Başkomutanlık Meydan Muharebesi ve Etkileri

Performans

Çalışkan Üye
Üye
Katılım
26 Ocak 2007
Mesajlar
523
Puanları
63
Konum
TÜRKİYE
Sakarya Zaferi'nden sonra İtilaf Devletleri'nin Türkiye hakkındaki düşüncelerinde gözle görülür değişiklikler meydana gelmişti. Bilhassa İngiliz kamuoyunda Yunanlılar'a karşı oluşan güvensizlik açık olarak görülmeye başlamış, Avam kamarasında yapılan bir toplantıda, Yunanlıların uzlaşmaz tutumları karşısında yegane çarenin ekonomik abluka olduğu vurgulanmıştı1. Yunanlılar tarafını tutan İngilizler bile, Sakarya'da Türk zaferine bakarak Yunan ordusuna güven duyulamayacağı kanaatini gizlemiyorlardı.2 Ayrıca, Hindistan'da Gandhi'nin Müslüman Hintlilere destek vermesi, "Ahmedabad'taki Millî Hint Kongresi'nin İstanbul'un boşaltılmasını, İzmir'in ve Edirne ile birlikte Doğu Trakya'nın Türkiye'ye geri verilmesini" ısrarla istemesi İngiltere'yi güç durumda bırakmıştı. Sonuçta içte ve dıştan gelen yoğun baskılar karşısında İngiltere ile müttefikleri, hem Şark Meselesini görüşmek ve hem de Türk askerî harekatını durdurmak maksadıyla, 21 Mart 1922'de Paris'te toplandılar ve aldıkları kararlan 22 Martta Türkiye ve Yunanistan'a bildirerek, mütareke teklifinde bulundular. Mütareke teklifinin bir sureti, İstanbul Hükümeti Hariciye Nazırı Ahmet İzzet Paşa ile Paris'e gelmiş olan Yusuf Kemal Bey'e de verildi.3 Konferansta birlikte hareket etme kararı alan İstanbul ve Ankara heyetleri yaptıkları görüşme ve beyanatlarla da bunu ortaya koymuşlardı.4 Bâbıali ise, İstanbul'daki İtilaf Devletleri Yüksek komiserlerine verdiği cevabî notada, mütareke teklifinin kabul veya reddini ortaya koymamakla beraber bu hususta cevap vermenin yalnız İstanbul Hükümeti'ne ait olmadığını ve konferansın teklifinde İzmir ve Anadolu'da işgal altındaki arazinin tahliyesinden bahs olunmadığı, Trakya hakkında ise hiç bir kayıtın mevcut bulunmadığını ve Trakya geri verilmediği takdirde İstanbul'un herhangi bir tecavüze karşı müdafaa edilemeyeceğini bildirerek, bu hususta İtilaf Devletlerinin nazar-ı dikkatlerini çekmiştir.5 İtilaf Devletlerinin bu notasına cevap vermek için Yusuf Kemal Bey'in dönmesini bekleyen Ankara ise, cevap vermeye hazırlanırken, İtilaf Devletleri 26 Mart 1922 tarihinde ikinci bir nota daha verdiler. Bir anlamda barış şartlarının esaslarını kapsayan bu nota, aslında Sevr'in başka bir şekilde ifadelendirilmiş hali idi.6 Yunanistan ise, Anadolu'da düştüğü çıkmazdan kendini çıkarabilecek olan bu mütareke teklifini derhal kabul etti. Buna karşılık Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, İtilaf Devletleri'nin notalarına 5 Nisan 1922 tarihinde vermiş olduğu cevapta, prensip olarak mütarekeyi kabul ettiğini, fakat mütarekenin imzalanmasından itibaren dört ay içinde Anadolu'nun boşaltılmasını istediğini bildirdi.7 Ankara'nın kararını bütün gücüyle destekleyen Bâbıali, 8 Nisan'da üç müttefik devlet hariciye nazırlarına cevabi bir nota verdi. Bizzat Hariciye Nazırı İzzet Paşa tarafından yüksek komiserlere verilen bu notada, Yakın Doğu'da sulh ve sükûnun yeniden hakim olduğunu görmek arzusunda olan Bâbıali, üç hafta içinde murahhaslarını konferansa göndermeye hazır olduğunu bildirdi. Ayrıca, mevcut cepheden çekilecek olan Yunan ordusunu, ne de başka Yunan birliklerinin Türkiye'ye nakil ve yığınak yaptırılmamasını talep etti.8 Fakat İtilaf Devletleri, 15 Nisan'da verdikleri cevapta Ankara'nın tekliflerini reddettiler. Ankara, buna rağmen 22 Nisan 1922 tarihinde verdiği cevabi notada, mütareke konusunda anlaşmaya varılmasa bile, sulh görüşmelerini ertelemenin uygun olmayacağını bildirerek, İzmit'te bir konferans toplanmasını teklif etmişse de, bu teşebbüsten de bir sonuç almamamıştır.9

İtilaf Devletleri ise, Anadolu'nun tahliyesi için sulh şartlarının kabul edilmesinde ısrar ediyorlardı.10 Halbuki İtilaf Devletleri, Türkiye'nin istiklal ve mevcudiyetini temin eden bir antlaşma ortaya koysa, Ankara Hükümeti sulha razı olacağı gibi, İstanbul'la olan anlaşmazlık da sona erebilecekti." Nitekim aynı hususa dikkat çeken veliahd Abdülmecid Efendi, "Daily Express" gazetesinin İstanbul'daki muhabirine verdiği beyanatta, İtilaf Devletleri'nin Edirne ve Gelibolu hakkındaki kararlarını değiştirdikleri takdirde teklif edilen şartların Türkiye ile barış yapılmasına yeterli olabileceğini ifade etmiştir.12 Bunun yanısıra, 2 Mayıs 1922 tarihinde, İstanbul'da İngilizce ve Fransızca yayımlanan "L'Aurore" gazetesi muhabirine verdiği beyanat gerçekten "Kuvâyı Milliye'yi" destekler mahiyettedir. Dünyanın ilerlemesi için en iyi vasıtanın milletlerin birbirlerine yaklaşması olduğuna işaret ederek, "Birbirlerine yardım etmek mecburiyetinde olan İngiltere ve Türkiye'nin de yakınlaşmasını sağlayacak yegane gerçeğin sulh olduğunu, bugün ise en mukaddes haklarını müdafaa mecburiyeti altında bırakılan Türklerin, bu kadar kanlı muharebelerden sonra şeref ve haysiyetlerini kırmayacak bir sulhdan başka bir şey istemediklerini söylemiştir.13

Ancak, bütün bu iyi niyetli beyanat ve gayretlere rağmen, Yunanlılar Anadolu üzerindeki isteklerinden vazgeçmiş değillerdi. Aksine işgal etmiş oldukları Türk topraklarını terk etmelerinin söz konusu edildiği sıralarda, bazı yerleri yeniden işgal etmeye başlamışlardı. Nitekim, İtalyanlar'ın 18 Nisan 1922'de Menderes Vadisi'nden çekilmeleri üzerine, hemen harekete geçerek, 21 Nisan'da Söke'yi, 30 Nisan'da Kuşadası'nı işgal ettiler. Nihayet bir de göz dağı vermek isteyen Yunanlılar, 7 Haziranda Samsun'u bombardıman ettiler. İstanbul ve Ankara Hükümetleri bu saldırıyı şiddetle protesto ettiler.14 Bu olayın yankıları henüz sona ermişti ki, İzmir ve Manisa çevresini Yunanistan'a ilhak etmek için harekete geçen İzmir'deki Yunan komiseri Sterghiades bir milli savunma ligası teşkil ederek, 30 Temmuz 1922'de "İonia Muhtariyetini" ilan etti.15 Bu gelişmeler üzerine Bâbıalı, 1 Ağustos 1922 tarihinde İstanbul'daki müttefik devletlerin yüksek komiserlerine bir nota vererek, Yunanlıların Batı Anadolu'da muhtariyet ilan etmelerinin, hiç bir kıymeti olmadığını bildirerek sert bir dille protesto etti.16 Bunu 9 Ağustos'ta Ankara'nın protestosu izledi. Ancak, Yunanlıların istekleri bununla da bitmemiş, bu kere barışı Türklere zorla kabul ettirmek için, İstanbul'u işgal etme teşebbüsüne giriştiler. Bunun için 29 Temmuzda İngilizlere başvurarak müttefiklerin iznini istediler.17 Fakat bu istekleri müttefiklerce kabul görmedi. Bilhassa İstanbul'un ve Boğazların İngiltere'nin kontrolu altına girmesi demek olan böyle bir hareket, Fransa ve İtalya'yı telaşlandırdı. Bunun üzerine Yunanlıların muhtemel bir harekatına karşı gerekli tedbirleri alan İngiltere, 31 Temmuzda Fransa ve İtalya ile birlikte Yunan isteklerini reddetti.18 Bununla beraber İngiltere Başbakanı Lloyd George, 4 Ağustos 1922 tarihinde Avam Kamarası'nda yaptığı bir konuşmada, savaşın bütün sorumluluğunu Osmanlı Devleti'ne yükleyerek, Ankara'nın tüm teklifleri reddettiğini; Yunanlıların her savaşta yararlılık gösterdiklerini; Karadeniz Bölgesi'nde Türklerin Hıristiyanlara zulmettiğini ve azınlıkları yok etme politikası izlediğini söyleyerek Türkiye'yi tehdit etti.19 Lloyd George'un tehdidine Türk ordularının başkumandanı Mustafa Kemal Paşa aldırış etmedi. İstanbul Hükümeti Hariciye Nazın Ahmet İzzet Paşa ise 14 Ağustosta İngiliz Yüksek Komiserliği'ne bir nota vererek, Lloyd George'un nutkunu protesto etti.20 Böylece hiç bir taraftan destek bulamayan Yunanlılar, İtilaf Devletleri'nin kararlı tutumu karşısında İstanbul hakkındaki isteklerinden vazgeçmek zorunda kaldıkları gibi, 15 Ağustos 1922'de müttefiklerin "İonia" muhtariyetini reddeden notasını aldılar.21


Büyük Zaferin İstanbul'daki Yankıları

Büyük Zafer ve İzmir'in geri alınması memleketin her tarafında, bir çok İslâm ülkesinde sevinç gösterileri ile kutlanmış, her taraf-tan tebrik telgrafları yağmıştır. İstanbul Hükümeti, 11 Eylül 1922 Pazartesi akşamı Mustafa Kemal Paşa'ya çektiği telgrafta, "Kumandan-ı besalet simat" tabirini kullanarak, Yunan zulmünün sona erdirilmesi, gösterilen kahramanlık, üstün gayret ve fedakarlık dolayısıyla başta kendisi olmak üzere bütün kumandan ve askerlerimizi tebrik etmiştir.22 Prens Sabahaddin Bey, Mustafa Kemal Paşa'nın İzmir'e girdiği gün çekmiş olduğu telgrafta, zaferden duymuş olduğu memnuniyeti dile getirerek, başta kendisini, Türk ordusunu, Büyük Millet Meclisi ile beraber bütün Türk Milleti'ni tebrik etmişti.23 Bunun yanısıra "Muallim-ler Cemiyeti", "Talebe-i Ulûm Cemiyeti", ve "Maden Kömürü Amele Cemiyeti" çekmiş oldukları telgraflarla, Başkumandan Mustafa Kemal Paşa ve Türkiye Büyük Millet Meclisini kutlamışlardır.24 Ayrıca İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Talebe Derneği, işgal altında bulunan topraklarımızın kurtuluşu dolayısıyla, orduya "Darülfünunun" selam ve şükran duygularını iletmek için İzmir'e gitmek üzere bir heyet teşkili hususunda harekete geçmiştir.25 Bu arada İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, talebelerinin yazılı isteği üzerine 19 Eylül 1922'de Mustafa Kemal Paşa'yı "Fahri Profesörlüğe" seçmiştir.26 Bu tebrik telgrafları arasında henüz 7 yaşında olan Antalyalı küçük Saadet'in, Maraş "Milel-i gayr-ı müslime ruhanileri"nin, Kâzım Karabekir Paşa'nın ve "Ticaret Mekteb-i Âlisi Mezunlarının" telgrafları da vardır.27

Büyük Zafer ve İzmir'in kurtarılışı yalnız anavatanda değil, bütün dünyada, İslam ülkelerinde büyük sevinç yaratmıştır. 8 Eylül'de Hindistan'da milyonlarca Müslüman, Türk Ordusu'nun zaferi için dua etmiş, Kalkütta'da Müslüman evlerine bayraklar asılmış, camilerde de Türk zaferi için dualar edilmiştir.28 İran Başbakanı, "Irak Şeyh'ül Meşayihi" Uceymi Paşa, Şeyh Senüsî, Hindistan Hilafet Komitesi Reisi Chotani, Rusya Müslümanlarını temsilen Mehmed Abdullah Kurban Ali, Cezayir'den Emir Halid, Tunus'tan Thimami bin Abdullah ve Buhara "Hey'et-i ilmiyyesi" de birer tebrik telgrafı göndererek Mustafa Kemal Paşa'yı kutlamışlardır.29 Afgan elçisi Ahmed Han ile Rus elçisi Aralof Türk zaferini hararetle tebrik etmişlerdir. Bundan başka, İngiltere, Fransa, İtalya ve Amerika Birleşik Devletleri'nin İzmir'deki konsolos ve amiralleri 10 Eylül 1922'de Birinci Ordu Kumandanı Nureddin Paşa'yı ziyaret ederek, Türk zaferini tebrik etmişlerdir.30 Ukrayna Hükümeti ise çok ilginç bir jestte bulunarak, Ankara Hükümeti "Maarif Vekaleti"ne bütün aksam ve yedek parçasıyla birlikte bir matbaa makinası hediye etmiştir.31

Millî Mücadele'nin başından itibaren Başkumandan Mustafa Kemal Paşa ve Kuva-yı Millîye'ye her türlü desteği veren İstanbul halkı, ordusuna olan şükran borcunu ödeyebilmek için hiç bir yardımı esirgememiştir. Millî Mücadele'yi gönülden destekleyen İstanbul, II. İnönü Zaferi ile birlikte coşmuş, mitingler düzenlenerek zaferden duyulan büyük sevinç dile getirilerek,, "Hilâl-i Ahmer" için yardım kampanyaları açılmıştı.32 İki gün içinde 115.661 kuruş yardım toplanmış, Anadolu'da şehit düşen ve yaralanan Türk askerlerine verilmek üzere Padişah 10.000 lira, saray mensupları 3.000, Veliahd Abdülmecid Efendi 1.000 ve hanımı da 200 lira vermişlerdi. Bu suretle toplam yardım 25 Mayıs 1921 itibariyle yaklaşık 215.00 liraya ulaşmış oluyordu.33 Sakarya Muharebesi sırasında Türk Ordusunun muazzam direnişine, halkın desteği de destanlaşmıştı. Teşkil edilen yardım komisyonlar sayesinde Anadolu'da çarpışan gazilerimiz ve şehit düşenlerin aileleri için büyük miktarlara varan aynî ve nakdî yardımlar yapılmıştır.34 Millî Mücadele'de çok büyük hizmetleri görülen "Hilal-i Ahmer'in" cephede çarpışan subay, er, şehit ve gazilerimizin ailelerine yardım için çok sayıda komiteler teşkil ettiği anlaşılmaktadır.35 Matbuat Cemiyeti ile işbirliği yapan bu komiteler İstanbul Halkının cephedeki askerler için yapmış olduğu her türlü yardımın süratle yerine ulaştırılmasını sağlamıştır. Bazı gazeteler ise, vermiş oldukları ilanlarla halka seslenerek, gazetelerin okunduktan sonra, cephede çarpışan askerlere gönderilmek üzere, "Anadolu'da Garp Cephesi Kumandanlığı" adresine postalanmasını istemişler-dir.36 Bu gazetelerin bazı yazıları kısmen sansüre uğramış olsa da Kuvâyı Milliye'yi, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları ile Millî Mücadele'yi destekleyen yayınlarıyla cephede bulunan askerlerimiz üzerinde büyük moral kaynağı olmuştur. Kaldı ki, İstanbul Sakarya Zaferi'nden sonra iyice coşmuş, işçi, memur, asker, esnaf hatta devlet ricali, kelimenin tam anlamıyla "ihtiyatı elden bırakarak" Anadolu'da çarpışan gazilerimize yardıma koşmuşlardır. Aralarında "Tütün Rejisi, Osmanlı İtibar-ı Millî Bankası, Banka İtaliana Di Skonto, Banka Komerciyale İtaliana, Banka Di Roma, Türkiye Millî Bankası, Selanik Bankası personelinin de bulunduğu birçok müessese, ticarethane ve tanınmış işadamları, teşkil edilen bu yardım komiteleri vasıtasıyla Hilal-i Ahmer'e önemli miktarlarda yardımda bulunmuşlardır.37

Ramazan bayramının yaklaşması münasebetiyle, Anadolu'daki gazilere verilmek üzere 200.000 hediye hazırlanacağını duyuran Akşam Gazetesi, "İstanbullular için mukaddes bir vazife" başhğı altında hayırsever vatandaşları yardıma çağırmıştır.38 Aynı şekilde benzer bir ilan Vakit Gazetesi'nde görülmektedir. "Askere Bayram Hediyesi Veriniz!" başlığını atan gazete, son derece anlamlı ve vicdanlara seslenen bir ifade ile şöyle demektir:"... şu kadar var ki, esaret para ile değil, kanla kahramanlık yolunda verilen son nefeslerle boğulur.. İstanbul mebzul ziya'lar içinde daha az muzdariptir. Vatan için ölen vatan için teneffüs eden, vatan için dağlara tırmanan yine Anadolu'daki neferlerdir. Kızınızın saçı, annelerin ellerini ve çocukların hayatını size bağışlayan bu neferlerdir. Silah başındaki vatandaşımız manevi ve maddi alakamızdan uzak kalmasın. Oniki gün sonra bayram gelecek... İstanbul, Anadolu ordusuna bu bayram hediyesini göndermeye mecburdur. Anadolu ordusuna, bu bayram hediyeyi hazırlamaya başlayınız!"39 Bu çağrıyı 20 Mayıs'ta İkdam izlemiş, "Bayram yaklaşırken, cephede vatanı, namusu, tarihi ve şerefi için çarpışan kardeşlerini, İstanbul'da Fakr-u zarûret içinde bulunan muhacirleri unutma" diye seslenerek "Sadaka-i fıtrın" onlara verilmesini istemiştir.40 Büyük taarruzun başladığı gün, Türkiye Büyük Millet Meclisi Vekiller Heyeti Reisi Rauf (Orbay) Bey, tüm milleti orduya yardım etmeye çağırmıştır.41 Bunun üzerine derhal harekete geçen Hilâl-i Ahmer, evleri ve köyleri yakılıp yıkılan gazilerimizin, binlerce felaketzede vatandaşımızın ihtiyaçlarım temin ve ızdıraplarını biraz olsun dindirebilmek için büyük bir yardım kampanyası başlatmıştır.42 Bu çağrı üzerine aynı zamanda Hilâl-i Ahmer fahrî başkanı olan Veliahd Abdülmecid Efendi, Anadolu'daki yaralı gazilerimize yardım olarak 500 lira, Dr. Celal Muhtar bey 1000 lira ve Ayşe Sadıka Sultan 35 lira vermiştir.43 Bunu müteakip Sultan Vahdeddin 5000 ve hanımı için de 1000 lira olmak üzere toplam 6000 lira,44 Şehzade Ömer Hilmi Efendi ise 100 lira yardımda bulunmuşlardır.45 Bu arada son derece anlamlı bir yardım da Tevfik Paşa başkanlığındaki Osmanlı Hükümeti'nden gelmiştir. Hükümet üyeleri aralarında topladıkları 57.500 kuruşla bu yardım kampanyasına katılmakta tereddüd etmemişlerdir.46 Bu arada bazı gayr-i müslim vatandaşlarımızın da bu yardım kampanyasına iştirak ettikleri anlaşılmaktadır. Nitekim bu hususta harekete geçen Musevi vatandaşlarımız, Hilâl-i Ahmer'e yardım için Sirkeci ve Haydarpaşa'da birer komite teşkil etmişler,47 Galata Musevileri Sultanisi talebeleri ise aralarında 31 lira toplamışlardır,48 Yine Şişli Bomonti civarında bir çay bahçesinde tertip edilen müsamere esnasında, Ermeni vatandaşlarımızdan bazı hanımlar tarafından toplanan 85 lira 62.5 kuruş yardım Hilâl-i Ahmer'e gönderilmiştir.49 Elbette bu örnekler çoğaltılabilir. Ancak, hemen hergün gazete sütunlarında "Hilâl-i Ahmer'e Yardım" başlığı altında Anadolu'da çarpışan gazilerimize ve onların ailelerine yardım eden binlerce vatandaşımızın isimleri yer almıştır. Bunlar arasında bir günlük hasılatını "Hilal-i Ahmer'e" bağışlayan her kesimden esnaf ve işçi, maaşını üç dört ayda bir, çoğu kere tam olarak alamayan memurlar, memleketindeki arazisini bağışlayan insanlar, mücevherlerini bağışlayan kadınlar, harçlıklarını birleştirerek yardıma katkıda bulunan çocuklar vardır. İşte toplanan bu yardımlar süratle Anadolu'ya sevkedilmiş, millî ordunun ihtiyacı olan silah, cephane, techizat ve ilaç alınmış; cephede çarpışan askerlerimizin dul ve yetimlerine gönderilmiştir.

Bütün bunlarm yanısıra çeşitli ülkelerde yaşayan Müslüman toplulukları ve diğer İslam ülkeleri de Hilâl-i Ahmer'in açtığı yardım kampanyalarına nakdî yardımlarıyla katkıda bulunmuşlardır. Bunlardan Amerika'nın "Providence" şehrinde bulunan Müslümanlar tarafından toplanan 1150 Dolar, 75 santim, yani 185 lira 605 kuruş Hilâl-i Ahmer'e teslim edilmiş50; Beyrut'ta yayımlanan "El Belag" gazetesi, halkı Anadolu şehitlerinin yetimlerine yardım etmeye çağırmış ve kurban derilerinin toplanarak, elde edilecek gelirin bu hususa sarf edilmesi için heyetler teşkil edilmesini tavsiye etmiştir.51

Türk Ordusunun kazanmış olduğu muhteşem zafer Mısır, Suriye, Tunus ve Cezayir'de de büyük sevinç gösterilerinin yapılmasına vesile olmuştur. Suriye gazeteleri bu sevinci yansıtan makaleler yayımlayarak, Müslüman dünyasının Türkiye'ye maddî yardıma çağırmışlardır. Bunun üzerine Şam'da "eşraf ve ulemadan" meydana gelen bir meclis vasıtasıyla yardım toplanmasına karar verilmiş, bu çağrıya uyan zenginler büyük miktarda nakdî yardımda bulunmuşlardır. Yardım toplanması için Tunus ve Cezayir'de de heyetler teşkil edilmiş; Müslüman kadınları mücevherlerini büyük bir hoşnutlukla bağışlamaktan çekinmemişlerdir. Dumlupınar'da elde edilen büyük zafer, Mısır'da da büyük sevinç gösterileriyle karşılanmış, Afyonkarahisar'ın geri alınması üzerine, dükkanlar ve evler Türk bayraklarıyla donatılarak, Anadolu için yardım toplanmasına başlanmıştır.52


İSTANBUL'DAKİ BÜYÜK SEVİNÇ GÖSTERİLERİ

İzmir'in kurtarılışı ve Batı Anadolu'nun düşmandan temizlenmesi, İstanbul'da muazzam zafer şenliklerinin yapılmasına, halkın sokaklara dökülerek, bu mutlu olayı büyük bir coşku ile kutlamasına sebep olmuştur. "Dumlupınar Meydan Muharebesi'nde Türk Ordusunun gösterdiği kahramanlık ve elde ettiği zafer üzerine, Matbuat Cemiyeti'nin teşebbüsü ile 1 Eylül Cuma günü İstanbul'un bütün camilerinde Anadolu'da şehit düşen askerler ve gazilerimiz için dualar okunmuş, yardımlar toplanmıştır. Fatih, Bayezid, Süleymaniye, Sultan Selim, Valide Sultan, Yeni Camii, Sultan Ahmed, Ayasofya, Kılıç Ali Paşa ve Kasımpaşa Büyük Camii binlerce İstanbullu ile dolup taşmıştır. Cuma namazından sonra hatipler tarafından "Ordu-yu İslâmı daima muzaffer eyle ya Rabbî!" cümleleri tekrar edilirken, yüzbinlerce Müslüman hıçkırıklara boğularak, cân-ı gönülden bu duaya "Âmin!." demişlerdir. Bu duaya cuma namazını muazzam bir cemaat ile beraber kılan hanımlar dahi iştirak etmişlerdir. Ancak Bayezid, Sultan Ahmed ve Ayasofya gibi büyük camilerde gözyaşları içinde devam eden dualardan sonra bile halk dışarı çıkmayarak hep birlikte "Salat-ı tüncîna"yı okumuştur. Fatih Camii'nde bir başka heyecan yaşanmış, Veliahd Abdülmecid Efendi, oğlu Ömer Faruk ile birlikte cuma namazını halkın arasında kılmıştır. Bu arada Raşid Ağa adında birisi, "Hilâl-i Ahmer" için açılan yardım kampanyasına 100 lira vermek suretiyle katılmış, ayrıca "İnna Fetahna.." yazılı bir sancak hediye ederek, bunun millî orduya verilmesini istemiştir. Daha sonra Veliahd Abdülmecid Efendi'nin de iştirakiyle toplanan 500 lira 60 kuruşluk yardım bir heyet tarafından Hilâl-i Ahmer'e gönderilmiştir.53

Senelerden beri gülmeyi, sevinmeyi unutmuş olan, şimdi ise Anadolu'daki zaferin büyüklüğünü yürekten duyan îstanbul, bu sevincini bütün sokaklarını Türk bayraklanyla donatarak ortaya koymuştur. 4 Eylül Akşamı so-kaklara dökülen Beykozlular'a "Dar'ül eytam" bandosu millî havalar çalarak eşlik etmiş; bu arada "İzmir Marşı" çalınırken toplanan ve büyük bir heyecan ile çalkalanan halk, "Yaşasın Millî Ordu ve Mustafa Kemal, kahrolsun, yere batsın Yunan Ordusu!." diye bağırmıştır.54 8 Eylül Cuma günü Matbuat Cemiyeti tarafından Ayasofya Camii'nde, cephelerde şehit düşen askerlerimizin ruhlarına ithaf edilmek üzere bir mevlid okutulmuştur. Millî gaye uğrunda kanlarım dökerek şehid olanlara rahmet, hücum eden kahramanlara nusret dileyen bu muazzam kalabalık karşısında Ayasofya yetersiz kalmıştır. Bunun üzerine kalpleri vatanın saadeti ve elemiyle tek bir yürek olan cemaat dışarıda bulabildiği her yerde namaza iştirak etmiştir.

"Cuma namazı kılındıktan sonra "Mehterhane" tarafından gönderilen yeniçeri kıyafetinde iki asker mevlid okunan yerin iki tarafında durmuştur. İstanbul'un tanınmış hafızları tarafından okunan mevlidin ardından, baş müezzin ve diğer hafızlar tarafından okunan ilahiler bu coşkuyu bir kat daha arttırmıştır. Daha sonra Kadıköy'de Mecîdiye Dergahı Postnişini Bandırmalızade Şeyh Seyyid Yusuf Nizameddin Efendi, Türk ordularının kazandığı zaferin Allah katında ne derece makbul olduğu hususunda bazı ayetler okuduktan sonra, gayet beliğ bir dua yapmıştır. Yaklaşık 25.000 Müslüman elleri yukarıda ve kalpleri Allah'a yönelmiş olduğu bir halde hep bir ağızdan: "Ya Rabbî! Ya Raıbbî! Sen ki Müslümanların penahısın, Sen ki yapılan haksızlıkları biliyorsun. Kerbela'da şehid edilen Hasan, Hüseyin hürmetine, Anadolu'da boğazlanan binlerce saçı bitmedik ma'sûmlar hürmetine, Resûl-i Kibriya hürmetine, ateş ve kan içinden geçerek mazlumları kurtarmağa koşan ordumuzu daima nusretine mazhar kıl Yâ Rabbî!!" duasına amin demiştir.56

Ayasofya Camii'ndeki bu muhteşem mevlide yanında Şehzade Ömer Seyfeddin Efendi olduğu halde iştirak eden Veliahd Abdülmecid Efendi, kendisine teşekkür eden Matbuat Cemiyeti ileri gelenlerine şunları söylemiştir: "Milletimizin Vahdet-i fikriyesine tercüman olan matbuat-ı milliyemizin muhterem cemiyetine beyan-ı teşekkürat ederim. Cenab-ı Hakkın lutf-u sübhanisi ve azimkar milletimizin sa'y ve gayretiyle ihraz kılınan bu mukaddes zafer uğrunda feda-yi can eyleyen gazafferanemizin rûh-ı pâkilerine ithaf edilen bu mevlîd-i nebevî hürmetine pek yakın bir âtide şeref-i millîmizle mütenasib bir sulhe nail olarak senelerden beri istiklâl-i millîmiz için yaptığımız bu mücadele-i hakikiyyenin her zaman ön safında bulunan matbuat cemiyetini an-samîm-il-kalb tebrik ederim"55.

Mevlidin sona ermesinin ardından Hilal-i Ahmer'e yardımda bulunan halk, cami civarında bulunan "Mehterhane Takımı" tarafından çalınan "İstiklâl-i Millî" marşını dinlemiş ve Başkumandan Mustafa Kemal Paşa'yı "yaşasın" nidalarıyla uzun süre alkışlayarak akşama doğru dağılmıştır58. Aynı gün Fatih ve Aksaray Valide Camiilerinde de mevlid okutulmuştur. Fatih Camii'nde "Seyr-i Sefain" memur ve müstahdemleri tarafından okutulan mevlid sonrası cemaat cephede yaralanan gazilerimizin tedavileri için hayli yardım toplamış; Aksaray Valide Camii cemaati ise aralarında topladıkları 4853 kuruşu59 derhal Hilâl-i Ahmer'e göndermişlerdir 60.

15 Eylül Cuma günü Türk bayraklarıyla süslenmiş olan Sultan Ahmed Camii'nin üçer şerefeli altı minaresinden birden sekiz müezzin tarafından okunan ezanı müteakip "Sala" verilmiştir. Namazdan sonra da, Hafız Nuri, Sâdaret-i uzma başmüezzini Hafız Fahri Efendi ve Arap Camii müezzini Hafız Kemal Efendiler tarafından mevlid okunmuştur. Mevlidi dinlemek için camiye gelen binlerce kişi, yer bulamadığı için Ayasofya Camii'ne gitmiş, ancak bir süre sonra orası da kifayet etmemiştir. Sultan Ahmed Camii hatibi Tevfik Efendi'nin "İzmir'i kurtarmaya muvaffak olan Türk Ordularının daima muzaffer olmasını ve Edirne'nin de kurtarılmasını dileyen duasından sonra halk büyük bir coşku içinde camiden ayrılırken, Hilâl-i Ahmer'e de yardımda bulunmayı ihmal etme-miştir61. Aynı gün Fatih Camii'nde yapılan "Selamlık resm-i alisi"nde Padişah, Fatih Sultan Mehmed'in türbesini ziyaret ederek, hatim duasında bulunmuş; şehitlerin ruhuna fatihalar okuyup, Türk Ordularının muzaffer olması temennisinde bulunarak Topkapı Sarayı'na gitmiştir. Burada "Hırka-i Saadet" dairesinde ikindi namazını kılan Sultan Vahdeddin, akşam altı civarında saraya dönmüştür62.

Dumlupınar Zaferi üzerine, İstanbul'un her tarafında, bilhassa Kadıköy, Beşiktaş ve Üsküdar'da halk sokaklara dökülerek büyük sevinç gösterilerinde bulunmuştur. 8 Eylül Cuma gecesi saat 10'da toplanan binlerce Kadıköylü mükemmel ve gösterişli bir fener alayı düzenlemiştir. Önlerinde bando olduğu halde, Kadıköy'ün çeşitli semtlerini, elle-rinde fener ve meşalelerle dolaşan halk, Kuşdili Çayırı'na gelmiş, burada kendilerine bu mutlu günleri gösteren Allah'a şükretmişlerdir. Bu arada "Beşiktaş Jimnastik Kulübü"nün bandosu önde olmak üzere, Beşiktaş ve civarını fenerlerle dolaşan halk, Anadolu'da millî ordu tarafından elde edilen zaferden dolayı birbirlerini tebrik etmişlerdir. Aynı tezahürat Beylerbeyi'nde, Beykoz'da ve Boğaziçi'nin çeşitli semtlerinde tekrar edilmiş, Müslümanlar ve çok yerde Musevîler gece ellerinde Türk bayrakları olduğu halde geç vakitlere kadar büyük kalabalıklar halinde dolaşarak sevinçlerini ortaya koymuşlardır 63. İzmir'in ve onun ardından Batı Anadolu'nun işgal edilmesi üzerine, yerlerini yurtlarını terk ederek, sefalet içinde baraka, han ve otel köşelerinde yaşayan Anadolu muhacirlerinin sevinci ise büsbütün başka olmuştur. Mütarekeden beri matem ve acılar içinde bayramlarını geçiren millet, güzel vatan topraklarının geri alınmasıyla, bugünleri bayramlardan daha çok sevinç ve coşkulu olarak kutlamıştır. Millet ve memleketin bu mesud günleri yaşatan kahraman gazilerimizin yaralarının sarılması için bütün İstanbul halkı, şehrin çeşitli semtlerinde yardımlar toplayarak "şükran borçlarını" ödemeye gayret sarf etmişlerdir. Nitekim İstanbul kuruyemiş kabzımalları aralarında büyük miktarda yardım toplamışlar ; şoförler cemiyeti de bir günlük hasılatlarını tamamen Hilâl-i Ahmer'e bağışlamışlardır. Bunun yanısıra, otomobillerin hareket noktası olan Sirkeci'yi şanlı Türk Sancağı ve rengarenk bayraklarla donatmışlar; Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa ve Rauf (Orbay) Bey'in büyük boy resimleriyle, etrafı bayraklar ve defne dallarıyla çevrelenmiş Anadolu'ya ait bir resimle caddeyi süslemişlerdir64.

Büyük zafer ve İzmir'in kurtuluşu münasebetiyle Kadıköy ve civarında çok büyük tezahürat ve şenliklerin yapıldığı anlaşılmaktadır. 9 Eylül gecesi ikinci bir fener alayı düzenleyen halk, biri erkek, diğeri kız iki çocuğun, ellerinde bayraklarla süslenmiş ve altında "Türk Milleti'nin Halaskârı" yazılı Mustafa Kemal Paşa'nın büyük bir resmi olduğu halde, Kadıköy'ün büyük caddelerini dolaşarak Kuşdili'ne gelmişlerdir. Ellerinde fenerler ve meşaleler, millî şarkılar söyleyerek Kuşdili'ne vardıklarında heyecan son haddi bulmuş, burada kadınlar sevinç gözyaşları içinde kulaklarındaki küpelerden, kollarındaki bilezik-lere kadar üzerlerindeki mücevheratı Hilâl-i Ahmer'e bağışlamışlardır 65. Aynı gece Üsküdar'da bir fener alayı düzenlenmiş, halk gece geç vakitlere kadar "yaşasın Büyük Türk milleti. Yaşasın Mustafa Kemal Paşa" naralarıyla ortalığı çınlatmıştır 66. Yunan işgalinin ne acımasız bir felaket olduğunu 200'ü aşkın şehit vermek suretiyle çok iyi bilen Beykoz ve Paşabahçe halkı, büyük bir coşku ile muzaffer ordumuzun elde ettiği başarıyı kutlamışlar ve Hilâl-i Ahmer için büyük yardım toplamışlardır 67. Beykoz "Dar'ül-eytam" bandosuyla beraber tertip edilen bir fener alayı Paşabahçe'ye kadar giderek iskele başındaki meydanda yardım toplamıştır. Yardım için çok ilginç vesileler bulan halk, Hilâl-i Ahmer namına müzayedeye koyduğu Mustafa Kemal Paşa'nın bir resminden 500 lira 68 elde etmiştir. Çubuklu ahalisi de, yardım toplama hususunda adeta Beykoz ve Paşabahçeliler'le yarış edercesine çalışmış, Hilâl-i Ahmer adına müzayedeye koydukları bir buzağı 900 lirayı 69 aşkın bir fiyatla alıcı bulmuştur. Yine Eyüp'te yaklaşık 10.000 kişi, yatsı namazından sonra bir fener alayı düzenlemiş, 48 mahallenin davulu ile binlerce bayrak ve ellerinde birer fener olduğu halde önce Hazreti Halid'in türbesi ziyaret edilerek, ordunun zaferi için dua edilmiştir. Daha sonra tüm Eyüp mahalleleri ve Rami Köyü dolaşılmış; bu esnada bütün semt minarelerinden "Tekbîr" verilmiştir. Halk üzerinde fevkalade ulvî ve ilahî bir huşû meydana getiren bu durum üzerine, hep birlikte 1896 Osmanlı-Yunan Muharebesi'nin başkumandanı Gazi Müşîr Edhem Paşa'nın türbesine gidilerek, ruhuna fatihalar hediye edilmiştir"70. 0 günlerin İstanbul'unun gerçekten görülmeye değer olduğu anlaşılmaktadır. Türk Ordusunun zaferlerini kutlamak için tüm İstanbul halkı evlerini al bayraklarla süslemiş, kadınlar, çocuklar, herkes evlerini donatmak maksadıyla bayrak almak için dükkan ve mağazalara koşmuşlardı. Bu sebeple adeta bayrak satış rekoru kırılmış, evvelce en fazla 20 kuruşa satılan küçük bir bayrak, 80 kuruşa kadar çıkmıştır71.

Türk Ordusunun İzmir'e girişi münasebetiyle, "10 Eylül pazar günü bir fener alayı tertip edilmiştir. Program gereğince, Fatih'te toplanan üniversite öğrencileri ve halk önce Fatih Sultan Mehmed'in türbesini ziyaret etmiş, daha sonra büyük bir vakar ve intizam içinde Şehzadebaşı, Divanyolu, Köprü, Tepebaşı, Beyoğlu, Pangaltı, Şişli yoluyla Hürriyet-i Ebediyye Tepesi'ne gelinmiştir. Burada Büyük Zaferden duyulan sevinç ve memnuniyeti dile getiren konuşmalar yapılmıştır 72. Geceleyin ise, ellerinde bayraklar, davul ve zurnalarla, araba ve otomobillerle sokaklara dökülen halk, Şehzadebaşı, Çemberlitaş, Divanyolu ve Sirkeci caddelerinden çıkarak, Beyoğlu'na gitmişler ve "Yaşasın Millî Ordu, Yaşasın Mustafa Kemal Paşa, Kahrolsun Düşman!" sadaları arasında Büyük Cadde'yi (İstiklâl Caddesi) geçmişlerdir. Daha sonra muhtelif guruplara ayrılan göstericiler, Şişli'den Hürriyet-i Ebediyye Tepesi'ne kadar büyük tezahürat altında yürümüşlerdir. Köyleri Yunanlılar tarafından yakılıp, yıkılan Anadolu muhacirleri de, etrafı bayraklar ve defne dallarıyla donatılmış arabalar, otomobiller içinde bu muhteşem gösteriye iştirak etmişlerdir 73.

Vatanın 3,5 senedir geçirdiği felaketlerin ağır neticelerini kendi içinde, kendi kalbinde duyan İstanbul, son günlerde haklı olarak büyük bir coşku ve sevinç seli içerisinde gece gündüz devam eden gösterilere sahne olmuştu. Vatanın bu güzel köşesinde düşmanlar güldükçe, coştukça, bağırdıkça İstanbul ağlamış, sinmiş ve sönmüştü. Fakat içindeki kurtuluş umudunu hiç kaybetmeyen İstanbul'un o günlerdeki sevinç ve coşkusu bu umudun en güzel tecellisi olmuştu. Ancak, böylesi büyük ve coşkulu gösterilerde bazı istenmeyen küçük olayların meydana geldiği de bilinen bir gerçektir. Bilhassa 10 Eylül'de meydana gelen bazı olaylarda, birtakım kendini bilmezler tarafından bazı binalar saldırıya uğrayarak camları kırılmıştır. Nitekim İngiltere'nin İstanbul'daki yüksek komiseri Rumbold da, Lord Curzon'a gönderdiği raporda bu duruma işaret ederek, 10 Eylül'deki büyük gösteride bazı binaların camlarının kırıldığını, Beyoğlu'ndaki Yunan Askerî Heyeti binası ile Hürriyet ve İtilaf Partisi merkez binasının saldırıya uğradığını, ancak gösterilerin yine de umumiyetle düzen içinde geçtiğini bildirmiştir74. Bu arada İkdam Gazetesi, 10 Eylül 1922 tarihli bir yazısında meydana gelmesi ihtimal dahilinde olan hadiselere karşı halkı vakar içinde hareket etmeye davet etmişti.75 Hatta Fransız gazetelerinden "Presse de Soir"da yayınlanan bir baş makalede, "Türklerin Avrupa'da en medenî ve en nazik bir millet olarak kabul gördüğünü, yapılan gösterilerde büyük bir olgunluk ve vakar içinde hareket edildiğine dair bir yabancının şehadetinin yer aldığı" kaydedilerek bunun devam ettirilmesi istenmişti.76 Ancak bu tezahüratların artarak devam etmesi üzerine bir tebliğ yayınlayan İstanbul'daki İtilaf Kuvvetleri Başkumandanı General Harington, hususi binaların zarar gördüğünü ve bazı kimselerin yaralandığını ileri sürerek, halktan bu gösterilere derhal son verilmesini, hava karardıktan sonra sokağa çıkmamalarını isteyerek, aksine bir davranış söz konusu olduğu takdirde, sıkıyönetim yasaklarının tatbik edileceğini ihtar etmiştir.77 Harington'un bu tebliğinin gazetelerde yayınlanmasından önce harekete geçen İstanbul Hükümeti, derhal "Polis Müdîriyyet-i umûmiyyesi" ile temasa geçmiş, Büyük Zafer dolayısıyla halkın sevinç gösterilerinde bulunmasının tabiî oduğunu, ancak bu tezahürat esnasında vakar ve sükûnetin muhafaza edilmesi gerektiğini, saldırıda bulunmak veya silah atmak suretiyle buna riayet etmeyenlerin yakalanarak derhal sıkıyönetim mahkemesine çıkarılıp, şiddetle cezalandırılacaklarının kararlaştırılmış olduğunu bildirmiş; bundan böyle yapılacak gösteriler için de önceden hükümetin izninin alınması gerektiğini gazetelerde neşr ettirerek, polisin de ona göre hareket etmek üzere, icab edenlere gerekli emirlerin verilmesini istemiştir78. Dahiliye Nezareti, "mühim ve müsta'celdir" kaydıyla Polis Müdiriyeti'ne gönderdiği bir başka yazıyla da, İstanbul'da yayınlanan Rumca gazetelerin bazılarında, 10 Eylül gecesi yapılan tezahürattan bahisle bazı kimselerin öldürüldüğüne dair haberlerin yer almış olduğu, bu sebeple halkı heyecana getirebileceği şüphesiz olan bu gibi neşriyat hakkında gerekli tahkikatın derhal açılarak, icab ettiği takdirde keyfiyetin gazetelerde de tekzîp ettirilmesini istemiştir.79 Bunun üzerine derhal harekete geçen İstanbul Polis Müdiriyeti, bir hafta kadar devam eden tahkikat neticesinde elde ettiği bilgileri Dahiliye Nezareti'ne göndermiştir. Bu tahkikat neticesinde, gösteriler sırasında Rumca yayınlanan gazetelerin bahsettikleri şekilde İstanbul'un hiç bir yerinde öldürme hadisesinin meydana gelmediği ve söz konusu neşriyatın abartılmış olduğu anlaşılmıştır. Ancak "Luxemburg Ticarethanesi" ile "Bosphorus Gazetesi" idarehanesinin ve bazı yerlerin camları kırılmış; İngiliz fevkalade komiserliği binası önünde silah atılması gibi çirkin bir harekette bulunulmadığı, Fener'de ise, hiç kimse tarafından içeri girilmeye kalkışılmadığı gibi, Makri Köy (Bakırköy) ve Papas Köprüsü'nde de gösteriler esnasında bir olay meydana gelmediği ortaya çıkmıştır. Sadece Tatavla'da (Kurtuluş) Erkek Mektebi Müdürü'nün oğlu "Sünyanopulos" bazı meçhul kişilerce tartaklanmış ve gösteriler dolayısıyla camları kırıp, silah atan 35 kişi yakalanarak "Dîvan-ı harbe" sevkedilmiştir.80 Harington'un mezkûr tebliğini hazırladığı ve bir suretini Bâbıali'ye gönderdiği gün, yani 11 Eylül Pazartesi günü, "Mekatib-i ibtidaî muallimleri cemiyeti" tarafından büyük bir yürüyüş tertip edilmişti. İstanbul'un pek çok okulunun temsil edildiği bu muazzam tezahürat sırasında, öğretmenleriyle yürüyen binlerce öğrenci büyük sevinç gösterilerinde bulunmuştu81. Bu gösterişli topluluğun önünde beyaz atlar koşulmuş bir araba içinde, beyazlar giymiş, göğsünde "Gülen İzmir" levhası ve elinde al bayrak bulunan bir kız çocuğu vardı. Arabanın etrafında ise, yine melekler gibi, beyazlar giymiş kız çocukları arabadaki çocuğun elinde bulunan kırmızı beyaz şeritlerden oluşan bir çemberin uçlarından tutmuşlardı. Takip edilen program gereğince, "Mahmud Şevket Paşa Numune Mektebi" öğretmenlerinden Hüseyin Hüsnü Efendi tarafından yapılan güzel bir duadan sonra, binlerce öğrenci istiklal şiirleri okuyarak alkışlar arasında Divanyolu'nu takip ederek Hilâl-i Ahmer önüne gelmişlerdi. Hamid Bey'in olmaması sebebiyle, genel sekreter Hikmet Bey balkona çıkarak öğrencileri selamlamıştı. Daha sonra Bâbıali'ye geçen bu vatan yavruları köprüye kadar giderek, orada Üsküdar'dan, Beyoğlu'ndan ve Boğaziçi'nden gelen okulları uğurladıktan sonra, aynı intizamla öğretmenlerinin nezaretinde okullarına dönmüşlerdi.82

Milletlerin kaderi üzerinde çok önemli tesirleri olan bazı hadiseler vardır. İşte 30 Ağustos Zaferi de bunun eşsiz bir timsalidir. Atatürk'ün ifadesiyle, "Muharebe, nihayet meydan muharebesi, yalnız karşı karşıya gelen iki ordunun çarpışması değildir. Milletlerin çarpışmasıdır" 83. Gerçekten de Türk Milleti, Millî Mücadele'de bütün varlığını, maddî ve manevî bütün imkanlarmı ortaya koymuştur. Hayali emellerini gerçekleştirmek için Anadolu'ya giren, vatanımızı işgal ederek, yok etmek isteyenler, muhataplarının büyük bir millet olduğunu unutmuşlardı. Çünkü bir memleketi işgal ederek, o memleketin asıl sahiplerine hakim olmak asla mümkün değildir. Bir millet ki, zabtolunmaz bir ruha, eğilmez bir azim ve iradeye sahiptir, o millete hakim olmanın imkân ve ihtimali yoktur. Ancak milletiyle bütünleşen bir ordu, böyle büyük bir zaferi sağlayabilirdi. Nitekim bu gerçeğe işaret eden Mustafa Kemal Atatürk, 30 Ağutos 1928'te basına verdiği bir demeçte şöyle demiştir: "30 Ağustos'ta sevk ve idare ettiğim muharebe, Türk Milleti'nin yanında bulunduğu halde idare ettiğim ilk ve son muharebedir. Bir insan kendini, milletle beraber hissettiği zaman, ne kadar kuvvetli buluyor bilir misiniz? Bunu tarif müşkildir. Eğer ben, izahta izhar-ı acz edersem, beni ma'zûr görünüz84."

Bu sıradan bir mücadele değil, Millî Mücadeledir. Zulme, haksızlığa karşı bir direniş, mazlumun zalime karşı bir şahlanışıdır. İstanbul, bu büyük mücadelede başından itibaren Mustafa Kemal Paşa ve Kuvâ-yı Millîye'ye büyük destek vermiş; bilhassa "Hilâl-i Ahmer ve Matbuat Cemiyeti'nin" unutulmaz desteği ile Anadolu'ya olan şükran borcunu ödeyebilmek için çırpınmıştır. Bilindiği üzere, İstanbul Halkı, Anadolu'daki mücadele için teşkil edilen yardım kampanyalarına büyük meblağlarda aynî ve nakdî yardımlarda bulunmuştur. Biz burada Örnek teşkil etmesi bakımından sadece İkdam ve Vakit gazeteleri tarafından açılan yardım kampanyalarında toplanan nakdî yardımların kesin miktarını tespit edebildik. Buna göre, "İkdam"da 19 Ekim 1922 itibariyle 260.000 lira, "Vakit'te ise, 252.000 lira olmak üzere toplam 512.000 lira toplanmıştır. Bu meblağın bugünkü değeri yaklaşık 2 trilyon, 194 milyar, 290 milyon olup, o zaman için hiç de küçümsenmeyecek bir miktar olduğu aşikardır. Gerçekten de bu fevkalade yardım İstanbul'un fedakar halkının yekvücut olarak kahraman ordusuna ve Anadolu'daki çilekeş kardeşlerine "minnet ve şükran borcunun" bir ifadesidir. Bunun yanısıra değişik tarihlerde muhtelif sınıflara mensup 2225 subay, yine çeşitli meslek guruplarından çok sayıda askeri ve sivil personel İstanbul'dan Anadolu'ya geçmiştir 85. İstanbul'un bazı semtlerini adeta boşaltıp gelen binlerce subay, gönüllü er ve erbaşlar Anadolu'nun büyük ihtiyacı olan ordu kadrolarını doldurmuşlardır.86

İstanbul çekmiş olduğu bütün sıkıntı ve acılara rağmen, milletçe kazandığı haklı gururunu kendine has tavrı ve ağırbaşlılığı ile kutlamıştır. Bu bakımdan İstanbul'un, Millî Mücadele'de üzerine düşen "vicdan görevini" hakkıyla yerine getirdiği kanaatindeyiz. Halbuki Millî Mücadele'ye bütün kalbiyle ve varlığıyla katılmış olan fedakar ve kahraman İstanbul bugüne kadar yeterince anlatılamamıştır. Dileğimiz, çok geç kalınmış olsa da bu çalışmayı diğerlerinin takip etmesidir.


* Bu makale İstanbul'da Tarih ve Toplum Dergisi'nin Eylül 1992 tarihli sayısında yayımlanmıştır
 
Üst