bu şirketlerden, işlettikleri demiryollarını satın alarak millileştirmiştir. Ayrıca, ta¬mamen yerli sermaye kullanılarak 1938 yılma kadar 3360 km yeni demiryolu yapılmıştır.
Karayolları: Ülke genelinde karayolu ulaşımının güçlükle yapılması, üreticilerin mallarım şehirlere taşımasını zorlaştırmakta, bu durum ticaret, sanayi ve tarımsal çalışmaları olumsuz yönde etkilemekteydi. Bu nedenle yurdun her bölgesinde karayolları onarıl¬mış, yeni yollar yapılmış, böylece taşıma canlandırılarak ekonomik faaliyetler iyileştirilmiştir.
Denizyolları: Osmanlı Devleti-nde denizcilik alanın¬daki geri kalmışlık, yabancı şirketlerin Türk denizlerinde taşıma hakkı kazanmalarına neden olmuştur. Bu durum Türk deniz taşımacılığını tamamen yok ol¬ma tehlikesiyle karşı karşıya bırakmıştır.
1 Temmuz 1926-da kabul edilen Kabotaj Kanunu ile, Türk sula¬rında taşıma haklarının Türklere ait olduğu ilan edil¬miştir. Türk denizciliğinin yeniden nefes almasına im¬kan veren bu kanunun kabul edildiği 1 Temmuz günü, günümüzde -Denizcilik Bayramı- olarak kutlanmak¬tadır.
Denizlerde yolcu taşımacılığı, kamu hizmeti olarak görülmüştür. Bu nedenle Türk devleti, Türk karasularında yolcu taşıma hakkını devlet tekeline bırakmış. Yük taşıma konusunda ise özel teşebbüsle birlikle hareket etmiştir.
 
Üst